278 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 278
Membre(s) : 0
Total :278

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 21h14:04
murat_erpuyan : 21h16:28
SelimIII : 1 jour, 10h41:28
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Yilmaz Özdil'den ...
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Yilmaz Özdil'den ...
Aller à la page 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 17 Aoû 2009 14:28    Sujet du message: Yilmaz Özdil'den ... Répondre en citant

Kırküç yıldır sorulmayan soru


Demiştik ki, "AB için referandum yapılsın."
Madem millet için AB'ye girmek istiyorsunuz...
Yetti artik, emrivaki...
Millete sorun. İstiyor mu, istemiyor mu?
Çünkü benim bildiğim, AB'nin bir numaralı kriteri, millet ne istiyorsa, onu yapmak... Aksini değil.
Bu nedenle onlar kendi milletlerine sordu... İsteyen girdi, istemeyen girmedi.

Mesela, Norveç...
Seçilmiş bir hükümet vardı iktidarda.
Yani milletten "yetki" almıştı.
Ama buna rağmen, referandum yaptı.
"Hayır" dedi millet... Girmediler.
Birazcık; zarar gördüklerini de, görmedim.

Peki ya biz?
İlk başvuru, 1959'da.
Menderes... Rahmetli...
Kimseye başvurdu mu, "başvuralım mı, başvurmayalım mı" diye?
Başvurmadı.
Başvurmadan başvurdu...
Sonra?
Hatırlayın...
Demirel, Ecevit, Özal, Yılmaz, Çiller...
Hepsi birer defa girdi AB'ye...
Hepsi, ayrı ayrı kutlama yaptı AB'ye girdiğimiz için.
E baktı ki millet, bir yere girdiğimiz falan yok...
"N'oluyor" demeye kalmadı...
Tayyip Erdoğan iki defa daha girdi.
Patlattığımız havai fişeğin haddi hesabı yok, AB'ye girdiğimiz için.
En fazla defa biz girdik! Ama hâlâ dışarıdayız.
Hatta, dışarıda bi tek biz varız.
Bu arada bize giren girene...

Ve işte bugünkü soru...
Siyasilere değil, size.
Herkes kendine soracak. Herkes kendine verecek cevabı...
1963 Ankara Anlaşması'nı milat kabul edersek... Dile kolay, 43 yıldır...
Ekonomiden hukuka, tarladan gökyüzüne, aklınıza gelen gelmeyen her konuda "AB'ye uyum için" yasa çıkardık.
Hayatınızda olumlu yönde ne değişti?
Size ne faydası oldu?

Çünkü söyle bir manzara var.
Çıkarılan AB'ye uyum yasaları...
Bölücüye yaradı.
Apo'ya yaradı.
Fehriye'ye yaradı.
Köktendinciye yaradi.
Takıyyeciye yaradı.
Diasporaya yaradı.
Rum'a yaradı.
Cari açığa yaradı.
Kapkaççıya yaradı.
Katile, ite, uğursuza yaradı.

Peki..
Ayni AB'ye uyum yasalarının...
Vergisini ödeyen, karıncayı incitmeden hayatını sürdürmeye çalışan, yargıya güvenen, devletini seven, bayrağına saygı gösteren, namuslu, yurtsever vatandaşa nasıl bir faydası oldu?

Açalım biraz...
Bu nasıl ortak?
Sınıflar sardalya kasası gibi...
60'şar 70'şer kişi sığışıyor çocuklarımız.
Öğretmenlerimiz, ameleden az kazanıyor.
Bu şartlarda AB'ye girmemiz mümkün mü? Değil.
Peki siz hiç, bugüne kadar Avrupa Birliği'nin bir defa olsun, "bu sorunu çöz, çözmezsen olmaz" dediğini duydunuz mu?
Ben duymadım.
Ama eğitimle ilgili ne duyuyoruz hep?
"Ruhban Okulu'nu aç."

Sabahin 4'ünde giriyoruz hastane kuyruğuna... Kalp ameliyatına bile 6 ay sonraya gün veriliyor... Temel insan hakkımız yok yani!
"Al şu fonları, hastane aç" diyor mu? Demiyor... Ne diyor?
"Limanları aç."

Bayramda 104 kişi daha öldü. Her yıl küçük bir Avrupa kenti kadar insanımız yollarda heba oluyor.
"Yollarını düzelt" demesi gerekmez mi? Gerekir... Ama o ne diyor?
"Ermenistan'a yol aç."

Resmi olarak 2.5 milyon, gayriresmi olarak 10 milyon işsiz var Türkiye'de.
Fas'ın Tunus'un Cezayir'in işsizini alıyor. Bize duvar.
Bi tek kimi alıyor bizden? PKK'lıyı.
İşçi suçlu. Terörist mağdur.

Bölücü posteri taşıyana "dokunma" diyor.
Atatürk posteri asana "indir onu" diyor.

AB üyesi İngiltere, kendi genelkurmay başkanına göre bile, "elalemin ülkesinde işgalci." Çıt çıkmıyor.
Bizim asker, "kendi toprakları üzerinde" uçak uçuruyor... Þiddetli itiraz. Kınama.

El ele verip, Çanakkale'den Antep'e, İzmir'den Urfa'ya, katlettikleri Türk'ün haddi hesabı yok.
"Soykırımcısın" diyor. "Değilim" demek yasak üstelik.

Kendi ülkesinin şartlarına göre kanun çıkarmakla yükümlü olan Meclis, "tercüme bürosu"na döndü... Trafik suçu bile işlenmeyen ülkelerin kanunları bire bir Türkçe'ye çevriliyor.
Sonra ne oluyor?
İt, uğursuz kol geziyor. Namuslu vatandaş korku içinde.

Farz edelim, Ak Merkez'e gittiniz.
Üstünüz aranıyor mu? Aranıyor... Çocukların bile aranıyor.
Ama polis, şüphelendiği bir kişinin üstünü arayabiliyor mu?
Arayamıyor.
Neden? Çünkü artık, hakim kararı gerekiyor.
Ak Merkez'deki güvenlik görevlisinin hakim kararına ihtiyacı yok...
Devletin polisinin hakim kararına ihtiyacı var.
Buna "AB'ye uyum" deniyor.

Tatile gideceksiniz... Mesela, Belçika'ya.
Vize vermek için, tapu istiyor, banka cüzdanı istiyor, gidiş-dönüş uçak bileti istiyor, kalacağın otelin rezervasyonunu istiyor, şimdi yeni moda çıktı, kulaklarını gösteren fotoğraf istiyor.
Ama Fehriye orada. Hâlâ bir terslik yok mu burada?

Cumhuriyet 83 yaşında... AB kaç yaşında?
"AB için referandum yapalım" dedik... Ali Kemaller çok kızdı…
Devam o zaman...

Temel sorun şu aslında...
Yıllardır diyorsun ki, "AB, AB..." E görüyorsun ki, iş boka sarıyor.
Þimdi çıkıp, nasıl diyeceksin... "Bu iş yanlışmış."
Nasıl diyeceksin?
İnsanın, yanıldığını kendisine bile itiraf etmesi zordur.
Ama yanıldıkları nokta, AB değil.
"Türkiye'yi adam edecek" bütün güzelliklerin, ancak ve sadece, "dışarıdan gelebileceğini" sanıyorlar.
"Bizi kurtarsa kurtarsa, yabancılar kurtarır" zannediyorlar.
Yanıldıkları nokta bu.
Zihniyetlerinin dedeleri de, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ydi... Amerikan mandacılarıydı.
Hatta, başka versiyonlarını da yaşadık, yakın geçmişte...
Hatırlayın... Sovyet'e sarılmıştı çoğu.
Kendi devrimine dudak büküp, elalemin devrimini alkışlıyorlardı.
Gorbaçov çıktı, pardon dedi... Harç bitti, yapı paydos, herkes yoluna...
Ayazda kalakaldılar! Savruldular.
Kimi "eşitlik meşitlik" falan derken, en vahşi patrondan daha kapitalist oldu...
Kimi daha düne kadar Allah'a bile inanmazken, takke takti kafasına.

Nereyi tuttularsa, kurudu!
"Yabancıların" becerebileceğine inandılar...
Mustafa Kemal'in "kalıcı" olabileceğine inanamadılar bir türlü.
Bakar kör çünkü bunlar. Görmüyorlar. Ama dünya görüyor...
Geçen yüzyıldan bu yüzyıla "ayakta geçmeyi başaran tek ideoloji" O ufak tefek, sarışın adamın devrimi oldu.
İlelebet payidar.


"Rüyanızın gerçekleşmesini istiyorsanız, öncelikle uykudan uyanmanız gerekir."
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
martin_eden
Spammer
Spammer


Inscrit le: 18 Jan 2009
Messages: 366
Localisation: Istanbul/Turquie

MessagePosté le: 18 Aoû 2009 22:20    Sujet du message: Répondre en citant

Bir forumda ben ısrarla AB'ye girmemiz gerektiğini söylediğimde bakın aldığım tepkilerden biri;

Pourquoi avrupa ???? c’est a toi de donner la reponse,toi qui vit me semble- t-il en turkiye,,,,vous voulez quoi au juste de cette europe qui veut pas de vous ????? vous faites penser a un mec qui colle trop, veritable pot-de-colle apres une gonzesse,,,,ca fait bete,mec,,,,en turkiye y a rien ???? qui d’autres que vous , jouez a la "prostituée" international ??? qui d’autres,,,,vous faites hontes,a tel point dire que je suis "turc" ca fait "prostituée",, tu le savais ca ,mec ????n’oublie pas,mec,,,ils veulent pas de vous, allez pointer ailleurs,,,,il est encore temps de tourner la page mec..............

İstenmediğimiz yerde ne işimiz var? Bizi istemiyorlar bu çok açık, bunu kalın kafamıza sokmamız gerek.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 21 Aoû 2009 1:04    Sujet du message: Répondre en citant

21 Ağustos 2009

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr




Al sana açılım


27 senedir gazetecilik yapıyorum... Ve, çalışma hayatımın en enteresan "sansür" olaylarından biri geldi başıma... "Açılım"ı destekleyen arkadaşların, iyi okumasını öneririm.

*

Tatilden döndüm...

"Kürtçe" başlıklı

bir yazı yazdım.

Bugün çıkacaktı.

*

Şöyle başlıyordu:

"Kimimiz Türk, kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Çerkez... Yahudimiz, Rumumuz, Ermenimiz, Rus gelinlerimiz, Alman damatlarımız; uzatmayayım, ’mozaik’ derler, değiliz aslında, ’ebru’yuz, koskoca bir aileyiz... Ve, ortak bir vatanımız, ortak bir resmi dilimiz var bizim; Türkçe... Bizi, biz yapan."

*

Şöyle devam ediyordu:

"Dünyaya entegreyiz; İngilizce de öğreniriz, Japonca da... Elbette, anadilini de, mesela Kürtçeyi de öğrenmek en doğal hakkıdır yurttaşların... Ama, bu doğal hakkı, ’açılım’ adı altında, ’resmi dil’ haline dönüştürmeye çalışmak, bizi biz olmaktan çıkarmaz mı? ’Bizi bize yabancı’ hale getirmez mi? İki lisanlı toplum olursak eğer... Birlikte yaşamak isteyen, sorunlarını konuşa konuşa çözme iddiasında olan, ancak, birbirinin dilinden anlamayan bir toplumu, hangi tutkal bir arada tutabilir?"

*

Ve, şöyle bitiyordu:

"Silahla beceremeyen bölücülerin tuzağına düşmemeli Türkiye... Kanın durması için teröriste bile şefkat gösterilebilir; bakarsın, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır... Fakat, farklı dil, kardeşi kardeşe yabancı haline getirir, ki, terörden tehlikelidir."

*

Yazı buydu.

Peki "sansür" nerede?

Şurada...

*

Yazıyı Kürtçe yazmak istedim!

*

Hayır...

Amacım, Türkiye’nin en etkin gazetesinde ilk Kürtçe makaleyi yazan kişi olmak değildi... Yukarıdaki satırları okuyacaktınız ve anlamayacaktınız.

Amacım işte buydu.

*

Araya "ikinci resmi lisan" girdiğinde... Farklı etnik gruplara mensup olan, ancak, Türkçe konuşarak, Türkçe yazarak, Türkçe okuyarak "anlaşan" bir toplumun, nasıl aniden birbirine yabancılaşacağını görecektik...

Kanıtı da, bu yazı olacaktı.

*

E hani sansür?

Buyrun...

*

Kürtçe bilmediğim için, Türkiye Çevirmenler Derneği’ne başvurdum, "Bu yazıyı Kürtçeye çevirmek istiyorum" dedim. "Hay hay" dediler, İstanbul’daki "yeminli tercüme bürosu"nun telefonlarını verdiler. Aradım... "Hay hay" dediler, Kürtçe tercüman bulmak için iki gün izin istediler ve çevirme ücretinin de 180 lira artı KDV olduğunu belirttiler... "Hay hay" dedim, fatura bilgilerimi gönderdim, yazımın Kürtçe tercümesini beklemeye başladım.

*

İki gün sonra... Türkiye Çevirmenler Derneği’nden aradılar... "Kürtçe tercüman bulduklarını, hatta 8 tane Kürtçe tercümana başvurduklarını, ancak 8 tercümanın da bu yazıyı Kürtçeye çevirmek istemediğini" söylediler...

*

Allah Allah!

Niye birader?

"Yazının içeriğini uygun bulmamışlar!"

*

(Bu arkadaşlar "yeminli" tercüman ama, yeminleri bi acayip... İçeriğini beğenirlerse, tercüme ediyorlar, beğenmiyorlarsa, etmiyorlar... Sanırsın, tercüman değil,

sansür kurulu!)

*

İşte böyle...

Terör, bizi bölemez.

Lisan, böler.

Cart diye.

*

Bizi bize yabancı eder.

Kanıtı da bu yazı.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 15 Sep 2009 9:59    Sujet du message: Répondre en citant

Tasfiye...


Samsun sigarasının içinden odun çıktığı günlerde... Ayı oynatılırken, salça sürülmüş ekmek dilimi kemirdiğimiz, şekerli leblebi unu yaladığımız, kalantorların anca 124’e bindiği ve Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan, tencereleri kalaylattığımız, mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, arapsabunu kokulu zamanlarda...

Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’ün yaşadığı, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz üvey anne yanında büyüdüğü, n’ayır n’olamazlı, damalı taksi yıllarında... Tatlıses demirciyken... Çamaşır makinelerinin merdaneli, “Neil Armstrong Ay’a filan ayak basmadı abi, hepsi tezgâh” diye iddiaya girdiğimiz, arka camlara STP yapıştırdığımız, MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü, Adana’ya “alo” demek için 6 saat beklediğimiz, cep telefonunu sadece Kaptan Körk’ün kullandığı teknoloji fukaralıklarımızda... Ümit Besen’in masasının ayağı kırıkken... Muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı gündüzlerin, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili gecelerinde, Arzu Okay rüyalarımıza girerken... Killing okuduğumuz, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, Pehlevi’nin şah, Şenol Birol’un gol, Kastelli’nin banker, Bedia Akartürk’ün İzmir Fuarı’nı salladığı, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu balıkçı zannedildiği, Zeki Müren’in kamyonculara “Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun” diye mırıldandığı, sutyenin porno kabul edildiği dönemlerde... Can sıkıntısından parmaklarımızı şekilden şekle sokarak, mum ışığının gölgesiyle duvara tavşan yaptığımız, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda kös kös “arkası yarın” dinlediğimiz ve İstanbul’da basılan gazetelerin bırak Diyarbakır’ı, Bursa’daki bayiye bile anca “arkası yarın” ulaşabildiği zavallılıklarımızda... Doktor Kimble sanki babamızın oğluymuş gibi Falconetti’ye küfür ettiğimiz, asayişi Komiser Colombo’ya emanet ettiğimiz, adaleti Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız, Mc Millan’ın AIDS’ten ölene kadar şorolo olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında... Koç Reeves’ten turnike atmayı öğrenip, Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde Isaura’nın neden köle olduğunu kavrayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza “N’aber lan Ceyar” diye seslendiğimiz, dansözün çıkmadığı... Sadece TRT’nin var olduğu, necefli maşrapa zavallılığında...

*

Özetle, develer tellal, pireler berber iken... Gazetecileri susturup, gerçeklerin üstünü örtmek, duyulmasını engellemek belki mümkündü.

*

İlkokula giden çocukların internette Japonya’yla konuştuğu, saklamaya çalıştığın görüntülerin şak diye cep telefonlarımıza geldiği, gazeteler yazmasa bile, elektrik su doğalgaz kira okul sağlık market benzin faturalarının her şeyi tüm çıplaklığıyla yazdığı bir dönemde...

Mümkün değil.

*

Ve, dönüp bakıyorum geriye...



İktidar yalakası gazeteciler o zaman da vardı ama, “odun”lar sadece sigaradan çıkıyordu en azından.
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Sep 2009 12:30    Sujet du message: Répondre en citant

Okumaz olaydim, Turkiye'den bir insanlik manzarasi daha, gunum karardi, ne Musalar var boyle yokolup yiten... Ama sizlerle de paylasmadan edemedim, cunku bunda hepimizin sorumlulugu var kiyisindan kosesinde de olsa... Nereye koyayim derken Ozdil ile açilmis bu postu gorunce buraya koydum. Neseniz kaçacak ama bilmekte de yarar dedim. Bagislayin.






Musa

Yilmaz ÖZDIL - Hürriyet 16 Eylül 2009
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12490178.asp


15 yaşında...


Çok başarılı öğrenciydi Musa.

Öğretmen olmak istiyordu.

Sabah okuluna gidiyor...

Sonra çobanlık yapıyordu.

Babası garibandı çünkü.

* * *

Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah... Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi... İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya Köyü’nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran’da... Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu.

* * *

Yakaladı yakaladı...

Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.

O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.

Asfalt rampa.

* * *

Göründü yarım saat sonra servis minibüsü... Manisa’nın Karaahmetli Köyü’nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk... Musa 30’uncu.

* * *

Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı... Þoför döndü Musa’ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı... Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le... Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme...”

* * *

Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.

* * *

İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ... Hastane, doktor, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.

Ya Musa?

Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik...

Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.

* * *

Kurtulmuştu hakikaten Musa... Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten... Ama kâbuslardan kurtulamadı... Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.

* * *

Ve, bir sene sonra...

* * *

Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı... Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.

* * *

Ve, önceki gün...

Yıldönümüydü.

Kapıkaya Köyü’nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı... Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.

* * *

Bitti tören.

Gitti evine.

Astı kendini Musa.

* * *

Bir sene dayanabilmişti buna.

* * *

Evet, Japonya değil burası...

Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.

Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.

* * *

Başta minik Dila... 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa’nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 23 Aoû 2010 1:08    Sujet du message: Répondre en citant

Bu Özdil de yazinca yaziyor !


Soy sop
Yılmaz ÖZDİL - Hürriyet 19 Ağustos 2010


İşlerine geldiği zaman “Hepimiz Ermeniyiz” der bunlar, işlerine geldiği zaman “Bunun anası Ermeni” der...

Halbuki, ne hepimiz Ermeniyiz, ne de bir annenin Ermeni olmasıdır önemli.


*

Bakın, hazır “Soy önemli soyyy” diye bağırılırken, yaşanmış öykü anlatayım size.

*

Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltıraş. 90'lı yılların başı... Tatile giderken, Afyon'da mola verir. Çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Þehit cenazesi taşıyan köylülerdir.

*

O gün 3 yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, bir yanda evladını vatan için toprağa vermiş baba... Utanır...

“Bi şey yapmalıyım” der.

“Bu çocukları ölümsüzleştirmeliyim.”

*

“Þehit Ağacı” projesi hazırlar.


*

Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o ağacın dallarında...

Hayata geçirmek için aradığı fırsatı, anca 2003'te bulur. Resim Heykel Müzesi'nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir.

*

İstanbul'a gelir, künyeleri almak için Tahtakale'ye gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi verir. Ermeni bi usta...

Dükkana girer, anlatır.

O güne kadar hiç düşünmediği detaya dikkat çeker Ermeni usta, “Paslanmaması lazım” der, “Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı.”

*

Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği künyeler, tanesi 1 lira 25 kuruş... “Ticari iş değil bu, takma kafana” der Ermeni usta, “Vatan işi” der... 5'te 1 fiyatına, kâr falan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan verir. 3 bin künye... “Haftaya gönderirim” der. Tam gününde gönderir.

*

Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı yarışmaya katılamaz heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna kaldırır.

Taa ki, amacına ulaşacağı 2009'a kadar.

*

Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Þehit Fatih Duru Parkı yapmaktadır. Başvurur... Belediye “Başımızın üstünde yerin var” der... Kurumuş bir sedir ağacı, gövde olur.

Ancak, bi sorun vardır.

Þehit sayısı 6 bini geçmiş, eldeki künye sayısı ise sadece 3 bindir.

*

Parkın açılışına yetişme kaygısıyla, İstanbul'a gelmez, Ermeni ustanın ismini telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik künyeleri tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer. “Paslanmaz istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi verirler. Zaman dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan sattığı künyeleri, 1'er liradan alır.

*

Tek tek isimleri yazar, takar sedir ağacının dallarına, Cumhuriyet Bayramı'nda açılışı yapılır. Medya ilk gün hücum eder, Türkiye ağlayarak seyreder, sonra unutulur gider.

Ve, kış...

*

Sadece tebrik yağmaz tabii.

Yağmur da yağar.

*

Þehit Ağacı'nın 3 bin yaprağı ışıl ışıl parlıyor hâlâ; gerisi paslandı...

*

“Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı” sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek değiştirmek zorunda kaldı, Türk tüccardan aldığı künyeleri.

*

Bize de, bu satırları yazmak kaldı.

Yüreğimizdeki isyanla...

*

Soy sop filan değildir önemli.

Milleti kimin soy'duğudur.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Jan 2011 12:24    Sujet du message: Répondre en citant

Bu adam iyi yaziyor gerçekten :

Ileri Demokrasi :

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16814516.asp
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Avr 2011 11:09    Sujet du message: Répondre en citant

Sifreli hayat, oh ne rahat diye yazmislar CHP'nin mitinginde... Yalan mi? OSYM de kadrolasma ugruna kurum basina kendilerinden bir adam getirmisler anlasilan, ama aynen YOK'un basina bula bula getirdikleri adam gibi bu da beceriksiz, oyleki gazetelerin yazdigina gore asirma bilimsel makale yazip is ortaliga dokulunce ozur dilemis. Ve binlerce gencin kaderinin tayin edildigi bu sinavlarda ortaya çikan korkunç tablo Ozdil'in kaleminden.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17635762.asp?yazarid=249&gid=61&hid=17636619

AKP Turkiyesi...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 14 Sep 2011 23:13    Sujet du message: Répondre en citant

Bir guzelyazi daha :
Hurriyet 07/09/2011

Citation:

Ak’deniz...

Savaş tamtamları filan çalmıyordu, harbi harbi savaş başlamıştı.
Kıbrıs’a çıkmıştık.
*
Hemen ertesi gün... Mersin’den demir alan Kocatepe, Adatepe ve Mareşal Çakmak isimlimuhriplerimiz, Girne açıklarındaydı. Keşif uçağımız, 12 gemilik Yunan konvoyunun Rodos’tan Baf’a doğru yol aldığını
rapor edince... Genelkurmay’dan
emir geldi: Durdurun, vurun!
*
Muhriplerimiz derhal bölgeye gitti.
Ara tara, konvoy monvoy yok.
O sırada, jetler belirdi.
*
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk deniz savaşı, işte bu faciayla başladı... Çünkü, Yunan donanmasıhile yapıyor, Türk bayrağı çekiyor, telsizde Türkçe konuşuyordu. En azından istihbarat böyleydi...Ve pilotlarımız “sakın aldanmayın” diye tembihlenmişti.
*
O yüzden, muhriplerimizden gelen “Türküz” mesajlarına inanmayıp,
küfürle karşılık verdiler. Kendilerine
verilen bilgiye göre bölgede Türk gemisi yoktu! Gümbür gümbür vurdular.
*
Muhriplerimiz, Amerikan hibesiydi, hava savunma sistemleri yoktu, uçak gemilerini denizaltılarakarşı korumak ve suüstü savaşı için üretilmişler, kabak gibi hedef olmuşlardı.
*
İlk darbeyi Kocatepe yedi. İlk jet ıskaladı, ikincisi kıçtaki topa tam isabet, üçüncüsünün bıraktığı bomba bitiriciydi, bacaya daldı, savaş harekât merkezini darmadağın etti. Yangın başladı. Elektrik sistemi çöktü.
Kıç topu sustuğu için jetler arkadan yaklaşıyor, eliyle koyar gibi peş peşe indiriyordu. Adatepe veMareşal
Çakmak da vurulmuştu, alev alevdiler.
*
Yangın kontrol altına alınamayıp, cephaneliğe sirayet etmeye başlayınca, Kocatepe’nin komutanı “terk edin” emri verdi. Hafif silahları alıp, can yeleklerini giyip, sallara bindiler. İnfilaka saniyelerkalmıştı, vakit dardı, bazıları denize atlıyor, yüze yüze sala çıkıyordu. Portatif telsizi naylona sarıpboynuna bağlayan Muhabere Subayı Necati Gürkaya’nın yeleği açılmadı, gömüldü gitti... Gemiyien son seyir subayıyla kaptan terk etti. Ve, bummm!
*
Kocatepe battı. 30 sal vardı. Birbirlerine bağlı, topluca durmaları gerekiyordu.
Ancak panikle ipleri kestiler, dağıldılar. Mareşal Çakmak ve Adatepe, yaralı
halde yardıma gelmeye çalıştı ama jetler aralıksız saldırıyordu. Çare yok. Ya bırakıp kaçacak ya dabatacaklardı. Bıraktılar.
*
Komutanın salında 20 personel vardı. Sığmıyorlardı. Akdeniz, köpekbalığı kaynıyor... Üstlerine sarımtırak, iğrenç kokulu koruma maddesini sürüp, sırayla denize indiler, iplere tutuna tutunahayatta kalmaya çalıştılar. Gece oldu. Zifiri karanlık. Yıldızlara baka baka, memlekete doğru kürek çektiler. Sabah oldu. Öğle oldu.
24 saat geçti. Ufukta kara yok.
*
İkindiye doğru, balıkçı motoru ebatında
bi tekne göründü. Mermileri namluya sürdüler. Yunansa, vuruşarak şehit olacaklardı. Rütbelerisökmüş, denize atmışlardı, komutanın kim olduğu belli olmasın diye... Rutin savaş protokolüydü.Tekne yanaştı, kaptanı yaşlıca bir adamdı, İngilizce “kimsiniz” diye sordu. “Siz kimsiniz?” cevabınıverdiler. Kaptan gülümsedi, “Türk müsünüz?” dedi.
Üstelik, İngilizce değil, Türkçe!
*
İsrail Deniz Ticaret Okulu’nun
teknesiydi. İsmi, Mevuot Yam.
Anlamı, denizin başlangıcı. Kaptanlık ve balıkçılık kursu gören 13 öğrencisiyle Santoriniaçıklarındayken savaş
çıktığını öğrenmiş, İsrail’e dönüyorlardı. Muhriplerin vurulduğundan haberleri
yok, tesadüfen denk gelmişlerdi.
*
Kaptan, İstanbulluydu. Reuven Pinhasi. Aslen, Rus Musevisi. Henüz üç yaşındayken, BolşevikDevrimi’nden kaçan ailesiyle İstanbul’a gelmiş, Beyoğlu’na yerleşmiş, Avusturya Lisesi’nde okumuş, babası vefat edince, 1943’te, İsrail’e
göç etmişti...
Türkçesi ordandı.
*
Saldakilerin üniforma renginden ve İngilizce aksanlarından Türk olduklarını anlamıştı. Omuzlarındarütbeleri olmadığı halde, hepsi onun ne diyeceğine baktığı
için komutanın kim olduğunu da...
*
Tekneye alındılar. Komutan kendini tanıttı. “Başka sallar var” dedi. Tur atıldı, iki sal daha bulundu.Gerisi yok. 42 Türk kurtarılmıştı. Türkler gitmek istemiyordu. Ancak tekne 20 metrelik... İstiap haddi dolmuştu. İsrailli kaptan, “Bize de ateş açılma ihtimali var, öğrencilerimin sorumluluğu bende, uzaklaşmak zorundayız” dedi. Çaresiz kabul ettiler.
*
İsrailli öğrenciler battaniye dağıttı,
sofra kurdu, yedirip içirdiler, 20 saat
yol, Hayfa’ya vardılar. İsrail donanması törenle karşıladı. Ankara’yla temas
kuruldu, Başbakan Ecevit talimat verdi, THY’nin Boğaziçi isimli uçağı Tel Aviv’e indi,bahriyelilerimizi alıp, geldi.
*
Kocatepe’nin öbür sallarındaki
personeli, Libya gemileri tarafından toplanmıştı. Kaddafi, bahriyelilerimizi
bizzat karşılamış, bizzat uğurlamıştı. Ki, ambargo yiyen Türkiye’ye benzin vermiş, “Hangarlarımaçık, ne istiyorsanız alın, Libya sizindir” demiş... Türkiye’nin ihtiyacı olan askeri malzemeyigemilerine yüklerken bizzat sırtında taşımıştı.
*
Adatepe ve Mareşal Çakmak, ağır yaralı halde Mersin’e ulaşmıştı. Bilanço, 54 şehit.
*
Aslına bakarsanız, konvoy monvoy yoktu. Keşif uçağımız, Rodos’ta mendirekten gemiye yüklenen12 askeri kamyon görmüş, laf dönüp dolaşmış, 12 gemilik konvoy olmuştu! Hava ve Deniz kuvvetlerimiz arasındaki koordinasyonsuzluk tuz biber ekince, kendi kendimizi vurmuştuk.
*
Ve maalesef “Jetlerimiz Yunan
konvoyuna ağır kayıplar verdirdi” başlıklarıyla çıkmıştı Türk basını...
Durum beş gün sonra anlaşıldı ama “hazin gerçek” tam bir sene gizlendi halktan.
*
Ya bugün?
*
İnsanlarımızı savaşta denizden kurtardığı için teşekkür ettiğimiz İsrail’le, insanlarımızı denizdeöldürdüğü için savaş noktasına gelmiş vaziyetteyiz... Gene Akdeniz’de.
*
Yunan’la Kıbrıs’ta savaşıyorduk.
İsrail devletini tanıyan ilk ülkeydik.
İsrail’le ilişkimizi kestik.
Aynı Yunan aynı İsrail’den silah alıyor.
Aynı İsrail’le Kıbrıs’ta petrol çıkarıyor.
*
Kocatepe’nin komutanı Albay Güven Erkaya’ydı, yıllar sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu,İsrail’e gitti, Reuven Pinhasi’yi buldu, İstanbul’da ağırladı...
Bugün yaşasaydı, hapiste olurdu.
*
Kocatepe battı. Adatepe jilet oldu. Mareşal Çakmak’tan tencere yaptılar. Bunları bize hibe edenABD, bunlarla birlikte hibe ettiği Muavenet’i vurdu,
pardon dedi, güya tazminat olarak yeni muhripler hibe etti ama sonradan parasını aldı... Türkbasını, bu rezaleti de gizledi.
*
Ambargo uygulanırken “Libya
sizindir” diyen Kaddafi’yi, ambargo uygulayan ABD’yle birlikte Akdeniz’den hibe gemilerimizlevurduk, cesedine ödül koyan muhaliflerine elden para veriyoruz.
*
Ee-eehh, oku oku sıkıldım gari.
Bana ne be
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 12 Oct 2011 22:16    Sujet du message: Répondre en citant

Bu sefer de fena vurmus ama...

Citation:

Köstebek

Beşir Atalay’ın içişleri bakanlığı döneminde, polislerden toplanan bağışlar, Kızılay dururken bu arkadaşlara verildi mi? Verildi.

TBMM’nin mutfağı yenilenirken, TBMM’nin tabağı, çatalı, bardağı bu arkadaşlara verildi mi? Verildi. Kamu yararına dernek statüsü almak için başvuruda bulunduklarında, Danıştay tarafından iki defa reddedilince... Kamu yararına dernek statüsü verme yetkisi Danıştay’dan alınıp, Bakanlar Kurulu’na verildi mi? Verildi. Kamu yararına dernek statüsü verme yetkisi Bakanlar Kurulu’na geçer geçmez... Bu arkadaşlara, izin almadan bağış toplama yetkisi verildi mi? Verildi. Mehmetçik Vakfı’na bile verilmeyen vergi avantajı bu arkadaşlara verildi mi? Verildi. TBMM Üstün Hizmet
Ödülü verildi mi? Verildi. Bu arkadaşları soruşturan savcıların işine son verildi mi? Verildi.
*
Ne der hep başbakanımız?
Gözleri var görmezler...
*
Bi nevi “köstebek” tarifidir o.
Gözleri vardır ama, görmez.
*
Dolayısıyla...
Beşir Atalay asla köstebek olamaz.
Gördüğünden eminim.
*
Bu ülkede yaşayıp, göz göre göre’yi hâlâ kim görmüyorsa...
İşte odur köstebek.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 22 Oct 2011 16:32    Sujet du message: Répondre en citant

Sozcu gazetesinin ilk sayfasi ile Ozdil'i yazisi ayni esin kaynagindan :



Uploaded with ImageShack.us
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Nov 2011 23:03    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Padişah açılımı
Yılmaz ÖZDİL – Hürriyet 16.11.2011


Gazeteler yazdı...

Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinde ilk kez bir padişah için, Sultan 1’inci Abdülmecid’in ölümünün 150’nci yıldönümü vesilesiyle anma töreni düzenliyor. Padişah tuğralı davetiyeler, milletvekillerine gönderildi. Anma töreni 17 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nda yapılacak.

*

Kendini Atatürkçü zanneden gaz’teciler derhal gaza geldi haliyle... Vay efendim, Cumhuriyet’in yaş gününü kutlamıyorlarmış da, Abdülmecid’in ölüm yıldönümüne tören yapıyorlarmış filan.

*

Padişah Abdülmecid denilen o arkadaş...
Öleli kaç sene oldu?
Evet, 150 sene oldu.

*

Peki, hangi gün öldü?
26 Haziran.
Hangi gün doğdu?
25 Nisan.
Tahta hangi gün çıktı?
1 Temmuz.

*

E hani 17 Kasım?

*

Hep söylerim, yurtsever’in salağı hain’den fazla zarar verir yurda... Güya cumhuriyetçi tipler Abdülmecid ismine sazan gibi atladı ama “17 Kasım”ın Abdülmecit’le falan alakası yoktur.

*

17 Kasım...
Mustafa Kemal için idam fermanı yazan Vahdettin’in Türkiye’den defolup gittiği gündür!

*

“Dersaadet işgal orduları başkumandanı General Harrington cenaplarına... İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devlet-i fahimanesine (yüce devletine) iltica ve bir an evvel naklimi taleb ederim efendim” diye dilekçe yazıp, hiç utanmadan, “halife-i müslimin” diye imzalayan Vahdettin’in, İngiliz işgal zırhlısının ambarına fare gibi saklanarak kaçtığı gündür!

*

Alenen...
Vahdettin’i anıyorlar.

*

Hazır, alayınız Dolmabahçe Sarayı’nda toplaşmışken... Mustafa Kemal’in son nefesini verdiği odada yapın bari töreninizi de, tam olsun.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 14 Juin 2012 14:19    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhuriyet'te Ozdil'in son kitabi hakkinda bir soylesi var; bundan bir alinti :

Citation:

- Toplumu doğru okuyamadılar mı?

- Kesinlikle okuyamadılar, kesinlikle. Doğru temsil edemediler, hatta toplumun değerleriyle çatıştılar ve sadece Atatürk rozetine sarılarak onu antipatik kıldılar. AKP'ye oy vermek istemeyen vatandaşların mecburen kendilerine geleceği gibi bir inançtan yola çıkarak müthiş bir şımarıklığa ve rehavete kapıldıklarını düşünüyorum. AKP'nin elbette yaptığı iyi şeyler de vardır ve zaten bunu da yazan gazeteciler var yani külliyen kötü falan değiller. Ama AKP'nin yaptığı hataların önemli bölümünün kaynağında da muhalefetsizlikten kaynaklanan rehavet yatar aslında. O kadar beceriksiz rakipler var ki karşılarında yaptığınız yanlışı bile doğru algılayabiliyorsunuz. Hatta bugün artık öyle bir noktaya geldi ki Türkiye'deki en baba ana muhalefet partisi AKP'dir. Sanırım bunu bir taktik olarak benimsiyorlar ve çok akıllıca buluyorum. Dikkat ederseniz mesela süt konusunda bir Bakan çıkıp ak diyorsa, bir başka bakan çıkıp kara diyor. Ya da Kültür bakanı'nın söylediğini işte ne bileyim Ticaret Bakanı eleştiriyor. Ya da İçişleri Bakanı'na bizzat AKP Genel Başkan Yardımcısı en sert şekilde tepki gösteriyor. Böylece AKP'ye oy veren insanların 'benim partim külliyen yanlış değil, bak içinde böyle düşünenler de var' fikrini vererek aslında muhalefet görevini de bizzat AKP yürütüyor. Bu manada çok tebrik edilecek bir yaklaşım gerçekten.

yaziyi okumak isteyenler :

http://cumhuriyet.com.tr/?hn=345060
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 13 Juil 2012 17:39    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Halimizin Fotograf
Yılmaz Özdil - Hurriyet 12.07.2012

İşe, gece muhabiri olarak başladım.


İlk imzalı manşetim, cinayetti. Zordu. Bi kadını, annesini, iki çocuğunu öldürmüşlerdi. Vesikalık fotoğraflarını alabilmek için, sivil polis ayaklarına yatarak girmiştim içeri, yatak odasındaki çekmecelerden albümleri yürütmüştüm. Başka çare yoktu. Çünkü, gazeteci falan giremezdi matem evlerine… Hatta mahalleye giremezdi.

*

Diri’ye olmasa bile…
Ölü’ye saygı vardı en azından.

*

Sonra?
Sonra bi haller oldu bize.

*

80’li yılların sonlarına doğru, cinayet mahalline gitmemize gerek kalmadı. Cinayet mahalli bize gelmeye başlamıştı! Telefon ediyorduk, kurban’ın ailesi albümü koltuğunun altına koyup, koşa koşa getiriyordu. Tek şartları oluyordu… Haberde bizim de ismimiz geçecek di mi? Ayıp ediyorsun, ağlıyormuş gibi yaparsan, fotoğrafını bile koyarız diyorduk.


*

Önceleri masrafı üstleniyor, araç gönderiyorduk. Baktık ki zaten teşne… Taksiye bin, gel demeye başladık.
Komşular da gelip ağlıyormuş gibi
yapsın diye, minibüs tutanı bile gördüm.

*

90’ların başında, zahmet edip telefon etmiyorduk artık… Cinayet oldu,
fotoğrafları getireyim mi diye arıyorlardı. E memlekette cinayetler artmıştı, hangi birini basacağız… “Güzelse getir” demeye başladık. Manşeti sağlama bağlamak için, kurbanın gelinliğini getiren bile oluyordu.

*

90’ların sonuna doğru…
Þımardı maktul aileleri.

*

Özel televizyonlar
çıktığı için, gazetelere
yüz vermemeye başladılar. Küçümsüyorlardı, tirajın ne kadar ki? Haklılardı… Gazeteler kuru kuruya fotoğrafları basmaya çalışırken, televizyonlar şakır şakır öldürülen kızın düğününü, bıçaklanan adamın halı saha maçını, katledilen çocuğun sünnet
videosunu yayınlıyordu. İşte görüyorsunuz sayın seyirciler, boğazını testereyle
kestiği kıza bileziği böyle takmıştı katil,
şöyle halay çekmişti filan.

*

Milenyum geldi ardından.
Video işi internete kayınca, özel televizyonlar yeni bi atraksiyon buldu.
Evine canlı yayın aracı gönderelim,
çocuğunu nasıl öldürdüler, çık anlat,
teklifinde bulunuldu ana babalara…
Kabul ettiler.



*

Küçük bi pürüz vardı… Canlı
yayın araçlarının parasını sokaktan toplamıyorduk, pahalıya geliyordu. Çok istiyorsan, gel stüdyoya, spikere anlat demeye başladık. Onu da kabul ettiler.

*

Bu sefer başka bi pürüz çıktı. Özel televizyon sayısı 500 tane, kurban’ın ana babası, sadece iki kişi… Anne bana çıksın, baba sana çıksın, hadi kardeşi de şuna çıksın, en fazla üç kanal reyting alıyor, geriye kalanlar ayazda kalıyordu. Arz-talep meselesi yüzünden, karaborsa oluştu. Þu kadar para veriyorum diyene çıkmaya başladılar. Þu kadar para verenler
çok izlenince, bu kadar veriyorum
diyenler çıktı. Tadını almışlardı. Para
mara vermem diyenlerin hayatı
güçleşmişti. En çok parayı kim ödüyorsa,
en büyük anchorman o oluyordu.

*

Sektör haline gelmişti. Komisyonla kurban ailesi ayarlayan aracılar
peydah oldu. Başa çıkılacak gibi değildi.
Görüldü ki, kerizleniyoruz… Patronlar musluğu kesti. Etik kural dümeniyle konsensüs sağlandı. Ölüm mölüm haberlerine para ödenmekten vazgeçildi.

*

Zaten izlenmiyordu eskisi kadar. Okunmuyordu. Cinayetin hasosu
bile, anca üçüncü sayfaya girebiliyordu.
Biri birini cart diye bıçaklamış filan,
kime ne? Normalleşmiş, rutinleşmişti.

*

Gel gör ki… Yaşanan süreç, başka bi pürüze yol açtı. Maktul yakınları tarafından, armut piş ağzıma düş, hazıra alıştırılan gazeteler, bunlara niye maaş ödüyoruz diye, polis muhabirlerini işten kovmuştu. Çok çarpıcı ölümler oluyor, muhabir olmadığı için
haber atlanıyordu.

*

İmdadımıza gene vatandaş yetişti… Cep telefonu icat olmuştu. İster gece yarısı, ister sabahın köründe, ister uçakta, ister denizde, hiçbir faciayı ıskalamıyor, anında çekip gönderiyordu.

*

Bakın, bu fotoğraflar mesela,
dün hurriyet.com.tr’de yayınlandı…
Bi kadıncağız beton mikserinin altında
can vermiş, kadınlı-erkekli ahali,
fotoğrafını çekmek için yarışıyor.

*

Ki…
Ölüyü, hatıra fotoğrafıyla ölümsüzleştirsinler, gazetelere
olmasa bile, eşe dosta göndersinler.

*

İşin ekstra enteresan tarafı,
ajanslardan geçtiği halde, bu fotoğraf
bile gazetelerde manşet olamadı, değer bulmadı. Haber olması için, kadını ezen şoförün çekmesi gerekiyordu herhalde!

*

Halbuki, bana göre…
Onca pisi pisine ölüm.
Onca ihmal kurbanı.
Þehit tabutları.
Kadın infazları.
Diri diri yanan mahkûmlar.
Oturma odasında boğulanlar.
Cenaze resmi geçidinde…
Vardığımız noktadır bu.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Aoû 2012 13:54    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Nedir kardeşim bu İsmet’ten çektiğimiz...
14 Ağustos 2012
yozdil@hurriyet.com.tr

Hükümetimiz açılım ayaklarıyla Kandil’den gelenlere kırmızı halı serdiğinde... AKP’nin imdadına yetişen Kılıçdaroğlu, durup dururken, Dersim krizi çıkardı mı?

Çıkardı.

*

Habur rezaleti taptazeyken... Dersim isyanıyla PKK kalkışması arasında benzerlik kuran kendi genel başkan yardımcısı Onur Öymen’i infaz edip, toplum nazarında “soykırımcı” durumuna düşürüp, derhal istifaya çağırıp, Habur rezaletini unutturdu mu? Unutturdu.

*

CHP Genel Başkanı olur olmaz, bismillah ilk iş, Onur Öymen’in üstünü çizip, onun yerine “Dersim soykırımdır” diyen Hüseyin Aygün’ü milletvekili yaptı mı? Yaptı.

*

Hüseyin Aygün, CHP milletvekili olur olmaz, bismillah ilk iş, “Dersim soykırımdır, insanlık suçudur, sorumlusu CHP’dir, İsmet İnönü’dür, Atatürk de haberdardır” dedi mi? Dedi.

*

Bebek katili teröristlere, şefkatle “terörişko” muamelesi yapan tetikçi gazteci tayfası “yeni CHP’yi” ayakta alkışlayıp, “tarihimizle yüzleşelim” kampanyası başlattı mı? Başlattı.

*

Tam o sırada... Başbakanımız, İngiliz kuklası Seyid Rıza’nın “yürek burkucu hikâyesi”ni anlatıp, aslında ne kadar millici, ne kadar dindar olduğunu söylerken, ağladı mı? Ağladı.

*

Hareket eden her canlıya havadan bomba yağdırıldığını... Kadınların, çocukların,
gaz bombalarıyla hunharca katledildiğini... Kara suratlı adamların, dere içinde
titreşe titreşe bekleyen masumların işini bitirdiğini belirterek... Devlet adına
özür diledi mi? Diledi.

*

Kameraya sallaya sallaya... Katliam belgesinin altında İsmet İnönü’nün imzasının bulunduğunu izah edip, “Sizin kahramanların buysa, bu ülke biter... Çok şükür ki, bizim kahramanlarımız arasında böyle yüzü kapkara olanlar yok”
diye bağırdı mı? Bağırdı.

*

İnönü’nün Hitler, Sabiha Gökçen’in gözü dönmüş ırkçı olduğu yazıldı mı? Yazıldı. AKP milletvekili, Sabiha Gökçen Havalimanı’nın isminin değiştirilmesini istedi mi? İstedi.

*

Netice?

*

Dersim’de yol kesip...
Başbakanımızın bahsettiği o derenin kenarında, Hüseyin Aygün’ü kaldırdılar.

*

Bana sorarsanız...
Terörişkolar yapmış olamaz.
Olsa olsa...
İsmet’in işidir.
Sabiha’nın pırpırıyla kaçırmışlardır.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
Page 1 sur 8

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.