192 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 192
Membre(s) : 0
Total :192

Administration


  Derniers Visiteurs

lalem : 4 jours
SelimIII : 6 jours
adian707 : 7 jours
cengiz-han : 9 jours
Kikasddd : 9 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Tarihi Gerçekler
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Tarihi Gerçekler

 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 06 Fév 2011 4:29    Sujet du message: Tarihi Gerçekler Répondre en citant

Herkes kendine gore bir fikir atar ortaya, sonra yayila yayila olur sana gerçek tarih aslinin yerine.
Ismet Inonu'nun cami dusmanligi iddiasindan baslayayalim.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 06 Fév 2011 4:35    Sujet du message: Répondre en citant

Çirkin iftira ve gerçek...
Tufan Türenç - Hürriyet - 31 Ocak 2011 Pazartesi

İsmet İnönü camilerin kapısına asker koydu ve içeriye kimseyi almayın dedi


DEMOKRAT Parti 1946’da kurulduktan hemen sonra İsmet İnönü ve CHP için bütün Anadolu’da şu iftirayı yaymaya başladı:

“Kafir İsmet Paşa camilere kilit vurdu. Etrafına asker dikti. Namaz kılmak için içeriye kimseyi sokturmadı. Camileri devamlı teftiş etti. Nöbetçilere ‘İçeriye kimseyi sokmuyorsunuz değil mi’ diye sordu.”
Bu iftira 1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldikten sonra da devam etti.

Demokrat Parti’den sonra iktidara gelen bütün sağcı partiler de İsmet Paşa ve CHP için aynı iftirayı yaymayı aralıksız sürdürdüler.
Bugün aynı çirkin ve aslı astarı olmayan iddiayı AKP de kullanıyor.
Bu iftiranın kaynağı nereden kaynaklanıyor? Olayın gerçek yüzü nedir?
Bu çirkin iftiranın iç yüzünü yıllarca CHP’de görev almış, İnönü’nün yakınında bulunmuş olan Necati Karakaya açıklıyor.

Necati Karakaya ile yıllarca Milliyet Gazetesi’nde birlikte çalıştık.
Spor yazarıydı, uzun yıllar TRT’de spikerlik yapıp maç anlattı.

* * *

Þimdi Necati Karakaya’nın gönderdiği mektubu birlikte okuyalım:
“28 Þubat 2008, Büyük Millet Meclisi’nde CHP’li bir milletvekili konuşma yapıyor. Mehmet Ali Þahin Bakan koltuğundan bağırıyor.
‘Haydi, Haydi! Biz sizin nerelere kilit vurduğunuzu çok iyi biliriz.’
Bununla ‘siz camilere kilit vurdunuz’ demek istiyor...
1950 yılından itibaren Anadolu’nun dolaştığım her köşesinde bu iftirayı duydum.

Gerçek şudur.

1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı.
İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu.

İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki camilere koymayı düşündü.

İsmet Paşa düşmanın camileri bombalamayacağını biliyordu.
O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi, müzelerde ne varsa tümünü tam 48 vagona yerleştirterek Niğde’ye gönderdi.

Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti. Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar.

* * *

Bu değerli eşyalar Niğde’de 3 camiye yerleştirildi. Camilerin etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi.

28 Ocak 1943 günü İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı.

Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi.

İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 camiyi de teftiş etti. Özellikle Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tahta iskeleyi görmek istiyordu. Saruhan Camii’ne gitti ve Tunabek’e sordu:

‘Asker nöbetini aksatmıyor, camilere kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’ dedi.”

İşte o çirkin iftiranın gerçek yüzü böyle.

Aradan 70 yıla yakın zaman geçmesine rağmen AKP hâlâ bu yalanı kullanıyor.

Başbakan Erdoğan bununla da kalmıyor Kurtuluş Savaşı kahramanı, Cumhuriyetin kurucusu, İkinci cumhurbaşkanı İsmet Paşa’yı Hitler’e benzetiyor.

Ve açılan davada mahkeme Erdoğan’ı “İnönü’nün böyle bir kişiye benzetilmesi, hatırasına saygısızlık teşkil ettiği gibi milleti oluşturan bireylerin de kişilik haklarını ihlal edip incitmiştir” gerekçesiyle mahkûm ediyor.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 3006
Localisation: Paris

MessagePosté le: 07 Fév 2011 19:04    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhuriyetin degerlerini yikmak için ne gerekiyorsa yapiliyor.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Mar 2011 1:53    Sujet du message: Répondre en citant

Bugun bana asagidaki içerikle bir e-posta geldi !

27 Þubat 1942: Deniz Gezmiş'in doğumu.

27 Þubat 1972: Erbakan'ın Deniz Gezmiş'in idamını imzalayışı.

ve ne yazık ki!...............................

27 Þubat 2011: Erbakan'ın ölümü... Takdir-i İlahi...



Erbakan, o tarihte olsa olsa miletvekili olarak oy mu verdi demek isteniyor dusuncesiyle bir internet arastirmasi yapayim dedim.
Yukaridaki mesaj 10'larca sitede vardi. TBMM kayitlarini incelemege gerek kalmadan Soner Yalçin yazisina ulastim :

http://bit.ly/g5ulI9

Goruldugu gibi haber dogr degil.

Sonuçda internette dolasan heseye inanmak da gerekmiyor, arastirma yapmak sart.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Déc 2012 1:56    Sujet du message: Répondre en citant

Ben bilmiyordum. Ogrendim.
Boylece Ermeni, Kurt... diye diye bolmek ve dislamanin T.C. kurulus felsefesinde yatmadigini bir vatandaslik bilinci uzerine kuruldugu bir kez daha gormek olasi :



resme tiklayarak haberin tamamini okuyabilirsiniz.

ve haberi tamamlayan bir yazi :

Citation:

O kadar titizdi ki, imzasını bile bir sanatçıya çizdirmişti
Murat Bardakçı - HABERTÜRK 06 Temmuz 2009

Birkaç haftadan buyana devam eden malum belgenin altındaki imza ile ilgili tartışmalar, bana Atatürk'ün Latin harfleriyle olan son imzası hakkındaki söylentileri hatırlattı. İmzanın, Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra Vahram Çerçiyan adında güzel yazı hocalığı yapan bir Ermeni vatandaşımız tarafından dizayn edildiği söylenirdi. Ben, Vahram Çerçiyan'ın kim olduğunu ve Atatürk'ün imzasını onun dizayn ettiğini, Çerçiyan'ın Arnavutköy Kız Koleji'nde 1950'lerde öğrencisi olan hanımlardan öğrenmiştim.

TÜRKİYE'de birkaç haftadır devam eden malum "imza" tartışması var ya...İşte, bu tartışma sırasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde ideal bir imzanın nasıl olması gerektiği konusunda gayet aydınlatıcı bir yazı yeraldı. Yazıda, doğru şekilde atılmış bir imzada ad ile soyadın bitişik şekilde yazılması gerektiği söyleniyor ama Türkler'in standart imzalar yerine şekiller kullanmayı tercih ettikleri ve bu şekillerin elyazısmm karakterini göstermediği anlatılıyordu.Emniyet Genel Müdürlüğü, daha sonra, imzası düzgün olanlara örnek vermek için Atatürk'ü göstermişti ve Atatürk'ün Soyadı Kanunu'ndan önce "Gazi M. Kemal", kanunun kabulünden sonra da "K. Atatürk" kelimelerini elyazısıyla yazmasından meydana gelen iki imzası da, kurallara her bakımdan uymaktaydı.Bu açıklamayı okurken rahmetli Sevgi Gönül'ü, yani Vehbi Koç'un 2003 Eylül'ünde vefat eden ortanca kızını hatırladım...1990'lı senelerde bir akşam, Sevgi Hanım'ın Kandilli'deki evinde dostlarla yemekte idik. Sevgi Hanım, Arnavutköy Kız Koleji'nde okumuştu ve misafirleri arasında kolejden sınıf arkadaşı olan bazı hanımlar da vardı.

KOLEJ KIZLARI
Kolejde, özellikle de Amerikan kolejlerinde okumuş olan hanımların biraraya geldiklerinde, aradan kaç sene geçmiş olursa olsun, hemen öğrencilik günlerine dönmelerine, sınıflarda, etüd odalarında yahut yatakhanelerde geçirdikleri zamanı sanki o senelerdeymişcesine tekrar yaşamalarına hep şahit olmuşumdur.O gece de öyle oldu ve Sevgi Hanım ile arkadaşları seneler öncesinin kız koleji öğrencileri hâline döndüler.Sohbetlerinde bir ara "Vahram Bey" diye bir hocanın bahsi geçti. Hepsi, kırk küsur sene önceki bu hocalarından gayet iyi bahsediyor, elyazılarmm güzelliğini ona borçlu olduklarını söylüyorlardı.Hanımlardan biri de, "Þekerim, bizi bir yana bırak, Atatürk'ün imzasını bile o çizmişti. Unuttunuz mu?" dedi.Ben, Hagop Vahram Çerçiyan'ın ismini ilk defa o gece işittim ve 1934 Kasım'mda Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra Atatürk'ün Çerçiyan'dan kendisi için birkaç imza dizayn etmesini istediğini ve Çerçiyan'ın hazırladığı imza örneklerinden birini beğenerek bu imzayı kullandığını da öğrencilerinden olan yine o gece, Sevgi Hanım ve sınıf arkadaşları sayesinde öğrendim.Arnavutköy Kız Koleji'nin "güzel yazı" hocası olan Vahram Çerçiyan, öğrencilerinin kendisinden dinlediklerine göre, Atatürk için beş ayrı imza hazırlamıştı.Sevgi Gönül, o geceden birkaç sene sonra kaleme aldığı bir yazısında hocası Vahram Çerçiyan'dan bahsedecek, Atatürk'ün imzasını Çerçiyan'ın hazırladığı söylentilerinden sonra, kendisine ve arkadaşlarına hem güzel yazmayı, hem de okunaklı imza atmayı onun öğrettiğini anlatacaktı:

2.5 LİRAYA DİPLOMA
"...Vahram Çerçiyan benim de güzel yazı hocamdı. Þimdi hatırlamıyorum ama ya hazırlık sınıfında ya orta 1. sınıfta idim. Yazı dersleri eğitim programının bir parçasıydı. Hatırladığım kadarıyla haftada bir veya iki saat süren derslerdi.Güzel yazı yazmayı müzik notası gibi kâğıtların üzerinde öğrendik. Her harf için ayrı çalıştık, el yazısı bağlantıları bizlere gösterildi. Yazılarımız okunaklıydı. Bu derslerin sonunda harçlığımın yarısı olan 2.5 lirayı ödeyerek birer diploma satın almıştık. Bir de kalem şeklinde rozet verilmişti.

AMERİKAN MODELİ
...Vahram Çerçiyan, tonton bir adamcağızdı. Öğrencilerine nazik davranırdı. Mr. Çerçiyan bizlere önemli birşey daha öğretti, imza atmayı. Daima imzamızın net ve açık olmasını önermişti. Dolayısıyla bütün kolejlilerin, Çerçiyan'dan ders alan bütün kızların imzası, yalın isimlerden ibarettir. İmzaların hepsi okunaklıdır. Bunun bir Amerikan geleneği olduğunuAmerikalılar'dan gelen mektuplardan anlıyorum."Bu sayfada yayınladığım Vahram Çerçiyan'ın karatahta önündeki fotoğrafında, Atatürk için hazırladığı diğer dört imzadan birini daha görüyorsunuz. Diğer imza örnekleri, şimdi büyük ihtimalle Çankaya Köşkü'nün müze kısmındaki arşivdedir ve araştırıcıların ilgisini beklemektedir.

Atatürk'ün, harf devrimi öncesi çift alfabeli imzası



ESKİ harfleri biliyorsanız, Atatürk'ün Harf Devrimi'nden ve Soyadı Kanunu'ndan önceki, yani "Mustafa Kemal" ismini taşıyıp Osmanlıca alfabeyi kullandığı günlerdeki imzasına dikkatle baktığınız takdirde, son derece başarılı bir grafik kompozisyonla karşılaşırsınız.
Mustafa Kemal Paşa'nın imzasmdaki bu şık kompozisyon, Arap ve Latin harflerinin usta bir uyarlamasıdır. İmzayı, Osmanlıca olarak, sağdan sola doğru okuduğunuzda "M.Kemal" ibaresini görürsünüz. Aynı imzaya Latin harflerine göre, yani soldan sağa baktığınızda da, hemen "M.K" rumuzunu farkedersiniz.Paşa, "Kemal" kelimesini eski yazıyla yazarken Latin alfabesine göre "M" okunacak şekilde yapmış, "Mustafa"nm ilk harfi olan "mim"i de "Kemal"in ilk harfi "kef' ile birleştirmiş ve Latin Alfabesi'ne göre "K" şeklini alacak biçimde çizmiş.

İstiklâl Marşı'nın orkestrasyonu, bir Ermeni müzisyenimizindir
EDGAR Manas'ı sadece bazı profesyonel müzisyenler ve musikinin aşırı derecedeki meraklıları bilirler.
1875 ile 1964 seneleri arasında yaşayan Edgar Manas, italya'da bestecilik okudu, Türkiye'ye dönüşünden sonra okullarda müzik öğretmenliği yaptı ve çoğu bugüne kadar hiç çalınmamış orkestra eserleri besteledi.
Bestesi Osman Zeki Üngör'e ait olan İstiklâl Marşımızın orkestrasyonunun, yani orkestra uyarlamasının da Edgar Manas tarafından yapılmış olduğunu pek bilmeyiz.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13627
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Fév 2017 1:13    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Sultan Mahvettin!..
Sozcu 7 Þubat 2014
Ugur Dundar

Baş­ba­kan Er­do­ğan, Mec­li­s'te­ki ko­nuş­ma­la­rın­da sık sık, CHP'­nin ve İs­met İnö­nü'nün ca­mi­le­ri ka­pa­tıp sat­tı­ğı­nı, ba­zı­la­rı­nı da ahır, ya­tak­ha­ne, de­po, par­ti mer­ke­zi ve mü­ze ola­rak kul­lan­dı­ğı­nı id­di­a edi­yor.

Ta­rih araş­tır­ma­cı­sı-ya­zar Si­nan Mey­dan son ki­ta­bı “EL-CE­VA­P”­ta bu id­di­ala­rı bel­ge­ler­le ya­lan­lı­yor ve tam ter­si­ni ka­nıt­lı­yor.

1924 yı­lın­dan baş­la­ya­rak De­mok­rat Par­ti'nin ik­ti­dar ol­du­ğu 1950 yı­lı­na ka­dar, ya­ni Ata­türk ve İs­met İnö­nü dö­ne­min­de ta­mir edi­le­rek iba­de­te açı­lan yüz­ler­ce ca­mi ile di­ni me­ka­nın isim­le­ri­ni ve ka­ça ona­rıl­dık­la­rı­nı lis­te­ler ha­lin­de su­nu­yor.

Dev­le­tin res­mi ka­yıt­la­rıy­la Tay­yip Er­do­ğa­n'­ın tüm id­di­ala­rı­nı tek tek çü­rü­tü­yor.

* * *

Si­nan Mey­dan ay­rı­ca, ta­ri­hi­mi­zin en acı­ma­sız ca­mi sa­tı­şı­nın son Os­man­lı pa­di­şa­hı Vah­det­tin ta­ra­fın­dan ya­pıl­dı­ğı­nı da or­ta­ya çı­ka­rı­yor.

Onun dö­ne­min­de ec­dat mi­ra­sı ta­ri­hi ca­mi­le­rin, ha­mam­la­rın, med­re­se­le­rin hat­ta me­zar­lık­la­rın bi­le iş­gal­ci­le­re sa­tıl­dı­ğı­nı, Mi­mar Si­na­n'­ın eser­le­ri­nin yık­tı­rıl­dı­ğı­nı bel­ge­li­yor.

Ya­zar ay­rı­ca sık sık Tak­si­m'­e ca­mi yap­tır­mak­tan söz eden Baş­ba­kan Er­do­ğa­n'­ın, bir za­man­lar ora­da bir ca­mi bu­lun­du­ğun­dan ve Tak­sim Kış­la­sı için­de­ki o ca­mi­yi, Vah­det­ti­n'­in Fran­sız­la­r'­a sat­tı­ğın­dan ha­ber­siz ol­du­ğu­nu öne sü­rü­yor:
“Os­man­lı Dev­le­ti, Bal­kan Sa­va­şı yıl­la­rın­da pa­ra bu­la­bil­mek için ül­ke için­de­ki kay­nak­la­ra yö­nel­miş, as­ke­ri do­yu­ra­bil­mek için İs­tan­bu­l'­da­ki ba­zı ya­pı­la­rı sa­tı­şa çı­kar­mış­tır. Tak­sim Kış­la­sı ve Ta­lim­ha­ne Mey­da­n'­ı da bun­lar ara­sın­da­dır. Ta­lim­ha­ne ve Kış­la, 500 bin li­ra­ya Fa­ran­sız ser­ma­ye­li “İs­tan­bul Em­lak Þir­ket-i Os­ma­ni­ye­si­”ne sa­tıl­mış­tır.

An­cak o Tak­sim Kış­la­sı için­de Meh­met­çi­ğin iba­de­ti için bir de ca­mi­i şe­rif var­dır. 1913 yı­lın­da­ki sa­tış söz­leş­me­si­ne, kış­la­nın için­de­ki “bu ca­mi­nin ko­run­ma­sı­” hük­mü koy­du­rul­muş­tu. Söz­leş­me­ye gö­re Tak­sim Ca­mi­i iba­de­te açık ola­cak­tı. An­cak çok geç­me­den I. Dün­ya Sa­va­şı çı­kın­ca, Tak­sim Kış­la­sı'nı sa­tın alan Fran­sız şir­ke­ti İs­tan­bu­l'­u terk et­ti. I. Dün­ya Sa­va­şı'n­dan son­ra­ki iş­gal sü­re­cin­de (Mü­ta­re­ke dö­ne­min­de) Fran­sız şir­ket yet­ki­li­le­ri İs­tan­bu­l'­a ge­ri dön­müş­tür. An­cak Fran­sız şir­ket bu se­fer kış­la için­de­ki Tak­sim Ca­mi­i'ni de sa­tın al­mak is­te­miş­tir. Da­ha ön­ce­ki hü­kü­met­le­rin ve Pa­di­şah Meh­met Re­şa­t'­ın özel­lik­le sat­ma­dı­ğı Tak­sim Ca­mi­i, Pa­di­şah Vah­det­ti­n'­in em­riy­le ve 7000 li­ra be­del­le Fran­sız­la­ra sa­tıl­mış­tır. (Ta­rih: 23 Ağus­tos 1922… Ya­ni 30 Ağus­tos za­fe­rin­den tam 7 gün ön­ce…)

Vah­det­ti­n'­in bu onur kı­rı­cı sa­tış söz­leş­me­si, dö­ne­min res­mi ga­ze­te­si Tak­vim-i Ve­ka­yi'de de ya­yım­lan­ma­yıp ade­ta halk­tan giz­len­miş­tir.”

* * *

Si­nan Mey­dan, Vah­det­ti­n'­i an­lat­ma­ya de­vam edi­yor:
“Bu apa­çık ger­çe­ğe rağ­men Cum­hu­ri­yet düş­man­la­rı “Tak­sim Ca­mi­i'ni İs­met İnö­nü yık­tı!” ya­la­nı­nı ıs­rar­la söy­le­miş­ler­dir.

Oy­sa o ta­rih­te İs­met Pa­şa, Mus­ta­fa Ke­mal Pa­şa ile bir­lik­te Ana­do­lu'da Haç­lı em­per­ya­liz­mi­ne kar­şı sa­vaş­mak­ta­dır. Fran­sız­lar ca­mi­yi ca­mi ol­mak­tan çı­kar­mış­tır.

* * *

İş­gal yıl­la­rın­da İs­tan­bul Hü­kü­me­ti ve Pa­di­şah Vah­det­tin, Be­yoğ­lu'nun gö­be­ğin­de­ki ta­ri­hi Ağa Ca­mi­i'­ni de sat­ma­ya kalk­mış­tır. Tak­sim Ca­mi­i'­nin sa­tı­şın­da ol­du­ğu gi­bi, “Ca­mi­i şe­ri­fi baş­ka bir ye­re nak­le­de­ce­ğiz!” tak­ti­ğiy­le ta­ri­hi Ağa Ca­mi­i de sa­tıl­mak is­ten­miş, fa­kat ca­mi mü­te­vel­li­si­nin mu­ha­le­fe­ti yü­zün­den sa­tış ger­çek­leş­me­miş­tir. İle­ri Ga­ze­te­si, Ağa Ca­mi­i'­nin sa­tı­şı için ya­pı­lan gi­ri­şim­le­ri öğ­re­nip “Ca­mi Sa­tı­lır mı? Ağa Ca­mi­i Et­ra­fın­da Dö­nen Do­lap­la­r” baş­lık­lı bir ha­ber yap­mış­tır. Bu­nun üze­ri­ne hü­kü­met, ca­mi ar­sa­sı­nın ba­zı bö­lüm­le­ri­ni gay­ri­müs­lim bir şir­ke­te ki­ra­ya ver­miş­tir. Dö­ne­min ga­ze­te­le­rin­den öğ­ren­di­ği­mi­ze gö­re ca­mi ar­sa­sı­na apart­man in­şa edil­me­si­ne ça­lı­şıl­mış, bu iş için ya­pı­lan iha­le­yi Lef­ter ad­lı bir Rum al­mış. Bu sı­ra­da Ata­tür­k'­ün Kur­tu­luş Sa­va­şı'nı ka­zan­ma­sı, İs­tan­bu­l'­un, iş­bir­lik­çi İs­tan­bul Hü­kü­me­ti'n­den ve iş­gal­ci­ler­den te­miz­len­me­si sa­ye­sin­de Ağa Ca­mi­i de sa­tı­lıp yok edil­mek­ten kur­tul­muş­tur. Ağa Ca­mi­i, sa­tıl­mak­tan ve yı­kıl­mak­tan son an­da kur­tul­muş­tur ama iş­gal yıl­la­rı­nın iha­net­le­ri­ni, ki­ri­ni, pa­sı­nı ta­şı­mak­ta­dır. Bir hay­li yıp­ran­mış, kı­rık dö­kük hal­de­dir.

* * *

Bü­yük Þa­ir Na­zım Hik­met, ca­min­in o mah­zun ha­li­ni Ağa Ca­mi­i şii­rin­de “Haf­sa­lam al­mı­yor­du bu ha­zin ha­li ön­ce/ Ah ey za­val­lı ca­mi, se­ni böy­le gö­rün­ce…” di­ye­rek baş­la­yan çar­pı­cı di­ze­ler­le an­la­tır…
İs­tik­lal Cad­de­si üze­rin­de­ki tek ca­mi olan Ağa Ca­mi­i'ni sa­tıl­mak­tan, yı­kıl­mak­tan kur­ta­ran da Ata­türk Cum­hu­ri­ye­ti'dir. Ca­mi, 1937 yı­lın­da Va­kıf­lar İda­re­si ta­ra­fın­dan res­to­re edil­mi­şir. Üs­te­lik Va­kıf­lar İda­re­si, bu res­to­ras­yon için tam 22.432.30 li­ra pa­ra har­ca­mış­tır.
Gö­rül­dü­ğü gi­bi Vah­det­tin, sa­de­ce iş­gal­ci­ler­le iş­bir­li­ği ya­pa­rak va­ta­nı sat­ma­mış, ay­rı­ca ta­ri­hi ca­mi­le­ri ya­ban­cı­la­ra sa­ta­rak, sat­mak is­te­ye­rek ve­ya sa­tıl­ma­sı­nı en­gel­le­me­ye­rek de ken­di ta­ri­hi­ne, kül­tü­rü­ne iha­net et­miş­tir.”

* * *

Si­nan Mey­dan ese­ri­nin da­ha son­ra­ki say­fa­la­rın­da Sul­tan Vah­det­tin dö­ne­min­de sa­tı­lan, yı­kı­lan, yok edi­len ta­ri­hi, kül­tü­rel ve di­ni var­lık­la­rı­mı­zın acı bi­lan­ço­su­nu da su­nu­yor.
İş­te bu ha­in­lik­le­ri ne­de­niy­le Sul­tan Vah­det­ti­n'­in adı, “EL-CE­VA­P”­ı oku­yan­la­rın ha­fı­za­sı­na SUL­TAN MAH­VET­TİN ola­rak yer­le­şi­yor.
UÐUR DÜN­DA­R'­IN NO­TU:

Bir kez da­ha ha­tır­la­ta­yım. Si­nan Mey­dan her id­di­ası­nı bel­ge­li­yor. Ya­zı­mın ra­hat oku­na­bil­me­si için bu bel­ge­le­ri alın­tı­la­ma­dım. Ama ki­tap­ta tü­mü mev­cut. EL-CE­VAP her ki­tap­lık­ta bu­lun­ma­sı ge­re­ken çok de­ğer­li bir eser.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13627
Localisation: Paris

MessagePosté le: 17 Mar 2017 2:01    Sujet du message: Répondre en citant

AKP zihniyetinin iyi bir temsilcisi oldugu anlasilan Belediye Baskani sifatli adam Cumhuriyet'in kurulmasini kani bozuklarin Osmanli'yi yikmasi olarak nitelemis/

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/696772/AKP_li_Esenyurt_Belediye_Baskani_ndan_skandal_aciklama__1923_te_darbe_yapip_Cumhuriyet_i_kurdular.html


Yilmaz Özdil de gazetesinde bu salakca kin ve nefreti yorumlamis.

Citation:

Kanı bozuk öyle mi?
16 Mart 2017



Mustafa Kemal Atatürk
Kendisini Allah'a, geriye kalan her şeyi kendisine borçlu olduğumuz insan.

Ali Fuat Cebesoy
Memleketin işgali sırasında İzmit'ten Ankara'ya ilerleyen İngiliz birliklerine ateş açarak, şimdiki adı Alifuatpaşa tren istasyonu olan mahalde durduran, Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan.

Mazhar Müfit Kansu
Osmanlı'nın valisiyken, bir eli yağda bir eli baldayken, sırtındaki paltosunu bile satıp, parasını milli mücadeleye katan yurtsever.

Ziya Gökalp
Taa 1891'de, Osmanlı'da lise öğrencisiyken “padişahım çok yaşa” yerine “milletim çok yaşa” diye bağırdığı için hakkında soruşturma açılan, Türk milliyetçiliğinin babası olarak anılan, şair.

Refet Bele
Ankara Hükümeti'nin temsilcisi sıfatıyla saltanatın kaldırıldığını Vahdettin'e tebliğ eden, İstanbul'u TBMM adına devralan, yokluklara asla teslim olmayıp, kilimlerden asker kaputu, gaz tenekelerinden ilaç kutusu, sapan demirlerinden kılıç yaptıran komutan.

Fevzi Çakmak
Osmanlı'nın genelkurmay başkanıyken, idam edilmeyi göze alıp, Anadolu'ya geçen, Dumlupınar meydan muharebesinden sonra TBMM tarafından mareşal ilan edilen yurtseverlik abidesi.

Hamdullah Suphi Tanrıöver
İstiklal Marşı'nı TBMM'de ilk okuyan edebiyatçı, öğretmen.

Kazım Karabekir
Padişahın “derhal tutukla” emrine karşı çıkarak, Mustafa Kemal'e “ben ve kolordum emrinizdeyim” diyen, milli mücadelenin kaderini değiştiren, Alçıtepe kahramanı.

Refik Saydam
Mustafa Kemal'le birlikte Samsun'a çıkan, tıp literatürüne geçen tifüs aşısıyla Kurtuluş Savaşı'nın tıbbi cephesini kazanan, hekim.

Fahrettin Altay
Yunan ordusunu denize süpürerek, 9 Eylül'de İzmir'e ilk giren, ilk yerli üretim Altay tankına adı verilen, efsane süvari.

Celal Bayar
İzmir işgal edilince dağa çıkan, Galip Hoca lakabıyla köy köy dolaşarak efeleri organize eden, köylüyü direnişe teşvik eden, Mustafa Kemal'in isteğiyle ulusal ekonomimizin temel taşı Türkiye İş Bankası'nı kuran, üçüncü cumhurbaşkanımız.

Þükrü Saracoğlu
İsviçre'de mis gibi yaşarken, ben burada tehlikeden uzak durayım, bakayım dalgama deme imkanı varken, İzmir işgal edilince yurda dönen, gemiyle kaçak olarak İzmir'e giren, ateşten gömleği giyip, milli mücadeleye katılan, Ege dağlarında efelerle birlikte omuz omuza vuruşan, köşeyi dönme imkanı varken, boğazından haram lokma geçmeyen, kirada yaşayıp, kirada ölen başbakanımız.

Fuat Umay
Þehit çocuklarına sahip çıkmak amacıyla Çocuk Esirgeme Kurumu'nu kuran, Türk mitolojisindeki çocukların koruyucu ruhu Umay'a atfen, Atatürk'ün isteğiyle Umay soyadını alan, istiklal madalyalı, hekim.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Mütareke basını'na karşı, hayatını ortaya koyarak, milli mücadelenin sesi olan, Anadolu Ajansı'nın kurucularından, yurtsever gazeteci, şair, romancı.

Yahya Kemal Beyatlı
Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy ve Ahmet Haşim'le birlikte dört aruzcular'dan biri kabul edilen, Türk edebiyatının baş aktörlerinden biri olan şair.

İsmet İnönü
İki kere gazi, milli mücadele kahramanı, genelkurmay başkanı, Mudanya Mütarekesi'ni imzalayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu Lozan Antlaşması'nı imzalayan, ilk başbakanımız, ikinci cumhurbaşkanımız, diplomatik dehasıyla memleketi ikinci dünya savaşından uzak tutmayı başaran, Türkiye'yi çok partili sisteme geçiren, demokrasi için kendi mutlak iktidarından kendi isteğiyle vazgeçen dünyadaki ilk ve tek lider.

*

Bu isimler… 29 Ekim 1923'te TBMM'de Cumhuriyet'i ilan eden milletvekillerimizden bazıları.

*

Hal böyleyken, ne diyor Akp'li belediye başkanı?
“İçimize kanı bozuklar, sütü bozuklar sızdı, 1923'te koskoca 650 yıllık çınara darbe yaptılar, cumhuriyet kuruldu” diyor.

*

İnsana bozuk kan için bile kalp lazım.
Kalpsizlik bu.

*
Kanı bozuk insan illa ki vardır ama…
Kalpsizden insan olur mu?


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Mar 2017 23:58    Sujet du message: Répondre en citant

Tarihi gerçeklerin propaganda amaçli altüst edildigi, Canakkaler Zaferinin bile birlik ve beraberlik içinde kutlanamadigi gunumuzde Yilmaz Özdil'in yazisini okumakta yarar var.


Citation:


Çanakkale

Sözcü, 18 Mart 2017


Ragıp, Selanikli'ydi.

Mustafa Kemal'le akrandı, 1881 doğumluydu, askeri tıbbiyeden mezun oldu, hekim yüzbaşıydı… Eğitim için Almanya'ya gönderildi. Görev yaptığı hastanede Erica'yla tanıştı, hemşireydi, beline kadar örgü sarı saçlı, tipik Alman güzeliydi. Ragıp'ın aklı başından gitti, kaçamak bakışlarla kendisini süzen o mavi gözlere kelimenin tam manasıyla vurulmuştu. E bizim Ragıp da filinta gibi delikanlıydı, üstelik Almanca'yı akıcı şekilde konuşuyordu, espriler mespriler, romantik cümleler filan, kızı bağladı, flört etmeye başladılar. Doğrusu Erica da ilk günden gönlünü kaptırmıştı ama, mantığı engel oluyordu, Alman gerçekçiliği ağır basıyordu, çünkü, özellikle babasının ne cevap vereceğini çok iyi biliyordu, bir Türk'le bir Müslüman'la evlenmesine asla müsaade etmezlerdi, ayrıca, kendisi koyu bir hıristiyan sayılmazdı ama, bir Türk'le evlense bile din değiştirmek istemiyordu. Ragıp dedi ki, babanı sen bana bırak, dinlerimiz konusunda ise düşündüğün şeye bak, ben seni böyle sevdim, sen beni böyle sevdin, birbirimizi neden değiştirelim ki? Sonra gitti, bir buket çiçekle kapıyı çaldı, bizde gelenek böyledir dedi, Allah'ın emri peygamberin kavliyle Erica'yı istedi, sizi ikna etmek için ne demem gerektiğini günlerce düşündüm, inanın bulamadım, sadece şunu söyleyebilirim, kızınıza aşığım dedi. Adeta sihirli iki kelimeydi. Zor, kolay oldu. Medeni kimliğiyle, medeni cesaretiyle, aileyi etkilemişti, kayınpeder ikna oldu, peki dedi, hemen bir hafta sonra, Almanya'da evlendiler. Mutluluktan uçuyorlardı. Boy boy çocukların hayalini kuruyorlardı.

Maalesef… Osmanlı seferberlik ilan etti. Ragıp bir saniye bile tereddüt etmedi, vatan topraklarında kapışma başlarken, Almanya'da duramazdı, Erica'yı karşısına aldı, sana bunu yapmak istemezdim ama, gitmem lazım dedi, ölmezsem, bekle beni… Erica hiç cevap vermedi, açtı yatak odasındaki dolabı, bavulu çıkardı, çoktaaan hazırlamıştı, gazete okuyan her Alman gibi elbette dünyanın nereye gittiğini biliyordu, Ragıp'a sarıldı, sen nereye ben oraya dedi… İyi günde kötü günde, anca beraber kanca beraberdi. İlk trenle İstanbul'a geldiler. Ragıp lisan bildiği için Almanya'da zorlanmamıştı ama, Erica tek kelime Türkçe bilmiyordu. Ev kiraladılar, Alman gelin açısından ne komşu vardı, ne akraba, ne tanıdık… Üstelik, Ragıp'ın ailesi kendi ailesi kadar hoşgörülü olmamıştı, yabancı gelin kabul edilmemişti. Ragıp her sabah Taşkışla hastanesindeki geçici görevine gidiyor, Erica eşi gelene kadar sokağa bile çıkmıyor, yapayalnız bekliyordu.

Dört ay kadar böyle geçti. Ragıp, Çanakkale'ye, cepheye, başhekim yardımcısı olarak atandı. Yine aldı Erica'yı karşısına, sana bunu yapmak istemezdim ama, gitmem lazım dedi. Erica gülümsedi, çoktaaan bavulunu hazırlamıştı, söylemiştim sana dedi, sen nereye ben oraya… Ragıp bir taraftan kendisini böyle bir kadınla tanıştırdığı için Allah'a şükrediyor, bir taraftan sevdiğini böylesine sürüklediği için vicdanen kahroluyordu.

At arabasıyla Çanakkale'ye geldiler. Erica bu defa yalnız değildi. Mesleğinin tam göbeğine gelmişti. Sahra hastanesinde gönüllü hemşire olarak çalışmaya başladı. Ev mev yoktu, baraka bile yoktu, sahra hastanesinin bitiğişinde çadırda kalıyorlardı, kuru ekmeğe talim ediyorlardı. Gel gör ki… Ömürlerinde böyle mutlu olmamışlardı. 24 saat, gece gündüz birlikteydiler, önemli olan buydu, olumsuz fiziki şartlar umurlarında bile değildi. Savaş patladı… Ragıp devamlı ameliyattaydı, Erica kan revan içinde gazilerimizin başındaydı, yara sarıyor, ilaç veriyor, ana şefkatiyle kınalı kuzularımızın saçlarını okşuyor, öğrendiği bir kaç kelime kırık dökük Türkçesiyle moral kaynağı oluyordu, “ölmeyeceksin, yaşayacaksın, iyi olacaksın, sevdiğine kavuşacaksın” diyerek, paramparça evlatlarımızı hayata bağlamaya çalışıyordu. Gazilerimiz Erica'ya “hemşire” diye seslenmiyordu, “ana hatun” adını takmışlardı. Can pazarındaki bu kahraman kadını, annelerinin yerine koymuşlardı. Hastaneden vakit bulduğunda, köylü kadınlarımızla birlikte çalışıyor, iğne iplikle Mehmetçik'in delik deşik kıyafetlerini onarıyor, çadır dikiyordu.

*

17 Aralık 1915, saat üç suları…

İngiliz keşif uçağı Eceabat'ın Yalova köyündeki hilal-i ahmer hastanesi üzerinde dolaştı. Adrese teslim koordinat belirliyordu. 10 dakika geçti geçmedi, İngiliz zırhlılarından bombardıman başladı. Çatısında 20 metre boyunda “kırmızı ay” bulunmasına rağmen, bile bile, tüm ahlaki kurallara aykırı olarak, hastaneyi hedef aldılar. Ana Hatun orada hayatını kaybetti, tertemiz yüreğine şarapnel denk gelmişti. Ragıp yara almadan kurtuldu ama, Erica'nın cenazesini kucakladığı o saniyeden sonra yaşadı denilebilir mi, bilmiyorum.

*

Erica için askeri tören düzenlendi. Sevdiği adamın vatanında, vatanımızın bağrında, Yalova köyünde, şehitlerimizin yanında toprağa verildi. Kabrinin Osmanlıca kitabesine “ifa-yı vazife esnasında top mermisiyle terk-i hayat eden madam” yazıldı.

*

Almanlara komple nazi denilen…
“Adam gibi ölmek var, bir de madam gibi ölmek var” denilen ülkede…
Çanakkale şehididir madam Erica!

*

Çünkü Çanakkale dediğin, duygusuz, ruhsuz, hamasi nutuklardan ibaret değildir.

Ayşesiyle Fatmasıyla Lindasıyla Ericasıyla, yarım kalan aşkların destanıdır.




/
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 23 Aoû 2017 1:39    Sujet du message: Répondre en citant

Turk Bayragi ve Türkiye

Citation:


Bu fotoğraf 1871’lerde çekilmiş bir fotoğraf. Dönem Osmanlı İmparatorluğu dönemi. Daha Türkiye Cumhuriyeti ortada yok. Mustafa Kemal Atatürk bile daha doğmamış. Atatürk’ün Türkiye’yi kuracağını daha bilen yok. Vapurun arkasında dalgalanan bu günkü Türk Bayrağı. Bunu niye yazdım. Bugün bir gazetede okuyunca şaşırdım. Bir gurup açıklama yapmış. Türk Bayrağına karşıyız. Osmanlı Bayrağını görmek istiyoruz. Zaten bu günkü Türk Bayrağı son Osmanlı Bayrağı. Osmanlı imparatorluğunun 1844 yılına kadar resmi bayrağı yok. O yıllarda Avrupa devletleride kendilerine bayrak seçiyorlar. 1844 yılında ilk defa milli bayrağımız olmasına karar veriliyor. O zaman bugünkü bayrak tasarlanıyor. Dönem Sultan Abdülmecit dönemi. Yani son altı Osmanlı Padişahı bu bayrakla karşılanmış. Cumhuriyette aynı bayrağa devam etmiş. Sadece kolay çizilebilmesi için yıldızı ortalamış. Cumhuriyete karşı çıkmak için, sallayın ama bu kadar cahilce de sallamayın. Lütfen paylaşın da millet gerçeği öğrensin.




***

“Burası Yüzyıllardır Türkiye

Doğan Hasol

Bu ülke Osmanlı yönetimi döneminde de “Türkiye” idi. Türkiye adı yaygın kanının aksine, bu topraklara Cumhuriyet’le birlikte 1923’te gelmiş değildir, yüzyıllarca önceye dayanır. Dünya, Orta Asya’dan gelip 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya yerleşen, dili Türkçe olan büyük grubu “Türk” olarak anardı.

Osmanlı hanedanı, padişahların Hıristiyan kadınlardan olan çocukları nedeniyle Türklükten uzaklaşmış; dilini de Türkçe, Arapça, Farsça karması yapay bir dile, Osmanlıcaya çevirmiş olsa da yabancı ülkeler bu toprakları Türkiye, burada yaşayanları da Türkler olarak anmaktan vazgeçmemiştir.
Elimde, babamdan kalma 1909 baskılı, ünlü Larousse sözlüğü var. 1909 yılı, Osmanlı yönetimi dönemi; daha Türkiye Cumhuriyeti ortada yok. O tarihteki Larousse’ta “ottoman” maddesi, açıklama için “Türkiye” maddesine gönderiliyor. Kısacası, “Osmanlı” maddesi “Türkiye” maddesinde açıklanıyor. Ayrıca sözlüğün bayraklar bölümünde de Türkiye Bayrağı (Turquie) olarak bugünküne yakın ay yıldızlı bayrak var. (Bkz.fotoğraf)

18.yüzyılda yaşamış olan ünlü yazar Voltaire (1694-1778) de ülkeden Türkiye, yönetimden de Türk İmparatorluğu diye söz eder. Örneğin ona göre Türk İmparatorluğu “Otuz Milleti Bayrağı Altında Toplayan Türk Devleti”dir!
Le Turcophile olarak anılan başka bir Fransız yazar Pierre Loti (1850-1923) de yazılarında ikinci vatanı olarak kabul ettiği bu ülkeden hep Türkiye olarak söz etmiştir. “1913’te yayımladığı bir kitabının adı da “La Turquie agonisante”tır.”
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Page 1 sur 1

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.