451 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 451
Membre(s) : 0
Total :451

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 1 jour, 07h20:53
murat_erpuyan : 1 jour, 07h23:17
SelimIII : 1 jour, 20h47:49
Salih_Bozok : 4 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Turkiye'de kadin olmak
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Turkiye'de kadin olmak
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 10, 11, 12 ... 17, 18, 19  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 31 Juil 2015 14:25    Sujet du message: Répondre en citant

Arinç, açmis yine agzini...

Citation:


Yılmaz Özdil
E-mail: yozdil@sozcu.com.tr

31 Temmuz 2015


Bir kadın olarak sus!

Kadın, bilmeyene nefs, bilene nefes’tir, Þems-i Tebrizi.
Tanrı, erkekleri evcilleştirmek için kadınları yarattı, Voltaire.
Kadını, şarabı, şiiri, müziği sevmeyen, ömrü boyunca ahmak kalır, Goethe.
Uygarlık için ölçü, kadınların toplum üzerindeki etkisidir, Emerson.
Benim en parlak başarım, eşimi benimle evlenmeye ikna etmiş olmamdır, Winston Churchill.
Bir zamanlar erkeğin üstün olduğuna inanıyordum, evlendim, karım bu inancımı tamamen yıktı, Jack Lemmon.
Kadınlar, hayatta yapmaları gereken şeyleri, kendilerinin yarısı kadar bile iyi olmayan bir erkeğin yaptığından iki kat iyi yapmak zorundadır, neyse ki bunu yapmak çok zor değil, Charlotte Whitton.
Bir kadın olmadan yaşanmayacağı doğru değildir, bir kadın olmadan yaşanmış olunmaz sadece, Karl Kraus.
Güçlü erkekler, kadınlarının desteği ile başarılı olurlar, güçlü kadınlar ise, kocalarına rağmen başarılıdır, Lynda Lee-Potter.
Eğer ki kadınlar olmasaydı, dünyadaki paranın hiçbir değeri kalmazdı, Aristotle Onassis.
Adem, eline geçen ilk fırsatta suçu Havva’ya attı, Nancy Astor.
Güya kadınların siyasal güçleri yoktur, halbuki, akıllı kadınlar aptal kocalarını hiç güçlük çekmeden parlamentoya sokar, hatta bakan koltuklarına oturturlar, Bernard Shaw.
Kadının tahmin ettiği şey, erkeğin emin olduğu şeyden daha doğrudur, Rudyard Kipling.
Kadınlarla ilgili yapılabilecek üç şey vardır; onu sevebilir, onun için acı çekebilir, ya da, onu edebiyata çevirebilirsin, Henry Miller.
Zeki olup da, aptal görünmek kadar iyi bir şey yoktur, Agatha Christie.
Kadından meleklik bekliyorsan, ona cennetini sunacaksın, Can Yücel.
Kadınsız erkek, horozsuz tabanca gibidir, erkeği ateşleyen kadındır, Victor Hugo.
Bir kadına inanmak, ona tapmak, onu hayatın başlangıç noktası, ışığı bellemek… Bu, yeniden doğmak değil de, nedir? Honore de Balzac.
Hıçkırarak ağlayan bir kadının gözyaşları, ağlatan adamın başına geleceklerinin altına atılacak imzadır, Charles Bukowski.
Bütün dehamı, bütün eserlerimi, akşam yemeğine geç ya da erken gelmemle candan ilgilenen bir kadın uğruna feda etmeye hazırım, Turganyev.
Bir kadın söyleyeceği çok şey olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir, Pablo Neruda.
Kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele, her zaman yepyenidir, Tolstoy.
Gökyüzünün yarısını kadınlar taşır, Çin atasözü.
Kadın, bir erkeğin kendisini sevmediğini, ondan daha önce farkeder, Rus atasözü.
Cahildirler kadından üstün olduğunu sananlar, Mevlana.

*

Kadınlarını geri bırakan toplumlar, geride kalmaya mahkumdur, Mustafa Kemal Atatürk.

*

Bir kadın şikayet ediyorsa, erkeklerin deyimiyle vıdı vıdı ediyorsa, erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hâlâ ümidi vardır kadının, yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur, daha önemlisi, hâlâ seviyordur. Kadın susarak gider… Erkeklerin hiç anlayamadığı durum, işte bu kadar basittir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış, aslında bedeni orada durarak, çıkıp gitmiştir, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Adam anlamaz ama, kadın sessizce gider. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü, kadın susarak gider, Cemal Süreya.

*

Bir kadın olarak sus, Bülent Arınç.

*

Bir kadın olarak, oğullarınızı takunya kafalı olarak büyütmeyin, Yılmaz Özdil.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 04 Aoû 2015 2:15    Sujet du message: Répondre en citant

Adamin yetisme tarzi bu... N'apsin, kadina baska gozle bakip algilayamiyor...
Bu yastan sonra duzelmez zaten...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 04 Aoû 2015 2:19    Sujet du message: Répondre en citant

Bana bu sabah geldi. Etrafimda Turkiye’den gelip koca bulup donmeyen onca kiz olunca paylasmak istedim.

Citation:


GİTMEK !
TÜRKİYE’DEN S*KTİR OLUP GİTMEK ..
BUNU İSTEYEN İNSANLARDAN BİRİ DE BENİM.

Türkiye’den s*ktir olup gitmek ..

Başlamadan önce söylemek istiyorum, Türkiye’nin hemen her şehrini dolaştım, her bölgesinde yaşadım, her yöresinden insan tanıdım ve Türkiye’ye dair çok şeyi biliyorum. Sadece Istanbul Türkiye’sinden bahsetmiyorum. O bir masal bence.

Eğer hiç yurt dışına çıkmamışsanız çok da koymaz Türkiye’de yaşamak, çünkü bildiğiniz tek gerçeklik Türkiye’dir. Diğer ülkeler ve oradaki hayatlar sadece televizyonda gösterilen ya da birilerinden duyulan ve bir çok insan için gerçekçiliği film kadar olan bir durumu teşkil eder. Ve bu durumun iyi ya da kötü olduğunu anlamanız için kıyas yapabilmeniz gerekir.

Türkiye nasıl? Diğer ülkelerde yaşayan insanlar nasıl?
İçinde yaşadığınız süre boyunca bir çok olayı yadırgamaz ya da yargılamazsınız ve bu nedenle alışırsınız.

Sürekli elma verdiğiniz tavşanınızın armut isteyememesi ve elma ile yaşamaya, cır cır da olsa devam etmesi ve elmasını beklemesi gibi.
Mesela yaya geçidinin sadece dekor amaçlı olduğuna emin olmuşsunuzdur. Ehliyet almak için girdiğiniz trafik sınavında ya da yazılı bir sürü kuralın aksine dekordur işte yaya geçidi. Sonra bir gün size yeşil yaya ışığı yanarken araba çarpar. Hastanede gözünüzü açıp, hayatınızın hakkını aramaya çalıştığınızda, polisin olay için tutanak bile tutmadığını öğrenirsiniz. Ve size utanmadan “orada haftada 5 kaza oluyor, hangisinin tutanağını tutayım” diye cevap verir. Polis ki görevi halkı, yasayı, ülkeyi yani bu durumda beni de korumak olan kişi.

Bu olaydan sonra sadece yaya geçidinin değil, yaya ışığının ve polisin de dekor olduğunu fark edersiniz, günleriniz böyle devam eder.

Bir gün Erasmus sayesinde ilk kez yurt dışına çıkar, Slovenya gibi Avrupa’nın çok da parlak olmayan, minicik, küçücük, çoğu kişinin yerini bile bilmediği bir ülkeye gidersiniz.

Dışarı çıkmış arkadaşlarınızla buluşacaksınızdır, yolun karşısına geçip biraz yürümeniz gerekir yurttan çıkınca. Tam karşıya geçilecekken karşıdan bir arabanın hızla geldiğini fark edersiniz, ve trafik kazası sonucu oluşan korkunuzla yolun başında beklemeye başlarsınız. araç sizin geçeceğiniz yola bir iki metre kala durur, siz durursunuz, araç durur. “niye geçmiyo *mina koduğumun” diye düşünürken sürücüye bakarsınız ve onun da aynı bakışlarla size baktığını görürsünüz.

O an yaya bir insan olarak arabalı bir insandan daha değerli olduğunuzu anlarsınız. Dahası ‘gerçekten varmış ya lan trafik kuralları‘ dersiniz. ‘Oha‘ dersiniz. Sonra böyle artist artist yavaşça geçersiniz, şoföre minnettar bakarak tabi bir yandan, çünkü Türkiye’de büyüyen biri için şoför yaya geçidinde yol veriyorsa bu minnet duyulması gereken bir davranışı teşkil eder.

Sonra ilk kez kadın olarak istediğiniz şeyleri rahatça giyebilmenizin keyfini yaşarsınız, mini etek giyersiniz kimse bakmaz, gece tek başınıza ve biraz sarhoş bardan dönmeye kalkarsınız ve kaybolduğunuzda insanlar size gerçekten sadece yol tarif eder. ‘İyi geceler‘ diler tabi bir de.
Ders aldığınız öğretmenler size kendi ülkenizdeki öğretmenleriniz gibi işkence etmezler, proje kağıtlarınızı yırtmaz ve size hakaret etmezler. Sizi mesleğiniz için yetiştirmeye çalışırlar, aynı zamanda iyi bir insan olmanız için. yaptığınız projeyi beğenmediğinizde sizi cesaretlendirirler, iyi bir meslekdaş olacağınızı söylerler, bunu yaparken size projenizdeki olumlu yönleri gösterir, bunun boş olduğunu değil, sizin dolu olduğunuzu anlatırlar. Ve hatanın tümünün sizde olmadığını anlarsınız. Ve bunu ne yazık ki ilk kez anlarsınız.

Size öğretmenlerinizin çiğnemiş olduğu özgüveninizi geri verirler, çok şey eksildiğini görüp gene de mutlu olursunuz.

İlk kez gerçek özgürlüğü yakalarsınız. Hem de yurdunuz bile olmayan bambaşka, size yabancı bir ülkede. Bu nedenle o ülke “kendinizi evinizde hissettiğiniz son yer” olarak kalır yüreğinizde.

Sonra aylar geçer, mevsimler geçer yaz gelir ve ülkenize dönersiniz.
Türkiye’de gerçekten de çok güzel denizler, dağlar, ormanlar ve belki içlerine inilse çok da iyi olabilecek insanlar var, ama ben Türkiye’ye döndüğüm için üzülmüştüm.

Okulunuza devam edersiniz, bir şeyin değişmediğini görüp, insanların egolarından sıyrılıp okulu bitirmeye odaklanırsınız. Sonra şartlarınızı daha iyileştirmek için yüksek lisans yaparsınız.

İlk işe başladığınızda size önerdikleri maaş tek başınıza sizin bir eve çıkıp geçinmenize olanak sağlamadığı gibi iki arkadaşınızla s*kindirik bir eve çıktığınızda dahi karnınızı doyurmakta zorlanacağınız bir para olur.
Gene de bir yerden başlamak lazımdır ve işe başlarsınız. Konuşulan mesai saatlerinin dışında da çalışırsınız ek ücret almadan, patronun azarlarını da dinlersiniz, zam almanız gereken zamanda bunu söylediğinizde atılma raddesine de gelirsiniz. Bir yerde tak eder yeni bir işe başlarsınız, şartlarınız biraz daha iyidir, artık 3 kişilik çalışan evinizde istediğiniz tüm zamanlar olmasa da arada dışarıda para harcamaya da başlarsınız. Aradan uzun yıllar geçmiştir, eviniz dediğiniz yeri özlersiniz ama artık o da bir hatıradan başka bir işe yaramaz.

Sonra bir gün mühendislik denklik sınavı gibi bir şey duyarsınız. Biraz araştırırsınız ve teknik öğretmenlere bir sınavla mühendislik yetkisi verileceğini öğrenirsiniz. Sınavın soruları yayınlanır, bakarsınız, LGS sınavlarından biraz hallice. Sonra düşünürsünüz ‘ben neredeyim‘ diye, ‘ne yaptım‘ ve ‘neden yaptım‘ diye.

Küçüklüğünüzden beri en başarılı öğrenci olmaya çalışıp, bir çok sınavı atlatıp, dersanelere gidip, hayatınızı okullaştırdınız, ‘peki ne için? daha iyi bir gelecek, daha iyi bir iş, daha çok para‘; bu sayede hayatınızı harcadığınız yılların karşılığının değerini düşünürsünüz…

ÖSS günlerinden bahsetmiyorum bile, kullandığım antidepresanlardan, uykusuz gecelerimden, hayatsız yaşanmışlığımdan bahsetmiyorum bile….
Sonra sorarsınız ‘neden bunlar oluyor, nerede yanlış yaptım…’

‘Yanlış olan, bu ülkede doğmak sanırım, ve bu benim seçimim bile değil’ diye düşünürsünüz.

İşsizlik maaşıyla dünyayı gezmeye çıkan İsveçli gençler ile tanıştığınızda, Taksime bile zor çıktığınız akliniza gelir.

Güzel ülkemin en güzel yerleri zaten o yabancılar için tutulmuş, en iyi koylar onlara satılmış, en karlı yatırımları onlar yönetiyor, en iyi araziler onların, en iyi lokantalarda onlar yemek yiyor, isimleri türkçe bile olmayan tatilköylerinde tatil yapıyorlar. Ben hiç gidemedim o tatil köylerine, çünkü 4 günlük ücretleri benim bütün maaşıma denk.
Bunlar olup biterken gezi parkı olayları başlar, ülkemin polisleri, ülkemin güzel insanlarına insanlık haklarına aykırı bir sürü şey yapar, ülkem polisleri kahraman ilan eder, karşıt her görüşe basın yasağı koyar.
O an böyle büyük bir olayı bile saklayan ülkenin sizden daha neler saklamış olabileceğini düşünürsünüz.

İnanır mısınız, ben düşündüm ve yok oldum.

Brezilyada ise benzer propogandalarda polisler direnişçilerle samba yapar. Taylandda benzer propogandalarda polis yetkisini bırakır.
Ama benim dağları, denizleri, ovaları ve içlerine belki biraz çokça inilse iyilik olan insanlarla dolu ülkemde polis günlerce nedensiz yere şiddet uygular.

Ekmek almaya giden çocuğu öldürdü Türkiye. Ailesine basın yasağı koydu konuşamasınlar diye.

İşte o an hatıralarınız geri teper, insan olduğunuz günleri anımsarsınız, ve umarım da o geri tepiş size bir şeyleri değiştirme gücünü katar.
Ben artık bunu söyleyebilirim ki, bu ülke benim ülkem değil.

Hayatımın sonuna kadar yersiz yurtsuz olurum belki, ama insan kalırım.

Yorgo Der ki; Gitmek evet bu ülkeden alıp başını gitmek. Bir çoğunun milliyetçilik damarının kabarıp, nereye yea bu ülkeyi bunlara mı bırakıp gideceğiz diyecek, şimdiden duyuyorum. Ama düşününce bu zihniyet gitse bile, bunların arkalarında bırakacakları pislikler en az 50 yıl temizlenmeyecek.

Bırakın bizim neslimizi, çocuklarımızın çocukları biraz olsun rahat edebilir mi ondan bile şüpheliyim. İşin kötüsü bunlar gitse bile şu an bu ülkede bunların ardından gelecek ve bu ülkeyi biraz olsun medeni bi hale getirmeyi başarabilecek kimse yok. Var diyen varsa avucunu yalasın. 15 yıldır bu ülkede yaşananları Hollywood’a anlatıp böyle bi film çekmek istiyoruz deseniz, s*iktir git lan biz bile bu kadarını hayal etmiyoruz derler. O yüzden yazının içeriğini anlayan anladı.

Gitmek bir çözüm mü?

Kişisel olarak belki evet. Kalsam ne yapacağım zaten sonuç belli diyenler de çok ki ne yazık ki artık ben de öyle düşünmeye başladım aksini kimse boşuna iddia etmesin. Ha şunu da söyleyeyim, o milliyetçilik damarı kabarıp da; Nereye yeaa diyen abi ablaların çoğu da yaşadığı yerden asla dışarıya çıkmamış, yurt dışında insanların en azından nasıl insanca yaşayabildiği hakkında zerre kadar fikri olmayan abi ve ablalar olacağını da çok iyi biliyorum. Çok meraklıysan Yunanistan’a neden gitmiyorsun diyecek olanlar da elbette çıkacak ama onlara daha şimdiden söyleyeyim, ben burada doğdum burada büyüdüm, benim anavatanım önce Türkiye, sonra da Yunanistan’dır şekerim bilesin.

Hade öptüm.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
duygu
Admin
Admin


Inscrit le: 23 Sep 2008
Messages: 6519

MessagePosté le: 13 Aoû 2015 0:04    Sujet du message: Répondre en citant

Dusuduren tablo basliginda paylastigim metni konusu nedeniyle bu dosyaya da ilistirmek gerekir diye dusundum.

duygu a écrit:


Citation:


Marilyne & Rabia


Marilyn Monroe, ölümünün üzerinden geçen yarım yüzyıla rağmen hâlâ bir efsane.

Gayri meşru olarak dünyaya gelen ve annesini tımarhanede yitiren Marilyn’nin, mutsuz bir çocukluk geçirdiği ve bakımevlerinde istenmeyen bir eşya gibi görülme duygusuyla yaşadıkça didiştiği bilinir.
Rabia’yı ise, Diyarbakır’da bir aşiret reisi olan Hacı Hüseyin’in kızı olmasına rağmen, aile çevresi dışında kimseler tanımaz.

Rabia, Marilyn’e kıyasla, ailesiyle birlikte mutlu bir çocukluk geçirmiş, beş kardeşin en güzeli ve en küçüğü olarak bir dediği iki edilmemiştir.
Bu iki kadının Hollywood kökenlisi, gençlik yıllarından itibaren ünün doruğuna çıkmış, baş döndürücü bir popülerlik ve servet edinmiş, dilediği erkekle birlikte olup fırtınalı aşklar yaşamıştır.

Rabia ise, ergenlik dönemine geldiğinde taliplerinden Sefer’e, o yılların törelerine uygun biçimde -başlıkla- gelin edilmiştir.

Marilyn, üç kez evlenip onlarca erkekle flört ederken, Rabia ise eşi Sefer’e varlığını armağan edip, o günden itibaren yazgısına itaatle boyun eğmiştir.

Daha sonra Rabia’nın kocası Sefer, bir ömrün yoksullukla geçmeyeceğine karar verip, birkaç yıl içinde Almanya’ dan zengin bir adam olarak döneceğine Rabia’yı ikna etmiş ve Almanya’da otomotiv sektöründe işçi olarak çalışmaya başladığında, Rabia ise kaynanası ve iki çocuğuyla acı dolu günleri, yılları saymaya koyulmuştur.

Marilyn, geniş salonlarda onlarca erkeğin iltifatlarıyla şuh kahkahalar atarken, Rabia ise şirret bir kaynananın bekçiliğinde her gün ağlamayı yazgı bilmiştir.

Rabia, evinin perdelerini açamaz, dış kapısının önünü bile -bir başka erkeğe bakmasın diye- süpüremez olmuştur. Kaynanası ve kayınları, Rabia, Sefer’i “namusuyla” (!) beklesin diye onu birkaç günde bir tokatlamayı da huy edinmişlerdir.

Bütün gazeteler Marilyn’in bir “narsisist” olduğunu yazarken, Rabia’nın ise hiç seçmeden, hiç istemeden Diyarbakır’ın varoşlarında bir “mazoşist” olabildiğini kimseler bilmemiştir…

Üç yıl sonra Almanya’dan döneceğine söz vererek giden sefer, her yıl sadece on beş ila yirmi gün tatile gelebilmiş ve Rabia’nın bütün sitemlerine rağmen “iki daire ve bir ekmek fırını parası biriktirmeden Diyarbakır’a dönemeyeceğini,” söyleyerek ona sadece “sabır” dilemiştir…
Marilyn, fırtınalı yaşamından dolayı psikolojik tedavi görmeye başlarken, Rabia ise bir kaynana ve iki çocuğu ile dört duvar arasında silik ve dingin, bunaltıcı yıllar geçirmekten giderek psikolojik bir vaka haline gelmiştir.
Onu tedavi eden de olmamış, aradan upuzun on yıl geçmiş ve Sefer, iki daire, bir de ekmek fırını parası biriktirip nihayet- Almanya’dan dönmüştür.

Kaynanası ve kayınbiraderleri görevlerini yapıp (!) tam on yıl boyunca Rabia’nın yanına bir erkek sineği bile yaklaştırmayarak, onun bedenini Sefer adına bir yetkiyle korumuşlardır. Bedenini korumuşlardır ama, Rabia’nın ruhsal durumu yıllarca yaşadığı intihar boğuntularıyla artık paramparçadır…

Marilyn, çevresinde şöhreti ve parası için dolaşan yüzlerce insandan hangisinin gerçek dost, hangisinin sevgili olduğunu kalabalığın kuşatmasında anlayamadığı için tedavi görürken, Rabia ise on yıl süren upuzun bir yalnızlıkta sadece Sefer’in adını sayıklamaktan bir şizofrendir artık…

Marilyn, Saint Exupery, Dostoyevski, Miller okurken ve Miller’le flört ederken, ilkokul çıkışlı Rabia ise Sefer’i beklediği günlerdeki yalnızlıkta çocuklarının hikâye kitaplarını okumuş, radyo programları, haberlerden vb yerlerden Napolyon’un, Gorbaçov’un kim olduklarını öğrenmiştir.
Diyarbakır’a yıllar sonra dönen Sefer, artık Rabia’yı tanıyamamaktadır; çünkü Rabia, her sabah Napolyon Bonapart’ın selamını Gorbaçov’a ulaştırmak üzere evden çıkmakta ve Sefer’in Almanya’dan getirdiği fötr şapkayı giyip, dudaklarının kıyısına bir sigara iliştirip düşsel olarak kurguladığı ordulara kendince komutlar vermektedir.
Belki de kendini hep arzuladığı bir özgürlüğün kollarına böyle bırakmaktadır; artık şuursuzdur…

Rabia’yı bir süre gözleyen Sefer, anasına, artık Rabia’nın kendisine kadınlık yapamaya cağını, bu yüzden yeni bir evlilik için genç ve güzel bir kadın bulmasını söyler. Başlık parası fazlasıyla ödenir ve kırk beş yaşındaki Sefer’e on yedi yaşlarında bir kız bulunur civar köylerden; incecik, gencecik bir kız.

Rabia, artık otuz yedi yaşına gelmiş ve yıllarca evde oturmaktan hayli kilo almış bir delidir (!) Sefer, küçük bir oda tutar Rabia ve çocuklarına; kendisi de genç eşiyle yeni aldığı daireye çekilir. Rabia’yı bağlamak da bir çözüm getirmez ve kaldığı evin duvarları dışında ne varsa her şeyi paramparça ederek dışarı, sokaklara kaçar durur…

Rabia, artık Diyarbakır’ın muhtelif semtlerinde kâh Napolyon’un askerlerine komutlar verirken, kâh yollarda, kaldırımlarda oturup bir başına ağlarken görülmektedir. Artık kocası Sefer’in hiçbir işine yaramayan Rabia’nın onuru ve delirmiş yalnızlığı ne kaynanasının ne kayınbiraderlerin umurunda değildir…

Rabia, bir akşam Diyarbakır’ın Dağkapı semtinde SSK hastanesi bitişiğindeki askeri karargâh civarında yürürken, nasılsa kırmızı şapkalı kızın büyükanne kılığına giren kurt tarafından yenmek üzere olduğunu düşler. Kırmızı şapkalı kızın kulübesi ise, askeri karargâhın içindeki karanlık alandadır.

Rabia, arkasında yürüdüklerine inandığı Napolyon’un askerlerine komut verir ve kırmızı şapkalı kızı kurtarmak üzere tel örgülerle çevrili yasak alana girer…

Nöbetçi askere, karargâha parolasız girmeye kalkan olursa ona vurması emredilmiştir. Asker uyarır, bağırır, ama kırmızı şapkalı kızı kurtarmaya giden Rabia, o an hiçbir şey duymaz…

Nöbetçi askerin önce bir, ardından ik kurşun Rabia’nın bedenine isabet eder. Rabia, vurulup yere düşerken bile hâlâ Napolyon’un askerlerine komutlar vermektedir.

Namlusundan dumanlar çıkan nöbetçi er, onun mırıldandıklarından hiçbir şey anlamaz.Askerin onun hakkında bildiği tek şey “dur” ihtarına uymadığıdır…

Nöbetçi er, siyasal gerilimin alabildiğine boyutlandığı o günlerde olağanüstü hal bölgesi kapsamındaki Diyarbakır’daki kışla nöbetinde, aklınca kendisine verilen “emre itaat” etmiştir(!)

Rabia, sonraki gün sahipsizler mezarlığına gömülür ve o yıl bazı insan hakları dernek ve kurumlarının yıllıklarının Güneydoğu’daki “yargısız infaz”lar listesinde adı geçer. Oysa ki ölümü değil, asıl Rabia’nın yaşamı bir yargısız infazdır…

Bu iki efsane kadın, benim kalbimde yıllar yılı ev sahibi gibi oturup kalmışlardır ve daha kalmaktalardır. Çünkü Marilyn, biricik platonik aşkım, Rabia ise öz teyzemdi benim…

Sevgili Marilyn, Cemal Süreya’nın dediği gibi, “şimdi cennette Nietzsche’nin metresi olmalıdır”; anamın kara gözlü bacısı Rabia ise, belki cennette bile hâlâ Sefer’i sayıklamaktadır…

Yılmaz Odabaşı – Sevginin Herkesten Þikâyeti Var adlı kitabından



-as-
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 13 Aoû 2015 16:06    Sujet du message: Répondre en citant

paylasim için tesekkurler Duygu Hanim...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
duygu
Admin
Admin


Inscrit le: 23 Sep 2008
Messages: 6519

MessagePosté le: 31 Aoû 2015 23:08    Sujet du message: Répondre en citant

Bakin bir hukumet kuruldu, onca adamin içinde sadece ve sadece bir kadin var, o da tesetturlu ama unvanli : prof dr

Ama prof dr olmus birinin bunlari nasil soyleyebilecegini anlamak benim kabiliyetimi asiyor :

Citation:


* Eğer bir müslüman kadın börek yapmasını bilmiyorsa o aile dağılmaya mahkumdur.


* Kaçırdım: Başbakanın konuştuğu salılarda doping almış gibi oluyorum, içimde bir güç doğuyor ki, koşasım ve peşindeyim diyesim geliyor.

* Batı istiyor diye, ne olduğu belli olmayan servis edilmiş IÞİD görüntülerinin hırsına kimse kapılmamalıdır.

* Oysa kısasta hayat vardır. Mazlumun yanında olmaktır, kararı da maktülün yakınları verir, devlet değil… Kısas insanlık hakkıdır.

* Allah yönümüzü kıble, davamızı mübarek eylesin.

* İnsan soruyor eğitim ne işe yarar eğer benim dini yaşamımı kolaylaştırmayacak ise?



Ve bu kadin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşen Gürcan.

Fazla soze gerek yok...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Sep 2015 1:51    Sujet du message: Répondre en citant

Duygu Hanim, siz borek yapmasini bilirsiniz umarim...

Artik borek deyince baska seyler algilamaya basladik. Mesela





buyurmuslar...


v
v
v

Eh bu hanim kurtuldu diyebilir miyiz?






ihh !!!!!


Bunun uzerine degerli kardesim Uygar hanim bir hikaye baslatmis. Burada da paylasayim.

Citation:


Borek acan unlu ellerini mutfaga giren cubuk pijamali kocasinin ciplak gobegi uzerinde gezdirmeye basladi...

- Aciktin mi efendi
dedi yere bakan ancak duyulan sesiyle, gulmemeye calisarak.
Zira gulen kadin hafif kadin. Oysa o 14 yasinda okuldan ayrilip evlenmis uc cocuk sahibi bir hanfendi.
Eri ona bos gozlerle bakti. Aksami namazdan sonra arkadaslariyla rus kizlarda gecirmisti. Birazdan mac baslayacakti.

- Pistiyse ver televizyonun onunde yerim dedi.

Kadin balkona camasir asmaya gitti...

Devami haftaya





devami gelince paylasmaya devam ederim...
Smile
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
bendeniz
Expert
Expert


Inscrit le: 17 Nov 2014
Messages: 225

MessagePosté le: 12 Sep 2015 13:43    Sujet du message: Répondre en citant

bu hanim da olabilir !



Question
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 28 Sep 2015 0:34    Sujet du message: Répondre en citant

Buraya bir-iki de guzel sey girsin bari

Süslü Kadınlar Bisiklet Turu-Tour de vélo des femmes élégantes



http://bit.ly/1LIkUNh



.


Dernière édition par murat_erpuyan le 21 Jan 2017 2:04; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 09 Mar 2016 13:03    Sujet du message: Répondre en citant

http://www.gazetevatan.com/cilem-dogan-olduyse-hepsi-benim-sucum-mu--922804-gundem/

Çilem Doğan; Öldüyse hepsi benim suçum mu?

Adana’da eski eşi 33 yaşındaki Hasan Karabulut’u öldüren 28 yaşındaki Çilem Doğan\'ın mahkemedeki savunması ortaya çıktı.Çilem Doğan\'ın anlattıkları ise kan donduran cinsten.
-----

Olay şöyle oldu Hakim Bey ben anlatayım en baştan;
İnsan çocukken, anasında babasında ne yoksa onu arıyor demek ki.

14-15 yaş da çocuk yaşı bence. Annem sürekli bir evi çekip çevirme telaşında, baba desen ne iş bulsa onun peşinde, kolay değil evde kaç nüfus onun eline bakıyor.

Yani evde a’federsin aşk yok Hakim Bey.
Zaten daha yeni genç olmuşum, kalbim her daim ağzımda, televizyonda izliyorum dizileri, nasıl da tutkulu aşklar, kıskançlıklar, vazgeçememeler. Çocukmuşum daha ama kazınmış aklıma, “ben aşık olup evleneceğim” dedim.

İstedim ki uyurken yüzüne keyifle bakayım, bir bulgur bile pişse evde soframı özenerek kurayım.
Ben bunun a’federsin yeşil gözüne kandım Hakim Bey.

Yeşil böyle çayır çimen ormandır ya hani; ruhum kanatlanıp uçacak sandım.
Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım. Çocuk da değildim artık ya işte insanın gönlü kaymayıversin.
Kabul ediyorum. Buraya kadar benim suçum.

O çok ağladığım film gerçekmiş; sevgi emekmiş, bilemedim. Cahilliğime verin.
Ama yeminle gerisinin günahı bende değildir.

\'29. GÜNDE DAYAK ATMAYA BAÞLADI\'

28 gün sürdü o yeşil gözlerin derinliği, 29. gün yediğim yumrukla al oldu elmacık kemiklerim, sonrasında öğrendiğim; morluklar iyileşirken yeşile dönüyor insan derisinin rengi. O’dur yani.
Bitmedi Hakim Bey.


Gazetevatan.com » Gündem » Çilem Doğan; Öldüyse hepsi benim suçum mu?
Çilem Doğan; Öldüyse hepsi benim suçum mu?
09 Mart 2016 Çarşamba - 11:15 | Son Güncelleme : 09 03 2016 - 11:48

Yorum Yaz0
Çilem Doğan; Öldüyse hepsi benim suçum mu?
Türkiye onu kocasını öldüren kadın olarak tanıdı. Çilem Doğan, eşinden gördüğü şiddete dayanamayıp kocasını öldürdü ve başından geçenleri tek tek anlattı.

Adana’da eski eşi 33 yaşındaki Hasan Karabulut’u öldüren 28 yaşındaki Çilem Doğan\'ın mahkemedeki savunması ortaya çıktı.Çilem Doğan\'ın anlattıkları ise kan donduran cinsten.

İşte Evrensel Gazetesi\'nde yer alan o haber:
Olay şöyle oldu Hakim Bey ben anlatayım en baştan;
İnsan çocukken, anasında babasında ne yoksa onu arıyor demek ki.

14-15 yaş da çocuk yaşı bence. Annem sürekli bir evi çekip çevirme telaşında, baba desen ne iş bulsa onun peşinde, kolay değil evde kaç nüfus onun eline bakıyor.

Yani evde a’federsin aşk yok Hakim Bey.
Zaten daha yeni genç olmuşum, kalbim her daim ağzımda, televizyonda izliyorum dizileri, nasıl da tutkulu aşklar, kıskançlıklar, vazgeçememeler. Çocukmuşum daha ama kazınmış aklıma, “ben aşık olup evleneceğim” dedim.

İstedim ki uyurken yüzüne keyifle bakayım, bir bulgur bile pişse evde soframı özenerek kurayım.
Ben bunun a’federsin yeşil gözüne kandım Hakim Bey.

Yeşil böyle çayır çimen ormandır ya hani; ruhum kanatlanıp uçacak sandım.
Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım. Çocuk da değildim artık ya işte insanın gönlü kaymayıversin.
Kabul ediyorum. Buraya kadar benim suçum.

O çok ağladığım film gerçekmiş; sevgi emekmiş, bilemedim. Cahilliğime verin.
Ama yeminle gerisinin günahı bende değildir.

\'29. GÜNDE DAYAK ATMAYA BAÞLADI\'

28 gün sürdü o yeşil gözlerin derinliği, 29. gün yediğim yumrukla al oldu elmacık kemiklerim, sonrasında öğrendiğim; morluklar iyileşirken yeşile dönüyor insan derisinin rengi. O’dur yani.
Bitmedi Hakim Bey.

Bir yumrukla bitmedi.

Ne iş yaptığını bilemiyordum, dükkanı vardı esnaf sanıyordum.

Milleti haraca bağladığından, tefecilikten kazandığı ile benim çorba kaynattığımdan haberim yoktu.
Her öğrendiğim yeni bir iz oldu bedenimde. Allar mora, morlar yeşile dönüştü.
Ben zaten elimden geleni yaptım. Mahkemede ben değil, o sanık olsun istedim.

KARAKOLA DEFALARCA ÞİKAYET ETTİM

Her bir fiskeden sonra karakolda aldım soluğu. İnsanım sandım devlet nezdinde.
Devletin verdiği nikah cüzdanı benim yaralarımdan daha geçer akçe çıktı. Her seferinde benzer tavsiyeler ile yollandım karakoldan.

Azıcık sabırlı olacaktım, yuva kolay kurulmuyordu, biraz suyuna gideydim, erkeklik onurunu rahat bırakaydım. Aile içinde olan biraz da aile içinde kalsındı.

Canım çok yanıyordu ama Hakim Bey.

Onun erkeklik onurunun limiti yoktu. Fasulye kılçıklıysa onuruna mı dokunuyordu? Çocuk yaramazlık yaparsa gururu mu zedeleniyordu? Halı bizim namusumuz muydu da leke olunca beynimde patlıyordu?

Ellerime bakın Hakim Bey, çamaşır suyu ile çatlamıştır, bir de ciğerimi görebilsek keşke, kederden ve soluduğum deterjanlardan çoktan solmuştur.

Dedim ki kendime, benim canım değilse de, kendi parası, yasası bu devletin önemlidir.

Bu adam yasaları çiğniyor, bari gideyim onu ihbar edeyim.

Dövmekten yargılanmazsa, eve giren kanlı paradan yatsın bari. En azından soluk alırdık birkaç yıl kızımla ben.

Kızım var benim Hakim Bey, ellerinizden öper.
Çok akıllı çok usludur aslında.

HAMİLEYKEN DE DÖVDÜ

Bebekken de böyleydi. Hamileyken yediğim dayaklardan bir haller oldu sanırdım başlarda. Ama demek ki anasına daha da dert olmamak için Tanrı vergisi sakin oldu yavrucak.
Benim ihbarlar kafi gelmedi. Savcıya söyler sandığım polis gitti durumu koca dediğim adama anlattı.

Yolun başında göründüğünde anladım. Malum olmuştu zaten, kalbim ağzımda atıyordu gün boyu.
Analık refleksi de istersen Hakim Bey, ilk iş kızıma sarılıp kokladım.
İnsan öleceğini anlıyor biliyor musun?

Kırar gibi çaldı kapıyı.

İlk 10-15 dayaktan sonra, insan korkmaz oluyor kaba dayaktan.

Canının ne kadar yanacağını biliyorsun. Acı eşiğin de yükseliyor. Yine de her seferinde yüreğin ağzına geliyor, için kanıyor gibi hissediyorsun. İçin kanarsa ölürsün.

Biz filmlerden, biz ölenlerden öyle gördük.

Dayaktan değil de ölmekten korkar oluyor insan.

Öyle bir ölüm korkusu vardı yine içime. Ama ilk kez o gece, çocukken anamın yaptığı keşkeğin tadı geldi ağzıma.

Bir de çocukluğumdan kısacık bir piknik anısı, ayaklarımı dereye sokmuş oynarken annemin elime tutuşturduğu ekmek arası köfte, bir de kızım doğduğu gece kucağımda bir bebek kokusu ile daldığım yorgun ama mutlu ilk uyku.

İnsanın hayatı bir film şeridi gibi geçiyorsa ölmeden önce gözlerinin önünden; işte benim mutlu sahnelerim de bu kadarcıkmış demek ki.

“Çocuğu odaya götür” dedi bana.

Ahlakı da bu kadar işte, anasız kalsın çocuk, ama anasını da ölü gözleri tavana bakarken hatırlamasın istedi herhal.

Aklımdan o kadar çok şey o kadar kısa sürede geçti ki Hakim bey, ben inanın sandığınızdan daha akıllıyım sanırım.

Uzattım biraz kızımı odaya götürüp yatırma faslını. Hatta sonra bir de “dur çamaşırları asayım” dedim.

Ama bu kadardı yeminle Hakim Bey. Tüm planım azıcık daha hayatta kalabilmekti.
Bir kaç dakika daha.

Yüzümde patlayan kabza planda yoktu, yatağa savrulmayı planlamadım, elim yeminle kazara girdi yastığın altına.

O yastığın altına daha o sabah silah sakladığını bile bilemezdim.

Gözlerini görseniz, kafasından çok daha öndeydi, tükürükleri yüzümde patlıyordu. Yumruğu öyle hızlı iniyordu ki aralarda nefes bile alamıyordum.

Seyit Çavuş’u hatırlayın Hakim Bey, bize ortaokulda anlattılardı. 200 kiloluk mermiyi kucaklayıveren Seyit Çavuş.

Savaş gibi bir şeydi, memleket değil, ben elden gidiyordum.

Elim metale değdi.

200 kiloluk mermiyi kavrar gibi, parmaklarım yerini buluverdi.
Yoksa Hakim Bey yeminle, sahil kenarında balon bile vurmuş değildim.
Sıktım mı hatırlamıyorum, kaç kere sıktım hatırlamıyorum.

Üzerime düştü bir onu biliyorum, bir de ağırlığından kurtulmaya çalıştığımı.
Üzerimde hep bir ağırlıktı zaten ama böylesini ilk yaşadım.

Nasıl kalktım bilmiyorum, kızımı nasıl aldım kucakladım, ayağımda terlik var mıydı, üstüm kan mıydı vallaha hatırlamıyorum.

Öldüğünü duyunca kendim geldim söyledim Hakim Bey.

“Sanırım ben yaptım” dedim.

\'O ÖLMESE BEN ÖLECEKTİM\'

Nasıl oldu anlamadım ama sanırım ben yaptım.
Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok. Annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş.

Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde.
O ölmese ben ölecektim.

O size, beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı, benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti, kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti.

Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti.

Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti.
Siz onu 3-5 yılla yargılayıp, namusu kirlendi diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama.

Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam.

Sonuna kadar idare edebilmiş olmam, elaleme değil de başıma gelenleri hep karakollara anlatmış olmam, kızıma hiç fark ettirmemiş olmam namusumdur.

\'BENİM UTANACAK BİR ÞEYİM YOKTUR\'

O utanmamış yaptıklarından, benim utanacak bir şeyim yoktur.

İçimdeki hayatta kalma mutluluğunu atamıyorum Hakim Bey.
Ağlayamamam bundandır.

Ne yalan söyleyeyim aynı acının çemberinden geçmiş, sağ kalabilmiş kadınlarla aynı koğuşta, bir ömür kazasız belasız da yaşarım ben ama benim bir kızım, bir de memleketin aç kaldığı bir adalet var.

Gel sen, ölmedim diye beni cezalandırma, benim bir derdim; kızımın bari mutlu olmasıdır.
Yanında ben olayım.

Can alan bir katil değil, can derdinde bir kadın de bana.
Kurşunla yatıp kurşunla kalkan, yastığın altında silahla yatan adamlar hiç eceliyle ölmüş mü?
Hem sevebilseydi o da ölmezdi di mi ama?
Öldüyse hepsi benim suçum mu?
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 22 Mar 2016 2:07    Sujet du message: Répondre en citant

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
duygu
Admin
Admin


Inscrit le: 23 Sep 2008
Messages: 6519

MessagePosté le: 23 Mai 2016 0:34    Sujet du message: Répondre en citant

Bir kaç gün sonra Bayan Binali Basbakan hanimi oluyor ama esi Bakan sifatindayken bile sofraya alinmamisi, malum haremlik selamlik...
Iste 2002 den beri Turkiye'yi yoneten zihniyetin apaçik bir gostergesi, zaten Bay Binali, bahçede cimlerin ustunde oturan erkekli ve kiz ogrencileri gorunce "Ben burada bastan çikarim" diye Bogaz içine gitmedigini soyleyen biri...



ve



bir arkadasimin gonderisi sayesinde ogrendim konuyu sozcu gazetesinde Cölasan islemis.


Al sana 21. yüzyılda Atatürk kadını!

http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/emin-colasan/al-sana-21-yuzyilda-ataturk-kadini-1239253
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 27 Mai 2016 21:50    Sujet du message: Répondre en citant

eee Duygu hanim, ben de bu konulari islerdim ama, öyle vahim oldu ki durumlar, neden bahsedeyim simdi, Metro otobüsünü hadi ben eklemeyim, siz getirin buralara......Iyice midem bulandi desem yeridir, korku ve tiksintinin birarada "tezahür" ettigi bir "haleti ruhiye" içindeyim!
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 29 Mai 2016 0:54    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


...

Berlin’de bindiğiniz herhangi bir taksinin şoförünün Türk çıkma ihtimali, çıkmama ihtimalinden çok daha fazla.

*

Ve muhtemel olan gerçekleşti:
Bindiğim taksinin şoförü Türk çıktı!

*

Kayseri Bünyan’danmış genç, esmer taksici...
Almancaya çalan şivesinden epey zamandır Almanya’da yaşadığı belli.

...

*

Gecenin bir vakti Berlin’in ıssız bölgelerinden birinden geçerken biraz da sessizliği dağıtmak için...
“Berlin güvenli bir şehir midir” diye sordum.

*

Başladı büyük bir iştah ve heyecanla anlatmaya Cübbeli hayranı genç taksici:

- Abi yan taraf orman... Burası hep ıssızdır, hep karanlıktır.
- Gece geç saatlerde bile burada genç kızlar tek başlarına yürürler. Afedersin köpekleriyle...
- Üzerlerinde şort, askılı elbiseler falan vardır.
- Kimse dönüp de bakmaz.
- O genç kızların başına hiçbir şey gelmez.
- Almanya’nın en çok bu durumunu seviyorum ben.
- Bizim memlekette böyle bir şeyi hayal bile edemezsin.
- Oysa normalde Müslüman olmamız nedeniyle bizim bu hale gelmemiz gerekir.
- Ama ne yazık ki... Bizde durumlar fena
.

*

Kafa konforunu bozmak istemedim genç adamın...
Bu nedenle...

- Ensar Vakfı’ndaki çocuklara tecavüz olayına...
- Namus adına işlenen hunharca cinayetlere...
- Türkiye’nin her tarafından fışkıran taciz ve tecavüz vakalarına...
Falan hiç değinmedim...

*

Sadece...
“Adamlar bu konuda Müslüman gibiler” falan diyerek...
Şoförümüzün dinini, imanını muhafaza etmesini teşvik etmeye çalıştım.

*

Otele geldiğimde...
“Türkiye’de neler olmuş bir bakayım” dedim.
Bakmaz olaydım!
Her taraf, Metro Turizm’in bir otobüsünde genç bir kıza yapılan iğrençliği anlatan haberlerle dopdoluydu.

*

Sonra Yusuf İslam’a atfedilen şu sözü anımsadım:
“Kuran’ı tanımadan önce Müslümanları tanısaydım Müslüman olmazdım”.

...



http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/berlinde-cubbeli-ahmet-hayrani-bir-turk-taksici_40110097
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
duygu
Admin
Admin


Inscrit le: 23 Sep 2008
Messages: 6519

MessagePosté le: 08 Juin 2016 23:50    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir, yarımdır.



Erdogan boyle buyurmus!!!


Balik bastan kokar derler ya...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 10, 11, 12 ... 17, 18, 19  Suivante
Page 11 sur 19

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.