282 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 282
Membre(s) : 0
Total :282

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 18h46:43
murat_erpuyan : 18h49:07
SelimIII : 1 jour, 08h13:39
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Les articles d'Altemur KILIC
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Les articles d'Altemur KILIC
Aller à la page 1, 2, 3 ... 18, 19, 20  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 02 Oct 2006 23:53    Sujet du message: Les articles d'Altemur KILIC Répondre en citant

Altemur KILIC est un ami de ma famille.
Je le connais en tant que fils de KILIC ALI, ami très proche d'Atatürk, et à ce titre, ami de mon grand père...
L'article suivant est extrait du site: bozok.org dont les orientations idéologiques ne sont pas forcément les miennes, mais l'article d'Altemur KILIC reflète tout à fait ma pensée à l'heure où, tous les kémalistes devraient s'unir, en ces moments difficiles pour la nation turque, et combattre l'esprit capitulationniste véhiculé par le gouvernement, et aussi par des âmes bien pensentes de gauche et de droite...

Tsk kayıp zamanları telafi ediyor!

Altemur Kılıç "30 Ağustos`ta, Orgeneral Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanlığına, Orgeneral İlker Başbuğ Kara Kuvvetler Komutanlığına gelince derin bir "oh" çekmiştim… Türk halkını büyük çoğunluğu da "oh!" demişti. Çünkü, artık "kendimize" geldik, TSK da "kendisine" döndü!

Kuvvet Komutanları, Orgeneral İlker Başbuğ, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Yener Karahanoğlu, irtica tehlikesi, üniter "ulus devlete" yönelik tehditler ve AB dayatmaları hususundaki tepki ve uyarı mesajlarını, yanlış anlaşılmaya hiç meydan kalmayacak, sert ifadelerle verdiler. Bu mesajları, ahenk, akıl ve gönül birliği ve ortak iradeyle verdiler... TSK`den, Genelkurmay`dan duymaya hasret kaldığımız sözlerdi… Gene bir "oh" çektik!
Kuvvet Komutanlarının bu mesajlarının muhatabı en başta bugünkü iktidar, ama içimizde -içerde ve dışarıda malum muhatapları da var! Ve "yüksek sesle, açık-seçik" söylenenlerin, anlam ve önemini anlamamaya imkân yok. Liberal köşe yazarları, entel takımı, Komutanların böyle konuşmalarını, Özkök Paşa hasretiyle, muhakkak yadırgayacaklar, eleştirecekler ve "darbe"den endişeleriyle ,"asker konuşmalı mı?" teranesini tutturacaklar, Evet, bu gerçekler konusunda askerlerin konuşmaları. Anayasal görevleri, içtikleri "andın" icabı ve "vicdanı" görevleridir!



ÖZKÖK DÖNEMI
Milletimizin geleneksel olarak, tehlikeler karışsında umutla baktığı yer Genelkurmay`ın "Aslanlı Kapı"sıdır.
Gerçi, zaman zaman, tehlikeleri gören komutanların uyarıları, aradan sıyrılıyordu, ama Özkök Paşa, tehdit ve tehlikelerin artmasına rağmen "her konuda TSK`ya bakmayın" ve sık sık , "AB`ye taraftarız" diyordu ve bu sözleri, liboşları çok hoşnut etti, fakat halkımızın çoğu bu tavırları yadırgadılar. . .

"ASLANLI KAPI"dan, beklenen "ses"" gelmeyince, diğer Komutanlar da, konuşamayınca, meydanı boş bulanlar azdılar.
Emekli olmuş bir Paşamız hususunda böyle yazmamı yadırgayanlar olacaktır. Fakat Genelkurmay Başkanlığında, Yüksek Komuta kademesindeki, bugünkü tutum ve zihniyeti belirtmek için, bu gerçekçi tespitleri yapmak zorundayım: Özkök Paşa muhakkak çok değerli ve onurlu bir Türk Generali, fakat "her yiğidin, ayrı bir yoğurt yiyişi oluyor"

YENİ DÖNEM
Þimdiki "yiğitler", Genelkurmay - Komutanlar bu kaybedilmiş zamanı telafi ediyorlar!
Yarın, 2 Ekim Pazartesi günü İstanbul`da, Harp Akademileri`nde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt konuşacak; "son noktayı koyacak demiyorum", tabir caizse, konuşması sonunda bir "noktalı virgül" koyarak, bundan sonra olacakların işaretini verecek. Bu konuşmanın Başbakan tam Washington`da, Başkan George W.Bush`la konuşacağı güne tesadüf etmesi, Başbakan Erdoğan`a karşı "emri vaki" olarak algılanmamalıdır. Büyükanıt Paşa aynı gün konuşacaklarının içeriğini, TSK`nın endişe ve düşüncelerini öneki günü konuşmalarında, Başbakana, herhalde açık seçik, dobra dobra, söylemiştir. Eğer Başbakan bu söyleneleri doğru algılamışsa ve haklı da bulmuşsa, özellikle PKK ile mücadele konusunda, Bush karşısında elini kuvvetlendirecek, ABD ilişkilerimizi sağlıklı ve gerçekçi bir zemine oturtulmasına yarayacaktır,

VE TUSIAD
TUSIAD Başkanı Ömer Sabancı`nın son konuşmasında bu gerçek ve tehlikeler Genelkurmay Başkanı ve komutanlar tarafından ifade edildiği sırada, bunlardan hiç söz etmeyip AB Konusunda gerektiği kadar çalışılmadığını söylemesi ve 301. Madde dolaysıyla CHP`yi eleştirmesi de, iş verenlerin kendi "rantları" endişesiyle "milli çıkarlar" konusundabazı sözde aydınlar gibi "milli çıkarlarımıza" ne kadar bigane olduklarının işareti!


Je signale au passage que sur le même site écrit également Rauf DENKTAS, ex-président de KKTC, pour lequel je témoigne d'un respect profond.


_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)






Dernière édition par sultani le 16 Oct 2006 11:30; édité 2 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 03 Oct 2006 1:15    Sujet du message: Répondre en citant

Sezer gibi, Büyükanıt gibi!
03.10.2006 - 02:00 .


Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer´in, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt´ın ve Kuvvet Komutanlarının, birbirlerini tamamlayan konuşmalarını, şu bağlamda; içinde yaşadığımız koşullar ve gelişmeleri göz önünde bulundurarak ve de özellikle son günlerde AB´den PKK´dan ve bölücülerden gelen sesleri, AP İlerleme Raporu´nu dikkate alarak okumak, değerlendirmek lazım.
Bakalım bugün Ankara´ya, herhalde bu konuşmalarda belirtilen hususlarda "nasihat ve uyarılarda" bulunacak AB Komiseri Olin Rehn, bu konuşmalardan nasıl etkilenecek?
Ve bu konuşmalarla Başbakan Erdoğan´ın, Amerika´da "İrtica tehlikesi yok -TSK´nın Anayasal konumu- herhalde askerlerin konuşmamaları gerekir" yolundaki sözlerinin çeliştiğini de görmemek mümkün değil!
Sezer ve Büyükanıt, Başbuğ, Cömert ve Karahanoğlu paşaların konuşmaları yorumlanmaya gerek kalmayacak kadar açık-seçik. Açıkça Başbakan´ın, bakanların söyledikleri ve yaptıklarını kınıyorlar!

SEZER´İN KONUÞMASI
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer´in, TBMM´nin 5. Yasama Yılı´nın başlaması münasebetiyle yaptığı konuşmayı, TBMM Başkanı Bülent Arınç´ın aynı münasebetle TBMM´nin açılış celsesinde yaptığı konuşmayla karşılaştırarak değerlendirmek gerekir. Cumhurbaşkanı Sezer bir devlet adamı, bir Cumhurbaşkanı hem de bir hukuk bilgesi gibi konuştu. Bu 19 sayfalık konuşmada, ülkenin içinde bulunduğu durumu ve maruz bulunduğu tehdit ve tehlikelerin, gerçekçi bir tablosu ve geleceğe ait uyarı ve tavsiyeler vardı. Bu konuşmanın ülkeye veda mesajı olduğunu söylemeyeceğim. Çünkü şimdiye kadar -son beş yılda- ülke açık irtica, kadrolaşma ve bölücülük karşısında, laik, üniter devleti koruduğu ve Atatürk´ün kutsal mekânına yakıştığı için "iyi ki vardı!" Ondan sonra olacakları, onun görev süresi bitince göreceğiz! Sezer Çankaya´dan ayrıldıktan sonra ulusuna veda etmeyecek -hem kalplerimizde kalacak, hem de engin deneyimleriyle ülkeye hizmete devam edecek- sorunlar karşısında, milletin "başvurma" müracaat ve bilgi merkezi olacak!
Aynı celsede, TBMM Başkanı Bülent Arınç ise, tarafsız bir TBMM Başkanı değil de tam bir politikacı ve "aday" gibi konuştu. Aralarındaki fark belli oldu!
Malum çevreler Cumhurbaşkanı ve komutanların konuşmalarından hiç memnun olmayacaklar. Ama onlar konuşmayacaklar da, liboş köşe yazarlar, sözde aydınlar ve Olli Rehn, Kretschmer vb.. AB komiserleri mi konuşacaklar? Birisi çıkmış, Büyükanıt Paşa´nın Kretschmer´i muhatap almış olmasını eleştirmiş. Eskiden, hariçten gazel okuyan yabancı işgüzarlara ilk tepkiyi Dışişleri Bakanlığı gösterirdi! Þimdi nerede! Mesela Kretschmer´in terbiyesizliğine, sükûnet katından kimse, en ufak bir tepki gösterdi mi? Bu adama, gerektiği gibi "istenmeyen şahıs" olarak kapıyı gösterdiler mi? Kovuldu mu?
Ben, naçizane bütün bu konuşmalarda, kendi düşündüklerimi bulduğum için mutluyum. Ufak bir tenkidim var; Genelkurmay Başkanı herhalde Başbakanı, ABD´de, Bush karşısında müşkül durumda bırakmamak için fazla nazikâne konuşmuştur. Ama Başbakanın Amerika´da, TSK ve irtica konusunda söylediklerinden, onun aynı nezaketi göstermediği anlaşılıyor!..
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 05 Oct 2006 19:13    Sujet du message: altemur kiliç arsivi Répondre en citant

arkadaslar galiba bu tip yazilarin pek meraklisi degil ki, "rating" yapmiyor yazarimiz, hele hele olumlu olumsuz yanit veren de yok:
olsun, belki ilgi duyan olur diye, arsiv adresini veriyorum, Kenthaber'de:

http://www.kenthaber.com/kosearsiv.aspx?ID=24

Altemur Kılıç

1924 yılında Ankara’da doğdu. Atatürk’ün yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin küçük oğlu. Eğitimi’ni İstanbul’da Robert Kolej’de ve New York’ta New School for Social Research Siyasal Bilgiler Bölümünde tamamladıktan sonra Tasviri Efkar, Vatan ve Milliyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. Devir adlı haber gazetesinin ve Milliyet Yayınları’nın genel müdürlüğünü yaptı.

Devlet hizmetinde Washington ve Bonn Büyükelçilerinin Basın Müşavirliği görevlerinde bulundu. İki kez Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve bir defa da TRT’nin kurulması sürecinin başında, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın radyo ve televizyonlardan sorumlu danışmanlığını yaptı. Birleşmiş Milletler Sekreteryasının Basın Bölümü’nde uzmanlıktan sonra da UNICEF’in Avrupa Bürosu Enformasyon Bölümü müdürlüğünü yaptı.

1980’de devlet hizmetinden emekli olmadan önce Birleşmiş Milletler nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği’nde Orta Elçi olarak bulundu. Emekli olduktan sonra TRT Yönetim Kurulu ve Radyo-TV Yüksek Kurulu üyeliği yaptı.

Halen köşe yazarlığının yanında yeni kitap çalışmalarını sürdüren yazarın “Türkey and The World” adıyla 1957 yılında Amerika’da, Türkiye’nin dış politikası konusunda yayımlanmış bir kitabı bulunmaktadır.
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
anatole
Newbie
Newbie


Inscrit le: 07 Fév 2006
Messages: 13

MessagePosté le: 05 Oct 2006 20:26    Sujet du message: Répondre en citant

Sagol Sultani ,

Smile

BU YAZILARIN MERAKLISI'DA VAR sen devam et bizleri aydinlatmaya!! Smile
_________________
http://ataturk.over-blog.com
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 16 Oct 2006 11:31    Sujet du message: Répondre en citant

Altemur Kılıç (devam)

Pire-Yorgan-Kuyu 15.10.2006
Radikal gazetesinin, önceki günkü alt alta çifte manşeti şuydu: “GURURUMUZ-UTANCIMIZ” Bu manşet çelişkisi, son günlerde bir taraftan Fransız Parlamentosunun “Soykırım yoktur” diyecekleri, hapis ve para cezasıyla yasaklayan kararından ve de aynı zamanda Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülüne “layık görülmesinden” sonra, ülkemizde zaten var olan kesimler arasındaki derin çelişkiyi -fay hattını- ve de “çifte ölçü” farklarını, bir kere daha ortaya koydu. “UTANCIMIZ” demekle, herhalde Fransa’nın utancı kastedilmek istenmiş. Ama “utancımızda” bu kararın çıkarılmasında bizim, daha doğrusu yıllardır sözde aydınlarımızın “soykırımı yaptık” diye yırtınanların da büyük payları var... “Soykırım” yapıldığına inananların ve bunu söyleyenlerin yargılanmalarına, “ifade özgürlüğü” adına karşı olanların ve 30l. maddenin kaldırılması için didinenlerin, Fransız Parlamentosunun kararına karşı çıkmaları da ayrı bir çelişki! Bu yasayı çıkarmak pervasızlığı, asıl onlardan kaynaklandı! Tabii AB’ye uyum için bugünkü hükümet bunu da kabul eder, düşüncesinden de! “GURURUMUZA” gelince; Orhan Pamuk, “Türkler bir milyon Ermeni, 30.000 Kürt öldürdü” diye mesajlar verdiği ve sonra bu sözlerinin arkasında durduğu, milletine, tarihine açıkça hakaret etmek cesaretini gösterdiği için verilen bu “edebiyat” değil “siyaset” ödülünden dolayı milletin büyük çoğunluğu, Pamuk “Türk” olduğu için “gurur” duymuyorlar! “Türk” oldukları için, ondan duyuyorlar! Ben de, Pamuk’un kitaplarından pek zevk alamadığım halde okul arkadaşımım oğlu olduğu için, eskiden onunla iftihar ederdim. Ancak “Türk olarak” değil “Türk olduğum” için Pamuk’la iftihar etmiyor, utanç duyuyorum, Sözde aydınlarımızın, “Pamuk-manyası” -Pamuk çılgınlığı- anlaşılan sürecek ve aylarca Pamuk’la yatıp, Pamuk’la kalkacağız. “Çılgın Türkler; Yetti artık, Pamuksuz bir su!” diyene kadar!
İhanet ve Gafletin Kuyrukları 14.10.2006
Fransız Parlamentosu , “’Ermeniler Soykırımı yapılmamıştır”” ” diyeceklerin , - Türk-yabancı, tarihçi, akademisyen, ayırmadan, bir yıla kadar hapis, , 56.000 dolar para cezasına çarpılmasını öngören kanun tasarısını büyük çoğunlukla, kabul etti…”Büyük çoğunluk oylarının” sebebi, Ermeni Diasporası’nın baskısı ve “oyları” ! Bu asıl ger gerçeğe karşılık, şimdi. Yapılmakta olan yorumlara bakın: Tasarının Kabul edilmesi, Fransız “demokrasisinin” gereğe –cilvesi imiş. Senato tarcından onaylanmaması - kanuna karşı olduğuna iddia eden hükümetin başı, Chirac tarafından veto edilmesi ihtimali varmış --Buraya bir “mim” koyun – aynı Chırac, bir kaç gün önce Erivan! A gitmiş, Ermeni Cumhurbaşkanı Koçaryan’!a tasarının geçeceğini vaat etmişti- …Hatta bu kanunun, “Yahudi Soykırımının ” acıların telafi etmek için Fransa’nın, tarihi sorumluluğunun ,",vicdani gereği" olduğunu, Türkiye’yi “tarihiyle yüzleşmeye” zorlarmış -Buna da “mim koyun” Fransa ve diğer ülkeler, tarihleriyle neden yüzlenmezler?- .. ,Fransa –Türkiye, ilişkilerine zarar vermeyecek. Aksine kuvvetlendirecekmiş..! Bizim taraftan da, , Fransa’ya şiddetli tepkiler ve tedbirle alınacağı sesleri yükselmekte. Hatta akım kalacağı belli olduguna gçre Fransızıları, Avrupalıları ikna etmek için daha fazla çaba göstermemi isteniyor! ymdeceğimiAma bütün bunlar, sönüşte “ laf-I güzaf”- boş sözler. Türkiye’ye batırılan “mızrak çuvala sığmıyor ”, zırvalar da tevil götürmüyor. Fransa Türk milletime ağır derce hakaret etmiştir ve bunu yarası, kolay, belki de hiç tedavi edilmeyecektir.
Ağar Ne Arar? 13.10.2006
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar çeşitli kademelerde -polislikten başlayarak, İçişleri Bakanlığına kadar, devlet umuru görmüş- çok sevdiğim bir kişiydi. Ama son zamanlarda, Güneydoğu'da Kürtçe türkü söylemesini, AB taraftarlığını ve Lübnan'a asker göndermek konusundaki tereddüdünü yadırgamıştım. Son olarak, Güneydoğu turunda, "PKK'lılar dağlarda, silahla gezeceklerine, ovada siyaset yapsınlar" diye konuşmuş ve eklemiş "Dağlarda silah sesleri olacağına, kuş sesleri olsun" diye konuşmuş… İlk duyulduğunda, kulağa çok hoş gelen, güzel sözler… Barışı, silah- bomba sesleri yerine kuş seslerini kim istemez! PKK ve tüm bölücüler, son "barış taarruzunda" aynı şeyleri söylüyorlar, ama Ağar'ın dediği gibi, bu sözleri, "devlet görevinde iken PKK'ya karşı en sert mücadeleyi veren Mehmet Ağar söylüyor" Acaba koçular mı değişti yoksa "politika- politikacılık Ağar'ı mı değiştirdi? "Þimdi şartlar değişti diyor. Sormak gerek hangi şartlar, değişti? PKK ve terörü mü değişti? Hayır, aksine terör daha fazla azdı. Bölücülerin emelleri hiç değişmedi!
Dana’nın Kuyruğu Mu?- AB’nin Başı Mı? 12.10.2006
Bugün Paris’te Fransız Parlamentosunda , “dananın kuyruğu “ kopacak mı? Yani Parlamento, siyasilerin, tarihçilerin bile, “Soykırımı Olmamıştır” dedikleri takdirde hapse sokulmalarını derpiş eden yasa kabul edilecek mi? Yoksa şimdilik, gene “indirilmek” üzere rafa mı kaldırılacak- , “kaslarından – Ermeni gücünden” dolayı bağlı kalacak. Türkiye'nin ,“sinirlerini” zorlamakta devam mı edecek?
Avrupa Oyunları - “Aydın” Hokkabazlığı! 11.10.2006
“Ermenilere soykırımı yapılmamıştır “ diyenleri ceza evine sokacak yasa tasarısı, Fransız Parlamentosunda, yarın onaylanıyor, Bizim “aydınlarımız ”, panik hallinde!! Avrupa Birliği “idealleri”, TCK’nin 30l. Maddesinin. “düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu” iddiaları, bir çırpıda çöküyor.
Darbe – Müdahale 10.10.2006
Genelkurmay Başkanının ve Kuvvet Komutanlarının, , sert tepkileri ve uyarılarıyla, son dört yılın suskunluğunu telafi ettiler! Bu konuşmalar, dört yıl boyunca, ,Laik ,üniter devlete karşı artan, azan tehditlere rağmen, fazla çıkmamasından şikâyetçi olan çoğunluğu mutlu fakat “ işkillileleri ” tedirgin etti; “ darbe” ihtimalinden söz ediyorlar. .Hatta “uzak komşuda- Tayland’da- pişer. Bize de düşer” diye evhama kapılanlar da var’ .Tayland’da hükümeti deviren ordu darbesi, Başbakan Shinanawatra, New York’ta iken, yapıldığı için,, Ordumuzun, Başbakan Erdoğan’ın yurt dışında iken, darbe yapacağı ihtimalini ima edenler bile oldu. Ama çoğu, Cengiz Çandar gibi,” Erdoğan Amerika’da iken, darbe yapılmaz” diye gönüllerini ferah tuttular, Başbakan da, gönül rahatlığıyla, Amerika’ya gitti,, hatta oradan , Komutlara ve uyarılarına ,“ irtica yoktur.-TSK milli –sivil iradeye tabıdır” diye, adeta, meydan okudu - makamına döndü.
Ermeni Gücü-Türk Gücü 09.10.2006
Avrupalılar "Türk Gücünden" hep korkmuşlardır. 19.Yüzyılda Orta Doğu ve Orta Asya'da, ajanlarının oynadıkları "Büyük Oyun"da -hatta en yenik düştüğümüz zamanlarda bile- "gücümüzü" kırmak için Kürtleri, Yunanlıları ve Ermenileri kullandılar! Bugün bu "oyun"un son perdesi sahnede! Özellikle Fransa'da, Ermenilerin "Diaspora" organlarının oy gücünden ve de şirretliklerinden korktukları için, Türk devlet ve milletinden soykırım -yani 1915 ve sonrasında Ermenilere, sistematik jenosit (soykırım)- yapıldığını kabul etmemiz isteniyor. Avrupa ülkelerinde. "soykırım olmamıştır" diyenlerin cezalandırılmalarını, hapse sokulmalarını öngören yasalar çıkarıldı. 12 Ekim'de Fransız Parlamentosunda böyle bır yasa tasarısı oylanacak. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac Erivan'a gitti. "Soykırım Anıtına" çelenk koydu ve Ermenistan Başkanı Koçaryan'a yasanın geçeceğini vaat etti. Hukukun, sağduyunun ve de devletlerarası nezaketsizliğin, "Büyük Oyunu"nun son perdesi!
Akp İktidarı Gitmelidir 08.10.2006
Son günlerde, Türkiye'de iplerin inceldiği veya baktığınız tarafa göre kalınlaştığı yerden kopacağını belli eden çok olaylar, konuşmalar ve işaretler var, ama iki küçük; fakat anlamı derin olaydan söz edeyim. Birincisi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Alman Þansölyesi Angela Merkel'i kabul ederken, Þansölye'ye refakat eden Devlet Bakanı Ali Babacan'a çıkışması! Türkiye Devletinin başı Sezer, Merkel'e herhalde AB konusundaki rahatsızlıkları, tepkileri bütün açıklığıyla anlatıyor. Ve Babacan'dan ekonomik konularda izahat istiyor. Devlet Bakanının, Devlet Başkanına "Istanbul'da iftar yemeği var. Başbakan'ın programları var, hava alanında uçakta bizi bekliyor!" diye adeta direnmesi üzerine Cumhurbaşkanı da kızıyor… Sezer muhtemelen Babacan'ın acelesinin, uçağın beklemesinden ziyade, kendisinin açık ve seçik konuşmasından tedirgin olduğunu anlamış olacak ki, Babacan'a, "Olur mu böyle şey, konuşacağız bunları!" diyerek ikaz ediyor. Babacan'ın Cumhurbaşkanına "iftar yemeği" diye müdahalesi, devlet terbiyesine, geleneklerine yakışmayacak bır durum. Babacan için, Erdoğan'ın bekletilmesi ve iftar daha önemli! Fakat asıl belli ki, bu olayın altında, Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasındaki gerginlik yatıyor.
Postal Pahalı Geldi 06.10.2006
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Amerika’dan dönerken, uçakta “Hasan Ağabeyine” "Farklı görüşler her zaman olabilir; ama bunları kamuoyu önünde değil, aramızda-MGK’da- görüşerek halledelim" demiş ve eklemiş ,"Birbirimizi anlamamızın, birbirimize saygı göstermemizin gereğine inanıyorum. Dayanışma olursa, inanıyorum, çok şeyler aşılır…"Her türlü görüşmeye açık bir hükümetiz." Hasan“Ağabeyinin ilk değerlendirmesi; “Başbakan Erdoğan siyasetin gerilmesinden yana değil”
Kafa Karıştıranlar 05.10.2006
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, Kuvvet Komutanlarının, konuşmaları, milletimizin büyük çoğunluğunu, irtica tehlikesi, Üniter ulus- devlete yönelik silahlı, silahsız, silahsız tehditler azarken, milletimizin büyük çoğunluğunun, özlediği, a beklediği kuvvetli mesajlardı! .
Türkiye'nin Anlamı ve Önemi 04.10.2006
TC Devlet Başkanların, Başbakanlarının; Celal Bayar'ın, İsmet İnönü'nün, Bülent Ecevit'in, Nihat Erim'in, Süleyman Demirel'in, Turgut Özal'ın ve hatta Tansu Çiller'in, Washington'a yaptıkları resmi ziyaretleri ve Başkanlar tarafından karşılanış şekilleri düşünüldüğünde ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki gün Beyaz Saray'da "lütfen" karşılanış şekliyle ve hatta Talabani ve Barzani'nin karşılanmasıyla kıyaslandığında Türk-ABD ilişkilerinin, nereden nereye geldiği, Türkiye'nin, önem ve itibarının şimdi hangi seviyede olduğu, daha iyi anlaşılır.
Sezer Gibi, Büyükanıt Gibi! 03.10.2006
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ve Kuvvet Komutanlarının, birbirlerini tamamlayan konuşmalarını, şu bağlamda; içinde yaşadığımız koşullar ve gelişmeleri göz önünde bulundurarak ve de özellikle son günlerde AB'den PKK'dan ve bölücülerden gelen sesleri, AP İlerleme Raporunu dikkate alarak, okumak değerlendirmek lazım.
Durup Dururken, Yan Gelip Yatmak! … 02.10.2006
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Amerika’ya ABD Başkanı George W Bush’la konuşmaya giderken, yanına aldığı “seçme” gazetecilerle yaptığı uzun sohbette, yorumlanması ve tartışılması gerekecek birçok şeyler söylemiş… Washington’da, Beyaz Sarayın ünlü “Oval Ofisinde “ yapacakları “ bir saatle sınırlandırılmış” görüşmenin, Başbakan'ın isteğiyle, adeta zorlayarak yapıldığına, bir”mim” koyalım! Bugün sadece öykü –fıkra anlatacaktım ama Erdoğan’ın, Eşkıya başı - Kürtlere göre “Halk Önderi”- APO’mun, İmralı’dan, örgütüne tek taraflı” ateş kes" emri,” konusundaki soruya “PKK ateş keserse ‘durup dururken’, ateş açılmaz” diye cevap vermiş! TC Devletinin ve Türk Ordusunun, . – Başbakanla, Eşkıya Baş4sının- sanki karşılıklı ve eşit taraflarmış anlamına gelecek hareket ve ifadelerden kesinlikle –şiddetle kaçınılması gerekirdi. Ama Erdoğan bu sözleriyle, TC Devleti AP0’yu. PKK’yı muhatap almış oluyor, ,Erdoğan’ın “ TSK ‘nin durup dururken operasyon yapmayacağı “sözlerini, “resmen” tanımadığımız, “karşı taraf” zımni bır taahhüt olarak değerlendirecek, ”.TC bizi muhatap kabul etti “diye sevinecek, dünya kamuoyunda saygınlık kazanacaklar. Þu da var: “durup dururken operasyon yapılmayacağı” taahhüdünü alan. PKK,”yan gelip yatmayacak” ,zaman kazanacak, güç toplayacak, l yeni saldırılar hazırlayacak. Döşediği ve döşeyeceği, mayınlar ve bombalar la şehitler ve gaziler verilmesi sürecek, ama Türk Devleti, Türk Ordusu APO’ya inanıp “yan gelip, yatacak”! …Başbakan maalesef, gene, sözlerinin ucunun nereye gideceğini düşünmeden, konuşmuş!
TSK Kayıp Zamanları Telafi Ediyor! 01.10.2006
30 Ağustos’ta, Orgeneral Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanlığına, Orgeneral İlker Başbuğ Kara Kuvvetler Komutanlığına gelince, derin bır “oh “çekmiştim… Türk halkını büyük çoğunluğu da Oh!” demişti, Çünkü. Artık ”kendimize” geldik - , TSK de “kendisine” döndü! .
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 17 Oct 2006 13:40    Sujet du message: Altyemur Kiliç Répondre en citant

Kafa karıştıranlar

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, Kuvvet Komutanlarının, konuşmaları; irtica tehlikesi, Üniter ulus- devlete yönelik silahlı silahsız tehditler azarken, milletimizin büyük çoğunluğunun özlediği, beklediği kuvvetli mesajlardı!
Ama bunlara karşı kovuklarından çıkan, sözde aydınlar yalaka köşe yazarları "liberal budalalar", "Asker konuşmalı mı?" diye Komutanların konuşmalarını sorgulamaya kalkışıyorlar.
"Liberal budalalar" dedim. Stalin, Sovyet-komünist tehditleri karşısında, Batı'nın kendisini savunmasına karşı çıkan liberaller için, "bizim işimize yarayan budalalar" demişti. Þimdi, o "budalaların" çoğu, aşırı soldan aşırı liberalizme dönen, AB'den sebeplenen selefleri, AB'nin ABD'nin -hatta gericilerin- işine yarıyorlar!
Önceki gece, iki TV kanalındaki tartışma programlarında, "akdemisyenleri" dinlerken, güya bilgi sahibi ve aydın olmanın, "gaflete" mani teşkil etmediğini, bir daha anladım. Bu "hocalar" Anayasanın değiştirilmesini ve TSK'nın görevinin sadece dış güvenlik olması, Milli Güvenlik Kurulu'nun "milli" olmaktan çıkarılıp "Dış Güvenlik Kurulu" olması gerektiğini söylediler. Ve Türk Ordusunun, AB'nin dayattığı gibi, mesela Hollanda Ordusuna ve Saray Muhafızlığına dönüştürülmesi gerektiğini ileri sürdüler. Türk Ordusunun geleneksel, "ordu millet" olmak özelliğini ve üstünlüğünü bir tarafa bırakıyorum. Türkiye'nin konumu ve durumu, karşı karşıya olduğu tehditler hangi Avrupa ülkesinde var?
Bu kişilere sormak gerek; ülkemizin birliği bütünlüğü, açık güncel tehditler altında değil mi? Ve gene açık seçik irtica ve köktendincilik var mı, yok mu? Bu tehlikeyi, "kakofoni" olarak niteleyen ABD Büyükelçisi Wilson mu bilir, yoksa Büyükanıt Paşa mı? Hem sayın Büyükelçi tehlikeleri, "kakofoni", "kuru gürültü" diye algılıyor ve Washington'u yanıltıyorsa, ABD hükûmetinin yanlış değerlendirmeler yapmasına, yanlış kararlar almasına sebep oluyor demektir.
"Liberaller" bölücülük sorununun, silahla çözülemeyeceği, barışçı siyasi çözümle yani eşkıya ile uzlaşmakla çözülmesi gerektiğine, inanıyor ve söylüyorlar. Gene açık ve seçik irtica tehlikesinin de adeta "demokrasi, ifade ve vicdan özgürlüğü gereği" olduğunu iddia ediyorlar. Bizler "ya Atatürkçülük?" diye sorunca da "mazide kaldı" demeye getiriyorlar. Önceki gece mâlum ve mahut 2. Cumhuriyetçi, yani Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin yerine, kendi Cumhuriyetini kurmak isteyen Mehmet Altan, Atatürk devrimlerinin de sorgulanması gerektiğini söyledi. Bu devrimler toplumda tutmamış ve irtica da, bunun için varmış!

İrtica
Başbakan Erdoğan Amerika'da, "İrtica tehlikesi yok" buyurmuşlar. New York'ta Ahmet Ertegün'ün yemeğinde aktör Robert di Niro, Türkiye'ye sekiz yıl önce gittiğini söyleyince, Başbakan, "şimdi gelin de Türkiye'nin ne kadar değiştiğini görün" demiş! Evet, son beş yılda Türkiye çok değişti.İstanbul, Ankara sokakları kara çarşaflılarla, cüppeli, takkeli, çember sakallılarla doldu! Tarikatlar aldı yürüdü! Ve "Perşembenin" gelişi, "Çarşamba"dan belli!
Bu durumda siyasetçilerin çoğu yeteri kadar konuşmayınca, medyadaki "liberal" yalakalar konuşunca, muhalefet AKP'nin TBMM'deki ezici çoğunluğu karşısında "fiiliyatta" etkisiz kalınca, Komutanlar konuşmayacaklar da kim konuşacak?
Ve AB'nin adamları Kretschmer, Olli Rehn hiç yanlış anlaşılmadılar. Daha dün Ankara'da söylediklerinden de belli. AB, TC'ye kast etmiştir! Bu durumda artık, bütün gafil ve hain olmayanlar, TC'nin son savunma hattı olan TSK'da adeta, amentü haline getirilen "AB süreci" ve "AB'ye taraftarız" nakaratına,"kakofoni"ye, düşünce ahenksizliğine, karışıklığına son vermelidirler.
TSK "kuru gürültü"lere pabuç bırakacak değil. Kuvvayı Milliyeciler, en az eşkıya kadar kararlı ve cesur olmalıdırlar. Bunun orta yolu yok!


Tarih:05.10.2006

"Yeni çag"da yayinlandi
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazidetay.asp?AuthorID=78
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 18 Oct 2006 8:36    Sujet du message: Altemur Kiliç -Yeniçag Répondre en citant

Dansözlük, kıvırmak ve değişmek!
Fransız, “yasağından” ve Orhan Pamuk’un ödül almasından sonra bazı yazarlar çifte ölçü perendeleri atmaktalar. Bazıları, aşırı solculuktan - sağcılıktan, takkeli ve takkesiz liboşluğa değişmişler... Değişenler sadece onlar da değil. “politikacılar” da değişiyorlar!
Churchill politikacılar konusunda “Bazıları fikirleri istikametinde parti değiştirirler, bazıları da parti değiştirince fikirlerini de değiştirirler” demiş. Bu bazı medya mensuplarımız için de varit. Sadece, TV kanalını veya gazeteleri değiştirmiyorlar zaman, ortam ve iktidar değişince de 180 derece, tam aksi tarafa değişebiliyorlar
Hürriyet Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök, Pamuk’un Nobel Ödülünü alması üzerine, “Türk Yanım Ağır Bastı” başlıklı bir yazı yazdı. Birkaç defa okudum. Doğrusu, ağır basanın bir Türk- Pamuk ödül aldı diye sevinmek mi, diğer yanı da romancının “bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt kestik” dediği için onu eleştirmek mi? Yazının muğlâk ifadelerinden hangi “yanın” tam ne olduğu pek anlaşılmıyor. Herhalde, Özkök tam bir Türk olarak Pamuk’un bu ödülü, açıkça Türklüğe ve tarihimize hakaret ettiği için “siyaseten” aldığını anlamazlıktan gelmiş. Ve kıvırıyor!
Nitekim bir dostu Özkök’e, “tam dansöz gibi yazdın” demiş. Aslında, “dansöz” gibi, ama göbek dansözü gibi kıvırmıştı... O da böyle yazmakla övünüyor.
Aslında bu “dansözlük” bu “kıvırma” , -zamana, zemine göre- “ne niyetine yerseniz” muğlâklığı ile yazmak sadece medyada değil, genellikle Pamuk “ödülünden sonra” daha da ortaya çıkan, genel çelişkileri, kafa karışıklığını, çifte ölçüleri ortaya koydu.


Sezer ve komutanlar
Bu illetlere duçar olmayanlar da var. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, acaba neden Pamuk’u kutlamadı diye soruyor ve adeta kınıyorlar! Sormak abes; kafası karışık olmadığı, çifte ölçüleri olmadığı için, her yanıyla tam Türk ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tam Başkanı olduğu ve liboşları hoşnut etmek gibi bir düşüncesi olmadığı için -sporcuları vb.. kutlamıştı- milletine hakaret eden adamı kutlamadı. Genelkurmay Başkanı ve komutanlar da aynı gerekçeyle kutlamadılar. Ama Başbakan, Amerika’ya telefon ederek kutladı! Aradaki “fark” da bu!
Özkök kıvırmaktan öte “Türk yanım”, “Diğer yanım” diye bir çelişkiler yumağı içinde. Meslek “şizofrenisi” arazı gösterdi. Bir köşe yazarı, özellikle başyazar, rahmetli Abidin Daver gibi “hem nalına hem mıhına” yani her tarafına vurur ama aynı “çekiçle”, “Türk” çekici ile!
Rahmetli Abdi İpekçi de öylesine bir başyazardı. Ortanın solunda idi ve bazı saplantıları da vardı, ama DURUM yazılarında, haberlerin ve olayların gerçekliğini büyük titizlikle “çek ettikten” -doğrulattıktan- sonra, “durumu” ortaya koyar, sonra kendi düşüncelerini, “şizofreni” geçirmeden ve kıvırmadan açık seçik belirtirdi.

Değişmeyenler de var
Bugün de “Duruma, ortama, zaman ve zemine göre” değişmeyen medya mensupları var. Hasan Pulur’u, mesleğimizin duayenlerinden olduğu için örnek göstereyim. “Olaylar” değişti “İnsanlar” da değişti ama O, hiç değişmedi. Dimdik duruyor!

Pulur, AB ve önce Fransa konusunda, Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı 1. François’ya yazdığı ve adamı yerine oturtan muhteşem mektubu, Avusturya Kralı Ferdinand’ı adeta uydu yapan antlaşma hükmünü hatırlatıyor.
Nereden nereye gelmişiz. Hasan kardeşimin dediği gibi, maalesef artık şartlar değişti. “Ne kimseye azamet taslayabiliriz, ne de kimsenin bize azamet taslamasına müsaade etmeliyiz.” Ancak, ben ekleyim; o muhteşem tarihimizi unutmamalı ve o tarihten güç almalı, kendi ayak seslerimizden korkmamalıyız. Yani İlerleme Raporu nasıl çıkacak diye nefesimizi tutup, beklememeliyiz. Kanuni’ye ne hacet var, Mustafa Kemal’in bağımsızlık şartlarını unutmamalıyız.

Bunları ben yıllardır yazıyorum çifte ölçülerim “o yanlarım-bu yanlarım” yok. Kendimi bildim bileli milliyetçiliğim ve vatan sevgim değişmedi. Eskiden yazarlar, çok mecbur olmadan, yazılarında kendilerinden pek söz etmezlerdi. Hele kendilerine methiyeler düzmezlerdi. Ama şimdi kendi hakkımda yazmam vacip oldu. Gelecek yazımda nasıl değişmediğimi kanıtlamaya çalışacağım, müsaadelerinize sığınarak!

Tarih:18.10.2006
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 19 Oct 2006 9:39    Sujet du message: yeniçag 19 ekim Répondre en citant

Değişmemek

Dünkü yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Zaman, şartlar, hatta zemin değişse bile değişmeyen şeyler, değerler var; onur gibi, vatan sevgisi gibi, Türklük ve Türkiye düşünüldüğünde, tehdit ve tehlikeler gibi. İşte ben bu hususlarda, aşırı bazı düşüncelerimi, zamanla törpülemiş olsam da değişmedim; ''onlu'' yaşlarımda ne isem, ''seksenli'' yaşlarımda da, oyum! İşte belgeleri;


FRANSA KONUSU

Çalışma odamın duvarında, çerçeveli bir belge var. 1937'de, 13 yaşımda iken Atatürk Türk Hatay'ı kurtarmak için mücadele verdiği sırada, ben de heyecanlanmış, öfkelenmiş biri şiir, diğeri nesir iki şey yazmıştım. ''İstiklâl Destanı'' başlıklı şiirimde Türklerin bağımsızlık mücadelelerini anlattıktan sonra ''O Türk şimdi esir olamaz. Emperyalizme boyun eğemez!'' diyorum. Þiirimde de, ''Ey Emperyalist Fransa!'' diye hitap ettikten sonra, gene ''Ey Fransa, senin karşında esir göremezsin, on yılda asır yaratan Türkiye ve onun ulu kurtarıcısı var... Bunu anla ve emperyalist fikirlerle yosunlanmış beynine sok. Yoksa biz senden hesap sorarız!'' diyorum.
Babam bu yazıları, o sırada Dolmabahçe'de bulunan Atatürk'e götürmüş ve O da yazıları ''sofrada'' okutmuş. Çocukça ifadeyle yazdığım fakat samimi duygularımı belirten yazıları, kendi kalemiyle düzeltmiş. Altına da, ''Okay. D.K'' diye imzasını atmış. Atatürk armağan olarak, düzeltmeleri yaptığı kalemi bana yollamış, içimde büyük acıdır. Bu kalemi keşke O'nun elinden alsaydım. ''Kalem'' şimdi müzede, ama ben O'nun ''Kalemini'' hiç elimden bırakmadım.


İNSANLAR NİÇİN YAÞARLAR

Ve 1944 Robert Kolej öğrencileri tarafından yayınlanan İZLERİMİZ dergisi... Bu sayıyı, derginin Genel Yayın Yönetmeni -sınıf arkadaşım- Bülent Ecevit bana ithaf etmek lütfunda bulunmuştu. O yıl derginin Genel Yayın Yönetmeni ben olacaktım ama okulun Amerikalı idarecileri, ''aşırı milliyetçi ve Amerika karşıtı olduğum'' için beni veto ettiler. Dergiyi Bülent Ecevit yönetti ve adeta meydan okuyarak, derginin o sayısını bana ithaf etti. Ve o yıl Kolej sahnesinde temsil edilen ''İNSANLAR İÇİN YAÞARLAR'' piyesimin metnini de yayınladı.

''İNSANLAR NİÇİN YAÞARLAR'' iki kere temsil edilmiş beğenilmişti. İlham kaynağım olan babam Kılıç Ali de, eşi Füreya ile birlikte oradaydı!

Eşhas listesinde, kimler yoktu ki? Tiyatro sanatçısı Þirin Devrim sahneye ilk defa, benim bu piyesimde çıkmıştı. Ve sahne arkasından, Mehmet Akif'in ''Çanakkale Þehitleri'' şiirini o zaman arkadaşlarımız arasında söylediğimiz gibi ''titrete titrete'' Bülent Ecevit okumuştu. Dekorlar Rahşan Aral (Ecevit)


3. PERDE

19 yaşımda iken yazdığım piyesimin, 1. perdesi Çanakkale savaşı esnasında siperde, 2. perdesi mütareke yılları İstanbul'unda, 3. perdesi de Kurtuluş savaşı esnasında, Ankara' da geçer...

Çanakkale savaşı esnasında, bir süngü savaşı sonrasında, İngilizlerden alınan bir koruganda, milliyetçi yedek ''mülazım'' Faruk'la, Avrupa hayranı, efemine yedeksubay (mülazım) Veysel arasındaki tartışma, o koşulların ve benim düşüncelerimin bugün değişmediğini gösteriyor.

Yedek "mülazım" Faruk'a "söylettiklerim" benim bugün yazdıklarımla aşağı yukarı aynı. Avrupa da aynı Avrupa! Kısacası piyes güncelliğini koruyor.

Veysel, Faruk'a "Bu ümitsiz savaştan bıktığını, Avrupalılar karşısında kazanmanın imkansız" olduğunu söyler. Anlaşılan Darülfünun'da Ziya Gökalp'in öğrencisi olan Faruk ise, sonunda bu savaşta galip gelineceği inancının "Türk milletinin fıtri üstünlüğünden" cevabını verir. Veysel gülerek: "Sen çocukça konuşuyorsun" der ve Avrupalıların "dretnotlarına, toplarına kaval tüfeklerle, antika toplarla mücadeleye kalkışmanın" hayal olduğunu ve Faruk'un sözünü ettiği "Türk milletinin fıtri (yaratılıştan) üstünlüğünün beyhude olduğunu" söyler. Faruk cevap verir: "Fıtri üstünlük başka, uygarlıkta üstünlük başka" diyor ve ekliyor "Nasıl iyi cins yarış atı fena bir binicinin altında geri kalırsa Türk Milleti fena idare yüzünden geri kalmıştır.''

Veysel bu sözlerinin mantıki olmadığını söyleyince de, Faruk cevap verir: ''Her şeyin mantık kaidelerine uyması gerekmez, duygular ve iman sonunda demir ve çeliğe galebe çalacaktır.''

Veysel'in Faruk'a garba (batıya) karşı husumet beslediğini, oysa ''garbın bir parçası olmamızın'' zorunlu olduğunu söylemesi üzerine de Faruk, ''Bizim alemimiz Türk alemi farklı ve ayrı olmalıdır... Türk Milleti hiç bir yabancı medeniyete peyklik edemez... Biz kendimizden ve yalnız kendimiz için yeni bir alem ve ortam yaratacağız... Þark (Doğu) bizi atıl bıraktı. Garp da (Batı) ise tepemize binip kendi hedefine varmaya çalışacak!"

Diğer piyesin ikinci perdesi İstanbul'da işgal esnasında, işbirlikçi bir paşanın konağında geçer. Paşa işgalci, yabancı subayları ağırlamakta, Veysel de onlara hizmet etmektedir. Faruk ise Kuva-yı Milliyedir ve Anadolu'ya geçmeye hazırlanıyor. 3. perde Kurtuluş Savaşı Ankara'sının bir evinde... Sahnenin arkasında cepheye giden askerlerin söyledikleri marş duyulur. ''Allah'ıma emanettir Kemalim.''
İşte ''piyes'' böyle. Ama ''Büyük Oyun" aynıyla devam ediyor ve değişenler, Veysel gibiler de, Faruk gibi olanlar da var!
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 26 Oct 2006 0:59    Sujet du message: Répondre en citant

Yargımız Bağımsızdır!
YARGIMIZ BAÐIMSIZDIR!
Devlet Bakanı Ali Babacan, Avrupa Birliği "sürecinin-müzakerelerin" "tıkır, tıkır" işlediğini söylüyor. Brüksel "komiserlerinin", müfettişlerinin, "uyum" reformlarının yavaşladığı uyarılarına, Erdoğan, Abdullah Gül mahcup örgenciler gibi, "Vallahi de billahi de yavaşlamadı" diye yemin kasem ediyorlar… Ama, Kopenhag kriterlerinde yer almayan Kıbrıs dayatmasına ayakları takılıyor. Limanları ve hava alanlarını Rumlara açmak için "Fin" formülünü, sonunda aynı kapıya çıkacağı belli olduğu halde kabul ederek, "verip kurtulmanın" alt yapısını hazırlıyorlar!
AB Konseyinin yeni İlerleme Raporunda her Türkün tüylerini diken diken edecek dayatmalar var. Güneydoğu`nun özerk olmasından, genel aftan, TSK`nın etkinliğinin kaldırılmasına kadar!
NEREDESİN ATATAÜRK?
Önce, sözde ve "güya pozitif milliyetçi" olduklarını iddia eden "sözde Atatürkçülere" sormak isterim; O`nun dediği gibi "hangi bağımsız millet vardır ki, kendi kalkınmasını, yabancıların plan ve projelerine göre yapar?"
Evet, şimdi soruyorum; bu sözler ANITKABİR`de mi kaldı? Sahte Atatürkçüler riyakârlıktan vazgeçseler de, açıkça, "Atatürkçülüğün, milli egemenliğin artık modası geçti" deseler!
Çocukluğumuzda, gençliğimizde bize bu düşünceler telkin edilmiş, bu ruh ve anlayışla eğitilmiş, yönlendirilmiştik. AB ve IMF`in ağababaları olan kapitülasyonların, Düyun-Umumiye`nin Lozan`da ilga edilmesi, büyük diplomatik zaferdi. Sevr tamamıyla çöpe atılmıştı, Lozan`da İsmet Paşa`ya; "Þimdi kazandınız ama ilerde bir gün kapımıza geleceksiniz" denilmişti ve gerçekten de AB-IMF ve AIHM kapılarında bekliyor ve Batı`dan şefaat umuyoruz. Ne oldu bize? Belki şartlar değişti, küreselleşme vb. oldu ama milli onurun anlamı ve egemenliğin, kayıtsız şartsız millete ait olduğu", süs olarak TBMM`nin duvarında mı kaldı?
BAÐIMSIZ YARGI
Þimdi AIHM ve kararları Türk yargısından üstün. AB ve "dünya konjonktürü" böyle gerektiriyormuş! Atatürk`ü, ölümünün 68. yıldönümde anmaya, TC`nin 83. yıldönümünü kutlamaya hazırlandığımız şu günlerde, "Konjonktür-Küreselleşme", milli bağımsızlığımızdan baskın mı çıktı? Doğrusu, benim kanıma dokunuyor.
Bize belletilen bir şey daha vardı; "Yargı bağımsızlığın, milli egemenliğin ayrılmaz parçasıdır." Rahmetli Mahmut Esat Bozkurt, Türk yargısının bağımsızlığını, "Lotus-Bozkurt davasını" kazanarak kanıtlamıştı,
Ama siz şu işe bir bakın, TC Adalet Bakanlığı 20 savcıyı, AIHM`den, özellikle 301. madde hususunda "ders almaya" Strasboug`a göndermiş!
Dahası da var; TÜSIAD ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen, AB destekli bir projeyle, AİHM`nin hukukçuları tarafından Türkiye genelinden seçilecek 50 hâkim, ifade özgürlüğü konusunda ders alacaklarmış! Bu proje, Hâkim ve Savcılar Yasasına, Türk Adalet Akademisi Yasasına ve genel anlamda milli egemenlik ilkesine ters düştüğünden, hâkimlerin tarafsız olma özelliği ile kesinlikle bağdaşmıyor…
Ama sözde aydınlarımızdan, lafta Atatürkçülerden tepki yok. Fakat onların "zorbalar" dedikleri Hukukçular Birliği, Kemal Kerinçsiz ve arkadaşları bu projenin iptali için dava açmışlar! Durun bakalım "bağımsız" Türk Yargısı bu konuda nasıl karar verecek?
Bahçeşehir Üniversitesi, milli bağımsızlığımıza, yargı bağımsızlığına açıkça karşı olan böyle bir projeye neden ortak olur? TC Adalet Bakanlığı, Türk savcıları AIHM`den ders almaya neden gönderir? "Nurlu AB yolunda" tren kazasına uğramamak için!
TÜSIAD, iş adamları bu projeyi neden finanse eder?
Cevabı basit; tren kazası bazı işadamlarının, holdinglerin rantlarını, yatırımları engelleyeceği, borsaları hoplattıracağı ve… AB`ye göbeklerinden bağlı oldukları için!
Türkiye`nin asla tam üye olamayacağı belli iken, AB`nin Türkiye`deki propaganda faaliyetlerine hız vermelerinin sebebi ne? Akıntıya boşuna mı kürek çekiyorlar? Hayır; Türkiye`yi oltalarının ucundan kaçırmamak ve "tıkır tıkır" Sevr düzeyine indirmek için!
Ama millet uyanıyor: Bir zamanlar Türk halkının yüzde 70`lere zıplayan AB taraftarlığı, şimdi dibe vurmak üzere.
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 26 Oct 2006 1:09    Sujet du message: Répondre en citant

Altemur Kılıç
İki Tarz Milliyetçilik

24.10.2006

Radikal gazetesinin, radikal başyazarı İsmet Berkan, “İki tarz milliyetçiliğin, Orhan Pamuk Çatışması” yazısında, “iki tarz, pozitif ve negatif, milliyetçilik” olduğunu yazıyor. “Pozitif” milliyetçilik; çocukken, okulda ona öğretilen, Kurtuluş savaşında, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve İsmet İnönü, daha sonra Turgut Özal dönemindeki milliyetçilik. ‘Türk, övün, çalış, güven’ ve “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak” vb.. milliyetçiliği.

“Negatif milliyetçilik” ise, bugünkü milliyetçilik. Son 6-8 yılda yükselen “milliyetçilik dalgası” . Berkan’a göre, “negatif” milliyetçilik de, “pozitif” milliyetçiliğin aksine kendimizi, kendi gücümüzle değil ’düşman’ saydığımız güçler karşısındaki güçsüzlüğümüzle tanımlamak! AB karşıtlığı “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”, milliyetçiliği!
Berkan bu “negatif milliyetçilik” tarzı karşısında, özellikle de Başbakan, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı gibi toplumu çok etkileyebilecek kişilerin hiçbirinin, “pozitif” milliyetçilik yapmadıklarından, en azından “negatif dalgaya” karşı bir şey yapamadıklarından, şikâyetçi!

Tek milliyetçilik
Berkan’ın “milliyetçiliği” çocukluğunda kalmış ve ancak şimdi Pamuk olayı vesilesiyle hatırlamış! Çünkü Pamuk’a karşı çıkmak onunla övünmemek “negatif” milliyetçilik.
Kendi yazılarında, Radikal gazetesinde ve EK’inde, her fırsatta milliyetçiliği yeren ve yönetmenliğini yaptığı gazetede, sanki milliyetçilik küfürmüş gibi, “Aman milliyetçi olduğum şeklinde algılanmasın” diye peşinen mazeret sunanlar, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “Pozitif milliyetçiliği, Jakobenlik” diye yeren yazarlar varken Berkan, şimdi imana mı geldi, hidayete mi erdi? Hayır, onun milliyetçiliği çocukluğunda kalmıştır. Þimdi, Pamuk olayı için, kavram cambazlığı yapıyor!
Ben, biz ulusalcılar milliyetçiler, bu cambazlığı yapmıyoruz. Bizim milliyetçiliğimizde bu ayırım, bu ukalalık yok. “Tek milliyetçilik” Atatürk milliyetçiliğidir!
Benim milliyetçilik inancım, çocukluğumda, gençliğimde ne ise, gene o!
Kurtuluş savaşında. Cumhuriyetten sonra “Milliyetçilik”, tehlikelere karşı nasıl tek güvencemiz idi ise, bugün de AB tasallutuna, üniter laik devlete karşı yönelen tehlikelere karşı, milli çıkarlarımızı korumak için en önde gelen güvencemiz “Atatürk milliyetçiliğidir”. Bu tek milliyetçilik, önce kendi gücümüze “güvenmek”, kendi ayak seslerimizden korkmamak, yabancıların baskıları altında ve onların kriterleriyle değil, kendi değerlerimizle, kendi yolumuzda, “çalışmak” inancıdır. Herhalde Pamuk’la “övünmek” değil!

Pamuk olayı
Orhan Pamuk’un, Türklerin “Bir milyon Ermeni’yi, otuz bin Kürdü kestiklerini” söylemek cesaretini gösterip, bilumum liberalleri, Türklüğün bütün düşmanlarını, Ermeni “diasporasını” ve Kürt bölücülerini memnun ettiği için Nobel Edebiyat Ödülüne “layık” görüldüğü aşikâr. Bu ödülün siyasi olduğunu, Türklere meydan okumak için verildiğini, ödülü verenler, açıkça söylüyorlar... Ermeni ve Kürt organları, Orhan Pamuk’u koyacak yer bulamıyorlar.
Önceki akşam Reha Muhtar ilginç bir tespit yaptı. Pamuk’a verilen ödül, Hem “Edebiyat”, hem de “Siyaset” ödülü! Pamuk’a bu ödül, hem romanlarının “edebi” kıymeti, hem de Ermeni-Kürt konularında, “hakikati” söylemeye cesaret ettiği ve Türk “inkârcılarına” ders olsun diye verilmiş. Yani Pamuk bu cesareti, kendi ülkesini ve tarihini aşağılamak cesaretini göstermese idi, bu ödül ona verilmezdi!

Þimdi söyleyin bana; Pamuk’un ödül almasına bir Türk’ün, Türklüğe sövmek cesaretini gösterdiği için ödül almasına, sevinmek midir “pozitif milliyetçilik”? Yoksa “Türklüğü, tarihimizi aşağıladığı” için Pamuk’la iftihar etmemek ve onu kutlamamak, “negatif milliyetçilik” midir? Bunun cevabı, aslında milliyetçilerle, milliyetçilik düşmanlarını ayıran kalın çizgi!
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
sultani
Spammer
Spammer


Inscrit le: 17 Mar 2006
Messages: 996
Localisation: Grenoble

MessagePosté le: 27 Oct 2006 15:19    Sujet du message: Répondre en citant

Altemur KILIC'in eski bir yazisini buldum,
bizim ailemiz de Selanik kökenli oldugu için beni yakindan ilgilendiriyor.
Sizlerle de paylasmak istedim.

"Selanikliler” ve Abdi İpekçi

Altemur Kılıç


Birilerini acaba şeytan mı dürtüyor? Bizi bölen, ayıran bu kadar çok şey varken, durup dururken bir de “Dönmelik-Selaniklilik” konusunu ortaya attılar. Bunun başını çeken, Mehmet Þevket Eygi’nin ve onun “Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar” kitabını yayınlayan -ve kendisinin de Selanikli olduğu söylenen- kişinin niyetleri, daha doğrusu şu bağlamda “ard niyetleri”- nedir acaba diye merak ediyorum.
Üstelik, 1961’de vefat eden de Profesör Abraham Galante’nin bu konuda eskiden yazdığı bilimsel kitabın da, aynı yayınevi tarafından, bu sırada, yayımlanması da anlamlı. Konu gerçekten ilginç bir araştırma konusu ve de “medyatik”. Ama zamanlamaya gelince işte orası meşkuk! Zaten karışık olan ortama yeni bir nifak unsuru katmak mı, yoksa şöhret dürtüsü mü? Müslümanları Yahudilerden yeniden kuşkulandırmak mı? Belki hepsi de birden.



Dönmelik nedir
“Selaniklilik” ve “dönmelik”, öteden beri yanlış anlaşılan ve de bazıları tarafından bilinçli olarak kötüye kullanılan konular. “Dönmeliğin” veya bununla eş değerde ifade edilen “Selanikliliğin” tarihi malum. 17. yüzyılda Selanik’te Mesihlik iddia eden Sabetay Sevi’nin cemaati, Sultan IV. Mehmet’in zoru ile ve iddiaya göre “zahiren” Müslümanlığı kabul ettikten sonra, kendi içlerine kapanmışlar, kendi âdetlerini devam ettirmişler. Dışarıya kız vermemişler ve bu yüzden de uzun yıllar merak ve tepki çekmişler, birtakım şüphelerin ve komplo teorilerinin odağı olmuşlardır. Bu içlerine kapalılık, sadece kendi aralarında evlenmeleri nesillerini de ters yönden etkilemiştir. Bazı Selanikliler arasından, her cemaatin arasında olabileceği gibi, yanlış kişilerin çıktığı da doğru olabilir. Ancak ne var ki, ülkeye hizmet eden (mesela rahmetli eski Maliye Nazırı Cavit Bey gibi, Ahmet Emin Yalman gibi) kıymetli insanların son zamanlarda da Abdi İpekçi ve bazı diplomatlarımız gibi, kıymetli ve vatansever Selanikliler daha çoktur.

Mustafa Kemal’in Selanikliliği
Sırası gelmişken söylemeliyim; her Selanik doğumlu olan Sabetay Sevi cemaati mensubu veya “dönme” değildir; ama bazı kem maksatlılar Mustafa Kemal’i de Selanik’te doğduğu için, Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek ve halka yanlış tanıtmak için “dönme” olarak tanıtmaya çalışmışlardır. Hatta bunda başarılı olamayınca, onun Selanik iddiasındaki ve kıymetini ilk anlayan hocasının “Selanikli” olduğunu vurgulamışlardır.
Gene sırası gelmişken, Eygi’nin kitabına “şeriat düşmanı” diye özellikle aldığı Tekin Alp, Selanikli ve klasik anlamı ile “dönme” değildi. Ziya Gökalp’in yakın arkadaşı olarak Tekin Alp adını alarak Türkçülüğe, Türk milliyetçiliğine ve Turancılığa “dönmüş” bütün hayatında bu davalara hizmet etmişti.
İslam dinine dönmek aslında bir zül değil, güzel bir olaydır. Hemen hemen hepimiz başka başka inançlardan dönerek mübarek dinimizle şereflenmişizdir. Peygamber efendimiz de (SAV), İslamiyeti sonradan seçenleri özel olarak övmüştür...
Selanikli Sabetay Sevi “dönmeleri” hususundaki şüphe, cemaatin aşırı gizliliğinden ve kendi aralarında kalmalarından kaynaklanmıştır ve bir yerde kendi kabahatleridir. Esrar ve gizlilik kaçınılmaz olarak şüpheleri çeker, türlü rivayetlerin ve efsanelerin oluşmasına yol açar.

Bugünkü durum
Ancak ne var ki, Sabetay Sevi cemaatinin bu tarihi hatası çoktan geride kalmıştır. Bazı bağnaz Selanikli aileler hariç çoğu ve hele yeni kuşaklar, son yıllarda eski âdetlerini bırakmışlar, gerçekten Müslüman ve Türk olmuşlar ve artık dışardan evlenmeye başlamışlardır. Bunlardan çok yakın dostlarım vardır ve ben bu konuda, samimiyetleri hususunda hüsnü şehadette bulunurum.
Bu tartışma vesilesiyle ortaya, sevgili can dostum Abdi İpekçi’nin adı atıldı. Görmedim ama, bir TV programında kızı -benim de sevgili kızım- Nükhet, cesaret ve bilgi ile, rahmetli babası Abdi İpekçi’yi -Eygi karşısında- savunmuş demiyeceğim- anlatmış. Keşke ben de o programa katılabilse idim, söyleyeceğim çok şey vardı.
Nükhet’in, o programda bir konuda söyledikleri hususunda tereddütüm var. Eski Tercüman gazetesinde ve Ahmet Kabaklı tarafından Abdi’ye “dönme veya Selanikli’ olduğu için hücum edildiğini hatırlamıyorum. Nitekim Kabaklı Hoca da köşesinde bunu açıkladı.

Can dostumdu
Rahmetli Abdi, benim ölene kadar en yakın dostumdu; hem de oğlunu bana emanet edecek kadar! Onun dostu olmakla iftihar ederdim... Hâlâ da ediyorum. O sosyalist, ben sağcı idik. Bütün düşüncelerini ve yazdıklarını da tasvib etmez ve kendisine de açıkça söylerdim. Ama bunlar bu düşünce ayrılıkları dostluğumuza asla halel getirmedi. Yakınlığımızı bozmadı. Çünkü Abdi’nin gönlünün, gerçekte, nerede oldugunu çok iyi bilirdim. Abdi’ye, hem bir Türk vatanperveri olarak güvenirdim hem de Türkiye’nin yetiştirdiği ve şimdi de yeri doldurulamayan bir gazeteci olarak büyük saygı duyardım. Ona aşağılayıcı manada “dönme” nazarı ile bakmazdım. O bütün duyguları ve emelleri ile, gerçek bir Türk’tü. Bizim bir parçamızdı o!. Alçakça öldürülmesi beni de yaraladı ve MHP’lilerin bu cinayeti, MHP’li olarak işlediklerine hiç inanamadım.
Abdi İpekçi şimdi Zincirlikuyu’da babamın mezarı ile karşı karşıya yatıyor. Onu bu ebedi istrahatgahında rahatsız etmemeliyiz. Diğer Selanik kökenlı Türk ve Müslümanları da!
_________________
"Si je désire une eau d'Europe, c'est la flache
Noire et froide où vers le crépuscule embaumé
Un enfant accroupi plein de tristesses, lâche
Un bateau frêle comme un papillon de mai" (A.R.)




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Isis
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 11 Avr 2006
Messages: 1024
Localisation: Un jardin sur le Nil.....

MessagePosté le: 27 Oct 2006 18:44    Sujet du message: Répondre en citant

Merci agbey de partager ces textes avec nous Wink même si je les trouve longs..... Embarassed mais cela contribue à améliorer mon turc.... Cool , sauf mon accent Razz
_________________
La foudre et l'amour laissent les vêtements intacts ....et le coeur en cendres
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Salih_Bozok
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 25 Nov 2006
Messages: 1441

MessagePosté le: 26 Nov 2006 11:22    Sujet du message: Atatürk'ü savunmak Répondre en citant

Atatürk’ü Savunmak Zorunluluğu
Altemur Kiliç 25.11.2006

“Düşünce ve ifade özgürlüğü” kisvesi altında Türklüğe, değerlerimize, Cumhuriyet’e hakaret moda oldu. Türk Ceza Kanunu’nun, bunlara karşı yasal müeyyide -yaptırım- içeren 30l. Maddesinin kaldırılmasını bizim liberallerimiz istiyor ve de AB “dayatıyor”. Maddeye, özellikle “Türklük” sözüne - Gazeteciler Cemiyeti’nin istediği gibi- “açıklık” getirmek bir şey ve gerekli ama istenen, maddenin tümüyle kaldırılması, başka şey! Yani milli değerlerimizi, tarihimizi pervasızca aşağılamaya engel olacak hiçbir kanuni yaptırım kalmaması isteniyor. Bu gibi hükümlerin AB ülkelerinde olması ve o ülkelerde kimsenin ve tabii AB ’nin, bu konuyu şimdiye kadar gündeme getirmemesi, AB’nin, bu husustaki asıl maksadının ne olduğunu sorgulamamızı gerektirir. Ancak şu bağlamda, 301. madde kaldırılsın, kaldırılmasın, ne yazar! Bu madde -fiiliyatta- artık düşmüş oldu. “Türklüğe”, tarihimize söven Orhan Pamuk, Hrant Dink ve Elif Þafak, duruşmalarda başköşeye oturtulan AB “komiserlerinin” manevi baskısı altında, aklandırıldılar! Ama bu konularda milliyetçi tepkiyi gösterenler kendi medyamızda, “zorbalar” olarak tanımlanıyor!


Maksat besbelli
AB’nin bu maddeyi neden kaldırtmak istediği belli. Türkiye’yi tüm “değerlerimizden” arındırmak, kendilerine uydu yapmak hususundaki ana planlarının önemli bir parçası Kıbrıs. Ermeni konularındaki baskıları devam ede dursun, bu çabalar Avrupalıların işine yarayan “budalalarımızın” yardımıyla devam ettiriliyor.

Ama AB, şimdi -eğer anlayan varsa- “Profesör” Atilla Yayla ile birlikte suçüstü yakalandı. “Profesör” İzmir’deki panelde, Cumhuriyetin değerlerini, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü aşağıladı. Kendisini bu yüzden eleştirenler ve ders vermesini yasaklayan Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne karşı “Profesör” şimdi kendisini “Galileo” gibi hissediyor ve O’nun, “ama dünya dönüyor” sözleri misali, söylediklerinde ısrar ediyormuş.

Daha önce de yazdım: Sayın Profesör, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında bütün bu düşüncelerini kitaplarında ve panellerde açıklayabilir. Üniversitedeki kürsüsünden örgencilerinin beyinlerini yıkamasa! Ve bizlerin de, onu aynı özgürlükler altında eleştirmek hakkımız vardır... Gazi Üniversitesi’nin de bunu önlemek için Yayla hakkında araştırma başlatmas ve bu araştırmanın sonucuna kadar ders vermesini yasak etme hakkı vardır. Akademik özgürlük, düşünce ve ifade özgürlüğü hiçbir ülkede hiçbir üniversitede örgencilerin beyinlerinin yıkanmasına cevaz vermez!

Ama Yayla, üniversiteden atılırsa, üzülmesin. AB onun geçimini sağlar ve malum bır gazetede de muhakkak köşe bulur!

“Profesör” Atilla Yayla’nın Cumhuriyet, Atatürk ve Atatürkçülük konularındaki araştırma projelerini, AB acaba 450 bin euro ile neden finanse eder? Malûm İnsan Hakları Derneğinin de himayesi altına girmesi, kimliğini ve “akademik” kimliğini yeter derecede açıklıyor.

Sıra Atatürk’e geldi
Þimdi sıra Atatürk’e saldırmaya geliyor. Bazıları, zaten bunun el peşrevine başlamışlardı. Sıra yakında, Atatürk’e sövmenin de serbest bırakılması, resim ve heykellerinin meydanlardan, duvarlardan kaldırılması için, AB dayatmalarına da gelirse hiç şaşırmayın! Zaten bunun öncülüğünü bir süre önce, Atatürk’ün resimlerinin duvarlarımızdan indirilmesini isteyen bir İngiliz Avrupa Parlamentosu üyesi yapmıştı,

Yayla efendi İzmir’deki panelde demişler ki; “Kemalizm’le ilerlediğimizi sanırken geriledik ve büyük adam deyince gözümüz Atatürk’ten başkasını görmedi... Kemalizm, ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder... AB tarafından, neden her yerde sadece tek bir adamın resim ve heykellerinin bulunduğu da sorulacaktır.”

“Doğrucu Davut” Hakkı Devrim, bu sözlerin ilk defa duyulmadığını söylüyor ve ekliyor; “Fazla heyecan benzer durumlarda zihin açmaya yaramaz!”
Çevirisi; Atatürk’e bu şekilde saldırılmasına tahammül etmeliyiz.

Önce; Atatürk’ün heykel ve resimlerinin her duvarda ve meydanda olması, devlet zorunun değil, O’nun eşsiz kişiliğine ve eserlerine karşı halkımızın sağduyusunun ifadesi. Başka ülkelerde bu yok. Çünkü O’nun gibi bir adam oralarda yok. Ama Yaylalar, Devrim gibiler düşünce ve ifade özgürlüğünüzle, hoşgörünüzle, AB desteğiyle devam ediniz. AKP de açıkça söylemese bile zihniyetiyle bu sözlerinizin, iddialarınızın arkasındandır. Başbakan Erdoğan, Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanlık Müsteşarı, daha önce benzer sözler söylemişlerdi. Sonunda, diğer değerlerimizi de yok etmek ve hatta ANITKABİR’i de arkeolojik kalıntı yapmak isterler! Tabii eğer müsaade edilirse!

;

_________________
« Le faux courage attend les grandes occasions... Le courage véritable consiste chaque jour à vaincre les petits ennemis. »
[ Paul Nizan ]
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Salih_Bozok
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 25 Nov 2006
Messages: 1441

MessagePosté le: 27 Nov 2006 13:56    Sujet du message: papa istanbul'da.... Répondre en citant

“Mama mia il Turci” - “Ma uno Papa”

Başlıktaki İtalyanca sözlerin çevirisi; “Ana, Türkler geliyor!” - “Ama ne Papa?” Bu iki cümle, şu sırada Türkiye ile Papalık arasındaki ilişkileri ifade ediyor. Tarihimizde, Osmanlılarla Papalık arasındaki mücadele önemli bir yer tutar. Ve bu mücadelede, Osmanlı donanmasının İtalya sahillerine yaptığı saldırılardan “Ana Türkler geliyor!” korkusu “Viyana Muhasaraları” gibi, Avrupa ortak hafızasından silinmemiştir... Avrupa halkı arasında, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olumsuz tavırların altında, bu sendromlar - “Türk” korkusu- ve şimdi “Genç Türklerin” Avrupa’ya gene egemen olmaları korkusu var. Nihayet güncel olarak, Vatikan’la-Katolik ve Ortodoks kiliselerinin, eski düşmanlıklarını unutarak, Türk korkusuna karşı ve “Ekümeniklik” statüsü emelleriyle birleşmeleri amacı var! (Katolikler, Haçlı askerleri 13. yüzyıl başında İstanbul’u işgal edip, talan etmişlerdi) Tarih çok insafsız. Bazı tarihi olayları ve husumetleri “Bunları unutalım, biz unuttuk” desek de, ötekiler unutmuyor, “kaşınınca” ortaya çıkıyor...
Kaşıma
İşte şimdiki Papa 16. Benediktus’un, 28 Kasımda -yarın- ülkemize yapacağı ziyaret, eski emel ve husumetlerin “kaşınması” ! Bundan önce iki Papa; 6. Paulus 1967’de, 2. Jean Paul da tesadüfen gene 28 Kasım 1979’da Türkiye’ye gelmişlerdi. Papaların asıl emelleri aynı olmuş olsa bile, mesele olmamış ve fazla tepkilere yol açmamıştı. Hatta uzun yıllar Vatikan Temsilcisi olarak Türkiye’de bulunan ve Vatikan tarafından Aziz ilan edilen Papa 23’üncü Jean Roncalli gibi gerçek Türk dostu bir Papa da vardı! Ama şimdiki Papa, 16. Benediktus öylesine bir Papa ki ve Türklere karşı husumeti, Müslümanlığa karşı düşünceleri öylesine bağnaz ki ve şu bağlamda, Türkiye bir taraftan AB’nin desteklediği, Katolik-Ortodoks kıskacında sıkıştırılırken, ziyareti başka anlamlar ifade ediyor.
Profesör İnalcık’ın tespitleri Bilgisi, bilgeliği ve ünü dünyaca müsellem tarihçimiz, Profesör Halil İnalcık, bu ziyareti nasıl tarihi perspektifine oturtuyor ve değerlendiriyor: “Tarihî bir olayın eşiğindeyiz. Sayın Papa bu ziyareti ne için yapıyor? Din adamları, papalar, patrikler, hiçbir zaman siyasetten uzak kalmamışlardır. Kitleleri devlet başkanları idare eder, fakat kitlelerin ruhuna işleyen bu büyük din adamlarıdır. Gelişi inşallah dinî ve samimidir. Memleketimiz böyle algılamaktadır. Fakat dikkat ediniz, İstanbul’un fethine çok yakın bir zamanda iki kilisenin birleşmesi ilan edildi... Bu birliği Ayasofya’da ilan ettiler. Biz misafirperver tutumumuzu terk etmemeliyiz. Patrikliği ziyaret edecek. Hıristiyanlıktaki, uzun süren “şizme” (bölünmeye) son vermek, Hıristiyanlığı İslam karşısında bir cephe haline getirmek. Benim müşahadem budur. Papa İstanbul’a turistik bir şeyle gelmiyor. Türk devletine hürmet için gelmiyor. Bunu bilmeliyiz!”
Evet, salt gerçek budur. Papa’nın şu sırada “Ekümenik” Rum Ortodoks Patriği ile buluşmak ve Ayasofya’da ibadet etmek istemesine başka ne anlam verilebilir? AB üyelerinin, Patriğin “Ekümenik statüsünün” tanınması ve Ruhban okulunun açılması için, Türkiye’ye “baskı” yapılması kararı almaları başka nasıl izah edilir? Bu, AB sürecinde daha nasıl başka baskılarla karşılaşacağımızı da gösteriyor. Evet bunları, bu ziyaretin asıl maksatlarının ne olduğunu, Papalığın ne olduğunu ve Papa 16. Benediktus’un kim ve ne olduğunu bilelim. Ancak, bazılarının yaptığı gibi bu ziyaretin konukseverliğimizi ve hoşgörümüzü göstereceği, “imajımızı” düzelteceği ve AB’ye üyeliğimize yardım edeceği, hayallerini beslemeyelim! Papa 16. Benediktus bir defa geliyorum dedi ve gelecek. Þimdi “def’i bela” kabilinden, devletçe kabul edilecek. Bu Türk misafirperverliğinin şanındandır. Ancak, AKP iktidarının çil yavrusu gibi toz olmaları, belki hem Papaya fazla yakın görünmenin cemaatlerinin tepkilerini çekeceği için hem de olası nahoş olaylardan dolayı! Ben de son söz olarak, bu ziyaretin gerçek amacını bilelim, ve unutmayalım diyorum. Ama önlenmesi artık mümkün olmayacak tepkilerin şiddete dönüştürülmemesini, Türklüğe yakışır biçimde vakur davranmalarını milliyetçi-ulusalcılardan bilhassa rica ediyorum. Gene de “top” Papa da. Türklerı daha da kızdıracak hareketler yapar, gene münasebetsiz sözler söylerse, tepkilerin sorumlusu o olacaktır!

ALTEMUR KILIC
Tarih:27.11.2006
_________________
« Le faux courage attend les grandes occasions... Le courage véritable consiste chaque jour à vaincre les petits ennemis. »
[ Paul Nizan ]
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Salih_Bozok
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 25 Nov 2006
Messages: 1441

MessagePosté le: 29 Nov 2006 8:26    Sujet du message: Répondre en citant

O Adam” ve “Þu - bu adamlar”

“O” - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK- “Adam gibi bir Tek Adamdı” Þimdi, “şu - bu adamlar”, sözde aydın profesörler, bilim kisvesi altında, O’na saldırmaktalar. Medyadaki liboş yardakçıları, ifade ve düşünce özgürlüğü var ‘Atatürk tabu değildir’ “Atatürkçü düşünce” tartışılmaz değildir diyorlar! Güya Atatürkçü geçinen ve hele her 10 Kasım’larda O’na ağıtlar yakan liberaller, bu saldırıları kınayacakları yerde, Atatürk’e pervasıca saldıranları “insan hakları ve özgürlük” adına savunuyorlar.

Bunlardan biri “Kemalizm, tarihsel ilerici bir hamledir. Tarihte doğru yerini aldı ama bu onun güncel, ilerici politikalarla aşılamayacağı anlamına gelmez” diye Yayla’nın iddiasını tersinden, ama aynı anlamda söylüyor.

Bu, çoğu soldan dönme “liberal” yazarlar, “Prof.” Atilla Yayla’yı, “Prof.” Cemil Koçak’ı kınayan ve Atatürk’ü savunanları, “ifade ve düşünce özgürlüğüne” karşı, bağnaz olmakla suçluyorlar. Oysa Atatürkçü gerçek “bilim adamı” öğretim üyeleri, “tabu”yu ve “doğma”yı değil, Atatürk’ün icraatını, devrimlerini, bilinçle ve belgeleriyle savunuyorlar.

Mesela, Yayla’nın “Kemalizm gericiliğe tekabül eder” iddiasını “Üniversitelerde ifade özgürlüğüne engel olmamalı” diyen Türker, Radikal gazetesinde, lâfebeliği yaparak değil, “bilgiyle” yanıtladı.

Ama Cemil Koçak’ın mesela; “Kurtuluş Savaşı’nın pırıltılı hale getirilmesinin nedeni, cumhuriyete ve cumhuriyetle birlikte yapılanlara bir meşruiyet kazandırmak içindir” nev’inden iddiaları, öylesine safsatalar ki, bunları tartışmak hem abes, hem de, onun seviyesizliğine inmek olur!

Bundan önce de yazdığım gibi, bu gibi “öğretim üyeleri” safsata yapsalar da, Atatürk ve Atatürkçülük elbette tartışılabilir. Ama yanlış olan, engellenmesi gereken bu “öğretim üyelerinin” Üniversitelerdeki kürsülerinden, özellikle Atatürk konusunda Cumhuriyetin, milletimizin var oluşunu ve geleceğini emanet edeceğimiz gençlerin körpe dimağlarını karıştırmalarıdır.

Her özgürlük gibi, “düşünce ve ifade özgürlüğünün” de bir sınırı vardır. O sınır, milletin toplumsal vicdanı ve hassasiyetleridir! Ve Atatürk konusunda benzetme yaptıkları milletimiz çok hassastır.

Postmodern Galileo
Liboşlarımız, “Galileo” bozuntusu Yayla’nın, Koçak’ın iddialarının çıkardıkları gürültüleri, kendilerine göre “uyduruyorlar.” Ama, olayın altınan çıkan pis kokuları ne yapacaklar? Yayla’nın, Atatürk’ten “O adam” diye söz etmesini, bir profesöre yakışmayan zarafetsizliğini, “ifade ve düşünce özgürlüğü” diye, nasıl tevil edecekler?
Mesela, şimdi ben “düşünce ve ifade özgürlüğü” var diye, Başbakan için “O adam gericidir ve AKP’nin ve O’nun zihniyeti gericiliğe tekabül ediyor, bu zihniyetle Çankaya’ya asla çıkmamalıdır!” diye veya TBMM Başkanı Bülent Arınç için de, “O adam, başından beri yanlış emeller ve hevesler besler ve o makama layık değildir” diye yazsam -öyle düşünmesem bile- onlardan, “o adamlar” diye söz etsem, bu yakışık alır, caiz olur mu? Atatürk’ün heykel ve resimlerinin, ülkenin bütün meydanlarında ve duvarlarında yer alması devlet zoruyla değildir; milletin şükran ve sevgisinin ifadesidir.

Asıl pis koku, Profesör Yayla’nın, Türklüğün ve Mustafa Kemal’in değerlerini yok etmek konusundaki çalışmaları ve projeleri için AB’den 450 bin euro alması! Ve asıl bu “pis kokunun” kaynağı AB’nin, böylesine değerlerimizi, milli birliğimizi irdeleyen projeler için, yazar ve bilim adamlarına rüşvet vermesi, onları kullanması! Hem, AB, acaba bu “seçme” kişileri, nasıl nerelerde arar, bulur?
Ben de, buradan soruyorum: Sadece bu fonlar, AB’nin ülkemiz hususundaki asıl maksatlarının ne olduğunu kanıtlamaz mı? “Bir defa imzaladık, artık bu yola girdik” diye değerlerimiz, çıkarlarımız dışarıdan ve içeriden yitirilirken, bu yolun hem çıkmaz, hem de yanlış yol olduğunu anlamaları için daha başka, hangi kanıtlara gerek var!


Tarih:28.11.2006 Altemur KILIC
_________________
« Le faux courage attend les grandes occasions... Le courage véritable consiste chaque jour à vaincre les petits ennemis. »
[ Paul Nizan ]
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page 1, 2, 3 ... 18, 19, 20  Suivante
Page 1 sur 20

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.