436 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 436
Membre(s) : 0
Total :436

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 1 jour, 14h16:37
murat_erpuyan : 1 jour, 14h19:01
SelimIII : 2 jours
Salih_Bozok : 4 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Les articles d'Altemur KILIC
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Les articles d'Altemur KILIC
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... , 18, 19, 20  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 07 Jan 2012 2:33    Sujet du message: Répondre en citant

Bunu da başardık!..

Eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral İlker Başbuğ, ‘İnternet Andıcı’ soruşturması kapsamında savcı Kansız’a 7 saat ifade verdikten sonra, 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Ve Silivri Cezaevine sokuldu!.. İçeridekiler neredeyse “Biz burada şu kadar kişiyiz; dışarıda kaç kişi kaldı?..” diyecekler... Manşetlerde âdeta iftihar edercesine “Türk tarihinde bir ilk” diyorlar; gerçekten bu “ilk”le övünebiliriz!..
“Olmaz... Olamaz... Yapamazlar” diyorlardı... Önceki yazımda tahmin etmiştim. Gözleri kara, bunu da yaptılar!.. Ne kadar övünseler yeridir!..

***

Sayın Başbuğ’un tutuklanması ve yargılanmasının gerekçelerini burada tartışacak değilim. Bugüne kadar Ergenekon, Balyoz vb. davalar kapsamında tutuklanan, yargılanan, cezaevlerine sokulan ve “geciktirilmiş adaleti” bekleyen öteki askerler, komutanlar, bilim adamları, gazeteciler, yüzlerce kişinin hangi sebep ve delillerle tutuklandıklarını ve yargılandıklarını da tartışmanın anlamı, kıymeti yok!!! Birileri karar vermişler, gerçekler onları alâkadar etmiyor... Ancak darbe senaryoları, andıçlar fiiliyata geçirilmemiş olsa bile komutanlar bugün kendilerinin başlarına gelebilecekleri değil, AKP’nin iktidara gelmesiyle olacakları görmüşler!.. Komutanlar “irtica eylem planı” yaptıklarından tutuklular.. Yanlış mı hatırlıyorum? Anayasa Mahkemesi “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle AKP’yi mahkûm etmemiş miydi?!!
AKP, amacına ulaştıktan sonra terk edilecek “demokrasi tramvayı” ile iktidara geldikten sonra belli bir planı alıştıra alıştıra uyguladı.. Bugün “AKP hükümeti” değil, “AKP devleti” var... Son kale TSK idi; bu son kalenin de bayrağı indirildi!.. Bazı yalakalar kına yakabilirler... Hep “Ordu da bitiyor” diyorlardı... PKK bitirilecek derken, sonunda TSK bitirildi!..
Çelişkiye bakın; Türkiye’yi böldüklerini açıkça söyleyen PKK vekili BDP’liler “dışarıda”, TBMM’de... Onlarla mücadele eden komutanlar ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ Silivri’de!!!
Ama kayıtlara geçsin; İlker Başbuğ’un tutuklanması bir “sonun başlangıcı” ve umulur ki başka bir “başlangıç” olacaktır!.. Sayın Başbuğ’un duyduğu acı, bugün birçoklarının duyduğu acıdır... Demiş ki: “Bu suçu reddediyorum. Suçlama onuruma dokunmaktadır. Ben TSK’nın komutanıydım. Bunun tarihe not olarak düşülmesini istiyorum. Bir Genelkurmay Başkanı olarak çete kurmakla suçlanmak bana yapılan en büyük cezadır...” Bu “tutuklama” ve Başbuğ’un bu sözleri muhakkak tarihe sadece “not” olarak değil, “kara bir leke” olarak geçecektir...
Bazılarının “bu kara gün” hakkındaki düşüncelerini çok merak ediyorum... Sayın Başbakan ne diye ve nasıl tevil edecek?.. Þimdiki Genelkurmay Başkanı nasıl izah edecek?.. Herhalde, “demokrasi gereği” sivil otoritenin, “bağımsız” yargının kararı diye!.. “Þeriatın kestiği parmak” acımaz; lâkin kanayacak!...

***

“İyi şeylerin” habercisi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla ilgili olarak, Türkiye’de anayasa, kanunlar ve bir hukuk düzeni olduğunu ifade ederek, “Bu hukuk düzeni içinde bir yargılama sürecine şahit oluyoruz. Daha fazla söyleyecek bir şeyim yok. Çünkü bağımsız yargının devam ettirdiği bir yargılama süreci vardır” buyurmuşlar. Bize yeni bir şey söyleyin Sayın “Başkomutan”. Mesela “Yargı sürecinin ne kadar süreceği” ve ne kadar bağımsız olacağı konusunda...

***

Ben de bir not düşeyim: “İç savaş” tehlikesi var... Dışarıda, hudutlarımızın hemen dışında savaş alâmetleri var. Ve tam bu bağlamda da Türk ordusunun çoğu komutanları içeride... Acaba dışarıda kalanların moralleri nasıl?.. Herhâlde bu durumlardan en fazla keyif alan PKK ve diğer düşmanlardır!.. Ama ne gam; Fenerbahçe’nin durumu, küme düşmesi çok daha önemli...
İyi hafta sonu ve tatlı rüyalar!..

7 ocak 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 09 Jan 2012 1:15    Sujet du message: Répondre en citant

Bir Türk trajedisi

Bir süredir dünya sahnesinde bir “Türk Trajedisi” oynanıyor... Oyun öylesine karıştı ki, içerde ve dışarıdaki yazarları, rejisörleri, suflörleri bile bu karmaşanın içinden nasıl çıkacaklarını bilmiyorlar... Belki de biliyorlar da maksatları Türkiye’yi karıştırmak; kendi plan ve projelerine göre yeniden şekillendirmek... İç ve dış güçlerin türlü hesapları var. Mesela kendilerine yakın olmayan komutanları tasfiye etmek gibi!..

***

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Þahısların suçlanıyor olması o makamın gücüne, itibarına kesinlikle gölge düşürmez” demiş; oysa Başkomutanın suçlanması, tutuklanması Türk Ordusunun itibarına- onuruna darbedir!.. BDP’li Demirtaş herhalde bu olaydan cüret alarak bugünkü Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e “Sen onbaşı bile olamazsın” diye, açıkça ağır hakarette bulunabiliyor!!! Komutanların aşağılanması yolunu Arınç onlara “Oturun oturduğunuz yerde” diye aklınca “hadlerini” bildirerek açmadı mı?..
Bu, bütün karmaşık fesat ve süfli boyutlarıyla günümüzün “Türk Trajedisi”nin son perdesi nasıl inecek?.. Daha neler sahnelenecek?.. Mesela Yeni Anayasa konusunda!.. Yazarları, rejisörleri AKP “devletinin” başları kararlı, gözleri kara... Sonunda Yunan trajedilerinde olduğu gibi sahneye “ilahi bir araç” inecek... Ama oyun bitecek mi?.. Allah’ın varlığından şüphe yok ama “ilahi adalet” nasıl, ne zaman tecelli edecek?.. Ve ilahi adalet bu “trajedinin” kötü kahramanlarını cezalandıracak, bunca masum insanın çektikleri eza ve cefayı onlara ödetecek mi?.. Geç de olsa Allah’ın adaletinden şüphe etmemek gerek!..

***

Eski Genelkurmay Başkanlarından emekli orgeneral İlker Başbuğ’un “terör örgütü” kurmakla suçlanarak tutuklanması, bu trajedinin “traji-komik” perdesi... Düşünün, yedi yüz bin kişilik bir orduya komuta etmiş değerli bir Türk generali “terör örgütü kurmak ve yönetmekle” suçlanıyor... Paşa, gerçekten darbe, hatta Türkiye’nin felaketine doğru bir gidişe müdahale etmek isteseydi bunu yapamaz mıydı?!! Aslında suçu, galiba adalete ve demokrasiye güven ve saygısından, bunu yapmaması... Yapsaydı bugün Silivri’de, onun, onların yerinde başkaları olurdu!..
Gülünç ve çok düşündürücü bir durum: İlker Başbuğ’un tutuklanması acı, vahim ve ilerisi için kötü tarafı, kamuoyunda âdeta kabullenildi; yadırganmıyor... Hangi mahkemede yargılanacağı tartışılıyor... Birileri “terörist” olarak PKK’lı gibi Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekir diyorlar... Ama gerçek, tarafsız hukukçular “terör örgütü” yani TSK ile darbe yapmak iddiasına, bulunduğu görevleri ile ilgili olduğu için Yüce Divan’da yani Anayasa Mahkemesi’nde yargılanması gerektiğini söylüyorlar... Bunu savunanlar tarafsız hukukçular. Buna karşılık Başbuğ’un Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını isteyenlerin hepsi, iktidarın yalakaları, yanaşmaları, yağcıları... Maksatları açıkça Başbuğ’u iktidarın etkisi altındaki bir mahkemede yargılatmak ve cezalandırmak!.. Anayasa Mahkemesi şimdilik onların etki sahasına girmiyor... Kontrol etmedikleri güç onların olamaz!.. Bu kadar aşikâr!..
Başbuğ hangi mahkemede yargılanırsa yargılansın asıl “trajedi” bir Genelkurmay Başkanının “terörist olarak tutuklanması” ... Silivri’de bir koğuşta tek başına kalması!.. Bu ayıp, kolay tevil edilemez ve unutulamaz.... Tarihimize kara leke olarak geçecektir...
Bu olayın hazin bir tarafı da komutanlar arasına nifak girmesidir... En kötüsü de TSK’nın PKK gibi terör örgütü olarak gösterilmesidir... Birisi ne doğru söylemiş: “Ben Başbuğ döneminde askerlik yaptım; öyleyse ben de teröristim” !.. Fakat birçok yazarın âdeta öç alır gibi yorumları da başka utanç belgeleri...
Kurbanlık koyunu yere yatırınca bıçaklarını bileyenler çok olur!..
Genelkurmay Başkanlığının itibarı, Türk Ordusunun onuru onları zerre kadar ilgilendirmiyor... Başbuğ’un tutuklanmasıyla ve sorgulanmasıyla “muradımıza erdik; TSK hizaya geldi” diye bayram ediyorlar!

***

Aklıma bu konuda bazı sözler geliyor: “Alma mazlumun ahını çıkar âheste âheste” gibi... Ve “gülme komşuna senin de gelir başına” gibi...
Ve çok merak ediyorum; bugünkü Genelkurmay Başkanı, selefinin âdeta adi suçlu gibi tutuklanıp hücreye konması hususunda ne diyecek?... “Sakalın üzerinden fareler geçti”... Ama sonrası gelmişken ben de Emin Çölaşan gibi söyleyeyim: Daha başta “Sarı Öküz” verilmemeli idi!.. Bundan sonra sıra Başbuğ’dan önceki Genelkurmay Başkanlarına gelecek; Hilmi Özkök hariç!..
Ve Sayın Başbakan, kendisine bağlı, kendi atadığı Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanması konusunda neden suskun?.. Vicdanı rahat mı?!!

9 ocak 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 25 Mar 2012 11:06    Sujet du message: Répondre en citant

25 Mart 2012

Altemur KILIÇ
altemurkilic@ttmail.com

Tek adam: Adolf Hitler

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenik düşen Almanya’da Adolf Hitler gibi basit bir aileden gelen Viyanalı bir boyacının -onbaşının- kurduğu Nasyonal Sosyalist Partisi’nin -Nazi- ezici oy çoğunluğuyla iktidara gelmesi, tek adam, tek halk, tek şef anlayışıyla, mutlak iktidara, kısacası demokrasiyle, halkın seçmesiyle en sert bir diktatörlüğe yükselmesi, sonu dünya siyaset ve demokrasi tarihinde ibret alınacak bir olaydır.
“Mutlak iktidar”ın, yöneticileri nasıl şımarttığının ve ifsat ettiğinin de canlı bir örneğidir...

***

Adolf Hitler, ölene kadar Almanya’nın devlet başkanı, diktatörü idi. Başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek Führer unvanı altında devlet başkanlığı yaptı. Tabii diğer partiler Alman Parlamentosu Reichstag’ın şüpheli bir şekilde kundaklanması ve yakılması üzerine kapatıldı ve tek parti olarak Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi kaldı.
Hitler başlangıçta, ordunun yüksek rütbeli subayları, generalleriyle işbirliği yapmıştı ama sonra generallerden şüphelenip kendi silahlı birliklerini, SS’leri ön plana çıkardı.
Bu arada Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, anti-semitizm ve anti-komünizm de sunuyordu.
‘Büyük Savaş’ta Almanya ağır bir yenilgiye uğrayınca Müttefiklerin Kraliyet yerine gelen Cumhuriyete, Versay’da dikte ettirdikleri ağır tazminat şartlarından kurutulmak da Hitler’i iktidara getiren faktörlerdendi.

***

Hitler ve propagandistleri savaştaki mağlubiyeti Musevilerin sırtına yükledi ve Yahudilere karşı acımasız davrandı. Yahudilerin toplama kamplarında yakılmaları, Hitler’e göre Yahudi sorununun “nihai çözümü” olacaktı. Yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler saldırgan bir dış politika izleyerek Alman “yaşam alanı”nı (Lebensraum ) genişletmek amacıyla Polonya’ya saldırdı . Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ile Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa’nın büyük bölümünü ve Asya’nın bir kısmını istila etti.
ABD’nin II. Dünya Savaşı’na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu’nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945’te Berlin’e girmesi ile III. Reich yıkıldı. Hitler’in saldırgan siyaseti ortada yıkılmış bir Almanya ve Avrupa bıraktı. 20 Nisan 1889’da Avusturya’da Braunau am Inn’de doğan Adolf Hitler, istila edilen Berlin’de, eşi Eva Hitler (Eva Braun) ile yeraltı sığınağında (Führerbunker) 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi vasiyeti üzerine yakıldı.
Hitler döneminde Alman endüstrisi yükseldi. Fabrikalar kuruldu, büyük hamleler yapıldı. Ancak sonunda 8 Mayıs 1945’te Alfred Jodl’ın imzaladığı teslim belgesiyle Büyük Alman İmparatorluğu tamamen yok oldu. Hitlerin rüyası karabasana dönüştü.
Hitler olayından ders alınsa, tekerrür eder mi?

***

Bu sırada, sevgili kardeşim eski başbakanlardan rahmetli Bülent Ecevit’in 1944’te yazdığı ve okul dergisinde yayımlanan “EN” adlı bir şiirini hatırladım her nedense...



EN
Deliler gibi koştum durmuş ırmak
boyunca
Ayrılsın diye benden sudaki kızıl yaprak
Ve karşıda başlamış yangın birden durarak
Benzedi bir tablonun dekorundaki tunca.
Bir Japon resmi gibi göklere işlendi kuş
Nefesi mi tükendi ortamızdaki raksın?
Bir ilk bahar düşün ki goncalarda yaşlansın
Açılan avuçlardan bütün dilekler uçmuş.
Yol yok burdan öteye
Olgun meyva kendini anla neden verirmiş.
Bir fazla adım için katlanırım ölmeye
Erenler ki delirmiş...
Erimeyen kanatlarla bir düşün ikarı
Artık nereye
Daha yükseliş
Gökten yukarı?

Bülent Ecevit 1944
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 31 Mar 2012 11:31    Sujet du message: Répondre en citant

Yılanların öcü!

Türkiye sahnesinde Türk tarihinin belki de dünya tarihinin en büyük, en hazin trajedisi oynanıyor. Çok acı olmasa komedi diyeceğim!.. Eski Yunan tragedyalarındaki gibi içinden ancak Yüce Allah’ın müdahalesiyle son perdesinin indirilebileceği bir oyun! Vodvil mi, tuluat mı yoksa fars mı? Ahval ve şeraite göre şekil değiştiriyor.

***

Ordumuzun komutanlarını Ergenekon, Balyoz, Andıç gibi isimler altında tutuklu olarak yargılamaları yetmedi; Türk Ordusu’na başkomutanlık etmiş İlker Başbuğ ve Ergin Saygun gibi komutanları da tutuklanmış halde ve adi birer suçlu gibi yargılanıyorlar.
Bu davaların ayrıntılarına girmeye gerek yok. İleride bir gün başka bir iktidar, bunları araştırmak için komisyonlar kurar, daha objektif tarihçiler de doğruları tespit edip yazarlar... Ama bu kadar insan ve aileleri bu kadar eza cefa çektikten sonra neye yarayacak? Onlara kaybettiklerini kim verecek?

***

Ben bu oyunun adını “Yılanların Öcü” olarak koyardım. Kısacası birileri emellerine engel olduğu için Türk Ordusu’ndan intikam alıyorlar ve bundan sonra da engel olmaması için “kuvveden” düşürüyorlar. Çok yakında bu orduya en fazla muhtaç olacakları halde...
Bu oyunun en hazin ve ibretlik bir tarafı, İlker Başbuğ’un Silivri’den yükselen şu feryadı: “Hani nerede o eski genelkurmay başkanları. Hiçbiri yok. Onların başına gelse, biz koşar gelirdik buralara...”
Evet açık söylemeli, bırakalım eski komutanları, şimdikiler nerede?
Kimse darbe yapmalarını istemez ama “yargıya güvenelim” diyerek orduya vurulan darbeler karşısında sessiz kalmaları hem hazin hem anlamlı...
Tabii, “sarı öküz” daha başında verilmemeli idi. Kendisini zamanında savunamayan bir ordu yurdu nasıl savunacak! Daha da acısı komutanlar arasında terfi yolunuz açılıyor zihniyeti, ordunun içine ve komutanlar arasına rekabet ve nifak sokmuştur.
Balkan Savaşı dışında hiçbir zaman böyle olmamış ve ordu siyasete bu kadar alet olmamıştı. Tabii yargıya güvenmek gerek. Ama ne kadar zaman ve hangi yargıya.
Bunun başka bir tarafı da var; medyadaki ve akademyadaki bazılarının sevinçten dört köşe olmaları. “Ordunun vesayetinden kurtulduk. Koskoca Genelkurmay Başkanı yargılanıyor” diye keyif içindeler...

***

Benim ve benim gibiler ordumuzun, komutanlarımızın düşürüldükleri bu durum karşısında tarifsiz acılar içerisindeyiz...
Türk Ordusu’nun onuruna ve savaş gücüne hiçbir zaman bu kadar darbe vurulmamıştı ve Türk Ordusu daha savaşmadan bu kadar feci yenilgiye uğratılmamıştı... Hem de içerdeki siyasi düşmanları tarafından!

30 mart 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 01 Avr 2012 9:23    Sujet du message: Répondre en citant

Ata’nın vasiyeti

Uzun süredir ortada dolaşan bir efsane var, yılan hikayesine döndü. Güya Atatürk’ün bir vasiyetnamesi varmış ve iddiaya göre 1988 yılında açılan belge “mahzurlu” olduğu için halktan gizlenmiş ve yine iddiaya göre ya Osmanlı Bankası’nda bir kasada ya da Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi’nde saklanıyormuş...
Atatürk’ün böyle bir vasiyetnamesi var mı? Yok diyemem. Ancak önce; Atatürk’ün ülke için mahzurlu olabilecek bir vasiyeti olabileceğine inanamam.
Ama dilin kemiği yok. Bazıları, hınzırlığından Atatürk’ün ileride hilafeti yeniden ihdas edeceğini önerdiğini ifsat ederler. Daha realist ve namuslu olanı, Atatürk’ün Türk-Sovyet dostluğu muahedesi vasiyeti, o zamanın koşullarına göre hakikaten Türk dış politikasının denge unsuru oldu. Þuyuu bile İngilizlerin Cumhuriyet karşıtı politikasını sona erdirdi ve Türk dış politikası sonra müttefiklerin yönüne döndü.
Kurtuluş savaşında Lenin ve Voroşilov döneminde Sovyet hükümetlerinin de benimsediği Türk dostluğu, Stalin döneminde ve Soğuk Savaş arifesinde Türk düşmanlığına ve Türk topraklarının paylaşımına, komünist yayılmacılığına döndü.
Stalin ve Molotov, Türk-Sovyet Paktını yenilemediler ve Türk Dışişleri Bakanı Selim Sarper’i Moskova’da bekleterek istiskal ettiler...

***

Hilafet konusuna gelince; Mustafa Kemal böyle bir şeyi aklından bile geçirmezdi.
Eğer Atatürk’ün bir vasiyeti varsa niçin bu milletten gizlenmektedir. Türlü nazariyeler var. Ama dedim ya Atatürk’ün mahzurlu ve milletten gizlenecek bir vasiyetnamesi olduğunu düşünmek ve iddia etmek abes.
Bu vasiyetname konusu beni de yakından ilgilendiriyor. Güya vasiyetname veya sureti babam Kılıç Ali’de imiş ve bana intikal etmiş ve şimdi de bende imiş. Yıllardır bu dedikoduyu kös dinler gibi dinlerim. Külliyen yalan.
Bir defa böyle bir belge olsaydı, babam ölmeden önce bana söylerdi. Anılarında da böyle bir şey yok. Eğer devlet sırrı olarak mezara götürmüştür desek bu da doğru değil. Eğer vasiyetname hakikaten bende olsaydı, ben de babamdan aldığım “devlet terbiyesi” gereği bu sırrı mezara götürürdüm.
Buradan açıkça beyan ederim ki bende böyle bir vasiyetname yoktur. Bir şeyin varlığın ispat etmek kolay da var olmadığını kanıtlamak en azından güç...

***

Yakından bildiğim bir şey var... İddiaya göre Atatürk, kendisinden sonra Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanı olmasını istermiş... Aslında rahmetli Çakmak, Mustafa Kemal’in en sadık savaş arkadaşı ve devrimlerinin destekçisi ve bu mevkie layıktı. Ama ben babamdan bilirim ki Atatürk, İsmet İnönü’nün halefi olmasını istemişti. Çünkü Atatürk öldüğü akşam aile meclisinde Atatürk’ün yerine kimin Cumhurbaşkanı olacağı görüşülüyordu. Ben 14 yaşımda konuşmalara katılmıyor, sadece dinliyordum. Adaylar arasında Çakmak ve İçişleri Bakanı Þükrü Kaya vardı. Babam alenen; “İsmet Paşa beni sevmez, bu yüzden de muhakkak tasfiye edecektir ama söylemeye mecburum; Atatürk’ün en fazla değer verdiği ve güvendiği devlet adamı İsmet Paşa idi... Herhalde öldükten sonra Onun Cumhurbaşkanı olmasını dilerdi” demişti.(*)
Cumhurbaşkanı olunca babamı, dediği gibi hakikaten sildi ama babam, kendisi ölene kadar kanaatini değiştirmedi ve sanırım haklı çıktı.

***

Atatürk’ün noter tasdikli yazılı vasiyetnameleri malum. Ama en anlamlı ve geçerli vasiyeti “Gençliğe Hitabesi”. Bu sesli ve yazılı belge şimdi gizlenmekten öte unutturulmakta...
Abesle iştigal edeceğimize asıl bu “ihaneti” bilelim...

(*) Bu konuda daha kapsamlı bilgiyi; Hulusi Turgut’un derlediği Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Sırdaşı; Kılıç Ali’nin Anıları” adlı kitapta bulabilirsiniz...

1 nisan 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 04 Avr 2012 15:59    Sujet du message: Répondre en citant

Darbeye darbe...

“Darbeye darbe” veya 1980’de yani 32 yıl önce o zaman meri olan yasalara göre, emir-komuta zinciri eşliğinde “12 Eylül” müdahalesini yapan komutanlardan sağ kalan eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Þahinkaya bugün Ankara’da 12. Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanıyorlar.
Müdahaleden sonra,yere göğe konulmayan bu komutanlar şimdi suçlu! O müdahaleye sebep olanlar, ülkeyi eylemleriyle kan gölüne çevirenler kahraman!

***

Evren 95, Þahinkaya 87 yaşında. Önce bu kadar geç kalmış bir “adalete” ne denir! Aslında bu “intikam” almaktır. Evren ve Þahinkaya’nın anayasa bakımından artık yargılanamayacaklarını söyleyen eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e göre “rövanş” tır!..
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk “Keşke yargılanabilselerdi. Ama olanaksız. Çünkü Anayasa’nın geçici 15. maddesi kapsayıcı bir af hükmüdür. Halk affetmiştir Evren’i” diyor. Eski Adalet Bakanlarından Hikmet Sami Türk de aynı kanıda, “Anayasa hukuku açısından Evren ve Þahinkaya yargılanamaz” diyor.
Davacıların ve kurbanlık yere yatırılınca, bıçaklarını bileyenlerin kimliklerine bakılırsa “intikam-rövanş” demek doğru. Neredeyse askeri sıkıyönetim döneminde hafif bir suçtan, trafik suçundan ceza almış olan bile bu davaya müdahil olacak!
Başbakan Erdoğan açıkladı; o zamanlar ortada bile olmayan AKP bile müdahil olacakmış. Sebebi “mâlumdan” malum. Fırsat bu fırsat.12 Eylül üzerinden orduya bir darbe daha ve böylelikle yeni müdahalelerin önünü kesmek!
Ben de bu müdahalenin ve Konsey yönetiminin mağdurlarındanım; O sırada büyükelçi olarak tayinim çıkmak üzere idi. Konsey sakalın var diye tayinimi durdurdu. Þimdi benim de “müdahil” olmaya hakkım var! Þaka bir tarafa; halk bilmeli ki ileride böyle müdahalelerin olmaması için asıl çare, darbelere gerekçe yaratmamaktır...

***

Bir siyaset bilimci der ki “Darbe başarılı olunca meşru olur, başarılı olmazsa yapanlar idam edilir”. 12 Mart müdahalesi de başarılı oldu ve Türkiye yeni anayasa kabul edilene ve seçimler yapılana kadar askerler tarafından yönetildi. Nihayet bir anayasa tescil edilmiş bir dönemi şimdi bunca yıl sonra yargılamak mümkün olamaz. Aynı mantıkla tarihimizdeki bütün askeri müdahaleleri yapanları da gıyaplarında veya mezarlarından çıkararak yargılamak gerekir! Önce 27 Mayıs gerçek “cunta darbesi”nin faillerinden ve sözde hukukçularından kim hayatta kaldı bilmiyorum ama mağdurlarından ben dahil bir çoğumuz hayatta.

***

Bazı aklı evveller 12 Eylül’ün önde gelen mağduru olan Süleyman Demirel’in bu konuda ne yapacağını merak ediyorlar. Süleyman Demirel de ’müdahil’ olacak mı diye? “Yoksa 28 Þubat’taki çizgisine uygun bir şekilde araziye mi” uyacak diye soruyorlar. Demirel ve Ecevit çok çektiler ama eminim vatan sevgisi onlar için, kendi çektiklerinden de önemlidir; Demirel, Evren’in ve Þahinkaya’nın yargılanmalarından dolayı sevinmez. Türk Ordusu’na vurulan “darbeden” dolayı kahroluyordur. Eminim; rahmetli Ecevit de hayatta olsaydı, intikam almak istemez üzülürdü. Bağışlardı!

***

“Iskatçı” bir toplum olduk; tarihin çöplüklerini eşeliyoruz. Tarihin dolaplarından iskeletler çıkarıyoruz. Tarihten ders almak iyide bu derece “ıskatçılık”, mezar soygunculuğu doğru mu?
Demir Leydi Margaret Thatcher’in dediği gibi, “Eğer tarihe saplanıp kalırsak, geleceği göremeyiz.”

4 nisan 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 18 Avr 2012 16:44    Sujet du message: Répondre en citant

Maliyet hesabı!..

Doğru oturalım, doğru konuşalım... Tarihimizin en tehlikeli bir virajında ülkenin direksiyonunda bana göre ehliyetsiz birinin bulunması makus talihimiz! Bunun maliyeti ülkemiz ve milletimiz için çok ağır olacak. Þimdi bir kâr zarar muhasebesi yapmanın zamanıdır.
Önce paha biçilmez manevi zararlar; milli değerlerin ve Cumhuriyetin maksatlı olarak yok edilmesi... Türk Ordusu’na vurulan ve vurulmakta olan “darbeler”!

***

Cehalet, okumamış olmak bir yerde ayıp değil; ola ki şartlar elvermemiş, insanlar kendi kabahatleri olmadan cahil kalmışlardır!
Ancak vahim ve tehlikeli olan, “bilmediğini, anlamadığını bilmemektir”. Ve buna rağmen her alanda bilgelik taslama ve daha da kötüsü ülkeyi böyle yönetmeye kalkmaktır. İşte bunun maliyeti, içeride dışarıda çok ağır olacak.
Bir de Erdoğan’ın “muhteşem on yıllık” hükümdarlığında, eşi ve çocuklarıyla devlet parası ve devlet uçaklarıyla yaptığı seyahatlerin masrafları, maliyeti var... Ve yüzlerce kişiye varan “koruma ordusu”nun maliyeti! Þimdiye kadar hiçbir cumhurbaşkanı, başbakan hatta Atatürk, aynı riskler altında bu kadar büyük bir “ordu” tarafından korunmamıştı. Ha Atatürk’ün bir özelliği vardı, onu “milleti” koruyordu...
Bozdağ’ın dediği doğru; Erdoğan ciddi bir suikast riski altındadır, bunun için de böyle sıkı korunmasına, vatanını ve devletini seven hiç kimse karşı çıkamaz. Başbakan’a ne kadar muhalif olursa olsun, onun menfur bir suikasta uğramasını kimse arzu edemez. Önce insani açıdan, sonra böyle bir olay ülkede çok büyük badirelere yol açacağı, bir “taht kavgasını” tetikleyeceği için.
Ancak bu kadar büyük bir “koruma ordusu” tehlikeyle orantılı mı? Gösteriş payı nedir? Ve şu sırada Erdoğan, neden ve kimlerin tehdidi altında?..
Bir Başbakandan “örtülü ödenekten” kendi haberi ve rızası olmadan -tahsisatı mestureden- alınan “cımbızla aynanın” hesabının sorulduğu -Yassıada mahkemesinde dava konusu yapılan- bu ülkede, ileride bir gün bunların da maliyet hesabı yapılabilir!..

***

28 Þubat ve faillerine “rövanş” savaşı açan Erdoğan, eş zamanda komutanların maaşlarına zam yapıyor; “ulufe” mi, “sus payı” mı? Onurlu subaylarımızın bu oyuna gelmeyecekleri umulur. Bazı şeyler, mesela onur, parayla satın alınamaz, maliyet hesabı yoktur!
Tutuklanan Çevik Bir Paşa kendini şu sözlerle savunmuş: “Bugün olsa gene yapardım. Yapmasaydım suçlu olurdum.”
Erdoğan’ın şu sıra 28 Þubat dosyasını açması, intikam değilmiş. Ama sürecin asıl faillerinden, çadır tiyatrosu düzenleyen zamanın Sincan Belediye Başkanı öyle demiyor. Tutuklananların Sincan Cezaevi’ne konulmalarını anlamlı buluyor.
Ben mümkün olsaydı bu davada “müdahil” olmak isterdim.
Her şeyin bir “maliyet hesabı” yapılacaksa, eğer bu müdahale yapılmasaydı, bunun maliyetinin ne olacağını düşünmek gerek.

***

Erdoğan “Sabah erken kalkan darbe yapamayacak” buyurmuş. Ülkemizde şu sıralar “sabah geç oluyor” ama ileride bir gün elbet sabah olacak ve bu “büyük gözaltı” ların da “maliyet muhasebesi” yapılacaktır...

18 nisan 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 20 Avr 2012 15:41    Sujet du message: Répondre en citant

İntikamın resmidir

Başbakan Erdoğan, “28 Þubat’ı ve 28 Þubatçıları yargılamak intikam değildir” diyor.
Bunu, böyle hep tekrarlaması suçluluğun telaşı!
İntikam, öç almak mübarek dinimizde günahtır. Aksine “bağışlayıcılık” İslam’ın meziyetlerinden biridir ve Peygamber efendimizin hayatında intikamın hiç yeri olmamış, düşmanlarını bağışlamıştır. Bağışlayıcılık, yüce Allah’ın sıfatlarından biridir. Helalleşmek, cenazede, ölenleri affetmek ve hakları helal etmek mübarek dinimizin en ulvi üstünlüğüdür...
Gençlerimize Hazreti Muhammed’in örnek hayatı okutulacaksa, önce bu başka hiçbir dinde olmayan vasıflar belletilmeli.

***

“İntikam”ın resmi olur mu?
Ama oluyor işte. Erdoğan’ın son konuşmasında tekmili birden...
Hınç, kin küpü mübarek!
Meğer Türk Ordusu’na ve Atatürk’e hıncı öyle birikmiş ki içinde, şimdi patladı. “Yumruklarımızı sıkarak tahammül ettik. Bugün mazlumun ahının aheste aheste çıktığı gündür...”
Evet, Erdoğan diyor ki “12 Eylül müdahalesi bugün nihayet sanık sandalyesindedir. Bin yıl değil, 15 yıl geçmiş olsa da 28 Þubat sanık sandalyesine oturmuştur.”
Bu “intikam” değilse nedir, hele yargılamada savcılar ve yargıçlar aynı ise!
Ve “intikamın” kişisel yönü; der ki “28 Þubat’ta önce milletim zarar gördü. Ben cezaevine o talimatlarla girdim. Bir şiirden dolayı bir belediye başkanı hapse atılır mı? Bu oralardan gelen talimatla oldu”.
Yani Erdoğan’ın 28 Þubatçılara hıncı var. Ve şimdi de intikamı aheste aheste değil, hızlı almakta.
Mazlum, mazlumlar kim?
Ülkede, kanlı veya kansız, kadayıfın altı kızarınca şeriat devletini kuracak olanlar!
TC Başbakanlığı konutunda, tarikat şeyhlerini ağırlayanlar... Sincan’da kurdukları çadır tiyatrosunda İran Büyükelçisinin huzurunda, özlemlerini sahneye koyanlar... Þimdi o Belediye Başkanı da intikam peşinde. Sanıkların Sincan Cezaevi’ne konmalarının anlamı; “intikamı hak” addediyor!
Ben buradan tekrar ediyorum: 28 Þubat’ta orada tankları yürüterek bu adamlara hadlerini bildirmeselerdi, vazifelerini ihmal etmiş, suç işlemiş olurlardı.

***

Kürtçülerin ’abisi’olduğu kadar Türk Ordusu’nun hasmı canı olan, Türk Paşası rahmetli Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal, Çevik Bir’in sözlerini ordunun sivil otorite üzerindeki “vesayet” ine delil olarak gösteriyor ve bu vesayet artık kalktı diye de zevkten dört köşe!..
Türk Ordusu’nun “vesayet” iddiası yok. Vesayet dedikleri o sırada meri olan yasalara göre Anayasal görevi. Son düzenlemelerle bu da kaldırıldı ama şimdi adı, gölgesi bile korkutuyor. Türk Ordusu’nun değerli komutanlarını dedikodularla dize getirdiler. Çoğu “içeride” , dışarıdakilerin de moralleri darmadağın. Milletin, ordusuna güveni lime lime edilmiş, yüzyılların birikimi bozuk para gibi çarçur edilmiş ve edilmekte.

***

Ama ben hâlâ umutluyum. “Karanlık günlerin elbette gelecektir sonu” diye sabahı bekliyorum. Görmezsem bu ışığı, vatan mahzun ben mahzun!

20 nisan 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 27 Mai 2012 15:54    Sujet du message: Répondre en citant

Cehennemden cehennem, zindandan zindan beğen...

Pazar günleri bu sütunlarda ekseriya hafif konular yazarım ama bugün “hafif” olamayacağım. 27 Mayıs 1960; mevcut meşru hükümeti deviren, günlerce eza ve cefaden sonra üç değerli devlet adamının -Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan- düzmece “Yüksek Adalet Divanı” tarafından, cuntacıların baskısıyla idam edilmeleriyle ve diğerlerinin de aylarca hapis yatmasıyla neticelenen gerçek bir albaylar cuntası darbesinin 52’nci yıldönümü.
Ben, o gerçek darbenin hem yakın tanığı hem de mecazi ve gerçek sillelerini yemiş bir mağduruyum. Yassıada’da dokuz ay yattım. Anılarımı Remzi Kitapevi’nden çıkan,“Kılıç’tan Kılıç’a” adlı kitabımda yazdım. Bu gece NTV’deki “Yakın Plan” da gene anlatacağım.

Klasik bir cunta darbesi
27 Mayıs, Milli Birlik Komitesi’nin, ordunun emir komuta zinciri dışında yaptığı klasik bir cunta darbesi idi. Ordunun daha sonraki yıllarda “Cumhuriyeti Koruma Kollama” anayasal görevi gereği yapılan askeri müdahaleler bazı yazar ve aydınlar tarafından “darbe” olarak eleştirilir de “27 Mayıs Darbesi” adeta meşrulaştırılmıştır. Çünkü o zaman askerleri, CHP ile birlikte bu “liberal” aydın ve yazarlar tahrik etmişler, onları göklere çıkarmışlardı. Ve bu darbeden sonra yapılan aşırılıkları da görmezden gelmişler ve hatta tasvip etmişlerdi.

Darbeye karar verilmiş!
Doğruyu söylemeli; darbenin yapılmasına zamanın “Demokrat Parti” iktidarı ve Başbakan Menderes ile tahrikçiler aşırı hareketleriyle malzeme hazırlamışlar, böylece bir bakıma darbe de kaçınılmaz olmuştu... Yoksa iç savaş çıkacaktı. Menderes nihayetinde durumu idrak etmiş ve seçimleri yenileme kararı vermişti. 27 Mayıs arifesinde Eskişehir’de bunu ilan edecekti. Bunu bildikleri halde fırsat vermediler. Çünkü darbe yapmaya karar vermişler!
Hakikatler sonra unutuldu, unutturuldu ama bizler, hayatta kalanlar bu darbe esnasında ve sonrasında çektiklerimizi unutmadık, unutamadık. Fakat bu yüzden de ordumuza, askerlere asla kin bağlamadık.

Tünelin ucunda ışık yok
Kendi ordumuza düşman olmak mesela, Mehmet Ali Birand gibiler için bir meziyet. Bu zat bir yazısında “Þeytanlar İmparatorluğu” ndan söz ediyor. Gerçekten de şimdi ülkemizde “Ergenekon, Balyoz, Andıç, Kafes,vb..” sürecinde bir “cadı kazanı” nın kaynadığı “Þeytan İmparatorluğu”nda yaşamaktayız...
Bu imparatorlukta yüzlerce asker ve sivil tutuklu. Çoğu, müdafilerin uydurma olduğunu öne sürdüğü iddialarla tutuklu ve yargılanmaktalar.

İşkencelerin en kötüsü...
27 Mayıs darbesinin adalet mercii ve sahnesi “Yüksek Adalet Divanı” idi. Duruşmalar radyolardan yayınlanırdı. Ama bir de halktan özenle saklanan Yassıada zindanı-cehennemi vardı. O, Bizans’tan kalma zindanda zamanın tabiriyle biz “düşükler” en zor şartlarda aylarca yattık. Orada ailelerimiz ve dış dünya ile irtibatımız kesilmişti. Gazete ve radyo yasaktı. Bu durumda dedikodular, rivayetler gırla gidiyordu. Nasılsa gizlenmiş el radyolarından duyulan haberler, koğuştan koğuşa ve havalandırmalarda paylaşılırdı. Çocukların telefon oyunlarında olduğu gibi kulaktan kulağa değiştirilerek abartılırdı. Mesela; adanın havaya uçurulacağı şayiası bile çıkarılmıştı. Habersizlik ve belirsizlik işkencelerin en kötüsüydü...

Sayın yok “Düşük” var!
Resmi çevreler ve zamanın medyası bize “Düşükler” diyordu. Bize gelen sansürlü mektupların üzerinde “Sayın” Altemur Kılıç denmişse, “Sayın” kelimesi çizilir yerine “Düşük” Altemur Kılıç yazılırdı. Bu sırada Ankara’da ilkokul öğrenicisi olan kızım öğretmeni tarafından tahtaya kaldırılmış ve “düşük kızı” diye teşhir edilmiş... Kızım bunun travmasını yıllar boyu üzerinden atamadı.
52 yıl önce Yassıada cehennemi ve zindanı idi. Þimdi yıl 2012 ve Silivri var.

Pardon mu denilecek!..
Hayat şartları koca generallerle, meslektaşlarımız ortak leğenlerde çamaşır yıkatsa da, Adalet Bakanı’nın gösterdiği yaşam, sağlık, gıda ve bazı şartları iyi. Fakat ya manevi şartlar? Mesela sevgili Mustafa Balbay’ın çocuklarının yıllar sonra bile kurtulamayacakları ruhi travmalar!.. Benim kızımın yaşadıkları, bunların yanında hiç kalıyor.
Ve yüzlerce tutuklu ailelerinde yaşanmakta olan trajediler. Onlara sonunda eğer adalet tecelli ederse belki aklanacaklar. “İlahi adalet” daha önce gelmezse! Fakat bu yıkılan hayatlar nasıl onarılacak ve bu mağdurlara kaybettikleri nasıl iade edilecek?
Yatanla çeken bilir
İleride muhakkak bu dönemler konusunda araştırmalar yapılacak, kitaplar, romanlar, piyesler yazılacak, filmler, diziler yapılacak. Malzeme çok! Ama yazmakla tarif edilemez bu acılar. Yatanla, eziyet çekenler bilir. Þimdi Silivri’de Hasdal’da, Metris’te yatanlar bu acıları fiilen yaşamaktalar.
....ve kaçınılmaz son!
27 Mayıs Darbesini yapanların sonu ne oldu, Yassıada yargıçlarına ne oldu? Hiç de “yüksek” ve “adil” olmayan mahkemenin o zaman el üstünde tutulan ve sanıklara “Sizi buraya tıkan kuvvete sorun” diyen Salim Başol’u birkaç yıl sonra Ankara’da bir durakta elinde market torbası, otobüs beklerken görmüştüm. Makamlar sonunda kimselere kalmıyor!..

27 MAYIS 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 01 Juil 2012 10:27    Sujet du message: Répondre en citant

Zor komşuluk...

Ülkeler komşularını seçemiyorlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’da topraklar, İngiltere-Fransa arasında iki diplomat Fransız Picot ile İngiliz Sykes tarafından harita başında adeta “olsa olsa” diye cetvelle çizilmiş paylaşılmıştı. Bu da bölgede “bütün barışlara” son veren ve şimdiki musibetlere, itilaflara yol açmıştır.
Komşumuz Suriye de işte bu zoraki nikahın nesebi belli ürünüdür.Ve bölgedeki yeni projelerin kaynağıdır. Mandaterliği Fransa’ya verilen Suriye konusundaki ilk itilaf Hatay konusunda olmuş ve 1937’de gene savaşın eşiğine gelinmişti.
Kurtuluş Savaşı’nda Fransa, bölgeye İskenderun-Suriye’ye, Sykes-Picot planı gereği ve Mondros Ateşkes Antlaşması’yla yerleşti ve Ayıntap ile Maraş’a buradan saldırdı. Ancak İskenderun’da da Antep ve Maraş’ta olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştu. 20 Ekim 1921’de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.
Lozan Antlaşması’yla Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, maalesef sınırlarımızın dışında kalmıştır. 1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi . Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun- Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu. Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Þakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir
Atatürk dehasıyla İskenderun Hatay’ın, oradaki soydaşlarımızın yabancı esaretinden kurtarılması kadar, Türkiye için büyük bir stratejik önemi olduğunu o zaman görmüştü.
Fransa ile gerginlik had safhasında iken Atatürk, ölümünden önce hasta halinde sınıra gidip askeri birlikleri teftiş etmiş ve Hatay meselesini radikal olarak halletmekteki kararlılığını göstermişti. Hatay’da soydaşlarımızım esaretten kurtarılması kadar Türkiye’nin öz çıkarları söz konusuydu. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir.
Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay Þükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece Bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.
İlk kriz Suriye’ye sığınan ve Suriye hükümetinin yardım ve desteği ile PKK’yı Þam’dan idare eden Abdullah Öcalan (Apo) konusunda çıktı. Hükümet o zamanki kararlılığıyla Kara Kuvvetleri komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in sınırda güç gösterisi ile Suriye hükümeti Apo’yu sınır dışı etti.
Ve şimdi de uçak krizi!
Tabii bu krizin arkasında; Fırat Dicle suları ve Atatürk Barajı, Suriye’nin PKK’ya yardımları vb.. Potansiyel ihtilaflar var! Keşke “Ne Þam’ın şekeri ne Arabın yüzü” diyebilsek...


KİÞİsel bir anI: Hatay bunalımının had safhasında, 1937 başında 13 yaşımda iken bu konuda “Hatay Türktür/Türk esir olamaz” diye bir şiir bir de nesir yazmıştım. Babam da daktilo ile yazdığım bu satırları “sofraya” götürmüş. Atatürk de o mübarek elleriyle yazılarımı tashih etmiş. 24/1/1937 diye tarih düşürmüş, altına da “Okay D.K.” yazmış. bana Demir derdi. Çerçevelettiğim bu belge, en kıymetli hazinelerimden biri olarak evimin duvarında asılı...

1 juillet 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 13 Oct 2012 11:06    Sujet du message: Répondre en citant

Kimya-fizik

Atatürk’ün, her konuda engin vizyonunu ifade eden ve her zaman geçerli olacak sözlerinin en önemlilerinden biri, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesidir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temelinde safsatalara karşı bu “pozitivizm” vardır. Daha doğrusu vardı diyeceğiz. Þimdi Başbakan Erdoğan, bir yerlerden aldığı talimatla ya da kendisine vahiy nazil olmuş gibi bu temeli de yıkmaya çalışıyor.


***


Türkiye’nin “fiziki yapısını” değiştirmek, ülkeyi bölmek çabaları artarak devam ederken ülkenin “kimyası” da değiştiriliyor.
Seçmek ve seçilmek yani milletvekili olmak yaşının 18 olması önerisi de bir fantezi, teferruat değil. Dört dörtlük veya 444’lük yeni eğitim sistemi ile birlikte, türlü sosyal ve milli savunma sorunlarına yol açacak bir girişim.
Dört dörtlük okullarda çocuklar daha doğru dürüst tuvalet adabını öğrenememişken, daha uçkurlarını zor çözerken, şimdi bu yeni öneriyle “kemale” ermeden milletvekili olabilecekler. Ve de vatan görevinden kaytaracaklar. Ordu-millet ruhuna yeni bir darbe...
Erdoğan’ın bu yeni hamlesinin asıl sebebi malum; gençleri “oy tramvayına” bindirmek!
Ama ne pahasına?


***


Bu konuda yazılacak, söylenecek çok şey var. Erdoğan’ın aslında, hele şu sıra “mesele olmayan” şeyleri “mesele” yapmasının maksadı var!
Þu son yıllarda böyle yapa yapa, Cumhuriyetin temellerini oydu. Milletin kimyasını bozdu. Belki farkında değiliz ama böylelikle Atatürk’ün Cumhuriyetinden temel taşları kopuyor. Bir gün, çok yakında Yeni Anayasa ortaya çıkınca bir de bakacağız ki Atatürk’ün Cumhuriyetinin yerinde yeller esiyor, yerine Erdoğan’ın “tek adam padişahlığı” çöreklenmiş... “Cümleten” uyanmazsak, yarın çok geç olacak...


***

TBMM darbeleri araştırıyor. Asıl “geçmiş askeri” müdahalelerin sebeplerini araştırmak gerek. İleride tarihçiler, siyaset bilimciler bu konuda herhalde politikacılardan ve bir takım yazarlardan çok daha doğru tespitler yapacaklar...

12 eylül 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 20 Oct 2012 23:23    Sujet du message: Répondre en citant

Barışlara son veren barış

Asya’da olanlar ve şu sırada Suriye’ye odaklanan Orta Doğu olaylarını anlamak için David Fromkin adlı Amerikalı tarihçi yazarın iki kitabını okumak gerek.
Asya konusundaki “Asya’da Büyük Oyun” kitabının konusu; başlığında da belirtildiği gibi 19. Yüzyıl’da “Büyük şeytanların-Avrupalı ajanların” sonraları “petrol ve enerji” hatları olacak “İpek Yolu” üzerindeki rekabet entrikalarına dair..
Diğer kitabı “Bütün Barışlara Son Verecek Barış” ise adından belli. Orta Doğu’da Irak ve Suriye’de barış ve güvenin neden hala tesis edilemediğinin tarihi sebeplerini anlatır...


***


Avrupa devletlerinin gözleri; Marko Polo’nun Asya yolculuğunu, özellikle ’İpek Yolu’nun zenginliklerini anlatmasından sonra ve bir de bölgede petrol bulunmasından beri, Asya ve Orta Doğu’da olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun “Hasta Adam” olarak çöküşü kaçınılmaz olunca, “Müthiş Türk” korkusunun yerini “Hasta Adam”ın Orta Doğu’daki topraklarının paylaşım hesapları almaya başladı...
Özellikle İngiltere ve Fransa aralarındaki rekabeti adamları Sykes ve Picot, Orta Doğu’da Osmanlı’dan kalacak toprakları masa üstünde cetvelle çizerek paylaştılar. Kısaca Irak İngilizlere, Suriye de Fransızlara kaldı.
Suriye’nin İskenderun sancağının ve limanının Fransızlara kalması Türkiye ve Fransa arasında ihtilafa yol açtı. Atatürk’ün iradesiyle halkının büyük çoğunluğu Türk olan Hatay’ın 1938’de “Milli Misak” hudutları içerisine alınmasıyla tehlikeli kriz sona erdi. Biraz eşelenirse bugünkü Suriye meselesinin derinliklerin de bu olayın da var olduğu görülür...


***


David Fromkin’in kitabı çağdaş Orta Doğu’nun kuruluşunu anlatır. Bu kitabın ilk baskısı da ünlü “Lewrence” filminin gösterimine rastlamıştı. Her ikisi de İngiltere’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında bağımsız bir Arap devleti kurmak için Lawrence gibi ajanları kullanarak ve Arapları tahrik ederek-altınlarla satın alarak sürdürdüğü entrikalara dairdir.
Parantez arasında Osmanlı ve o sırada iktidardaki İttihat ve Terakki liderleri Enver ve Cemal Paşalar bu projelere karşıdır ki devleti Almanya saflarında savaşa sokmuşlardı...
David Fromkin’in bu kitabı ve özellikle İngiliz Skeys ile Fransız Picot’un Osmanlı’dan sonraki Orta Doğu hudutlarını cetvelle masa üzerinde çizmeleri bugün Irak ve Suriye’de olanlara ışık tutuyor. Büyük devletlerin Orta Doğu projelerinin, ileride Orta Doğu’da barışı sağlamaya yetmeyeceğini, büyük ihtilaflara yol açacağını gösteriyor...

21 ekim 2012
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 02 Nov 2012 0:18    Sujet du message: Répondre en citant

ALTEMUR ABIMIN VEDA YAZISI
30 Ekim 2012



Sonun başlangıcı...

Bir yazar; “Benim için en güç yazılan, en son yazıdır” demiş. Ben de meslek hayatımdaki ve Yeniçağ’daki bu son yazımı gözlerim yaşlı, güçlükle yazıyorum.
Başarılı aktör sahneyi, suflörden uyarı almadan terk edermiş. Ben hâlâ gene de “son” diyemiyorum ama sahneden artık ayrılmak zorundayım. Okuyucularımdan beni bağışlamalarını rica ediyorum...
Atatürk Cumhuriyeti’nin 89. yılını “sözde” kutlarken, ilk muhteşem yıllarından sonra, son 10 yılda Cumhuriyet’in, ordusu ile gençliği ile tasfiye harekatı başarıya ulaşmakta.
“Yıllar yorgun”, ben 89 yaşıma basarken çok yorgunum. Atatürk Cumhuriyeti’nin en parlak, aydınlık yıllarını yaşadıktan sonra bu karanlık yılları yaşamak bana çok ağır geliyor! Biliyorum şimdi ileride Cumhuriyet büyük tehlikelerle karşılaşırsa mücadele etmek, yazmak için çok sebep var. Ama şimdi “pilim” bitmek üzere! Þarj edecek halim ve zamanım yok.
Babama verilmiş sözüm vardı: Kore savaşına giderken verdiği tabancayı, ancak görev bittikten sonra kılıfına sokacaktım. Atatürk ve Cumhuriyet yolundaki mücadelemde de “kalemi”, ancak görev bittikten sonra yerine koyacaktım. Ama babam beni bağışlasın çok yoruldum.
Yazarlığa başladığımdan beri Türkiye’de, dünyada çeşitli gazete ve dergilerde binlerce yazı yazmışım.
Değerlendirmelerimde hatalarım olmuş olabilir, ancak Atatürk milliyetçiliği çizgisinden hiç ayrılmadım. Koliler dolusu yazı biriktirmişim. Eşim, “Bunları ne yapacaksın” diye sordu... “Yakın” dedim “Ne işe yaradılar ki bundan sonra neye yarayacak!” Türkiye Cumhuriyeti gözlerimizin önünde yok ediliyor.
Bugün ülke ve dünya haberlerine bakıyorum... Yazılanları okuyorum... Her şey değiştikçe, aynı kalmış. Hatta beter olmuş. Benim yazdıklarım, söylediklerim, yılların yalan rüzgarları karşısında “ok meydanında buhurdan” gibi kalmış...
Donkişot gibi yel değirmenlerine saldırmışım ve gerçekleşmeyecek rüyalar peşinde koşmuşum. Yorgun düştüm.

***

Korkarım ki bundan sonra ülkede çok vahim gelişmeler yaşanacak. Atatürk’ün Cumhuriyetinin yerine 2. cumhuriyet mi olur? Erdoğan’ın saltanatı mı olur? Bir devletin kurulması hazırlıkları var. Allah bana o günleri göstermesin. Ancak bu felakete engel olacak umut ışıklarını milletimde göremez isem, Namık Kemal’in söylediği gibi mezar taşıma yazılsın: “Vatan mahzun, ben mahzun”!
Ancak bu vedanın ucu açık: Gene de havlu atmıyorum, pes demiyorum; önce ömrüm vefa ederse, gene kılıcımı -kalemimi- kullanacağım. Kuliste replik bekliyorum!
Bana “ülkeyi kurtarmak sana mı kaldı” diyorlar. Doğru bana kalmadı hepimize kaldı, hepimizin görevi... Ama ben vazifemi yaptım... Vicdanım rahat...
Yeni tazminat davaları ve cezalarıyla gazeteye yük olmak ve eşime zarar vermek istemiyorum artık.. Beni bağışlasınlar.
Evet pes etmiyorum... Allah kısmet ederse en son yazımı ülkemizin bu karabasandan kurtuluşunun bayramını teyit etmek için yazacağım.
“Þimdilik elveda” sevgili okuyucularım. Allah’a emanet olun. Asıl, sevgili Türkiye, Allah’ıma emanet ol!

***

Atatürk’e son bir vazifemiz var; bir TV programı için O’nu yakından görmüş, yanında bulunmuş eşimle birlikte 10 Kasım’da Anıtkabir’de mübarek huzurunda bulunacağız... Orada öleceğimizi bilsek de...

_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 31 Mar 2013 12:52    Sujet du message: Répondre en citant

Altemur abimiz, geçirdigi zor, acili günlerden sonra kisa bir süredir sadece pazarlari, eski anilarini naklederek, yeniden yazi yasamina döndü...
Kimi okurlar bilir, bu dönemde, uzun bir hastaliktan kurtulamiyan biricik çocugunu, kizini yitirdi....


En son yazisi, bugün, 31 mart 2013 tarihli "Yeni çag"da.....

Arafat’ın tabancasını belinden alan adam!..

Cağaloğlu yokuşundan Sirkeci’ye inerken köşede ünlü Meserret Kıraathanesi vardı. Bu kıraathane aynı zamanda oteliyle de ünlü idi. (Yakup Cemil ve arkadaşlarının 1913’teki meşhur “Babıali baskını” nı burada planladıkları söylenir...) Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Burası biz gazetecilerin bir araya geldiği, haber alışverişi yaptığı yerdi. Sadece orası mı, elbette değil. Gittiğimiz başka yerler de mevcuttu. Çay simide talim etmediğimiz paralı günlerimizde -genellikle maaş aldığımız zamanlar- eski Tan Matbaasının altındaki Filibeli’de kendimize köfte-piyaz ziyafeti çekerdik. Bir de Sirkeci’de, Cağaloğlu yokuşunun başında, akşamları gittiğimiz Steinbruch (Þtaynbruk) birahanesi vardı!


Son baskı tramvayı


Geceleri gazeteyi baskıya verdikten sonra, son tramvayla Harbiye’deki evime giderdim. O tramvaya “son baskı” tramvayı denirdi ve yolcuları çoğunlukla hep aynı kişiler, gece çalışan gazetecilerdi! Geç kalır da Karaköy köprüsü “açılırsa” yani geçişe kapanırsa, gazeteye döner, Vatan gazetesinin başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın odasındaki koltukta uyumaya çalışırdık. Paramız az, fakat gazetecilik tutkumuz, heyecanımız fazlaydı. Bu güçlüklere seve seve katlanıyorduk.
Yazılarımızı mürettiphaneye verdikten sonra rahatlar, eski konaktan bozma binanın ortasında, soba yanan büyük yazı işleri salonunda sohbete dalardık. Bize çoğunlukla diğer gazetelerden arkadaşlar da katılır ve o akşamki eğlence programımızı planlardık!


Uluslararası tarihe geçti


Allah rahmet eylesin, nüktedan muzip bir arkadaşımız vardı; önce acar muhabir, sonra yazı işleri müdürü ve daha sonra da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Protokol Müdürü olan Sinan Korle. (Sinan, Ahmet Emin Yalman’ın yeğeni oluyordu. 14 Ocak 1996’da New York’ta vefat etti.)Fıkraları ve arkadaşları “işletmesiyle” meşhurdu. Sinan’ın BM’de Filistin lideri Yaser Arafat’a “oynadığı oyun” Birleşmiş Milletler tarihine geçmiştir. Arafat, BM Genel Kurulu’nda konuşma yapacaktır. Bütün protokol ve BM kurallarına aykırı olarak tabancasını belinden çıkarmamakta direnir. Ve kimse de ona mani olamaz. Arafat tam kürsüye çıkarken yanında bulunan Sinan, “Tabancanız çok güzel, ne marka bakabilir miyim?” der. Silahı belinden alır ve Arafat da konuşma sırası geldiği için kürsüye tabancasız çıkmaya mecbur olur. Sinan Korle de uluslararası tarihe “Arafat’ın tabancasını belinden alan adam” diye geçer.


Herkes seni aroor...


Bu da Sinan’la birlikte tezgahladığımız fıkra gibi bir oyun. Bir akşam işimiz bittikten sonra güzel bir filme gitmek istedik. Gazetelerde, filmin oynadığı sinemanın ilanı ve telefon numarası vardı. Yer ayırtmak için ben o numaraya telefon ettim. Meğer ilandaki numara yanlışmış. “Diş hekimi Kevork” diye biri çıktı. Ve muzip Sinan Korle “işletme” harekâtını başlattı; aynı numarayı aradı ve Ermeni şivesiyle; “Makinist Agop oradadır?” diye sordu. Sonra, sırayla hepimiz makinist Agop’u Dr. Kevork’tan sorduk. Dişçi Kevork önceleri kibarca “Yanlış numara, ben Doktor Kevork” diyordu. Ama sonra gittikçe sinirlenmeye başladı. En sonunda, telefonu Sinan aldı ve “Ben Agop, beni ‘arağan’ oldu mu?” deyince Dr. Kevork, “Ulan ‘hent’-budala- nerdesin, herkes seni aroor” diye patladı!
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 07 Avr 2013 19:01    Sujet du message: Répondre en citant

“Aradığını dışarıda değil, kendi içinde ara”

Daha önce de bahsetmiştim. Ana tarafımdan Mevlevi’yim... O yüzden bu hafta size Hazreti Mevlana’nın oğlu Bahaeddin Veled’e öğütlerini aktarmak istiyorum. Bu öğüt bütün insanlık için geçerli. Fakat anne tarafımın kısaca nereden geldiklerini belirteyim: Buhara Emiri’nin çocukları Özbekistan’dan Hulagu’nun şerrinden kaçıp önce Kütahya’ya gelmişler, Halveti Dergahı’na sığınmışlar. Sonra Mevleviliği seçip Üsküdar’daki Özbek Tekkesi’ne gelmişler ve daha sonra da Yenikapı Mevlevihanesi’ni açmışlar. Anam orada büyümüş ve Mevleviliği özümsemiş bir hoşgörü ve tevazu timsali idi. Mevleviler, Halvetiler ve Bektaşiler gibi ellerine bellerine ve dillerine bağlı insanlardır... Mevleviler siyasete hiç karışmamışlar fakat hep devleti, Kurtuluş Savaşı’nı ve Mustafa Kemal’i desteklemişlerdir.


***


Hz. Mevlana’nın ilk onsekiz beytini kendisinin bizzat yazdığı daha sonra da onun söyleyip talebesi Çelebi Hüsameddin’in kaleme aldığı ünlü Mesnevi’den başka Divan-ı Kebir, Fih-i Ma Fih, Mecalis-i Seb’a ve Mektubat adlı eserleri vardır. O devirde Selçuklu devletinin resmi dili ve edebiyat dili Farsça, ticari dili Arapça olduğu için Hz. Mevlana eserlerini Farsça yazmıştır. Bilindiği gibi halk Türkçe konuşmaktadır. Günümüzde Hz. Mevlana’nın eserlerinin hepsi Türkçeye çevrilmiştir.
Hz. Mevlana, 17 Aralık 1273 günü ansızın hastalanır, Allah’a ve sevgili peygamberine kavuşur. Ayrılığın sona erdiği bu geceye Mevleviler (Þeb-i Arus) düğün gecesi derler. Çok kalabalık olan cenazesine her dinden insan kendi dualarını okuyarak katılmıştır.
Bugün sizlere Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin manevi ve dünyevi görüşlerine örnek olacağına inandığım oğlu Bahaeddin Veled’e öğütlerini aktarmak istiyorum.


***


“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,
Herkesle dost ol hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma,
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de
fazla olma!
Melhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana kötülük gelmesini
istemiyorsan,
Kötü söyleyici, kötü öğretici, kötü düşünceli
olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan,
daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu dert cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit,
Gönül bahçen çiçek açar, gül
ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanını andığın vakit,
Gönül bahçen, dikenler ve yılanlarla dolar;
Canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
İçlerindeki güzelliği dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup
tutuldu,
Hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti
ve müridi oldular.”


***


Hazreti Mevlâna’nın, günümüzün arayış içinde olan insanına söylediği şu öğüt sözleriyle yazımı son noktayı koyuyorum...
“Bir can var canında o canı ara,
Beden dağındaki gizli mücevheri ara,
Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara,
Aradığını dışarıda değil, kendi içinde ara.”


7 nisan 2013
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... , 18, 19, 20  Suivante
Page 19 sur 20

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.