159 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 159
Membre(s) : 0
Total :159

Administration


  Derniers Visiteurs

cengiz-han : 07h42:13
SelimIII : 21h22:08
murat_erpuyan : 1 jour, 09h49:20
vickii : 4 jours
duygu : 5 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Yilmaz Özdil'den ...
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Yilmaz Özdil'den ...
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 25 Fév 2020 19:05    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Bi kaç tane şehit
25 Þubat 2020

Yılmaz Özdil



Askeri konvoya saldırıldı, 11 şehit vardı, cenazelerin toprağa verildiği gün, asrın liderimiz atladı uçağına, Ajda Pekkan'ı Muazzez Ersoy'u Nihat Doğan'ı, Sertab Erener'i filan yanına aldı, Somali'ye gitti, “vicdanlara sesleniyorum” dedi, Ajda'yla Sertab moral dansı yaptı.



Karakol basıldı, sekiz şehit vardı, cenazelerin toprağa verildiği gün, bu ülkede dışişleri bakanlığı, başbakanlık yapan ahmet kiziroğlu atladı uçağına, asrın liderimizin eşi ve kızıyla beraber Myanmar'a gitti, Arakanlılara sarılıp gözyaşı döktüler.



Karakol basıldı, 15 şehit vardı, o akşam, Akp milletvekili oğluna stadyumda sünnet düğünü yaptı, bu ülkede bakanlık, başbakanlık, meclis başkanlığı yapan binali yıldırım kirve oldu, halay çektiler.



Helikopter düştü, 17 şehit vardı, Akp'nin dışişleri bakanı kiziroğlu Gazze'ye koştu, yaralı Hamaslılara sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı.



Cephanelik patladı, 25 şehit vardı, akp'nin bakanı “Hindistan'da Pakistan'da olur böyle şeyler” dedi, akp'nin valisi Akp'nin genelkurmay başkanına sucuk hediye etti, kilim hediye etti, “hayat devam ediyor, acımız var diye ara mı verelim” dedi, Akp'nin sözcüsü “yadırganacak bir şey yok, lokum bile ikram edilir” diye tasdik etti.



Þehidin sitem eden kızkardeşine “senin ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi” denildi bu ülkede.



“Artık şehit cenazesi istemiyoruz” diyen vatandaşa “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” denildi.



Hakkari'de dokuz şehit vardı, tek tek isimlerini açıkladılar, Yozgat şehidi için cenaze töreni tertiplediler, bütün Yozgat geldi, son saniyede “sizin şehidi henüz bulamadık” dediler, bir hafta geçti, şehit hâlâ kayıptı, bir hafta sonra Akp'nin içişleri bakanı “cesedi bulundu” dedi, aynı akşam bir açıklama daha yaptı, “bulunan ceset parçaları ona ait değil” dedi. Þehide “ceset” diyen, şehit uzuvlarına “ceset parçası” diyen tarihteki ilk içişleri bakanı oldu.



Terör şehitlerini görüşmek için Tbmm olağanüstü toplantıya çağırıldı, Akp sözcüsü “bi kaç Mehmet şehit oldu diye Meclis'i toplayamayız” dedi.

Papa öldü, Akp milli yas ilan etti, bayrakları yarıya indirdiler.



Kendi ellerimizle beslediğimiz köktendinciler Reyhanlı'yı hava uçurdu, 52 insan hayatını kaybetti, Akp'nin gıkı çıkmadı.

Gazze için üç günlük milli yas ilan ettiler.



Kendi ellerimizle beslediğimiz köktendinciler Suruç'u havaya uçurdu, 34 insan hayatını kaybetti, Akp'nin kılı kıpırdamadı.

Suudi kralı 91 yaşında eceliyle öldü, Akp milli yas ilan etti.



Tunuslu yaralı dinciler, özel uçakla Türkiye'ye getirildi, sekiz yaralı vardı, özel hastanelere taşımak için aprona sekiz ambulans getirdiler.

Yemenli yaralı dinciler, özel uçakla Türkiye'ye getirildi, 10 yaralı vardı, aprona fazla fazla 11 ambulans getirildi.

Mısırlı yaralı dinciler, özel uçakla getirildi, aprondan ambulanslarla alındılar, refakatçilerine özel otomobiller tahsis edildi.

Dindar cumhurbaşkanımız abdullah gül'e Kazakistan'da hediye edilen beygir, özel uçakla Türkiye'ye getirildi, özel veteriner, özel seyis eşliğinde, özel eskortla Atlı Spor Kulubü'ne götürüldü.

Hakkari'de şehit düşen binbaşımızın bayrağa sarılı cenazesi, İstanbul Atatürk Havalimanı'nın apronunda, portakal sandığı gibi, bavullarıyla beraber, kamyonet kasasında taşındı.



Gazilerimizin protez ayaklarına haciz gönderdiler.

Diyanetin camilerinde Myanmar'a bağış topladılar.



Þehit cenazelerinde 1932'den beri Chopin'in cenaze marşı çalınıyordu, “ti” işareti veriliyordu, ihtiram yürüyüşü yapılıyordu.

86 senedir böyleydi.

86 sene sonra…

“Dinimize aykırı” dediler.

“Þehit cenazesinde müzik çalınması şehitlerimizin ruhunu ve şehit ailelerini rencide ediyor” dediler.

“Þehitlerimiz varken, çalgı aleti kullanılması, kutsalımıza, maneviyatımıza ters düşüyor” dediler.

Akp'nin diyanet işleri başkanı zart diye çıktı, “şehit, cami, tekbir ve Kuran'ın arasına bir müzisyenin girmesi doğru değildir, kültürümüze aykırıdır, cenazenin İslam geleneğinde bir adabı vardır” dedi.

O dönem…

Afrin'de 52 şehit verdik.

Çocuklarımızın henüz kanı kurumamıştı, asrın liderimiz şarkıcıları türkücüleri çalgıcıları bindirdi özel uçağına, sınır karakoluna götürdü, uçakta konserler verildi, şarkılar alkışlar eşliğinde yolculuk yapıldı, Hatay'a inildi, karakola gelindi, asrın liderimiz komandolar gibi kamuflaj giymişti, şen şakrak kahkahalar eşliğinde klarnet çaldılar, İbrahim Tatlıses yaylalar yaylalar'ı söyledi, dılo dılo yaylalar nakaratında hep beraber tempo tuttular, televizyonlarda naklen yayınlandı, alkışlar, neşe, keyif, gırla gitti, zabıta teşkilatında bile görülmeyen laubalilikle genelkurmay başkanının sırtına yaslanıp selfie falan çekildi.

“Cenazede müzik dinimize aykırı, şehitlerimiz rencide oluyor” diyen yandaş medyamız, “dev koro moral verdi, muhteşem performans, türküler büyük beğeni topladı, mest ettiler, sınır karakolunda şahane görüntüler, Afrin'de renkli anlar” manşetlerini attı.



Suriye'de bizim çocuklar şehit düşüyor.

Kendi devletine silah çeken Suriyeli dinciler “kuvayı milliye” ilan edildi.



Suriye'de şimdilik 182 şehit verdik.

Akp, kalp krizinden ölen Mursi'yi şehit ilan etti.

Akp'nin diyaneti özel talimat yayınladı, Türkiye'nin bütün camilerinde cenaze namazı kıldırdı.



İranlı general Kasım Süleymani'ye neredeyse ağıt yaktılar, en üst düzey taziyelerle İran halkının acısını paylaştılar.

Libya'da şehit verdik, milletten saklamaya çalıştılar, tören mören yapmadan gizli gizli toprağa verdiler, tarihimizde görülmemiş duyulmamış bu rezalet ortaya çıkınca, bir kaç “tane” şehit var dediler.



Matemde dans

Bedeviye yas

Halay

Kilim

Lokum

Ceset

Bi kaç Mehmet

Beygire özel uçak

Ayyıldız'a kamyonet

İhvan'a hürmet

İhtiramda şarkı türkü klarnet



Aslında senelerdir “tane tane” anlatıyorlar.

Bilmiyorum ki, bu milletin artık silkinip kendine gelmesi için daha naapsınlar?



https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/bi-kac-tane-sehit-5644084/
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 18 Mar 2020 0:59    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Kolonya
12 Mart 2020

Yılmaz Özdil


Bakkala girdim.

Sanırsın metrobüstür…

Küçücük dükkana belki 25 kişi doluşmuş.

Komşu esnaf, taksi durağının şoförleri, apartman görevlileri, bütün mahalle orada, köşedeki rafta küçük ekran televizyon var, Tele1 açık, adeta nefes bile almadan seyrediyorlar, hayrola dedim, yoksa gene Suriye'den kötü bir haber mi var, yok abi dedi bakkal, virüs gelmiş…



İyi de birader dedim, satürn bile dünyaya çarpsa, sen gözünü kırpmadan ahaber seyredersin, şimdi niye böyle Tele1'i açtın, gerçekleri dinlemeye alışık değilsin, bünyene dokunmasın?

Yarım ağızla gülümsedi ama, bir kelimeyi bile kaçırmamak için gözünü ekrandan ayırmadı.



Çılgın bir ülke burası…

Tabanca sesi duyduğu zaman, aman serseri kurşuna denk gelmemeyim diye saklanacağına, nereden ateş edildiğini, kime ateş edildiğini seyretmek için pencereye koşan tek millet, bizim millet.

Geçenlerde düğünde halay çekerken damadı suratından vurup öldürdüler, sevinirken ateş açan hıyarto damadın kardeşi çıktı.

Yanlışlıkla gelini vuran da var, davulcuyu vuran da… Davetlilerden birini gömmek zaten nikah şekeri dağıtmak kadar geleneksel.


Herhangi bir yerde bombanın patlamasıyla, esnafın camı çerçeveyi takıp, tekrar satışa başlaması en fazla üç saniye alıyor. Enkazı şöyle süpürüp, ayaklarıyla kenara iteleyip, hiç yaşanmamış gibi aynen devam ediyorlar.

Taksim civarındaki dönercilerin, büfecilerin gaz maskesi var, tomalar püskürtmeye başladığında takıyorlar, bir defasında benimle röportaj yapmaya gelen Japon belgeselciye göstermiştim, Japon iki saat kendine gelemedi, tezgahının altında gaz maskesi olan simitçi var.

Maazallah bir yerde terör saldırısı olsun, zahmet edip muhabir göndermene gerek yok, komşular cep telefonuyla çekip gönderiyor, gerçi adamını bulursan örgütler de görüntüleri servis ediyor ama, genellikle uzaktan çekilmiş oluyor, vatandaş kadar olayın içine dalamıyorlar. Silahlı çatışma filan olduğunda, en önce çevik kuvvet geliyor ki, ahaliyi dağıtsın, yoksa ahalinin izdihamı nedeniyle olay yeri inceleme ekipleri olay yerine giremiyor. İstanbul'un göbeğinde askeri servis otobüsünü havaya uçurmuşlardı, trafik bile durmadı.

Cinayet işleniyor, maktul'un ailesi fotoğraf albümünü kapıp, en yakın televizyona koşuyor, akşam ana haberde ailece canlı yayına çıkıyor, ana haber bülteni yönettiğim dönemlerde, ekrana çıkarılması karşılığında maktul'ün düğün videosunu getiren kayınpeder gördüm ben… Kızı katledilince, aslında grafiker olmasına rağmen, müziğe merakı var diye, asrın liderimiz tarafından devlet sanatçısı ilan edilip, devlet klasik Türk müziği korosuna alınıp, ramazan konserinde sahnede şarkı söyletilen baba var. Eski eşini bıçaklayarak, yeni eşini baltayla öldüren herif, evlendirme programına çıkartıldı, “bu kadar güleryüzlü katil gördünüz mü hiç” diye alkışlatıldı bu ülkede.

Türkiye'de her gün 18 kişi, trafik kazasında ölüyor.

Türkiye'de her gün 850 kişi, trafik kazasında yaralanıyor.

Normalde eşşeğe bile binmesi sakıncalı olan tiplere ehliyet verildiği için, Türkiye'de sırf geçen sene 1 milyon 229 bin trafik kazası oldu.

Suriye sınırında harp var.

Yunan sınırında siper kazılıyor.

İran sınırı kapalı…

Kimse istifini bozmadı.



Virüs geldi…

Sanki sürprizmiş gibi, panik çıktı!



Bu saldım çayıra memleketinde senelerdir anormal şekilde yaşaya yaşaya, normal insan doğasından öylesine uzaklaştık ki…

Tehlike, doğamız haline gelirken, doğa, tehlikemiz haline geldi.



Çelik yelek giyip, kask takın desek, kimse yadırgamaz…

Elinizi yıkayıp, kolonya sıkın deyince, herkese tuhaf geldi!


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 18 Mar 2020 1:01    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Dezenfektan
15 Mart 2020

Yılmaz Özdil



Geçmediği köprüye, girmediği tünele, uçmadığı havalimanına sırf geçen sene 19 milyar lira ödeyen, bu parayı daha 25 sene boyunca ödeyecek olan, ama, bu ödediği paranın aslında kendi parası olduğunu kavrayamadığı için gıkını bile çıkarmayan, hiç acımayan sayın ahalimiz… Kendi cebinden çıkarıp ödeyeceği dezenfektan ürünlerine zam yapıldığı için adeta isyan ediyor.



Yakmadığımız doğalgazın, aydınlanmadığımız elektriğin, yıkanmadığımız suyun parasını çatır çatır alan, iki liralık benzini, altı liraya satan sayın hükümetimiz… İki liralık dezenfektan ürünlerini altı liraya satanları bana şikayet edin, derhal ceza keseyim diyor.

Sayın hassas ahalimiz, sayın duyarlı hükümetimizi alkışlıyor!



Devleti soyuyorlar, belediyeleri soyuyorlar, Uluslararası Þeffaflık Örgütü'nün raporuna göre, dünya yolsuzluk sıralamasında Afrika'daki kabile devletlerinden bile daha kötü durumdayız, Arap ülkeleri bizim yanımızda zemzemle yıkanmış gibi kalıyor, hal böyleyken hâlâ, çalıyor ama çalışıyor diye gurur duyan, soyuyorsa beni soyuyor diye savunan sayın ahalimiz… Dezenfektan ürünlerine zam yapanlara ateş püskürüyor, “soygunculuk” diyor.



Maskesiz soygundan rahatsız olmuyor.

Maske fiyatlarına “hırsızlık” diyor.




Kendi malına kıyamadığı için evindeki boş vita tenekesini bile atmıyor, kanepenin altında saklıyor, memleketin bankalarını, fabrikalarını, limanlarını, madenlerini, hatta toprağını elaleme satıyorlar, aslında bunların hepsinin tapusunun kendisine ait olduğunu idrak edemediği için, umursamıyor.

Bakın, şeker fabrikalarını sattırmayın diye yalvardık, oralı bile olmadı, halbuki şeker fabrikaları sadece şeker üretmez, alkol de üretir… E şimdi, kolonya yapacak alkol kalmamış diye ağlıyor!



“Çadır kültürü”nün trajik sonucudur bu.



Çadırın içi kendisinin…

Çadırın dışında dünya yansa, onu hiç alakadar etmiyor.



Memleket kötü yönetildiği için hayatı harcanıyor, çocuklarının torunlarının geleceği harcanıyor, sesi çıkmıyor.

Kendi cebinden dezenfektana para harcayacak diye, ortalığı ayağa kaldırıyor, ahlaksızlar, namussuzlar, vicdansızlar diye bağırıyor.



Bana sorarsanız, hazır fırsatçılık yapılıyorken, fırsat bu fırsat…

Sayın ahalimizin vatandaşlık bilincini dezenfekte etmekte fayda var!

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 18 Mar 2020 1:01    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Dezenfektan
15 Mart 2020

Yılmaz Özdil



Geçmediği köprüye, girmediği tünele, uçmadığı havalimanına sırf geçen sene 19 milyar lira ödeyen, bu parayı daha 25 sene boyunca ödeyecek olan, ama, bu ödediği paranın aslında kendi parası olduğunu kavrayamadığı için gıkını bile çıkarmayan, hiç acımayan sayın ahalimiz… Kendi cebinden çıkarıp ödeyeceği dezenfektan ürünlerine zam yapıldığı için adeta isyan ediyor.



Yakmadığımız doğalgazın, aydınlanmadığımız elektriğin, yıkanmadığımız suyun parasını çatır çatır alan, iki liralık benzini, altı liraya satan sayın hükümetimiz… İki liralık dezenfektan ürünlerini altı liraya satanları bana şikayet edin, derhal ceza keseyim diyor.

Sayın hassas ahalimiz, sayın duyarlı hükümetimizi alkışlıyor!



Devleti soyuyorlar, belediyeleri soyuyorlar, Uluslararası Þeffaflık Örgütü'nün raporuna göre, dünya yolsuzluk sıralamasında Afrika'daki kabile devletlerinden bile daha kötü durumdayız, Arap ülkeleri bizim yanımızda zemzemle yıkanmış gibi kalıyor, hal böyleyken hâlâ, çalıyor ama çalışıyor diye gurur duyan, soyuyorsa beni soyuyor diye savunan sayın ahalimiz… Dezenfektan ürünlerine zam yapanlara ateş püskürüyor, “soygunculuk” diyor.



Maskesiz soygundan rahatsız olmuyor.

Maske fiyatlarına “hırsızlık” diyor.




Kendi malına kıyamadığı için evindeki boş vita tenekesini bile atmıyor, kanepenin altında saklıyor, memleketin bankalarını, fabrikalarını, limanlarını, madenlerini, hatta toprağını elaleme satıyorlar, aslında bunların hepsinin tapusunun kendisine ait olduğunu idrak edemediği için, umursamıyor.

Bakın, şeker fabrikalarını sattırmayın diye yalvardık, oralı bile olmadı, halbuki şeker fabrikaları sadece şeker üretmez, alkol de üretir… E şimdi, kolonya yapacak alkol kalmamış diye ağlıyor!



“Çadır kültürü”nün trajik sonucudur bu.



Çadırın içi kendisinin…

Çadırın dışında dünya yansa, onu hiç alakadar etmiyor.



Memleket kötü yönetildiği için hayatı harcanıyor, çocuklarının torunlarının geleceği harcanıyor, sesi çıkmıyor.

Kendi cebinden dezenfektana para harcayacak diye, ortalığı ayağa kaldırıyor, ahlaksızlar, namussuzlar, vicdansızlar diye bağırıyor.



Bana sorarsanız, hazır fırsatçılık yapılıyorken, fırsat bu fırsat…

Sayın ahalimizin vatandaşlık bilincini dezenfekte etmekte fayda var!

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Avr 2020 0:24    Sujet du message: Répondre en citant

Bugunlerde Y.O. dokturuyor...

Citation:

Vücuttaki virüsten kurtulmak için, zihinlerdeki virüsü temizlemek gerekiyor
10 Nisan 2020 / Sozcu

Yılmaz Özdil



Yedi yıl önceydi.

Kumpas sürecinin en vahşi günleriydi.

Kendi ülkesinde, kendi devleti, kendi hükümeti tarafından esir alınan yurtsever subaylarımızın sesi olmaya gayret ediyordum.

Sayın iktidarımız ve sayın medyamız tarafından “vatan haini” ilan edilmişlerdi, sayın ahalimiz sanki hapse tıkılan düşman ordusuymuş gibi pek keyifliydi, gümbür gümbür ihaneti idrak edemiyorlardı.

Maltepe'deki arkadaşlarım başta olmak üzere, Silivri, Hasdal, Hadımköy, Mamak, Sincan, Þirinyer, memleketin Atatürkçü kahramanları, askeri cezaevlerinde ölüme terkedilmişti.

Yanlarında çekirdek ailelerinden başka kimse kalmamıştı, çoğunun akrabaları bile defterden silmişti, dost bildikleri ortadan kaybolmuştu.

Türkiye insani sınav veriyor, ve maalesef, sınıfta kalıyordu.



Yine böyle berbat bir gündü.

İzmir'e gittim.

Þirinyer askeri cezaevine.

Casuslarımızı ziyaret ettim!



300'den fazla onur duymamız gereken vatan evladını, gizli askeri bilgileri sızdıran “casus” diye hapse tıkmışlardı.




Cezaevine geldim, henüz girmeden, bismillah daha kapıda, bir albay ve bir binbaşı tarafından önüm kesildi, suratlarındaki nefretten aslında kim oldukları belliydi, “neden bu işlerle bu kadar yakından ilgilendiğimi, neden bu işleri kurcaladığımı” sordular.

“Casusları koruma derneği başkanıyım” dedim.

Albay beni açıkça tehdit etti.

Ama, askeri savcılıktan iznim olduğu için girişimi engelleyemedi.

Yürüdüm…

Demir parmaklıklar arkasından kapalı görüş başladı.

Hepsine birden vakit yetmeyeceği için, temsilciler seçmişlerdi.



Madalyalı astsubay vardı.

F16 pilotu vardı.

Denizaltı komutanı vardı.

Milli gemi projesinin komuta kademesi komple oradaydı.

Ve…

Profesör albay vardı.



Profesör Tayfun Uzbay.



İstanbul Üniversitesi eczacılık fakültesinden eczacı teğmen olarak mezun olmuş, doktora eğitimini Hacettepe Üniversitesi'nde tamamlamış, GATA'da profesör olmuştu.

GATA Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı'ydı.

Tübitak Tıp Kurulu, Sağlık Bakanlığı Bilim Komisyonu, Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu üyesiydi.

Roche Araştırma Ödülü vardı, Eczacılık Akademisi Ödülü vardı, Popüler Bilim Ödülü vardı.

Yedi kitabı vardı.

ABD'de Teksas Üniversitesi'nde, İtalya'da Cagliari Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmıştı.

Þizofreni tedavisinde dünyada çığır açmış, geliştirdiği ilaca patent almıştı.

İlacının servetle ölçülen formülü “milli” kalsın diye, “milli ilaç” olsun diye, yabancı şirketlerin astronomik tekliflerini reddetmişti.

Parayı Türkiye Cumhuriyeti kazansın diye, Tübitak'la sözleşme imzalamıştı.

O ağustos ayında general olmasına kesin gözüyle bakılıyordu.



Casus oluvermişti!



“Milli ilacı” bulduğu andan itibaren, başı dertten kurtulmuyordu.

Ergenekon'a Balyoz'a sokuşturmaya çalışmışlardı.

En son casusluk paketine dahil etmişler, içeri tıkmışlardı.




Patent kendisine aitti, silahlı kuvvetlerden istifa ederek ABD'ye yerleşseydi, hem dolar multimilyoneri olurdu, hem de böylesine bir iftirayla hapse mapse girmezdi… Ama “milli ilaç olsun, Türkiye'nin malı olsun” diye ısrar ettiği için, casus ilan edilmişti.

Üstelik…

İçeri tıkılır tıkılmaz, Tübitak'ın milli ilaç projesi durdurulmuştu.



Kelimeler benim mesleğim ama… Profesör Tayfun Uzbay'la demir parmaklıkların arkasından konuşurken, bu ülkenin yurttaşı olarak ne kadar üzüldüğümü, ne kadar utandığımı kelimelerle tarif edemem.



Neticede, dakikalar akıp gitti, süre bitti.

Özgür günlerde görüşmek dileğiyle, hepsiyle vedalaştık.



En kıdemlileri olarak, uğurlama görevini Profesör Tayfun Uzbay üstlenmişti.

Hapisteki tüm silah arkadaşları adına, bana bir hediye verdi.

Bir kitap.

İsmi, İnsanın Anlam Arayışı'ydı.

Yazarı, Viktor Frankl.



Profesör Tayfun Uzbay, şu anda kütüphanemin en değerli parçalarından biri olan bu kitabın kapağının içine, şunları yazmıştı…



“Bu kitap, Nazi toplama kamplarının en acımasızı Auschwitz'ten hayatta kalmayı başararak kurtulan ve daha sonra yaşadığı tutukluluk sürecini bilimsel yaklaşımlarla ve herkesin anlayacağı dille kaleme alan, Avusturyalı Profesör Viktor Frankl'ın eseridir.

Yaşadığı haksız zulme, insani direniş sergilemekle kalmamış, kaleme aldığı bilimsel makale ve kitaplarla Nazilerin toplum vicdanında insanlık suçlusu olarak yargılanmalarına katkı sağlamıştır.

Tarih, bu tür suçları işleyenlerin, er geç adalete muhtaç olduklarının sayısız örnekleriyle doludur.

Ülkesine, milletine, devletine sadakatle hizmet etmiş olan bizlerin, alnı ak, vicdanı rahattır.

Viktor Frankl'ın tanımladığı hayatın anlamı, bizler için vatan, millet, bayrak ve insan sevgisiyle ülkemize sadakatle hizmettir.

Sizden ricamız… Bu kitabı, dikkatle okumanız ve yaşanan sürece bir de Profesör Frankl'ın penceresinden bakmanızdır.

Saygılarımızla, 22.01.2013, İzmir.”



Evet…

Kelimesi kelimesine bunları yazmıştı.



Kelimesi kelimesine hepsi gerçekleşti.



Kumpas davaları çöktü, yurtsever subaylarımız, Nazi kamplarına tıkılır gibi tıkıldıkları askeri cezaevlerinden çıktı.

Kahramanlarımıza bu zulmü yapanlar, tıpkı Naziler gibi, toplum vicdanında insanlık suçlusu olarak yargılandılar.

Kendi hükümeti ve kendi medyası tarafından “vatan haini, darbeci, casus” diye suçlanan, asrın iftirasına uğrayan kahramanlarımız, alınları ak, vicdanları rahat şekilde özgürlüklerine kavuştu.



Her şey.. Tıpkı Profesör Tayfun Uzbay'ın demir parmaklıklar arkasında, o kitabın kapağının içine yazdığı gibi oldu.



Yıllar akıp gitti.

Aradan yedi yıl geçti.



Ve şimdi, hemen her akşam bir televizyon kanalında, Profesör Tayfun Uzbay'ı seyrediyorum…

Türkiye'nin en önemli farmakoloji otoritelerinden biri olduğu için, her akşam bir başka kanal, konuk olarak davet ediyor, koronavirüs ilaçları, koronavirüs tedavisiyle alakalı görüşlerini soruyor.



Kendi canının derdine düşen sayın ahalimiz… Canını kurtarsın diye, Profesör Tayfun Uzbay'ın ağzının içine bakıyor.



İnsan, vatan, millet, bayrak sevgisiyle görev yapmalarına rağmen “vatan haini” iftirasına uğrayan tüm kahramanlarımız adına, itibarlarının bir kez daha iade edilmesi adına… Yürekten mutluyum.



Ama doğrusu, şunu da düşünmeden edemiyorum.



Devlete kendi eliyle virüs bulaştıran şuursuz zihniyet…

Millete bulaşmış virüsle, şuurlu mücadele yürütebilir mi?





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 12 Avr 2020 23:35    Sujet du message: Répondre en citant

Gerçekten Y.Ö. bugunlerde çok forumda, gerçekleri çok guzel ozetleyip, iktidarin suratina yapistiriyor...

Citation:

Virüsün çabasına gerek yok bizi bu zihniyet yönetirken “biz bize yeteriz” Türkiyem!

12 Nisan 2020 / SOZCU

Yılmaz Özdil



Virüs 125 ülkeye bulaşmıştı, Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak, Gürcistan, bütün komşularımızda vardı, “bizde yok” dediler.



“Salgın var” diye 10 Ocak'ta Bilim Kurulu oluşturdular.

Salgın olduğunu bile bile, Bilim Kurulu'nu oluşturduktan bir ay sonra 21 bin 500 insanımızın umre'ye gitmesine izin verdiler.



Umreciler döndü, hiçbir önlem almadan 17 bin 500'ünü evlerine gönderdiler, umreciler evlerinde ölmeye başladı, paniklediler, üç bin kişiden oluşan son grubu uçaktan alıp, karantinaya soktular…

Normalde hastanede tutulması gereken insanlarımızı, toplu halde, üniversite yurtlarına tıktılar, birbirlerinin odalarına misafirliğe gittiler, hep birlikte yemek yediler, bulaşmamış olanlara da bulaştı.



Umrecileri apar topar yerleştirmek için, üniversite yurtlarındaki öğrencileri, kızlar dahil, geceyarısı kapının önüne koydular, kimisi bilet bulup memleketine gitti, kimisi sabaha kadar parkta oturdu.



Okulların sterilize edildiğini, 100 ton dezenfektan sağlandığını, öğrencilerin sağlığı konusunda hiç merak edilmemesi gerektiğini, derslerin devam edeceğini açıkladılar.

Ertesi gün okulları kapattılar!



“Salgın var” diye teee 10 Ocak'ta Bilim Kurulu oluşturdular.

“Salgın var” diye okulları anca iki ay sonra kapattılar!



Maçları durdurmadılar.

İlla oynattılar.

Fatih Terim'e bulaştı.

Fenerbahçe'ye bulaştı.

Maçları durdurdular.



“Elimizde herkese yetecek kadar test kiti var” dediler.

Olmadığı ortaya çıktı.

Çin'den ithal ettiler.

Çin'den getirene kadar kimseye test mest yapamadılar.



Bilim Kurulu'nu “salgın var” diye teee 10 Ocak'ta kurdular.

Çin'den ithal ettikleri test kitlerini, anca 2.5 ay sonra, anca 20 Mart'ta getirebildiler.



Millet test yapılmadığı için göz göre göre hayatını kaybederken, yandaş müteahhite kutu kutu test kiti verildiği ortaya çıktı, Akp milletvekilinin oğlunun test kiti sattığı ortaya çıktı.



Asrın liderimiz çıktı, “8 bin 554 vaka var” dedi.

İki saat sonra, sağlık bakanı çıktı “2 bin 433 vaka var” dedi.

Rakamlar birbirini tutmadı.

Çelişkinin nedeni açıklanmadı.



Hastaneye bangır bangır koronavirüslü olarak gelen vatandaşlara test yapılmadığı, bu şekilde hayatını kaybeden vatandaşların “doğal ölüm” veya “bulaşıcı hastalık” ibaresiyle toprağa verildiği, bu taktikle, koronavirüsten ölenlerin listesine dahil edilmedikleri ortaya çıktı.



“Þeffaf bilgi veriyoruz” dediler, kara kuvvetleri eski komutanı Aytaç Yalman'ın virüsten öldüğünü bile saklamaya çalıştılar.



Türk Tabipler Birliği'ne göre, doğrulanmış vaka sayısıyla, vefat sayısı örtüşmüyor.



Geçen sene 1-10 Nisan tarihleri arasında İstanbul'da vefat edenlerin toplam sayısıyla, bu sene 1-10 Nisan arasında vefat edenlerin toplam sayısını kıyasladığımızda… 1099 fazla ölüm var.

Bu farkın sebebi ne?

Açıklamıyorlar.



Hem “evde kal” diyorlar.

Hem “işe git” diyorlar.



Dünyada koronavirüse karşı önlem olarak “konut kredisi” veren ilk ve tek ülke olduk!



Hem “evde kal” dediler.

Hem “bankaya koş, kredi al” dediler.

Kamu bankaları normalden fazla mesai yapar hale geldi.



Hem “evden çıkmayın” dediler.

Hem şehirden şehire uçalım diye, uçak biletlerindeki vergiyi indirdiler.



Þehirden şehire uçalım diye, uçak biletlerindeki vergiyi indirdiler.

Bir hafta sonra, yurtiçi uçuşları yasakladılar!



Güya insanların birbiriyle temasını azaltmak için, “şehirlerarası otobüsle seyahat için valilikten izin alacaksınız” dediler.

Otogarlar ana baba günü oldu.

Polisle dağıttılar.

Otogarları kapattılar.



Bilim Kurulu'nu “salgın var” diye teee 10 Ocak'ta kurdular.

30 büyükşehirle Zonguldak'a giriş çıkışları, anca üç ay sonra durdurdular!



Kaşla göz arasında, Kanal İstanbul ihalesi yaptılar iyi mi…



Allah'ın tokadı yok…

Habire “camiler kapatıldı” filan diyorlardı, camileri kapattılar.



Þov yapmak için sarayda VIP namaz kıldılar.



“İran'dan kaçak mülteci girişi devam ediyor” dedim.

Bizzat içişleri bakanı çıktı, “ahlaksız gazeteci, iddianı kanıtla” dedi.

24 saat geçmedi…

Van'da minibüs devrildi, içinden 55 kaçak göçmen çıktı, İran sınırından girdikleri için hepsi karantinaya alındı.



“Koronavirüs vakaları İstanbul'dan sonra en çok İzmir'de” dedim.

Akp'nin İzmir milletvekilleri “yalan söylediğimi, provokasyon yaptığımı, etki ajanı olduğumu” söylediler.

Ertesi gün, bizzat sağlık bakanı televizyona çıktı, “en çok vakanın İstanbul'dan sonra İzmir'de olduğunu” açıkladı.



65 yaşındakilere sokağa çıkma yasağı getirdiler.

Sokağa çıkarlarsa 65 yaşındakilere virüs bulaşır dediler.

Aynı evde yaşayan 65 yaşından küçük aile fertlerinin sokağa çıkmasında, işe gitmesinde, akşam o eve gelmesinde sakınca görmediler.

Dünyanın en saçma kararı olduğu için, dünyada sadece Türkiye'de uygulandı!



65 yaşındaki vatandaşların sokağa çıkmasını yasakladılar ama, mart ayı emekli maaşlarını nasıl alacaklarını düşünmediler.

Sokağa çıkması yasak olan 65 yaşındaki vatandaşlar mecburen sokağa çıktı, bankaya gitti, karakolluk oldular.



Nisan ayı emekli maaşını evlerinize göndereceğiz dediler.

Ama, bayram ikramiyelerini erkene çektiler.

Hadi bakalım, 65 yaşındaki vatandaşlar gene mecburen sokağa çıktı, bankaya gitti.



Çocukların pazar ve marketlere girişleri yasaklandı.

Ama, hangileri çocuk kabul edilecek, yaş sınırı belirtilmedi.

Reşit olmak sınırsa mesela…

10 yaşındaki virüs taşıyorsa, 18 yaşındaki taşımıyor mu?



İlk vakayı 10 Mart'ta açıkladılar.

Hangi şehirde olduğu açıklamadılar.

“Hangi şehirde olduğunu açıklarsak, Türkiye'ye yayılır” dediler.



20 gün sonra…

“Bütün Türkiye'ye yayıldı” dediler.

Þehir şehir harita açıkladılar!



Virüsün merkez üssü ABD oldu, New York'ta ölüm rekoru kırılıyor.

İstanbul-New York uçuşları 27 Mart'a kadar durdurulmadı.



Avrupa'da virüsün merkez üssü, İtalya.

İzmir ve İstanbul üzerinden Trieste'ye hâlâ gemi gidip geliyor, bu gemilerle binlerce tır gidip geliyor, hâlâ.



Bütün dünya hükümetleri, vatandaşına para verdi.

Bunlar, vatandaştan para istedi.



Asrın liderimiz, bağış kampanyası başlattı.

“Vatandaşa para vereceklerine, vatandaştan para istiyorlar” diyenleri “fitne odağı” ilan etti.



Chp'li belediyelerin, ihtiyaç sahibi vatandaşlara destek olmak için başlattığı yardım kampanyası, içişleri bakanlığı tarafından durduruldu, hesapları bloke edildi.

İlla asrın liderimizin kampanyasına bağış yapılacak denildi.



Asrın liderimiz kendi bağış kampanyasını, hiç alakası olmadığı halde, Mustafa Kemal'in Tekalif-i Milliye emirlerine benzetti.



“Tüm Türkiye'ye birlik ve beraberlik çağrısı” yapan asrın liderimiz, sadece Akp'li belediye başkanlarıyla görüştü.



20 yaş altındakilerin sokağa çıkmasını yasakladılar.

Ertesi gün, 20 yaş altındakiler çalışıyorsa işe gidebilir dediler.



20 yaşından küçüksen, virüs taşıyordun.

20 yaşından küçük ve çalışıyorsan, virüs taşımıyordun!



Þehirlerde pandemi kurulları oluşturdular.

Tabip odalarını almadılar.



İstanbul'da mesela, Coca Cola'yı protesto etmek için Fanta içen vali, virüsle alakalı karar veriyor, İstanbul Tabip Odası'na sormuyorlar.



10 Ocak'ta güya Bilim Kurulu kurdular.

20 gün sonra, Çin sipariş verdi, Türkiye'den 200 milyon adet maske aldı, uyanmadılar.



Bilim Kurulu üyesi ekrana çıktı, “maske takmanıza gerek yok” dedi.

Bir ay sonra, aynı Bilim Kurulu üyesi aynı ekrana çıktı, “mutlaka maske takın” dedi.



Asrın liderimiz bakanlarla toplantı yaptı.

Asrın liderimizin bakanı ekrana çıktı, “vatandaşa maske satışı yapacağız” dedi.

Ertesi gün, asrın liderimiz çıktı, “parayla maske satışı yasaktır, kesinlikle ücretsizdir” dedi.



“Maskeyi PTT dağıtacak” dediler.

Ertesi gün, “eczaneler dağıtacak” dediler.



“Her hafta” kişi başına beş adet maske verilecek dediler.

Ertesi gün, “on günde” kişi başına beş adet maske verilecek dediler.



Maske asla parayla satılmayacak, ücretsiz maske 20-65 yaş arasındaki vatandaşlara dağıtılacak dediler…

E işe gitmesine izin verdiğiniz 20 yaş altındakiler ne olacak?



“Sahra hastanesine gerek yok, fazla fazla yatağımız var” dediler.

Bir hafta sonra, Atatürk Havalimanı'yla Sancaktepe'ye bin odalı sahra hastanesi kurulacağını açıkladılar.



Ertesi gün, Atatürk Havalimanı'na yapılacak denilen sahra hastanesinin Atatürk Havalimanı'na yapılmayacağı, başka yere yapılacağı ortaya çıktı.



İki milyon kişiye Ptt aracılığıyla bin'er lira vereceğiz dediler.

Millet Ptt'ye koştu, izdiham oldu.

Ptt'leri kapattılar.



“İşten çıkarma yasaklanıyor” dediler… Meğer, ücretsiz izne çıkarılanlara günlük 39 lira 24 kuruş verecekleri anlaşıldı.



Normalde işten atılırsan, 2.354 lira işsizlik maaşı alıyordun.

Þimdi işten atılman yasak ama, 1.170 lira alacaksın!



“Virüsün yayılmasını engellemek için sokağa çıkma yasağı ilan edilsin” diyenlere hakaret ettiler, küfür ettiler, “vatan hainleri darbe çığırtkanlığı yapıyor” dediler.

Sokağa çıkma yasağı ilan ettiler.



Virüs yayılmasın diye iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan ettiler, yasağın başlamasından iki saat önce duyurdular.

Millet sokağa döküldü, marketlerde bakkallarda izdiham oldu, virüs iki aydır yayılmadığı kadar iki saatte yayıldı!



İçişleri bakanına “niye iki saat kala duyurdunuz” diye sordular.

“Erken açıklasaydık, marketlere hücum olurdu” dedi!



“Þeffaf bilgi veriyoruz” diyorlar…

Sokağa çıkma yasağının, İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere, toplam 40 milyon nüfuslu şehirleri yöneten, Chp'li büyükşehir belediye başkanlarına haber verilmediği ortaya çıktı.



Hâlâ…

“Hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden daha güçlü değildir” diyorlar.

Hâlâ…

“Türkiye koronavirüse en hazırlıklı yakalanan ülkedir” diyorlar.



Allah aşkına, dünyada virüsle mücadelede bu kadar başarısız, bu kadar kararsız, bu kadar hazırlıksız bir başka ülke var mı?



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 15 Avr 2020 23:38    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Türkiye’nin dünya çapında başarısı…

Yılmaz Özdil, Sözcü - 15 Nisan 2020



İki günlük sokağa çıkma yasağının Kastamonu'ya Çorum'a ve Yozgat'a büyük zararı var.

Çünkü, sokağa çıkma yasağı olduğu için biz İstanbullular haftasonunda üçüncü köprüden geçemiyoruz.

Biz ne kadar az geçersek, Kastamonulular Çorumlular Yozgatlılar o kadar fazla ödüyor.



İstanbullular geçemiyor bari parasını ödediğimiz köprüden biz kendimiz gelelim geçelim deseler, İstanbul'a giriş yasak…

Dolayısıyla, eskiden sadece geçmedikleri köprüye para ödüyorlardı, şimdi gelemedikleri şehirde geçmedikleri köprüye para ödüyorlar.



Yani, Rize'de Giresun'da yaşıyorsan, her sabah dua edeceksin ki, İstanbullular haftaiçinde üçüncü köprüden bol bol geçsin.



Kırşehirliler ve Ispartalılar mesela, sokağa çıkma yasağında, Demirel döneminde yaptırılan Boğaziçi Köprüsü'yle Özal döneminde yaptırılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne para ödemiyor.

Ama Akp köprüleri hiç sektirmiyor.

Kırşehirlilerle Ispartalıların, ben üçüncü köprü yerine ikinci köprüden geçmemiş kabul edilsem olmaz mı deme şansı yok.



İki günlük sokağa çıkma yasağının Erzincan'a Afyon'a ve Sivas'a büyük zararı var.

Çünkü, sokağa çıkma yasağı olduğu için biz İstanbullular haftasonunda Avrasya tüneli'nden geçemiyoruz.

Biz ne kadar az geçersek, Erzincanlılar Afyonlular Sivaslılar o kadar fazla ödüyor.



Üstelik, eskiden sadece girmedikleri tünele para ödüyorlardı, şimdi artık gelemedikleri şehirde girmedikleri tünele para ödüyorlar.



Yani, Uşak'ta Kırşehir'de Tokat'ta yaşıyorsan, her sabah dua edeceksin ki, İstanbullular haftaiçinde tünelden bol bol geçsin.



İki günlük sokağa çıkma yasağının en büyük mağduru ise, Kütahya.



Geçemedikleri Üçüncü köprü'ye ödüyorlar.

Giremedikleri Avrasya tüneli'ne ödüyorlar.

İstanbul'dan vazgeçtik, Bursa'ya bile seyahat etmeleri yasak olduğu için, geçemedikleri Osmangazi köprüsü'ne ödüyorlar.

Yurtiçi uçuşlar yasaklandığı için, hem uçamadıkları üçüncü havalimanına ödüyorlar, hem uçulamayan Kütahya havalimanına ödüyorlar.



Bilecik'te ücretsiz izne çıkarılan vatandaşımıza günlük 39 lira 24 kuruş ödeyecekler, aynı vatandaşımız, geçemediği Osmangazi köprüsü'ne her geçemediğinde 35 dolar artı kadeve ödeyecek.



(Þimdi bu yazıyı okuyanlardan bazıları diyebilir ki… Neden sadece bu şehirleri saydın, İzmirliler Ankaralılar Adanalılar Diyarbakırlılar Konyalılar aynı parayı ödemiyor mu?)



(E şuncacık yazıyla bile, aslında kimlerin yandaş müteahhitlere hampadan ne kadar para ödeyeceğini düşünmeye başladıysanız, ne mutlu bana!)



Köprü yapan, havalimanı yapan hükümet çok…

Ama dünya siyaset tarihinde, sokağa çıkma yasağında bile para ödenen köprüleri tünelleri havalimanlarını yapmayı başarmış, tek hükümet var.



Bakın, 162 ülkede salgın yaşanıyor.

Dünya çapında bu başarıya sahip tek ülke Türkiye.



Hani dün asrın liderimiz “bazı medya kuruluşları ve köşe yazarları şeamet tellallığı yapıyor, kirli zihniyetleriyle yalanlarıyla kin kusuyorlar, bunlar virüsten daha tehlikeli, düşün artık milletin yakasından” dedi ya…

Haklı.

Düşün artık milletin yakasından!

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 23 Avr 2020 0:48    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Tekalif-i Milliye
Sözcü, 5 Nisan 2020

Yılmaz Özdil



Asrın liderimiz kendisinin başlattığı bağış kampanyasını Tekalif-i Milliye'ye benzetti…

“Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tekalif-i Milliye denilen on maddelik emir yayımlamıştır, milletimizin elinde bulunan silahtan cephaneye giysiden yiyecek içeceğe kadar, her malzemenin belirli bir oranını talep etmiştir, kendi tarihini bilmeyenler, bugün devletimizin yürüttüğü yardım kampanyasını sabote etmeye çalışarak, milletten ne kadar uzak olduklarını bir kez daha göstermişlerdir” dedi.



Öyle değil o.



Tekalif-i Milliye, Kurtuluş Savaşı için ulusal seferberlikti.

Bağış kampanyası değildi.



Tekalif-i Milliye çıkarıldığında, İstanbul işgal altındaydı.

Çanakkale Boğazı işgal altındaydı.

Trakya komple işgal altındaydı.

İzmir'den başlayarak Ege komple işgal altındaydı.

Antep, Maraş, Urfa, Adana işgal altındaydı.

Antep öylesine ağır kuşatılmıştı ki, kadınlarımız zerdali çekirdeklerini kırıp, eziyor, kepek hamuruna karıştırarak ekmek yapıyordu, açlıktan kedileri bile yemek zorunda kalmıştık.

Kars, Iğdır, Ardahan işgal altındaydı.

Antalya, Mersin, Hatay işgal altındaydı.

Bursa, İzmit, Zonguldak, Eskişehir, Burdur işgal altındaydı.

Topraklarımızın bir tarafında Pontus devleti kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Ermenistan kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Kürdistan kurmaya çalışıyorlardı.

Britanya'dan para alan, padişahın tetikçileri, Çapanoğlu, Koçgiri, Anzavur, memleketin dört bir yanında ayaklanma vardı.

İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu.

10 yaşında kız çocuklarımızın ırzına geçiyorlardı.

İki yaşındaki bebelerimizi süngülerin ucuna takıp, sokak sokak gezdiriyorlardı.

Bebelerimizi emzirmesinler diye, yeni doğum yapmış annelerimizin meme uçlarını kesiyorlardı.

Yaşadıkları yüzünden aklını yitiren kadınlarımız vardı.

Yaşadıkları yüzünden canına kıyan kızlarımız vardı.

Bak adres vereyim, Bursa Osmangazi'de çocuklar kadınlar dahil 97 kişiyi camiye doldurup, ateşe vermişlerdi, diri diri yakmışlardı, pencerelerdeki demir parmaklıklara çocukların elleri yapışmıştı.

İzmir Bergama'da 200'den fazla insanımızı devasa çukura doldurup, makineli tüfekle tarayıp, cenazelerine benzin döküp yakmışlardı.

Aydın Söke'de 57 insanımızı kuyuya üst üste atarak öldürmüşlerdi.

Onbinlerce böyle belgeli, fotoğraflı örnek var.

Kuran'ı Kerimleri parçalıyor, sayfa sayfa hela çukurlarına atıyorlardı, insanlarımız o sayfaları çıkarıyor, yıkıyor, ağlaya ağlaya toprağa gömüyordu.

Çanakkale'de şehitliklerimize dışkılıyorlardı.



Bağış kampanyasına benziyor mu?



Tekalif-i Milliye, bizatihi kanun uygulamasıdır.

Yasama hukuku'nun sınırları içindedir.

Çünkü…

TBMM kanun çıkardı, Mustafa Kemal'e üç ay süreyle başkomutanlık yetkisi verdi, Mustafa Kemal bu kanun yetkisi çerçevesinde Tekalif-i Milliye emirlerini yayımladı, kafasına göre yayımlamadı.



Bağış kampanyasının ise, kanunla hukukla filan alakası yok.

Çünkü…

Bu bağış kampanyasıyla alakalı olarak, ne cumhurbaşkanlığı kararnamesi var, ne de TBMM'den çıkarılmış kanun var.



“Milli sorumluluk” manasına gelen Tekalif-i Milliye, milletten toplandı, hatta zorla toplandı ama, asla karşılıksız değildi.

“Bedeli geri ödenecektir” ibaresiyle, makbuzla toplandı.

Kurtuluş Savaşı kazanıldı.

1923 yılında yine TBMM'de kanun çıkarıldı.

Tekalif-i Milliye'yle toplananların parası son kuruşuna kadar ödendi.



Vehbi Koç mesela…

“Hayat Hikayem” isimli kitapta, aynen şunları anlatıyor.


“Ordu için gerekli malzemeler mağazalardan alınır, bedelinin yüzde 60'ı ödenir, geri kalan miktar için Tekalif-i Milliye denilen bir borç makbuzu verilirdi. Zaferden sonra bu paraların hepsi, hükümet tarafından esnafa ödendi.”



Bağış kampanyasına katılanların parası geri ödenecek mi?

Mesela, sanki kendi cebinden veriyormuş gibi, milletin parasıyla bağış yapan kamu bankaları, verdikleri parayı geri alacak mı?



Tekalif-i Milliye'yi çıkaran Mustafa Kemal, sarayda oturmuyordu.

Mütevazı bağ evinde oturuyordu.

Yolu bile yoktu, atla gidiliyordu.

Elektriği yoktu, gaz lambasıyla aydınlatılıyordu.

Bu bağ evini, Ankara halkı adına kendisine hediye etmişlerdi, kabul etmemişti, tapusunu Türk Ordusu adına kaydettirmişti.



Tekalif-i Milliye'yi çıkaran Mustafa Kemal, chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içmiyordu, askerinin yanında cephedeydi, askeriyle birlikte buğday kavurması yiyordu.



Bağış meselesine gelirsek…



Tekalif-i Milliye'yi çıkaran Mustafa Kemal, millete bağışlaya bağışlaya anca bir kaç aylık maaşını bağışlamakla kalmadı…

Kızkardeşi bile hak iddia etmesin diye özel kanun çıkarttı.

Ömrü boyunca sahip olduğu tüm mal varlığını, tüm parasını, tamamını, millete bağışladı!




https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/tekalif-i-milliye-5726270/




<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 25 Avr 2020 0:24    Sujet du message: Répondre en citant

Iyi hatirlatmis Y. Ozdil.


Citation:

İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en mucizevi doktoru

24 Nisan 2020 - Sozcu
Yılmaz Özdil


2006… Asrın liderimiz rahatsızlandı, “kas spazmı geçiriyor” denildi, evinde istirahata çekildi, 23 Nisan törenlerine katılamadı, böylece, tarihte ilk kez bir başbakan 23 Nisan törenlerine katılmamış oldu.



2007… Suudi kralı takvimde başka gün yokmuş gibi tam 10 Kasım'da Ankara'ya geldi, Anıtkabir'e gitmedi, asrın liderimiz ve dindar cumhurbaşkanımız bu arkadaşa madalya taktı, bu arkadaş da bizimkilere madalya taktı, yetmedi, protokol tarihinde bir ilk yaşandı, bizimkiler Suudi kralının ayağına, kaldığı otele gitti.



2008… Asrın liderimiz rahatsızlandı, “gözü iltihaplandı” denildi, evinde istirahata çekildi, 19 Mayıs törenlerine katılmadı, böylece, tarihte ilk kez bir başbakan 19 Mayıs törenlerine katılmamış oldu.



2009… Domuz gribi vardı, “dezenfekte edeceğiz” denildi, bütün okullar dört günlüğüne tatil edildi, takvimde başka gün yokmuş gibi tam o günlerde tatil ettikleri için, 29 Ekim törenleri yapılamadı.



2012… Büyük bir talihsizlik eseri milli bayramlarda rahatsızlık geçiren asrın liderimiz uzun süre sonra ilk kez sağlıklıydı, Endonezya gezisindeydi, 9 Kasım'da gezi bitti, Türkiye'ye dönmek yerine bir günlüğüne uzattı, Brunei'ye geçti, Brunei sultanını ziyaret etti, böylece 1938'den bu yana, tarihte ilk kez 10 Kasım törenleri başbakansız yapıldı, 11 Kasım'da yurda döndü.



2012… Asrın liderimiz metro açarken “onuncu yıl marşında geçer, demir ağlarla ördük filan, neyi ördün, hiçbir şey örmüş değilsin, biz örüyoruz” dedi.



2013… Asrın liderimiz rahatsızlandı, “grip oldu” denildi, evinde istirahata çekildi, 23 Nisan'da Anıtkabir'deki törene katılmadı.



2013… Asrın liderimiz maşallah turp gibiydi, ama, bir haftalığına ABD gezisinde olduğu için 19 Mayıs törenlerine katılmadı.



2013… Reyhanlı patladı, burhan kuzu'nun o geceki düğününü bile ertelemediler, tee dokuz gün sonraki 19 Mayıs konserlerini iptal ettiler.



– Pkk'yı tanık Tsk'yı sanık yaptıkları dönemde, TBMM genel kurulundaki “açılım” toplantısını özellikle hangi güne denk getirdiler? 10 Kasım'a.


– Barzani'nin Amerikan bayraklı Kürdistan silahlı kuvvetlerini, onurumuzla alay ederek, havayi fişekler fırlatarak, halaylar çekerek, lahmacunlar ısmarlayarak, resmi geçit yapar gibi, tam olarak hangi gün topraklarımızdan geçirdiler? 29 Ekim'de.

– Avrupa Birliği anayasına, Türk düşmanı Papa'nın heykelinin önünde, takvimde başka gün kalmamış gibi, hangi gün imza attılar? 29 Ekim'de.

– Bizzat Akp'li Tbmm başkanının himayesinde başlatılan, fetocuların Türkçe olimpiyatları neyi gölgelemeyi amaçlıyordu? 23 Nisan'ı.

– Padişah Abdülmecid 26 Haziran'da vefat etmişken, Abdülmecid'in ölüm yıldönümünü anıyoruz diyerek, padişah tuğralı davetiyeler göndererek, tam 17 Kasım'da, Tbmm çatısı altında aslında kimi andılar? 17 Kasım'da İngiliz gemisiyle kaçan Vahdettin'i.

– “Lozan zafer filan değil” derken, rejimi değiştirme seçimini tam olarak hangi gün yaptılar? 10 Ağustos'ta Sevr'in yıldönümünde.



23 Nisan 2020… Egemenliği saraydan alıp halka veren gazi meclis, yüzüncü yaşını kutladı, asrın liderimiz koronavirüs salgını nedeniyle, sağlık gerekçesiyle, TBMM'deki özel oturuma katılmadı.



Asrın liderimizin en büyük talihsizliği, Mustafa Kemal Atatürk dönemine denk gelmemiş olması…

Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en mucizevi doktoruydu, bütün dünyanın “hasta adam” dediği devleti tedavi edip, ayağa kaldırmıştı.

Eminim, asrın liderimizin milli bayramlara katılmasını engelleyen bütün sağlık sorunlarını da çözerdi!



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 20 Juin 2020 1:51    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Kuvayı Milliye’den Kozmik Oda’ya…

18 Haziran 2020 / Sözcü

Yılmaz Özdil


Takvimler 13 Mayıs'ı gösteriyordu.

İzmir için için kaynıyordu.

Yunan postalı vatanımıza basmak üzereydi.

İşgale saatler kalmıştı.

Mustafa Necati bey, İzmir Atatürk Lisesi'nin öğretmeniydi.

“Bu kadar kolay olamaz, bu kadar kolay olmamalı” dedi.

Şehrin yurtseverlerine haber saldı, “mektepte buluşalım.”



Süleyman Ferit (Eczacıbaşı) bey, miralay Kazım (Özalp) bey, miralay Süleyman Fethi bey, Moralızade Halit bey, Vasıf (Çınar) bey, Ragıp Nurettin (Ege) bey, (Gavur) Mümin bey, gazeteci Hasan Tahsin bey… İsimlerini tek tek buraya sığdıramayacağım öğretmenler, doktorlar, avukatlar, tüccarlar, liman işçileri… Mektepte buluştular.



Miting kararı alındı.

Bildiri yazıldı.



Milli mücadelenin, Kuvayı Milliye'nin ilk direniş bildirisiydi.



El ilanı şeklinde bastırıldı.

Daha mürekkebi kurumadan, Mustafa Necati bey'in öğrencileri tarafından, İzmir Atatürk Lisesi öğrencileri tarafından, Kordon ve Konak başta olmak üzere, bütün şehirde dağıtıldı.



Şu yazıyordu…

“Ey bedbaht Türk!

Hakkın gasp ediliyor.

Namusuna saldırılıyor.

Güzel memleketin Yunan'a verildi.

Şimdi sana soruyoruz:

Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın?

Artık kendini göster.

Tekmil kardeşlerin Maşatlık'tadır.

Oraya yüzbinlerle toplan, ezici çoğunluğunu bütün dünyaya göster.

İlan ve ispat et:

Burada zengin, fakir, alim, cahil yok, burada Yunan hakimiyetini istemeyen ezici Türk çoğunluğu var.

Bu sana düşen en büyük vazifedir, vazifeden geri kalma.

Acı duymak fayda vermez.

Maşatlık'a koş!”



Ertesi gün…

14 Mayıs 1919.

Hava ağır ağır kararırken, bugün Bahribaba parkı olarak bilinen Maşatlık'ta iğne atsan yere düşmüyordu.

Kadın erkek çocuk, İzmir adeta nehir gibi akmıştı.

Körfezde işgal gemileri son hazırlıklarını yapıyor, Karşıyaka'nın fenerleri gözyaşları gibi parlıyordu.

Konuşmacılar birer birer kürsüye çıkıyor, kalabalık kah ağlayarak, kah haykırarak, dalgalanıyordu.

Maşatlık'tan yükselen uğultu şehrin sokaklarına imbat gibi yayılıyordu.



Son konuşmayı Mustafa Necati bey yaptı.

Kürsüye çıktı.

Yelekli, siyah takım elbise giymişti.

Beyaz gömlek, siyah kravat takmıştı.

Başında kalpak vardı.

Kuvayı Milliye'nin simgesi, Kurtuluş Savaşı'nın alametifarikası kalpak, ilk kez bir sivil tarafından, tarih sahnesine çıkarılmıştı.

Bu yurtsever “öğretmen”in ne diyeceğini merakla bekleyen kalabalık, adeta nefesini tutmuştu.

Doğup büyüdüğü şehrin insanlarına şöyle bir baktı… Sonra da yüreğinin sesiyle koskoca meydanı çın çın çınlattı:

“İşgal başlıyor.

İzmir Yunan'a ilhak ediliyor.

Bu akşam, güzel İzmirimizde son ve tarihi akşamımızdır.

Ayaktayız.

Vakar ve sukunetinizi muhafaza ediniz.

Vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız.

Teslim olmayacağız!”



Teslim olmadı.

Asla.



Kürsüden indi, ailesiyle vedalaştı, Kuvayı Milliye komutanı olarak Soma'ya geçti, emrine verilen Bulgurcu Mehmet efe müfrezesiyle birlikte, Soma'da Akhisar'da Bergama'da vuruştu.

Balıkesir'e geçti.

“İzmir'e Doğru” gazetesini çıkardı.



Mustafa Kemal'in yol arkadaşı olarak, milli eğitim bakanlığı yaptı.

Harf devrimini gerçekleştirdi, ortaöğrenimi parasız hale getirdi, yabancı okulları denetim altına aldı, köy enstitülerinin temelini attı.



Başkentimiz Ankara'da tapusu kendisine ait, şahane bir mimariye sahip, süs eşyası kadar zarif bir evi vardı.

Bu ev, kendisi rahmetli olduktan sonra, ailesi tarafından devlete bağışlandı.

Bülent Ecevit'in başbakanlığında, İstemihan Talay'ın kültür bakanlığı döneminde restore edildi, Mustafa Necati Kültür Evi olarak düzenlendi.



Ve önceki gün…



Bu kültür evinden Mustafa Necati'nin adı silindi.

Nuri Pakdil'in adı verildi.



O kim?



Atatürk'e “firavun” diyen…

29 Ekim 1923'ten sonraki Cumhuriyet dönemini “değerlerimizden kopma dönemi” olarak tanımlayan…

“Yaşasın Cumhuriyet” diyenlere karşı “yaşasın şeriat” diyen…

“Ne mutlu Türküm diyene” demeye dili varmayan…

Atatürk düşmanlığından başka ciddiye alınan herhangi bir entelektüel (!) faaliyeti bulunmayan kişi.



Başka?



2009 yılıydı.

Kumpasların en vahşi dönemiydi.

Ankara Çukurambar'da bir otomobil durduruldu.

Güya isimsiz bir ihbar gelmişti.

Sivil kıyafetli iki subay gözaltına alındı.

Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevliydiler.

“Bülent Arınç'a suikast” manşetleri patladı.

Bu suikast palavrasını kapıyı kırmak için levye olarak kullandılar, Kozmik Oda'ya girdiler.

125 milyon word sayfası ebatında devlet sırrı'nı çaldılar.



Devlet sırları göz göre göre çalındıktan sonra anlaşıldı ki…

Suikastçi diye yakalanan o iki subay, aslında Bülent Arınç'ı filan takip etmiyordu, şüpheli davranışları olan bir albayı takip ediyorlardı.


O takip edilen şüpheli albay, Bülent Arınç'ın eviyle aynı muhitte bulunan bir apartmanı sık sık ziyaret ediyordu, 15 numaralı daireye girip çıkıyordu, o dairede oturan kişiyle başbaşa yemeğe gidiyorlardı.

O şüpheli albayın o dairede oturan kişiye bilgi-belge aktardığı tahmin ediliyordu, bu yüzden takip ediliyordu.



O esrarengiz dairede kim oturuyordu biliyor musunuz?

Nuri Pakdil!




Dolayısıyla…

Kahramanımız Mustafa Necati bey'in adını oradan sildik diye sevinebilirsiniz ama, kendi yaptıklarınızı tarihten silebilmeniz hakikaten imkansız!


.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 28 Juil 2020 17:00    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Atatürk’e lanet öyle mi?
26 Temmuz 2020
Yılmaz Özdil


Mustafa Sabri.

Saray'ın şeyhülislamıydı.

Sarıklı İngiliz kuklasıydı.

Sevr'in imzalanması için özel çaba harcadı.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucularındandı.

Anadolu'daki direnişi kırmak için İngilizler tarafından icat edilen İslam Teali Cemiyeti'nin kurucularındandı.

Kuvayi Milliye'den nefret ediyordu.

“Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti kahpedir” diyordu.

“Kudurmuş haydutlar, caniler” diyordu.

“Eyy Allah'tan korkmayan, eyy peygamberden haya etmeyen mahluklar” diyordu.

“Bunların dinsizlik derecesi tasavvur edilemez, cenabı hakkın gazabı ve laneti bunların üzerine olsun” diyordu.

Milli mücadelenin moralini bozmak için elinden geleni yapıyordu.

“İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin, iki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İstanbul'dan çekip gitmelerini, ancak Kemalist Türk aklı kabul edebilir” diyordu.

“Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bizim için hayırlı ve menfaatli olamaz, İngilizleri kızdırırız, İngiliz gibi muazzam devlete karşı katiyen kazanma ihtimali yoktur” diyordu.

“Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara'dadır” diyordu.


“Eyy askerler, Mustafa Kemal'in gayrimeşru emirlerine uyduğunuz yeter, bunların vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, müslümanlık için farz olmuştur, sizin bu hainlere itaatiniz mescitlerimizi mabetlerimizi harap eyleyecek, bu zalimlere, bu katil canavarlara alet olduğunuz yeter, padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet kucağı size açılmıştır, Allahını peygamberini seven bu tarafa gelsin” diyordu.

Bu ruh haliyle Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını kaleme aldı.

“Mustafa Kemal'le savaşmak vacip”ti.

Bununla yetinmedi…

Kuvayı Milliye'nin yanında saf tutan Denizli, Isparta, Uşak, Antalya, Sinop müftülerini görevden azletti, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat için idam fermanı çıkarttı.

İzmir'deki Yunan Yüksek Komiserliği'ne teklifte bulundu, “Mustafa Kemal'in pençesinden kurtulmak için Batı Anadolu'da sizin kontrolünüzde özerk hükümet kuralım” dedi.

Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanınca, İngiliz gemisiyle kaçtı, Yunanistan'a sığındı.

Atina'da gazete çıkardı.

O gazeteye “Allah'ın huzurunda Türklükten istifa ediyorum, tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme” diye makale yazdı.

“Elimden gelse bütün Türkleri Arap yaparım, bunların vaktiyle Araplaşmadığına eseflenirim” diye yazdı.

Hilafetin yeniden kurulması için Papa'ya mektup gönderdi, İslamiyet adına Vatikan'dan yardım istedi.

Yunanistan'dan kovuldu.

Suudi Arabistan'a geçti, en son Mısır'a yerleşti, orada ölene kadar Türkiye Cumhuriyeti aleyhine faaliyette bulundu.



Dürrizade Abdullah.

Saray'ın şeyhülislamıydı.

Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını yayınladı.

Sadece üç ay 25 gün şeyhülislamlık yaptı, bu kısacık süre içinde hem idam fetvası çıkararak, hem Sevr anlaşmasına onay vererek, vatana ihanette sürat rekoru kırdı.

Kuvayi Milliye'den nefret ediyordu.

“Cenabı hakkın laneti bunların üzerine olsun” diyordu.

Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanınca, İngiliz gemisiyle kaçtı, Yunanistan'a sığındı ama, Atina bunu kapının önüne koydu.

Yalvar yakar Hicaz kralı'nın himayesine girdi, orada öldü.



Bu şeyhülislamlar Mustafa Kemal'e “lanet” okurken, vatan topraklarımızda neler oluyordu?



İstanbul işgal altındaydı.

Çanakkale Boğazı işgal altındaydı.

Trakya işgal altındaydı.

İzmir'den başlayarak Ege komple işgal altındaydı.

Antep, Maraş, Urfa, Adana işgal altındaydı.

Antep öylesine ağır kuşatılmıştı ki, kadınlarımız zerdali çekirdeklerini kırıp, eziyor, kepek hamuruna karıştırarak ekmek yapıyordu, açlıktan kedileri bile yemek zorunda kalmıştık.

Kars, Iğdır, Ardahan işgal altındaydı.

Antalya, Mersin, Hatay işgal altındaydı.

Bursa, İzmit, Zonguldak, Eskişehir, Burdur işgal altındaydı.

Topraklarımızın bir tarafında Pontus devleti kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Ermenistan kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Kürdistan kurmaya çalışıyorlardı.

Britanya'dan para alan, padişahın tetikçileri, Çapanoğlu, Koçgiri, Anzavur, memleketin dört bir yanında ayaklanma vardı.

İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu.

10 yaşında kız çocuklarımızın ırzına geçiyorlardı.

İki yaşındaki bebelerimizi süngülerin ucuna takıp, sokak sokak gezdiriyorlardı.

Bebelerimizi emzirmesinler diye, yeni doğum yapmış annelerimizin meme uçlarını kesiyorlardı.

Yaşadıkları yüzünden aklını yitiren kadınlarımız vardı.

Yaşadıkları yüzünden canına kıyan kızlarımız vardı.

Bak adres vereyim, Bursa Osmangazi'de çocuklar kadınlar dahil 97 kişiyi camiye doldurup, ateşe vermişlerdi, diri diri yakmışlardı, pencerelerdeki demir parmaklıklara çocukların elleri yapışmıştı.

İzmir Bergama'da 200'den fazla insanımızı devasa çukura doldurup, makineli tüfekle tarayıp, cenazelerine benzin döküp yakmışlardı.

Aydın Söke'de 57 insanımızı kuyuya üst üste atarak öldürmüşlerdi.

Onbinlerce böyle belgeli, fotoğraflı örnek var.

Kuran'ı Kerimleri parçalıyor, sayfa sayfa hela çukurlarına atıyorlardı, insanlarımız o sayfaları çıkarıyor, yıkıyor, ağlaya ağlaya toprağa gömüyordu.

Çanakkale'de şehitliklerimize dışkılıyorlardı.



Başka neler oluyordu?

Yunan gazeteci Tasos Kostopulos kitap haline getirdi…




“Uşak yakınlarındaki köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim askerler etraftan ot topladılar, sonra da toplanan otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. İnsanlar dumandan dışarı koşuştular. O zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtasıymış gibi ateş etmeye başladılar.”



“Eve girdim. Ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçerden sesler geliyordu. 10 kadar askerimiz bir Türk kızının eteklerini kaldırmışlar, zorla dansettiriyorlardı. Beni görünce ‘gel sen de mezeden tat' dediler. ‘Ayıp' dedim. Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapanarak yardım istedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp bana yöneldi. Kaçmak zorunda kaldım. Kızın çığlıklarını unutamadım.”



“Ayrıldığımız her yeri yakıyoruz. Dehşet verici bir manzara. Verilen emir açıktı. Neyi taşıyamıyorsanız yakın… Onca köyde yaşlılar, hastalar, sakatlar, çocuklar ne yaptı, meçhul.”



“Köye girdik. Kızlara ailelerinin gözü önünde tecavüz edildi. Askerlerimiz o gece yağmaladıkları ipek yorganlarda yattılar.”



“Türkler korkudan ailelerini geceleri mezarlıklarda saklıyorlardı. İki askerin tecavüz etmeye çalıştığı kızı kurtardım. Annesi koşarak ellerimi öpmeye başladı. Az ilerde diğer iki kızı cansız yatıyordu.”



“Birden kendimi yaşlı adamın karşısında buldum. Yapabileceğim bütün iyilik, onu bir an önce ve birden öldürmekti. Bazıları çok acı çekiyordu, boğazlanan danalar gibi debelenirken… Köy ateşe verildi.”

v

Başka neler oluyordu?

Fransız kadın gazeteci Berthe Gaulis yazdı…



“Yunan geri çekilmesinin kurbanı Söğüt'teyim. Bursa'ya çok yakın. Harabe haline gelmiş. Savaşı kaybedip geri çekilmeye başladıklarında, böyle işler için özel olarak yetiştirilmiş artçı taburları tarafından yakılıp, tahrip edilmiş. Önemli miktarda dinamit, yangın bombası ve patlayıcı kartuşlar kullanmışlar.”



“Savaş esiri yunan subayları, bu tahribatın İngiliz subaylarının nezaret ve direktifi altında yapıldığını söylediler. Kasabanın eşrafı da bu işin İngilizlerin nezaretinde yapıldığını anlattılar.”



“Yıkıntıların altında insanların cesetleri kalmış. Bu cesetlerden o kadar tahammül edilmez bir koku havaya karışmakta ki, savaş alanı bunun yanında hiç kalır.”



“Akşamın alacakaranlığı çöktü. Yanmış evlerin üzerinde tüneyen baykuşların sesleri duyuluyor. Ağaçlar kömür haline gelmiş.”



“Camilerin hepsi yıkılmış.”



“Maddi zarar çok büyük, Yunanlar her şeyi götürmüşler. Fakat yağmalanan dükkanlardan daha kötüsü, evler yakılmış ve kadınlara, ihtiyarlara ve çocuklara hakaret edilmiş. Bunlar Aydın'da yapılanların aynısı.”



“Ertuğrul Gazi'nin türbesindeyim. Müslümanların en kutsal ziyaret yerlerinden biri… Çeşitli biçimde kirletilmiş, tahrip edilmiş. Türbenin kapısı ile içindeki granit lahitin kapağı açılmış.”



“Bilecik'te büyük facialar olmuş. Buraların ahalisinden sağ kalanlar büyük bunalım içinde. Tecavüze uğramamış genç kız veya kadın kalmamış. Bilecik, Pompei gibi. Her yer kül, is ve kurum içinde.”



Evet… Saray'ın şeyhülislamları Mustafa Kemal'e “lanet” okurken, vatan topraklarımızda işte bunlar oluyordu.



E, şimdi bakıyoruz…



Atatürk'ü hutbelerden çıkaran, Çanakkale Zaferi'nde 19 Mayıs'ta 23 Nisan'da 30 Ağustos'ta 29 Ekim'de Atatürk'ü yok sayan, 10 Kasım hutbesinde bir fatiha bile okumayan diyanet işleri başkanı… Ayasofya'nın minberine çıkmış, bu topraklarda yeniden ezan okunmasını sağlayan Atatürk'e “lanet” okuyor.



Bu milletin milli mücadele, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve cumhuriyet tarihi gayet net bir tercihtir…

Ya Mustafa Sabrilerin safındasın, ya da Kuvayı Milliye'nin.



Atatürk'e “lanet” okuma nankörlüğünü gösteren diyanet işleri başkanı… Tıpkı kendisi gibi Atatürk'e “lanet” okuyan Mustafa Sabrilerin, Dürrizadelerin manevi mirasçısıdır!



https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/ataturke-lanet-oyle-mi-5952960/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 28 Juil 2020 17:05    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Mübarek anne’nin vasiyeti
28 Temmuz 2020
Yılmaz Özdil


Bir kadının yaşayabileceği en ağır üzüntüleri yaşadı.

Dört evladını kaybetti.

Eşini toprağa verdi.

Doğup büyüdüğü Selanik'i kaybetti.

Evini barkını kaybetti.

Oğlunun üzerine titriyordu.

Bir bakıyordu ki Şam'a gitmiş, bir mektup geliyordu ki Trablus'da vuruşuyor, bir duyuyordu ki Çanakkale'de boğuşuyor, bir ömür boyu oğlunun hasretiyle, O'nu da kaybedeceğim korkusuyla yaşadı.

Oğlu hakkında idam fermanı çıkarıldığında, üzüntüsünden sağ tarafına inme indi, bacağı tutmaz oldu.

Ama artık nihayet O'nun yanındaydı…

Sakarya Zaferi'nden sonra Ankara'ya gelmişti, hepimizin hafızasına mıh gibi çakılan o bembeyaz tülbentini saçına atıyor, koyu mavi gözlerine o meşhur yuvarlak gözlüğünü takıyor, oğlunun önderliğindeki milli mücadelenin kazanılması için gece gündüz Kuran-ı Kerim okuyordu.

Ana oğul arasında imrenilecek bir saygı bağı vardı.

Hazırlanmadan birbirlerinin karşısına çıkmazlardı.


Aynı köşkün içinde, birkaç metre mesafedeki odalarda yaşamalarına rağmen, oğlu haber gönderir, ziyaret edeceğini söyler, anne adeta bayram gibi hazırlanır, günlük kıyafetleri yerine misafir kıyafetlerini giyer, saçını tarar, öyle beklerdi.

Ama maalesef, anne hastaydı.

Kurtuluş Savaşı'nın zaferle kazanıldığını görmeden son nefesini vermek istemiyordu, o mutlu günü görmeden “kendine yeni bir entari bile yaptırmamaya” ahdetmişti.


Zübeyde anne'nin bağışıyla ilgili olarak düzenlenen, Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi'nde bulunan ve bir kopyasını onurla sakladığım orijinal belge.

Bir sabah…

Salih'i kolundan yakaladı.

Salih Bozok.

Oğlunun taa Selanik'teki mahalleden çocukluk arkadaşıydı.

Oğlu ne zaman bir yere gitse, Trablus'a Sofya'ya, annesini hep Salih'e emanet ederdi. Bu yüzden ikinci oğlu gibiydi, oğlu gibi severdi.

Salih'i kolundan yakaladı…

“Bir miktar param var, ben öldükten sonra her sene ruhuma fatiha okunması için bağışlamak istiyorum” dedi.

Salih “derhal” cevabını verdi.

İlgili kişileri köşke çağırdı.

Büyük Taarruz'a neredeyse bir sene varken, henüz vatan diye bir toprağımızın kalıp kalmayacağı bile belli değilken, oturdular, şahitler eşliğinde bağış tutanağını yazdılar, imzaladılar.




Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Anadolu Kuvayı Milliye Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin annesi Zübeyde ve halası Emine hanım ile Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye müdürü Cemil, Darüşşafaka müdürü Ali Kami ve hariciye nezareti Selanik başkonsolosluğu memurlarından Cemal beyin hazır bulunduğu bir ortamda, Zübeyde Hanım, her sene Ramazan ayının Kadir Gecesi'nde, Darüşşafaka öğrencileri tarafından okunacak Kuran-ı Kerim'in sevap ve mükafatının öncelikle Peygamberimiz Efendimizin mübarek ruhlarına, daha sonra Hazreti Peygamberimizin ailesine, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere, dört büyük halifeye, hakk'a eren velilerle kadın erkek bütün müminlerin ve şehitlerin temiz ruhlarına ve Zübeyde Hanım'ın babası Feyzullah efendi ve annesi Ayşe hanım, ilk eşi Ali, sonraki eşi Ragıb, kardeşi Hüseyin efendi ile teyzesi Fatma, büyükannesi Emetullah, anneannesi Emine, kayınvalidesi Ayşe, görümcesi Hatice, Kerime, İsmet ve Naciye, manevi kızı Rabia hanım ile küçük oğulları Ömer ve Ahmet'in ruhlarına hediye edilmek şartıyla Allah rızası için 20.000 kuruş kağıt parayı malından vakfederek bağışlamış ve adı geçen tutar Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye yönetimi tarafından işletilerek elde edilecek gelirden öğrencilere bir kez mevsim meyvelerinden birinin dağıtılması kararına varılarak, adı geçen vakfın mütevelliliğini Darüşşafaka'nın müdürü kim ise onun yürüteceği, bildirilen 20.000 kuruş kağıt paranın Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye'nin makbuzu karşılığında tümüyle teslim edildiğini ve halen Darüşşafaka müdürü olan Ali Kami bey de belirtilen şartla birlikte adı geçen vakıf tevliyetini kabul etmiş ve bu durum Darüşşafaka ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye'nin vakıf defterlerine aynen kaydedilerek imzalanmış ve işbu belge Zübeyde Hanımefendi Hazretlerine verilmiştir.

29 Kasım 1921

Darüşşafaka müdürü: Ali Kami (mühür)

Mustafa Kemal Paşa'nın annesi: Zübeyde (mühür)



Evet…

Mustafa Kemal Atatürk'ün mübarek annesi Zübeyde hanım, elinde avucunda olan, sahip olduğu bütün parayı, Darüşşafaka'ya bağışladı.



Babasız büyüyen çocuk, bir ulusun kaderini değiştirdi.

Bu çocuğu büyüten anne, bütün maddi varlığını, babasız büyüyen çocuklara harcanmak üzere Darüşşafaka'ya bağışladı.

Bu anne tarafından büyütülen çocuk da, sahip olduğu bütün maddi varlığını, kaderini değiştirdiği ulusa bağışladı.



Bu ana oğul…

Maddiyat odaklı günümüz dünyasını yeniden düşünmemizi gerektiren, insan biriktiren, ibret verici, ilham verici bir döngüdür.



(Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan Darüşşafaka, şefkat yuvası anlamına geliyor.

Babası veya annesi hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz, yetenekli çocuklarımıza “fırsat eşitliği” sağlıyor.

Ortaokul birinci sınıfta sınavla alıyor, lise mezuniyetine kadar tam burslu, yatılı, kolej seviyesinde eğitim veriyor.

Giyim, beslenme, sağlık, harçlık ihtiyaçlarını karşılıyor.

Yükseköğrenimde burs desteğini sürdürüyor.

Atatürk ilkelerine bağlı, evrensel değerleri benimseyen, kültürel donanımlı, vatana-millete karşı sorumluluğunun bilincinde, lider bireyler yetiştiriyor.

Kamplaşmadan, kutuplaşmadan bıkıp usandığımız şu dönemde bile, tüm renkleriyle, tüm ulusun “ortak paydası” olarak kalmayı başarıyor.)



(Kurucuları başta olmak üzere, 1863 yılından beri emeği geçen herkese yürekten teşekkür borçluyuz.)



Kurban Bayramı vesilesiyle dünyanın en büyük ailesine çağrıda bulunuyorum.



Babasız büyüyen bir çocuk sayesinde kaderi değişen ulusumuzu… Zübeyde anne'nin vasiyetini yerine getirmeye davet ediyorum.

Eğitimde fırsat eşitliğine katkı sağlamak için “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek için, çoban ateşi ruhuyla, Darüşşafaka'ya bağışta bulunmaya davet ediyorum.



(Darüşşafaka bünyesindeki çocuklarımızın et ihtiyacı, yıl boyunca yapılan adak bağışlarıyla zaten bol bol karşılanıyor, bu yüzden kurban kesimi yapılmıyor.

Onun yerine “bayram bağışı” bekleniyor.

Bayram bağışı için sembolik olarak 1.000 lira belirlenmiş.

Alt ve üst sınırı yok.

İsterseniz 100 lira bağışlayın, isterseniz 10 bin lira.

Dedim ya, herkes gücü oranında, dilediği miktarda.

İnternetten www.darussafaka.org adresine girin, gerisinin ne kadar kolay olduğunu göreceksiniz.)



Elbette annelerinin babalarının yerini doldurabilmemiz mümkün değil ama, hepimiz gücümüz ölçüsünde amca olabiliriz, teyze olabiliriz, hala, dayı, ağabey, abla olabiliriz.



Gelin lütfen, Kurban Bayramı için ayırdığınız bütçeyi Darüşşafaka'ya bağışlayın.

Hatta lütfen, çevrenizi haberdar edin, teşvik edin.



Ben mesela, Türkiye'nin en büyük hayırseverlerinden biri olan ama bu özelliğini kimseye duyurmamaya özen gösteren değerli ağabeyim Uğur Dündar'ı aradım.

Başta Vefa Lisesi olmak üzere, eğitimde fırsat eşitliğine katkı için düzenli olarak bağışta bulunur, burs verir, şehit çocuklarını okutur, bu bayram bağışını da çoktan yaptı.

Ama elbette beni kırmadı, hem Darüşşafaka'ya da bağışta bulunacak, hem çevresini yönlendirecek.



Değerli ağabeyim Müjdat Gezen'i aradım.

Bütün hayatını eğitimde fırsat eşitliğine adayan duayen sanatçımız -hayırişlerini duyurmaktan hoşlanmadığı için bana çok kızacak ama- bu seneki kurban bayramı bağışını, koronavirüs salgını nedeniyle işsiz kalan ve ekonomik açıdan büyük sıkıntı yaşayan Roman müzisyenlere yaptı.

Ama elbette beni kırmadı, hem Darüşşafaka'ya da bağışta bulunacak, hem çevresini yönlendirecek.



Gelin, insan biriktirelim.



Gelin, Atatürk'e lanet okuma nankörlüğünü gösterenlere karşı, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için, Zübeyde anne'nin vasiyetini yerine getirelim.



https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/mubarek-annenin-vasiyeti-5955905/
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 23 Sep 2020 20:08    Sujet du message: Répondre en citant

Bugunku yazisi ibretlik :

SINKAF

https://bit.ly/32UjxJN




Bravo..
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 08 Oct 2020 1:05    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Entarili hekim

7 Ekim 2020 / Sozcu

Yılmaz Özdil



Refik Saydam.

Bandırma Vapuru yolcusuydu.

Mustafa Kemal'le birlikte Samsun'a çıkanlar arasındaydı.

Milli mücadele kahramanıydı.

Tifüs'e karşı aşı geliştirdi, dünya tıp literatürüne geçti, bu aşı Kurtuluş Savaşı'nda kullanıldı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk sağlık bakanı oldu.

Birinci Milli Türk Tıp Kongresi'ne başkanlık yaptı.

Devletin sağlık teşkilatını kurdu.

Sosyal devlet anlayışıyla “halk sağlığı” kavramını kurumsallaştırdı.

“Türk hekimleri köylere sadece sağlık hizmeti götürmekle kalmayacak, uygarlıkla ilgili rehber görevi de üstlenecek” diyordu.

Hıfzıssıhha Enstitüsü'nü kurdu.

Serum üretimi başlattı, sadece bir yıl içinde ülkenin ihtiyacını karşılamayı başardı, serum ithalatına gerek kalmadı.

Verem, çiçek, kuduz aşısı üretimi başlattı, ithalata gerek kalmadı.

Yunanistan'a Suriye'ye Irak'a serum, Çin'e aşı ihraç etti.

Numune hastanelerini açtı.

Heybeliada Sanatoryumu'nu açtı.

Türk kadınının eczacılık yapması yasaktı, kız öğrencilerin eczacılık mektebi'ne kaydedilmesini sağladı.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından bölgesel inflüenza merkezi olarak tanınan İnflüenza Laboratuvarı'nın temelini oluşturdu.

Türkiye'de koruyucu hekimliğin mimarı oldu.

Tıp bilimini şeffaflıkla özdeşleştirerek “Saydam” soyadını bizzat Atatürk verdi.

Kızılay Başkanlığı yaptı.

Başbakan oldu.



Refik Saydam…

GATA mezunuydu.



Milli mücadele ruhuyla, ömrünü topluma vakfetmeyi, çağdaş Türkiye ülküsü için mücadele etmeyi, uygarlıkla ilgili rehber görevini, hekimlik onurunu, GATA'daki eğitimiyle benimsemişti.



E, şimdi bakıyoruz…



Başbakanlık lağvedildi.

Hıfzısıhha Enstitüsü kapatıldı.

Numune hastanesi kapatıldı.

Heybeliada Sanatoryumu kapatıldı, diyanete verildi.

Aşı ihraç ettiğimiz Çin'den test kiti ithal ediyoruz.

Halk sağlığında sosyal devlet anlayışından vazgeçildi, hastaneler yandaş işadamlarına verildi, “hasta”lar “müşteri” haline getirildi.

Şefkat Kızılay'ı şirket Kızılay'ına dönüştürüldü.



Ve, GATA'ya bakıyoruz…

İsmi değiştirildi.

Tarikatçılar cemaatçılar dolduruldu.

İmam nikahlı çok eşliliği savunan, hastanede pantolon yerine entariyle dolaşmak isteyen, hekimden çok meczup görüntüsü veren bir başhekim yardımcısı tarafından yönetiliyor.



Refik Saydamları yetiştiren Türkiye'nin gözbebeği eğitim ve sağlık kurumlarından birini getirdikleri nokta, bu.



Uygarlıkla ilgili “rehber” görevini üstlenen, topluma “çağdaş rol model” olan Türk hekimliğini soktukları kılık, bu.



“Asrın ülkesiyiz dediler, ülkeyi bir asır geriye götürdüler” dersem, Abdülhamid'e haksızlık etmiş oluruz.

Çünkü, bu memleketin sağlık vizyonu, GATA'nın kurulduğu tee 122 yıl öncesinde bile yobazların tesirinden uzak tutulmuş, tarikatların cemaatlerin eline bırakılmamıştı.









.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
bendeniz
Expert
Expert


Inscrit le: 17 Nov 2014
Messages: 225

MessagePosté le: 14 Oct 2020 14:09    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Rakı ciddi iştir
14 Ekim 2020 / sozcu

Yılmaz Özdil


Rakı ciddi iştir.

Sahteciliği kaldırmaz.

Sahtesine denk gelirsen, ölürsün.



Sahte oy kullan mesela.

Hiç sorun olmaz.

Sahte diplomayla siyaset yap.

Her mevkiye gelirsin.

Sahte şeyh ol.

Müritlerin kuyruğa girer.



Sahte dindar ol, Allah ile aldat.

Bünyeyi bozmaz.



İşsizlik rakamları sahte.

Enflasyon oranları sahte.

Rahatsızlık hisseden var mı?

Sahte fabrika açılışı yaptılar.

Alkışladılar.



Korona tablosu sahte.

Vaka sayısı sahte.

Ölüm sayısı sahte.

Test sayısı sahte.

Hamdolsun, iyiyiz.

Hatta bizden iyisi yok.



Ergenekon sahte çıktı.

Balyoz sahte çıktı.

Tanıklar sahte çıktı.

Deliller sahte çıktı.

Arınç'a suikast sahte çıktı.

Kimse istifini bozmadı.



Sosyal medya, sahte hesaplarla sahte bilgi yayan trollerle dolu.



Sütsüz peynir yapıyorlar.

Etsiz sucuk var.

Arısız bal satılıyor.

Ucuz diye herkes memnun.



Sahte rapor al.

Sahte evrak düzenle.

Sahte senet ver.

Sahte çek yaz.

Sahte fatura kes.

Sahte imza at.

Sahte kimlik kullan.

Sahte plakayla dolaş.

Af çıkarırlar, hiç başın ağrımaz.



Sahte para bas.

Sahte ilaç üret.

Yakalayıp yargılıyormuş gibi yaparlar, üç günde yırtarsın.



Sayın hükümetimiz mesela…

Herhangi bir konuda sahteciliği ortaya çıktığında ne diyor?

Sehven diyor.

Sen de öyle yap.

Sehven de geç.



Ama, rakı ciddi iştir.

Sahteciliği kaldırmaz.



(Vatan sevgisidir rakı.

İki tek attığında, noolacak bu memleketin hali diye kafa yormazsın aksi olsa.

Tıp bazen çaresizdir.

O merhemdir.

Gurbete bile iyi gelir.

Kontörsüz muhabbettir.

Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar.

Hayatın anahtarıdır çünkü.

“Çilingir” sofrasıdır.

Gülümsetir.

Kahkahadır.

Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden harddisk'tir.

Çocuktur bazen, ağlarsın.

Botokstur.

En kaknemi bile bir başka görünür gözüne.

Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır.

İçilir, güzelleşilir.

Herkesin gençlik hatası olabilir, bira içersin, viski içersin, şarap içmeyi matah zannedersin… Ama kürkçü dükkanıdır.

Döner dolaşır, gelirsin.

Orhan Gencebay'dır.

Hayatın boyunca dinlememiş gibi yaparsın ama, hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin.

Tatlıses'tir.

Realite'dir.

Hele beyaz p'eynir ve k'avun olursa yanında, PRK'dir.

Bölücü değil, birleştirici örgüttür.

Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da, Çerkez'i de.

Ermeni'si de Rum'u da Yahudi'si de.

Fava, pilaki, şakşuka'dır.

Memleket meze'lesidir.

Balığın anlamıdır.

Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?

Ne yapacaksın o yoksa, rokayı radikayı cibesi?

Bilim'dir.

Fazla kaçırırsan, özüne dönersin, maymun olursun.

Evrim teorisinin kanıtıdır.

Şiirdir.

Ne demiş bak Orhan Veli…

Şiir yazıyorum / Şiir yazıp eskiler alıyorum / Eskiler verip musikiler alıyorum / Bir de rakı şişesinde balık olsam.

Şarkıdır aynı zamanda.

Dönülmez akşamın ufkudur.)



Ve, memleket türlü türlü sahte'karlıklarla katledilirken gıkını bile çıkarmayan güruha bakıyoruz… Kendileri gibi düşünmeyenler, rakı içenler patır patır ölüyor diye neredeyse zil takıp oynayacaklar.



Aman diyeyim, siz siz olun, gırtlağınıza kadar sahte'karlıklar içinde yaşarken, rakıdan uzak durun ha.

Ayran için.

Malum, dünya size h'ayran.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
Page 7 sur 8

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.