Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Bir zamanlar bir Istanbul vardi...
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 03 Aoû 2008 13:09 Sujet du message: Bir zamanlar bir Istanbul vardi...
Iste o Istanbul için bir ornek :
Bir İstanbul var idi...
Ahmet Çavuşoğlu
Kaynak: Güneş
Yer: Türkiye
Tarih: 29.7.2008
Bugün sizlere, bir zamanların İstanbulu'nu, eskinin güzel İstanbulu'nu, benim İstanbulum'u anlatmak istiyorum.
Bu masal 1945 senesinde başlayıp en geç 1965, hadi bilemediniz 1970'de biter.
Bir şehri anlatabilmek için ilk önce oranın halkını, ahalisini anlatmak lazım.
Masalımızın başladığı zamanlar İstanbul'un nüfusu bir milyonun epey altında idi.
Þehir nüfusunun nerede ise yarısı Ermeni, Rum, Musevi ve Levantenler'den müteşekkil idi. Bir miktarda Rus vardı, ama Ruslar asıl benim devrimden önce varmış maalesef o günleri göremedim.
Bütün bu insanlar o melun ve meşum 6-7 Eylül'e kadar belli bir ahenk içinde, din farkına aldırmadan keyifle yaşarlardı.
Müslüman nüfus, gayrı müslimlerin hususi günlerini onlar ile beraber kutlar, gayrı müslimler de, müslümanların mukaddes kabul ettikleri günlere iştirak ederlerdi. Komşusunu imrendirmemek için Ramazan'da oruç tutan Museviler, Rumlar, Ermeniler gördüm.
Ayrıca bu gayri müslimler kendi işlerinde çok usta oldukları için İstanbul'un kültür, mutfak, tıp, ticaret hayatına katkılarda bulunurlardı.
Bu adamlar temiz pak, hanımları, kızları şık giyinirler ve şehrin güzelliğine güzellik katarlardı.
Ama 6-7 Eylül başta Rumlar olmak üzere gayri müslimleri korkuttu ve kaçırdı. Museviler de yeni kurulmakta olan İsrail'e gittiler. Yine Osmanlı'nın sadık tebaası olarak bilinen Ermeniler iyi dayandılar.
1960'lı senelerdeki ve 1974'teki Kıbrıs hadiseleri hemen hemen bütün Rumların İstanbul'u terk etmesine sebep oldu.
Peki şimdi durum ne?
Ne olacak, bu kaçan 'gavurların' yerlerini İstanbul'a göç edenler aldı, şehrin nüfusu 20 milyonu buldu.
Gelen nüfusun ezici çoğunluğu tahsilsiz ve kültürsüz idi. Ayrıca biraz daha medeni olabilmek için en pek bir gayret göstermedikleri gibi yerleştikleri yerleri de geldikleri yerlere çevirebilmek için ellerinden geleni yaptılar.
Kaçak evlerini koruyabilmek için ha babam cami yapıp durdular ve hiç bir yetkili 'yapmayın' demedi aksine hazine arazilerinin talan edilip mafya marifeti ile satılmasına göz yumdular.
İstanbul bir kebap ve lahmacun başkenti haline geldi. Suyu içilmez oldu. Halbuki eskiden İstanbul'daki her musluktan su içebilirdik.
Ama kimsenin hakkını yemeyelim. Hiç kimse bu yeni İstanbullular'a 'Böyle yapmayın! Þöyle yapın!' diyerek yol göstermedi, tembih etmedi. Aksine onları oy deposunda birer parça olarak gördükleri için, her türlü hislerini istismar ederek onların geri kalmalarına ve bugünlere gelinmesine sebep oldular.
Eskiden Beyoğlu parfüm ve çikolata kokardı. İpek kumaşlar satılırdı. Mezenin en güzeli bulunurdu. En iyi kadın berberleri ve terzileri burada idiler. Yani bugünkü Arap Çarşısı manzarası ile hiç alakası yoktu. İnsanları şık, temiz ve sessiz idi.
Her gece en az 15 tiyatro perdelerini açardı. Saray Sineması'nda ise bazen Münir Nurettin Bey bizleri mesteder bazen de Avrupa'nın en gözde sanatkarları yer alırdı.
İstanbul'un bir çok yerinden diğer semtlere tramvay ile gidilirdi.
Bir fikir verebilmek için bazı güzergahları sayayım.
Bebek-Sirkeci, Tünel-Þişli, Kurtuluş-Tünel, Edirnekapı-Taksim, Kadıköy-Bostancı, Atikali-Harbiye, Topkapı-Sirkeci, Üsküdar-Kısıklı, Üsküdar-Kadıköy ve daha başkaları.
Boğazın ve Kadıköy tarafının bugün çoğu kapanmış iskelelerinden de vızır vızır vapur işlerdi. Minibüs denen lanet yoktu. İnsanlar denizden ve vapura binmekten korkmadıkları için Þehir Hatları vapurlarına binerlerdi. Bir sade kahve ısmarlar, gazetenizi okuyarak huzur içinde seyahat ederdiniz.
İstanbul'un bütün şoförleri, bütün adresleri bilirlerdi; 'Abi, ben karşı tarafın taksisiyim' mazeretini hiç duymazdınız.
Satılan gıda maddeleri hep taze, temiz ve ucuz idi. Lokantalarda tatsız sürprizler ile karşılaşmazdınız. Bir ufak rakı, enfes mezeler, güzel bir lüfer ve üstüne kaymaklı ayva tatlısı tutsa tutsa adam başı 5-6 lira tutardı. Beyoğlu, İNCİ pastahanesinde profiterol 35 kuruşa satılırdı. Simitin küçüğü beş, büyüğü on kuruş, çiroz on kuruş, ekmek ise 15 kuruş idi.
Sonbaharda Boğaz lüfere çıkan sandallar ile dolar, bunların yaktığı ışıklar deniz ortasında bir fener alayı meydana getirirdi. Sandal içinde mangallar yanar, komşular ile sohbet ederek yakalanan lüferler taze taze yenilirdi.
Boğaz, hakiki bir mücevherdi. Boğaz'daki meyhanelerin çoğunu Rumlar ve Ermeniler işlettiği için oralarda yenilen mezeler (bugün artık rastlanmayan topik, uskumru dolması, hakiki çiroz) ve İstanbul'un denizinden çıkan ıstakozlar, kılıç balıkları vesaire deniz mahlukatı enfesti.
Lokantalardaki çoğu Rum olan garsonlar hem ne sattıklarını bilirlerdi hem de neyin ne ile yeneceğini. Günaha girmekten korkmadıkların için dükkanda satılan her lezzeti tatmışlardı. Bugün her neden ise denizden çıkan çoğu şeyi yemenin günah olduğuna dair yanlış bir kanaat var.
Ada'ya gitmek, Çamlıca'ya çıkmak, Moda veya Fenerbahçe'de yürüyüş yapmak, Beykoz Çayırı'nda eğlenmek, pazar sabahları Taksim'den Taşlık'a yürümek hep birer zevk idi. Pazar sabahlarının diğer bir eğlencesi de onbeş günde bir Þan Sineması'nda Münir Nuretti Bey'in idare ettiği Kalsik Türk Müziği konserine gitmekti. Akşam saat altı oldu mu, radyoda fasıl başlardı.
Eskiden her değişen rüzgar ile bir başka güzel kokan İstanbul havası, şimdi artık lahmacun ve kebap kokuyor.
Biraz moralim bozuldu, neşem kaçtı. Daha fazla yazamayacağım!
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 28 Sep 2010 11:49 Sujet du message: İnci'nin profiterolü tarihe karışıyor
Eski bir postu guncellestireyim. Bugun bir dostumdan aldigim mesaja uygun bir post.
Inci Pastahanesi benim gençligimin en onemli anilarindandir. GS Lisesinde, yani Beyoglu'nda okurken Inci'de bir profiterol yemenin zevkine doyum olmazdi. Hatta 2,5 Lira olan profiterol biranda 5 LIraya çikinca çok bozuldugumu hiç unutmadan anarim.
Inci'nin bulundugu bina yikalacakmis. Paris'te bir binanin tasina dokunun dokunabilirsiniz.
Neden bizde eskinin kiymeti bilinmez, neden bu kadar vurdumduymaz olunur. A TA TURQUIE'nin Art Nouveau à Istanbul sergisinde gorebilirisniz, adam, guzelim Art Nouveau demir parmaklarini klima makinesi yerlestirmek için keser.
Buyurun haberi okuyun :
İnci'nin profiterolü tarihe karışıyor
19 Eylül 2010
Profiterolü, içi krema dolu hamurdan topların üzerine bol çikolata sosu Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki meşhur İnci Pastanesi gelecektir... 1944'te Arnavut Luka Zigori'nin kurduğu İnci Pastanesi'ni uzun yıllardır işleten Musa Ateş ve İnci'nin müşterileri olan İstanbullular bugünlerde çok üzgün.
Çünkü pastanenin yer aldığı Cercle d'Orient (Serkldoryan diye okunuyor, Türkçesi Þark Kulübü) binası tamamen yıkılacak. Eğer bu yıkım gerçekleşirse Beyoğlu'nun efsane bir adresi daha tarih olacak...
Cercle d'Orient binasında bulunuyor
İnci Pastanesi'nin bulunduğu Cercle d'Orient binası İstiklal Caddesi ve Yeşilçam Sokak'ın köşesinde. Ermeni Abraham Paşa buraya bir bina yaptırmak isteyince 1880'li yıllarda Fransız asıllı Levanten mimar Alexandre Vallaury ile anlaşmış. Bugün Caddebostan'da bulunan 'Büyük Kulüp' o yıllarda Cercle d'Orient adıyla bilinirmiş. Osmanlı'nın Enver, Talat ve Damat Ferid gibi ün yapmış paşaları, şehrin ileri gelenleri ve gayrimüslimler kulübün üyesiymiş. Cumhuriyet'in ilanından sonra kulübün adı 'Büyük Kulüp' olarak değiştirilmiş...
1944'ten beri...
İnci Pastanesi uzun yıllardır Musa Ateş'e emanet. O bu işi pastanın ustası Luka Zigori'den öğrenmiş. Daha 12 yaşındayken Luka Usta ile çalışmaya başlamış. Çok çalışkan Luka Usta 1940'larda biriktirdiği 40 bin TL'yi (1 dolar o yıllarda 38 kuruşmuş) hava parası olarak verip 1944'te Cercle d'Orient binasındaki ilk pastanesi 'İnci'yi açmış. 50 yıldır pastanede çalışan Musa Ateş "Ben öğrenciyken Luka Usta'dan iş istedim, beni 'Öğrenciye iş vermem' diyerek geri çevirdi. Ama sonra da çağırıp işi öğretti. Her zaman 'Pastacılık sanattır. Sanat altın bileziktir' derdi" diye o yılları anlatıyor. "İnci'nin profiterolü dünyada tek, Uludağ pastalarının ve paskalya çöreğinin ise üstüne yok" diye de eklemeden edemiyor.
'İstanbullular için büyük kayıp'
İnci Pastanesi'nin işletmecisi, çalışanları ve çevrede durumu bilenler, İstanbullu'nun elinde kalan son tarihi kalelerden biri daha yıkılacağı için çok üzgün. İşletmeci Musa Bey yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Biz dükkanı tarihi yapısını bozmadan, geleneklerine bağlı kalarak yürüttük. Tarihi bir yerde var olmanın sorumluluğunu hep taşıdık. Yılların eskitemediği Emek Sineması, İnci Pastanesi bu binanın vazgeçilmezleri. Her gün burayı binlerce kişi ziyaret ediyor. Amerika'dan Avrupa'dan sipariş alıyoruz. İnci Pastanesi'nin kapanması ülkenin kaybetmesi demek. Bize yıkılacağı söylendi ama bilgi verilmedi. Mimarlar Odası 'Emek Sineması'nın olduğu bina tarihidir. Biz onu yıktırmayacağız dediler, dava açtılar. Cercle d'Orient'ın yıkılmasını istemeyen kiracılar olarak bizler de destek verdik ama şimdilik bir gelişme yok.
Söylentiye bakılırsa binayı alanlar bugünün en kuvvetli gruplarından (Kamer İnşaat). 5- 6 kiracı dışında herkes onlarla anlaştı. Biz kiracılara binanın yenileneceği söylenmişti. Bu durum bizi çok memnun eder, ama yıkılmasına gönlümüz razı değil. Yıkılırsa biz tekrar İnci'yi açmayacağız. Hepimizin gençliği, çocukluğu da böylece elden gidecek. İnci'nin tarihin tozlu sayfaları arasına konulmasını istemiyoruz. Bu İstanbullular için büyük bir kayıp" diyor. İnci Pastanesi için hala ümit var mı bilmiyoruz ama yıkılırsa gelecek nesillere bu tarihi adresin ve lezzetin sadece fotoğraflardan veya anılardan aktarılacak olması çok yazık..."
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 27 Jan 2013 1:32 Sujet du message:
Fetih filminde son sahnede Fatih Ayasofya'ya girer ve yerli halka guvence verir...
Tutucularin çok begenisini kazanan bu filmdeki son sahneye ragmen yuzyillar sonrasinda Istanbul'un yerli Rum sayisi bir çirpida sayilivereck bir duzeyde...
Evet bir zamanlar bir Istanbul vardi...
Bakin "Istanbul'um : Tadim tuzum hayatim..." videosuna da ibrat alin
<
*
Ve biraz daha nostaljik olmak isterseniz!
cengiz-han a écrit:
Istanbul severlere.
Degismeyen bri sey yok evrende ! Istanbul da degisiyor, bazen iyi ama çogu zaman istemedigimiz biçimde !
Inscrit le: 09 Oct 2007 Messages: 3474 Localisation: Somewhere in the world
Posté le: 27 Jan 2013 10:53 Sujet du message:
Altemur KILIC anlatiyor:
Yeniçag 27 ocak 2013
Bir zamanlar İstanbul...
Ben Ankaralıyım. Yani doğum yerim Ankara. Fakat yaşamımın büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirdim. Bunun başlıca sebebi de eğitim idi. Þimdi ise Alanya’nın bir kasabasında ikamet ediyorum. İstanbul’da oturmadığımız semt kalmamıştı ama genellikle sahil kesiminde otururduk. Alanya’yı tercih etmemde de her halde bu etken oldu gibi geliyor bana...
Þişli, Fatih, Nişantaşı, Maçka gibi iç kesimlerin yanı sıra, Bostancı, Büyükada, Bakırköy, Florya gibi deniz kenarları revaçtaydı.
İkamet ettiğimiz yerler apartman dairesi olduğu gibi kimi zaman da bahçe içinde müstakil mekanlardı.
Benim çocukluğumun geçtiği yıllarda İstanbul, 6-7 yüz bin nüfusa sahipti. Semtlerde herkes birbirini tanırdı. Genellikle işe aynı saatlerde, aynı vasıtalarla gidilir ve dönüş de aynı şekilde olurdu. Herkes birbirini tanırdı dedim. Eğer o gün yol arkadaşlarından birini trende veya vapurda göremezsek telaşlanırdık, kendisine veya ailesinden birine bir şey mi oldu diye. Bu duruma mahal vermemek için ertesi gün işe gelmeyecek olanlar, haber verirdi “Ben yarın, bir işimden dolayı gelemeyeceğim” diye... Þimdi aynı apartmanda oturan kapı karşı komşular birbirlerini tanımıyorlar. Bayramlar vesile olurdu apartman komşularının bir araya gelmelerine diyeceğim ama o da mazide kaldı. Þimdilerde bayramlarda bir seyahat furyası başladı ki sormayın gitsin. Ha tabii bu arada ziyarete edilerek yapılan bayramlaşmaların yerini de cep telefonları marifetiyle mesajlaşmak(!) aldı...
***
Çocukluğumun İstanbul’un bir özelliği de her tarafın çayır çimen olmasıydı. Tabii bu da bizim oyun sahamızın genişlemesi demekti. Bostancı’da oturduğumuz dönemlerde evimizin karşısındaki çayırlık bizim top sahamızdı. Babam hem Bostancı Spor Kulübüne yardım etmek hem de ağabeyim Gündüz’ün spor merakını tatmin için buraya iki kale direği yaptırmış ve hatta o zamana göre lüks sayılacak kale ağlarını da taktırmıştı. Daha büyükler ve bu arada Gündüz ağabeyim bu sahada ciddi maçlar yaparlar ve boş olduğu zaman da biz mahalle arkadaşlarıyla futbol oynardık.
Mahalle arkadaşlarım Bostancı’nın fakir ve orta halli ailelerin çocukları idiler. Çoğunun düzgün kıyafetleri olmaz, ayaklarında ayakkabı bulunmazdı. Bu arkadaşlarımdan çoğu ile ilişkim yıllar boyu devam etti.
Tabii bizler için tatilin en önemli olayı denize girmekti. Suadiye ile bostancı arasında Çatalçeşme denilen bir mevki vardı. Orası halka açık bir plajdı. Her sabah mutadı veçhile benden büyükçe olan ablalarımla -kuzenlerim Berin ve Suzan- birlikte ve elbette başımızda bir büyükle, at arabalarıyla plaja gider ve öğle üzeri dönerdik. Bizim denize girdiğimiz yerler şimdi, doldurulup sahil yolu yapıldı.
Bostancı’dan aklımda kalanlar arasında; gene at arabalarıyla Suadiye’ye Çınardibi’ndeki bir gazinoya gidip açık hava sinemasına gitmek bir de Bostancı’da iskelede Þaban Efendinin işlettiği gazinoya sık sık gelen tiyatro truplarının, Naşit’in İsmail Dümbüllü’nün temsillerine gitmek... Zaman zaman da karşımızdaki çayıra cambaz gelirdi.
Yaz tatilinin unutulmazları arasında elbette dondurma vardı. Özellikle öğleden sonraları akşam üstüne yakın Arnavut dondurmacıların gelişi bir başka alemdi bizim için.
Dondurmam var kaymaklı diye bağıran dondurmacılar arkalarındaki sırığın iki tarafına asılı ve dengeli kaplarla sökün ederlerdi. Bu kapların havlulara sarılmış birinde kaymak, vişne, limon dondurması bulunur, diğerinde ise süslü boyalı bir teneke camlı kutu içinde bardaklar, kaşıklar bulunurdu.
Dondurmacı şöyle bir çalkaladığı cam tabaklara veya helvadan yapılı külahlara yüz paralık, beş kuruşluk dondurma koyar verirdi. Biz seçkin olduğumuz için dondurmacıları evin önüne çeker ve evden verdiğimiz kaselere dondurma koydururduk.
Hey gidi günler hey... _________________ Родион Романович Раскольников
Inscrit le: 09 Oct 2007 Messages: 3474 Localisation: Somewhere in the world
Posté le: 05 Avr 2013 15:46 Sujet du message:
Farklar desek daha dogru
Birincisinde bayraklar var, öbüründe yok...
hadi bu küçuk detay..
Birincisinde Anadolu yakasi tepeleri dogayla istigal, ikincisinde devasa konutlarla..;
Bu her yer için geçerli..eski Izmir resimlerinde aynisini görürüz...
Aklimda hep, Bratislava'nin karsi kiyisindaki (Tuna'nehrinin Avusturya'ya bakan tarafi) çok ünlü Petrzalka mahallesi, Stalinyen konutlarin prototipi....esim sasiyordu, yahu bizde bunu 50'lerde yaptilar, siz simdi bunu mu örnek aliyorsunuz diye....
Evet..bir zamanlar Istanbul vardi....
Bir zamanlar Paris te vardi...Ankara da hem vardi hem yoktu vs.......
Bir zamanlar biz de vardik........ _________________ Родион Романович Раскольников
Inscrit le: 09 Oct 2007 Messages: 3474 Localisation: Somewhere in the world
Posté le: 05 Mai 2013 0:10 Sujet du message:
evet... evet dost...ama "prédateur"ler burada..içimiz yaniyor..Istanbul ölüyor, bizim Istanbul'umuz...
Bir çok yer için de geçerli bu ama....
GS lisesi son siniftayken, Jean Paul Sartre'in bir piyesi üstüne yorum yapmistim, o aklima geldi ansizin,
Altona mahpusuydu konu: "un jour, une bombe éteindra toutes les lumières..." gibiydi...
Bunlari yaziyoruz ama, kimse de duyarli degil gibi......
O zaman derim, böyle basa böyle tras, böyle g.te böyle (t)arak..... _________________ Родион Романович Раскольников
Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
İstanbul'un 3. havalimanı ayrıntıları belli oldu
Değerli arkadaşlar,
İstanbul'umuza yeşil alanları kıyımı ile yapılacak 3. Havalimanı ihalesi yarın Esenboğada yapılacakmış. Neden bu kadar acele ediliyor? Bu konuda Çevre ve Þehircilik Bakanlığınca da yayınlanan ÇED raporu neden dikkate alınmıyor? Güzel İstanbul'umuzun EKOSİSTEMİNİN çok miktarda tahrip edileceğini ortaya çıkartan bu rapora göre;
• Proje alanının %80'nin Orman alanı olduğu ve 2.513.342 adet ağacın 657.000 tanesinin kesilmesinin ve de 1.855.391 tanesinin de taşınması gerektiği,
• Söz konusu 7.650 hektarlık alanın; 6.172 hektarının ORMAN, 1180 hektarının madencilik, 660 hektarının GÖL, 236 hektarının MERA, 60
hektarının KURU TARIM olduğu,
• Terkos gölü sınırına 2,5 km uzakta yapılacak bu havalimanının İstanbul'umuzun su kaynaklarından bir tanesi sayılan bu gölün su toplama
havzasının yok edebileceği,
• Projenin ekonomik ömrünün 100 yıl ve işletme kapasitesinin de 150 milyon yolcu/yıl olduğu belirtiliyor. Günlük yolcu kapasitesinin de yaklaşık 411.000 yolcu olacağı bu yüzden ortalama 100.000 e yakın otomobilin ve 2000 adet orta yüklü ticari taşıtın giriş-çıkış yapması öngörülüyormuş,
• Ayrıca bölgede heyelan riski olduğu ve derelerin tahrip olma riski bulunduğu belirtilmektedir (15.4.2013-Milliyet).
9 Nisan'da 3. Havalimanı Projesi'nin, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) İnceleme-Değerlendirme Komisyonu Toplantısı yapıldı. Proje 22 Nisan'da yönetmelik gereğince halkın görüş ve önerilerini almak amacıyla askıya çıkarıldı. Askı süresi 10 iş günü olan bu raporu dikkate alan Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO), gereken süre dolmadan 3 Mayıs'ta yapılması
planlanan 3. Havalimanı Projesi ihalesine karşı ÇED Yönetmeliğine aykırı
olduğu gerekçesiyle dava açtı.
Değerli arkadaşlar,
Bu 3. Havalimanı projesi ile 3. köprüye müşteri bulmak mı esas amaç, merak ediyorum. Çünkü 3. Köprüden yıllık 135.000 aracın geçme taahhüdü verildiğini biliyoruz. Yani Kadıköyde oturan vatandaşlarımızı Sabiha Gökçen yerine yaklaşık 85 km uzaktaki 3. Hava limanına gitmeye zorlayacağız.
Ayrıca İstanbul'umuzun Güneyinde oturan bizlerde Atatürk hava limanı yerine Terkosa zorunlu seyahat yapacağız. Çekeceğimiz zaman ve trafik sıkıntısı sadece taksicilerimize kar olacak !!!
Sabiha gökçende uçuş kapasitesinde yetmezlik ve ihtiyaç var ise neden oraya bir uçuş pisti daha eklemeyi düşünmüyoruz. Halen Atatürk havalimanımızın da 3 pisti var ama 2 tanesi kullanılabiliyor. 3. Pistin neden kullanılmadığının da açıklanmasını bekliyoruz.
Değerli arkadaşlar,
3. havalimanı ile ilgili görüşlerini açıklayan Sabiha Gökçen CEO'su Gökhan
Buğday, üçüncü havalimanı için bir şehirde 55 milyon yolcu rakamına
ulaşılması gerektiğine dikkat çekti. Buğday, "İstanbul'un 3. havalimanına
ihtiyacı olup olmadığı tanım meselesi. İstanbul'un önümüzdeki dönemdeki
gelişimine bağlı. Ne kadar yolcuya hitap edeceği önemli. Dünyadaki
örneklerde yolcu sayısı 55 milyona geldiğinde üçüncü bir havalimanı gündeme gelmesi önermesi var. İstanbul'da şu anda 11 milyon Sabiha Gökçen, 30 milyon yolcu da Atatürk Havalimanı'ndan gelip geçiyor. 3. havalimanının gündeme gelmesi için daha 14 milyon yolcu sayımız var." açıklamasında bulundu.
3. havalimanı yüzünden harcanacak para ile kimlere borçlanacağız? Bu
borçlanma yerine İstanbul'umuzun yıllarca çektiği Avrupa TIR yükünü
paylaştıracağımız Çanakkaleye neden bir köprü yapmayı düşünmüyoruz?
İstanbul'umuzun akciğerleri sayılan yeşil alanlarımız kalmayacak ve
İstanbulumuz yaşanmaz hale gelecek. İstanbul doğumlu bir vatandaş olarak bu acımasızlığı kınıyorum.
Umarım, yöneticilerimiz ve danışmanları, güzel İstanbul'umuzun mutlu
geleceği için duyduğumuz bu kaygılarımızı duyar, algılar ve gereğini
yaparlar.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 09 Aoû 2013 1:31 Sujet du message:
Citation:
“Başka İstanbul Yok!”
Doğan Hasol - Cumhuriyet 08.08.2013
Dünyanın dikkate değer birçok şehrini görme olanağını bulmuş bir mimar olarak şunu açıkyüreklilikle söylemek isterim: İstanbul dünyanın en güzel şehridir. Ancak hemen belirtmek gerekir: İstanbul öylesine büyüdü ki, sınırları bile belli değil; İstanbul denince neresi söz konusudur? Bu sorunun en güzel yanıtı Doğan Kuban’dan gelmiştir: “Denizden görünen yerler ve denizin göründüğü yerler.” Açıkçası, Boğaz, Marmara ve Haliç kıyıları ile yamaçları… Bu tanıma giren yerler o kadar güzel ki, yıllar boyu süren bunca hoyratlığa karşın oralar hâlâ büyüleyici güzelliğini koruyor. Ne var ki bu durumun sürdürülebilirliği yok. İstanbul herhangi bir şehir olarak varlığını sürdürebilir kuşkusuz, ama başka bir İstanbul olur.
“Başka İstanbul yok!” deyişi, İstanbul’a gelmiş, nezaketten sapan kişileri uyarmak üzere biraz küçümsemeyle kullanılırdı. İstanbul nüfusu 1 milyondan 15 milyona yükselirken, artış, aldığı göçten kaynaklandı. Hattâ şehrin yöneticilerinin bile çoğunu yeni İstanbullular oluşturmaya başladı. Þimdi sözüm daha çok, İstanbul’un kendisine, İstanbul’a nazik davranmayanlara… İstanbul’u yaptıklarınızla bozarsanız bu işin dönüşü olmaz artık. İşte, “Başka İstanbul yok!” deyişi böyle durumlarda daha anlamlı hale geliyor. 1. Dünya Savaşı öncesinde, İstanbul’u inceleyen Macar mimar-yazar Kàroly Kòs, “İstanbul’un üç düşmanı vardır: deprem, yangın, insanoğlu” diyordu. İnsan faktörünü hiç kuşkusuz, kenti yağmalayanlar kadar, plan yerine plan dışı işler yapan yöneticiler oluşturuyor.
Aslında, “İstanbul, zaten başka bir İstanbul olmadı mı ki?“ diyebilirsiniz. Hâlâ en büyük tehdit; nüfus artışı. 1950’de 1 milyon olan nüfus 30 yıl sonra 1980’de 2 milyon 773 bine ulaştı. Sonraki 30 yılda ise korkunç bir artışla 13 milyon 854 bine. Bugün İstanbul, ülke nüfusunun yüzde 18,3’ünü barındırıyor; neredeyse ülke nüfusunun beşte birini… 1:100 bin’lik İstanbul Çevre Düzeni Planında şehrin nüfusu 2023 yılı için 16 milyon olarak öngörülmüştü. Bu rakama şu anda neredeyse ulaşılmış durumda.
Bugünün uygar dünyası, büyük şehirlerin nüfuslarının normal büyüklükleri aşmamasını sağlama peşinde. Örneğin, 2012 sonunda Londra nüfusu 7,7 milyon, New York City 8,2 milyon idi. Paris’in de nüfus artışı durduruldu. Almanya’nın 4 milyondan daha kalabalık şehri yok.
Dünyadaki pek çok şehir yönetimi, aşırı nüfusun şehirleri yaşanmaz hale getirdiğinin bilincinde. Hızlı artış ve aşırı nüfusun, şehrin fiziksel gelişmesi üzerindeki olumsuz etkisi iyice biliniyor artık: Sonuç, bir yandan yeşilin ve ormanların yok edilmesi, bir yandan da yoğun (sıkışık) ve yüksek yapılaşma oluyor.
Bugün İstanbul’un geldiği nokta budur. Yıllardan beri bölge ve şehir planlamaları göz ardı edildiği için, İstanbul nüfusla şişerek bir “azman şehir” haline geldi. İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın daha mürekkebi kurumadan plan dışı uygulamalar ardı ardına gelmeye başladı. Hepsi de nüfus artışını ve şehrin büyümesini teşvik eder türden… 1995’te Erdoğan, belediye başkanı iken, İstanbul’a girişte vize uygulanmasını ve otomobil sayısının dondurulmasını önermişti. Bu önerisini 2007 yılında başbakanlığı sırasında yeniden anımsattı. Önerilen çözüm, olabilecek gibi değildi, ama teşhis doğruydu. Ne var ki, sonradan Başbakan’ın İstanbul’a ilgisi giderek artarken, önerileri hep nüfusu artıracak ve şehri büyütecek doğrultuda oldu.
Bugün merkezi yönetim, yetkileri yerel yönetimin elinden almış durumda; İstanbul, tepeden inme projelerin sahnesi halinde. Uzmanların ve halkın görüşleri dikkate alınmıyor. İşte, kentlilik bilincinin dirilmesine, sonra da uygulanan baskı karşısında büyük olaylara neden olan Taksim Gezi Parkı ve Topçu Kışlası konusu… Kentliler parkı yok etme dayatmasına karşı çıktılar. Konu, yargının işi değil, mimarlık ve şehircilik işi… Bilimsel yöntemleri, şeffaflık ve katılımcılığı dışlayan örnekler çok… Örneğin, Başbakan’ın çılgın proje olarak tanımladığı Kanal İstanbul projesi… Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak, yaklaşık 40 km. uzunluğunda, 150 m. genişliğinde, 25 m. derinliğinde bir kanal. Tabii buradan geçiş paralı olacak. Gemilerin, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Boğaz’dan bedava geçebilecekken, yolu kısaltmayan Kanal’ı niçin yeğleyecekleri pek anlaşılmıyor. Sakın, Kanal, Montreux’nün engellediği savaş gemilerinin Marmara’dan Karadeniz’e geçişini sağlamak için olmasın?.. Kanal’ın çevresinin yoğun yapılaşmaya açılacağı kuşkusuz.
Aynı durum, plana sonradan eklenen ve yeri, başbakanın helikopter turuyla belirlenen Üçüncü Boğaz Köprüsü ile Üçüncü Havalimanı için de söz konusu. Köprünün bağlantı yollarının çevresi kısa sürede yeni yerleşmelerle dolacak. Tıpkı, ikinci Köprü ve TEM örneğinde olduğu gibi… Havalimanı çevresi de bir “aerotropolis” (havalimanı kenti) oluşturacak.
Bütün bunlar, zaten Azman Þehir haline gelmiş İstanbul’u daha da azmanlaştıracağı gibi, hiç olmaması gereken şekilde iyice Kuzey’e yöneltecek. Bu durumda kuzeyde ormanları ve su havzalarını barındıran ve İstanbul’un akciğerleri konumunda olan bölgeler tümüyle yitirilecek.
“Başka İstanbul Yok!” dense de, bu gidişle İstanbul’un kendisi başka İstanbul olacak.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 23 Mar 2015 3:28 Sujet du message:
Yillardir Istanbul'un çok yipratildigi ve tarihe hiçbir sayginin kalmadigi, essiz kentin rant ugruna kurban edildigini haykiriyoruz. Bir ise yaramiyor.
Ulaştırma Politikası ve Planlaması Üzerine, Istanbul bunu hakketmiyor baslikli bir yazi okudum, dogrularin aciligini tattim.
Marmaray ki benim için Istanbul'a yakisan et en etkin ulastirma projesiydi, o bile bugun Istanbul'un en tarihi ve onemli iki yapisinin islevselligini yoketmek için bahane konusu oluyor. Evet Sirkeci ve Haydarpas yokediliyor...
Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures Aller à la page 1, 2Suivante
Page 1 sur 2
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum