304 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 304
Membre(s) : 0
Total :304

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 15h58:33
murat_erpuyan : 16h00:57
SelimIII : 1 jour, 05h25:29
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 3 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... , 19, 20, 21  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 05 Sep 2020 0:23    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Dikiş tutmuyor

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 04 Eylül 2020



AKP’nin çok barolu sistem düzenlemesinin ardındaki kişinin Metin Feyzioğlu olduğunu ileri sürüyor kimileri. Metin Feyzioğlu’nun hakkını yemeyelim. O, bu işte bir piyondan başka bir şey değildir. Son düzenlemenin ana etkeni AKP ve Tayyip Bey’in yargıya genel yaklaşımıdır.

AKP’nin devletin bütün erkleri için geçerli parolası, hangi alanda olursa olsun, denetim dışında hiçbir kurum ve kurul kalmamasıdır.

Yargıyı Hâkimler Savcılar Kurulu ile yakından denetim altında tutan Tayyip Bey, barolar ile ilgili düzenlemeyle yargının parçası olan savunmayı da denetimine almıştır. Mimarlar, mühendisler ve doktorlarla ilgili olarak, Tayyip Bey’in onların da meslek kuruluşlarını yürütmenin denetimine sokma niyetinde olduğu herkesin malumudur. Hatta düzenlemenin Türk Tabipleri Birliği’nden başlayarak Mimarlar Mühendisler Odaları Birliği ile devam etmesi planlanmışken, pandemi ortamında TTB’ye dokunmanın tepki doğuracağı düşünüldüğünden sıranın değiştirildiği de söylenmektedir.

Görülüyor ki barolar hamlesi, AKP’nin politikasının yargı alanındaki uygulamasıdır.

Metin Feyzioğlu, bu oyunda bir piyondur. Ama TBB’nin biat etmiş başkanı olarak önemli işlevler görecek bir piyon.

***

AKP’nin gerginliği fırsat bilerek baroların teröre destek verdiği asılsız bahanesiyle avukatların meslekten men edilmelerinin de yürütmenin denetimine verilmesi konusunda da durum aynıdır. Son gelişmeler olmasaydı da avukatların meslekten men yetkisinin yürütmenin uhdesine verilmesi, AKP’nin genel politikasının sonucu olarak er veya geç kotarılacaktı.

Aslında savunmanın disiplin cezaları veya meslek ile bağdaşmayacak suçlar işlemesi halinde baro kütüğünden adlarının silinmesi, şimdiye dek baroların görev ve yetki sınırları içindeydi. Ama barolar tırpanlanırken, avukatların meslekten men edilmesinin de yürütmenin eline verilmesi ana hedefe uygun bir uygulama olacaktır.

Hiç kuşkunuz olmasın ki yakında bir yasa veya kararname ile bu düzenlemeler de yaşama geçirilecektir.

Ondan sonra Metin Feyzioğlu’nun başkanı olduğu TBB, AKP için dikensiz bir gül bahçesi olacaktır.

Bunun, zaten ayaklar altına alınmış olan yargı bağımsızlığını iyice çiğnemek olacağını belirtmenin fazla bir anlamı yoktur. Bunu sokaktaki adam kadar AKP de zaten bilmektedir.

İktidarın, edimleriyle demokrasinin gereklerini yerine getirmek, yargı bağımsızlığına saygı göstermek falan gibi şeylere uyup uymaması önemli değildir.

Önemli olan, her kurul ve kurumun sıkı denetim altında olmasıdır.

Şimdi, Türkiye Barolar Birliği’ni sıkan mengenenin Feyzioğlu’nun yönetiminde daha da sıkıştırılması aşamasındayız.

Yalnız burada küçük bir sorun var. Barolardan seçilerek TBB’ye gönderilmiş olan şimdiki delegelerin çoğunluğu bu oyunda yer alacak yapıda değillerdir. Sorunun çözülmesi için, büyük olanaklara sahip TBB’nin delege kompozisyonunun iktidar lehine değişmesi gerekmektedir.

Bunun için de 15 Temmuz 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Meclis’ten çıkarılmış çoklu baro yasasına göre, iktidara yakın çevrelerin İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya barolarında imza toplayarak paralel baroları oluşturmaları zorunlu. Bunun için iktidara yakın çevrelerin İstanbul ve Ankara’daki girişimleri bekledikleri sonucu vermedi. Ankara’da gerekli 2 bin imzaya ulaşamayıp 250 imzada kalan yandaş avukatlar, doğrudan başvuruyu yaptılar.

Yasaya göre, yeni kurulacak barolar ekim başında TBB delgelerini seçmek durumundalar. O delegeler de aralık ayında TBB başkanını, yönetim, yürütme, denetleme ve disiplin kurullarını seçecekler. Ancak, yeni kurulan baroların TBB’ye katılabilmeleri için ilk seçimli toplantılarını yapmaları gerekiyor. Bunun için de bir ay önceden bildirim yapılması zorunlu. Bu süre de kaçırılmış görünüyor.

Değerli okurlar, görüyorsunuz AKP demokrasi dışı yolları da denese, artık dikiş tutmuyor; kendi düzenledikleri kumpasları bile uygulamaktan aciz duruma düşmüştür iktidar partisi.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Sep 2020 0:52    Sujet du message: Répondre en citant

Murat daha koymamis, ondan once davranayim.

Citation:

Ali Sirmen

Yasak değil, kararlılık gerek


25 Eylül 2020 Cumhuriyet


Tarikat ve cemaatlerle ilgili ilginç haberler birbirini izliyor. Prof. Dr. Esergül Balcı’nın 14 Eylül’de Cumhuriyet’te yayımlanan, şu anda Türkiye’de bir milyon çocugun tarikat ve cemaatlerin pençesinde olduğunu belirten söyleşisinin yanı sıra, ehli tarikatten Cüppeli Ahmet’in selefi derneklerinin silahlanarak iç savaş hazırlığı yaptıkları, yetkililer isterlerse bunların 150’sinin adını vermeye hazır olduğunu açıklamasından sonra, önceki gün de İsmail Saymaz Sözcü’deki köşesinde ilginç bir tarikat olayını anlatıyordu.

Olay özetle şöyle: İsmail K. ile Ayşe K. evlenirler. İki de kızları olan çiftin arası Ayşe K’nin İsmail Ağa denen tarikata girmesiyle bozulmaya başlar. İsmail K., çarşafa bürünen ve çocuklarını, “günahtır” gerekçesiyle, okula göndermeyen Ayşe K’ye karşı Aralık 2019’da boşanma ve velayet davası açar. Mahkeme çocukların okula gönderilmeyip, medreseye gönderilmesi iddiasını araştırmak için bir hizmet uzmanı görevlendirir.

Uzmanın verdiği rapor üzerine de mahkeme, 9 Ocak 2020’deki duruşmada İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ihbarda bulunulmasını ve Ayşe K’nin çocukları okul göndermediğinden velayetin babaya verilmesini kararlaştırır.

Buraya kadar her şey iyi gibi görünüyor değil mi?

***

Oysa iş hiç de öyle değil.

Her şeyden önce, Milli Eğitim’de İsmail Ağa cemaati çok güçlü ve etkilidir. Çocuğu gittiği medreseden alıp, İsmail Ağa cemaatinin yakından denetlediği MEB’in okuluna göndermek, özde çocuğun tarikat pençesinden tam olarak kurtulması sonucunu doğurmayacaktır. Yalnızca çocuklar, bir İsmail Ağa kuruluşundan bir başkasına transfer olmuş olacaklardır.

Kaldı ki o bile sağlanamamıştır. Çocuklar hâlâ tarikat yurdunda kalmaktadırlar. Normal koşullarda, olayı haber alır almaz, çocuğa ulaşıp, okula kaydının yapılmasını sağlaması gereken Milli Eğitim kılını bile kıpırdatmamıştır.

Çünkü MEB zaten İsmail Ağa’nın denetimindedir. İsmail Ağa cemaatinin yalnız, MEB’de değil, aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nda da en etkili güç olduğu herkesçe bilinmektedir.

Her yerde, devletin erkine ortak olmuş olan tarikat ve cemaatler konusunda ne gibi önlemler alınması gerektiği konusunda şu sıralarda yoğun bir tartışma var.

Bu tartışmanın sağlıklı bir sonuca varabilmesi için her şeyden önce iktidarın bugünkü yapısıyla, tarikat ve cemaatlere karşı devleti korumak gibi bir endişesinin olmadığının bilinmesi gerekir.

Bu durumda getirilecek olan yasaklayıcı önlemler, devletin değil, tarikatların güdümündeki iktidarın savsaklamasıyla sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.

***

Tarikatların sivil toplum örgütü olmayıp, sonuna kadar laiklik karşıtlığını sürdürecek birer fesat yuvası olduğu gerçektir.

Ama bu gerçeği görmek, yasaklayıcı mevzuatı getirip, sonra kulağının üstüne yatmak demek değildir.

Tarikatları yasaklamak, dinin yasaklandığı yalanının ardına sığınmayı seçenlerin ekmeğine yağ sürecektir.

O yüzden tarikatları mümkün olduğunca yakından denetlerken, aslında laiklik ilkesini ödünsüz ve kararlı biçimde uygulayarak devletin yakasını tarikatların elinden kurtarmak ve bir daha devlete sızmalarını engelleyecek önlemleri almak gerekir.

Türkiye bugünlere, tarikatları eninde sonunda denetleyebileceği aymazlığı içinde olan sağ politikacıların, bunların devlete sızmalarına göz yumup, yardım etmesiyle geldi.

Türkiye içine düştüğü bu çukurdan, laiklik uygulaması konusunda halkın kararlı, uyanık demokratik bilinciyle kurtulacaktır.

Bunun için de önce içinde bulunduğumuz rübikondan çıkarak, evleviyetle AKP’den kurtulmak gerek. AKP’den kurtulma azmini sağlayacak, bilincin oluşması yolundaki en büyük çabayı da istemeden de olsa bizzat AKP harcamaktadır.

Şu diyalektiğin kuralları da amma da garip değil mi?



Sirmen'in makalesinde sozu geçen İsmail Saymaz yazisi :

İsmailağa’nın paralel okulu
https://bit.ly/309nPLK





Birisi tarikatlari kapatarak din somurusunu engelleyerek devleti kurdu, oburu tarikatlari canlandirarak kurulan devleti yikiyor...

Bu kadar açik ve seçik...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 03 Oct 2020 1:16    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Ermeni yurttaş namusumuzdur

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 02 Ekim 2020



Savaşan insan, öldürülmek ve de ölmek arasında kalıp vururken aynı zamanda hem masum katildir hem de katil kurban.

Üç gündür, Azerbaycan ile Ermenistan, Dağlık Karabağ yüzünden çatışıyorlar ve Ermeniler de Azerbaycanlı kardeşlerimiz de karşılıklı kurban oluyorlar.

Ermenistan’ın saldırısıyla başlayan bu savaş Türkiye’yi yalnızca kendi bölgesinde cereyan ettiği için değil, ama aynı zamanda canına yönelmiş olduğu için de yakından ilgilendiriyor. Azerbaycan ile Türkiye herhangi dost iki ülke olmanın çok ötesinde, “iki devlet bir millet” olarak nitelenen bir bütünün iki yarısıdırlar.

Azerbaycan’ı bilmeyen, Azeri kardeşlerimizin sıcak sevgisini görmemiş olanlar, Azerbaycan’ın bizim için biz demek olduğunu asla yeterince kavrayamazlar. Yabancılar da iki ayrı devleti oluşturan tek milletin kalbinin nasıl bir attığını anlayamazlar.

Türkiye, devlet ve halk olarak çatışmaların başından beri Azerbaycan ile tek yürek haline geldi.

***

Azerbaycan toprağı olup da Erivan’ın demografik nedenleri gerekçe göstererek istila etmiş olduğu Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan’ın haksız olduğu BM tarafından olduğu kadar, Ermenistan ile yakın ilişkiler içinde olan ülkelerce de kabul edilmektedir.

Türkiye baştan beri sorunun çözümü için kardeş Azerbaycan’ın yanında yer almış ve özellikle Azerbaycan ordusunun eğitimi, donatımı ve organizasyonunu yeni baştan düzenleyerek son çatışmada elde edilen başarıların sağlanmasında büyük katkı sahibi olmuştur.

Ermenistan da hem Türkiye’nin Azerbaycan’a desteğinden çekinmekte hem de Türkiye’yi de savaşın hasım taraflarından biri olarak gösterip dünya kamuoyunda psikolojik destek sağlamaya çalışmaktadır. Bakû’dan yapılan Türkiye’nin çatışmalarda taraf olmadığı vurgulaması da bu hamleye yanıttır.

BM’nin de katkısıyla, en kısa sürede ateşkese dönüşmesi beklenen çatışmaların ilk aşamasında Azerbaycan güçlerinin başarıları Türkiye’de sevinçle karşılanırken bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Ermenistan’ın saldırgan ve işgalci tavrına karşı sosyal medyada gösterilen hedefi saptırılmış ve Türkiye Ermenilerine yönelmiş kimi tepkilerdeki yakışıksız üslup, Ermeni kökenli vatandaşlarımız arasında tedirginlik yaratmıştır.

Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaşın Ermeni kökenli yurttaşlarımızla hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuda sosyal medyada, Ermeni yurttaşlarımıza karşı kullanılan kimi ifadeleri hep birlikte kınıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, hepimiz kadar yurtsever olan ve herkes ile eşit haklara sahip bulunan bu Ermeni kökenli yurttaşlarımızın endişelerini gidermek için gerekli önlemlerin bir an önce alınması ve nefret diline karşı caydırıcı bu önlemlerin yeterince duyurulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı duruşuyla, Ermeni yurttaşlarının güvenlik ve esenliklerinin sarsılmaz güvencesi olduğunun gösterilmesi gerekmektedir.

Ermeni kökenli yurttaşlarımızın güvenlik ve esenlikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin namusudur. Hrant Dink cinayeti ve sonrasındaki gelişmeler ile perde arkasındaki faillerin bir kısmına ulaşılamamış olması, nasıl toplumsal utancımızı oluşturduysa, Hrant Dink’in cenazesi ardından on binlerin “hepimiz Ermeniyiz” diye haykırarak ortaya koydukları dayanışma da toplumsal onurumuzu yücelten bir etken olmuştu.

Azerbaycan Ermenistan çatışmasında, Türkiye’deki Ermeni yurttaşlara karşı nefret dilinin kullanılmasını Erivan dört gözle bekliyor. Böylesi bir fırsat yaratıldığı takdirde hemen değerlendirilerek hem Türkiye itibarsızlaştırılacak hem de Bakû üzerinde uluslararası baskıların artması sağlanacaktır.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 11 Oct 2020 13:01    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Koronayı bırak! Doktora bak!

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 06 Ekim 2020



“Allah Allah” demiştim o günlerde kendi kendime, “bu işin içinde bir iş var ama dur bakalım!.”

Korona salgınının başlarında, mart ve nisan aylarında “halkı doğru bilgilendirmesi” dolayısıyla, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, medya ve de sosyal medya tarafından yere göğe sığdırılamıyordu. Doğrusu, bileşik kaplar kuralı gereği şeffaflıkla bir ilgisi olmayan bir iktidarın yine şeffaflıkla ilgisi olmayan bir mensubunun koronavirüs konusunda birden tavır değiştirip şimdiye kadar görülmemiş bir şeffaflıkla hareket etmesi bana pek inandırıcı gelmedi. Sonradan Bakan’ın doğruları söylemediği açıklıkla ortaya çıkınca, AKP’nin bir kere daha medyayla elbirliği içinde başarılı bir algı operasyonu yönettiği belli oldu.

Koronavirüs salgını konusunda Sağlık Bakanı’nın verdiği bilgiler hiç de sağlıklı değildi. Gerçek bilgilere dayanmayan boş şişinmelerden sonra aldatıldığımız, hem de fena aldatıldığımız ortaya çıktı. Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’yi doğru bilgilendirme konusunda uyarırken İngiltere de salgın konusunda sağlıklı bilgilendirme yapmayan Türkiye’ye gidecek olanları 14 gün karantinaya alacağını açıkladı.

Geleneksel “bişşiiy olmaz abi”ci tavrı yüzünden, salgın musibetinin, henüz ekonomik felaket kadar farkında olmayan halkımız ise daha hâlâ maske- sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uymayı takmayıp, lay lay lom yaşamayı sürdürüyordu.

***

Salgının etkisinin azalmayıp her geçen gün arttığı bu durumda, iktidarın vakit geçirmeden seferberlik ilan etmesi, kolları sıvaması gerekiyordu.

Nitekim öyle de yapıldı. Tek farkla ki bu kez hastalığa değil, onunla çok elverişsiz koşullar altında büyük özveriyle savaşan sağlık personeline saldırıldı.

Öyle görünüyordu ki emir yüksek yerden gelmişti:

- Korona salgınını bırakın, doktorlara bakın!

Aslında salgın ile daha iyi mücadele etmek için doktorlar da dahil olmak üzere sağlık personelinin durumuna eğilmek gerekiyordu. Salgında özverili çalışma sürecinde canlarından olan sağlık personelinin koşullarının düzeltilmesi, ücretlerinin artırılması zorunluydu. Korona ile mücadele ederken hastalık kapan sağlık personelinin statülerinin yeniden düzenlenmesi, ücretlerinin artırılması, koronanın meslek hastalığı kabul edilmesi gerekirken, bunların hiçbiri yapılmıyor; iktidarın gözbebeği imamların maaşlarına rekor zamlar yapılırken, sağlık personeli düşman olarak nitelendirilip doktorların meslek kuruluşu, salgın konusundaki gerçekleri kamuoyuna açıklayan Türk Tabipleri Birliği (TTB,) bu tavrı dolayısıyla hain ilan edilerek tepkilerin hedef tahtasına konuyordu.

***

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, gerçeği yansıtmayan açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söylemiştir:

- Salgınla mücadelede devletimiz, halkının sağlığı kadar, ulusal çıkarlarını da korumaktadır.

Bu açıklamaya bakınca, insanın halkın sağlığı ile ulusal çıkarların birbiriyle çelişen kavramlar olduğunu düşünesi geliyor.

Bizde âdet böyledir. Ne zaman bir iktidar, halkın sağlığı, esenliği, mutluluğunu zedeleyen bir davranışta bulunsa, kendisini eleştirenlere karşı tartışılmaz kutsal kalkanın ardına sığınır:

“Ulusal çıkar.”

Oysa ulusal çıkar ile halkın sağlığı esenliği ve mutluluğu birbirleriyle çelişen kavramlar değildir.

Halkın sağlıklı olması ve ücretsiz sağlık hizmetlerinin doğru olarak, aksatmaksızın verilmesidir ulusal çıkar.

Halkın esenliğidir ulusal çıkar.

Halkın mutluluk aramak ve özgür yaşamak koşullarına sahip olmasıdır ulusal çıkar.

Halkın, sağlığı, esenliği, ekonomik durumu, kamu harcamaları ve tasarrufları konusunda doğru bilgilendirildiği şeffaf bir rejim altında yaşamasıdır ulusal çıkar.

Salgın durumunda salgının boyutlarını saklayıp salgınla değil, salgınla savaşan doktorların üstüne gidilmesi ise ulusal çıkar değil, hamakattır ve hamakat virüslerin en bulaşıcısı, en tehlikelisidir.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 11 Oct 2020 13:08    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Düzenin özü

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 09 Ekim 2020



Artık yağma ve talan haberleri umuru adiyeden oldu. Toplum, bu alanda durmadan şamar yiyen, itilip kakılan, her türlü yağma, talan, avanta, lüpçülük, köşe dönücülük, dızdızcılık haberine alışmış, kanıksamış olduğundan, tepkisizleşmiş dayak arsızına dönüştü.

Cumhuriyet’in dünkü manşeti de bu tür alışılmış haberdendi ve aralarında, Bodrum, Mazı, Bafa, Türkbükü, Dalyan, Datça ve Marmaris de olmak üzere Muğla’ya bağlı 32 sahanın jeotermal enerji santralı için imara açıldığının, ilana çıkarılarak duyurulduğunu bildiriyordu.

Haberde belirtildiğine göre, CHP Muğla milletvekilleri Süleyman Girgin ve Mürsel Alban, Kemer’den Bodrum’a kadar her yerin ihaleye açıldığını söylemişlerdir.

Adı geçen milletvekillerinin de belirttikleri gibi olay yalnız Muğla ile sınırlı kalmayan AKP’nin genel politikasının bir yansımasıdır.

Sahilinden yaylasına, dağından ırmağına kadar tüm Türkiye düzeyinde AKP’nin yağma ve talan düzeni yürürlüktedir.

***

Doğrusu AKP’nin de günahını almayalım, yağma-talan düzeni salt ona özgü bir uygulama değildir. Yağma-talan düzeni, bir türlü çoğunlukçuluktan çoğulculuğa geçememiş olan kendimize özgü demokrasimizin bütün partilerinin içinde katkısının bulunduğu bir buluşudur.

Ekonominin üretime değil, avanta, talan ve yağmaya dayandığı bu sistemi AKP kendi başına bulmamış, ama doruğa taşımak beceresini göstermiştir.

AKP’nin inşaat sektörüyle el ele vererek geliştirdiği ve büyük projelerde kamu özel sektör ortaklığıyla yap-işlet- devret modeliyle yürüttüğü bu sistemde, emek kutsal bir kavram değildir. Ülkenin doğal, tarihsel, kültürel zenginliklerinin amansız bir yağma ve talana kurban edildiği düzende, partiye ve tarikatlara yakınlık önemlidir.

Asıl olan alın teri ve emek olmadığından, hukukun üstünlüğü, güvenilirlik, temel hak ve özgürlüklere saygı, yargı bağımsızlığı, toplumsal istikrar gibi kimi kavramların hiç önemi yoktur. Çünkü bunlar üretimin söz konusu olduğu düzenler için zorunlu olan kurumlar ve kavramlardır. Kaba gücün egemen olduğu avanta-yağma-talan düzenleri için bu kavramlar gibi liyakate de ihtiyaç duyulmaz.

Yağma ve talan düzeninin elden geldiğince sürmesi ve toplumsal mutabakat ile desteklenmesi için talandan geniş kitlelere de partinin veya tarikatın önde gelenlerinin hisselerine oranla devede kulak kalan cüzi bir kısmının tabanın sözcüsü durumundakilere dağıtılması gerekir.

Yıllar yılı sürmüş olan gecekondu egemenliği biçiminde ortaya çıkan düzenin bu emniyet supabının adı talan sosyal adaletidir.

***

Her düzen gibi yağma-talan sisteminin kendine özgü etiği, estetiğini ve kurumlarının niteliğini de etkiler. Çarpık yapılaşmanın kurbanı Türkiye’de yağma-talan düzeni kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirdiğinden bu ucube yerleşim alanları oluşmuştur.

Temeli üretim olmayan ekonominin yeni teknolojiler geliştirmeye ihtiyacı olmadığından, hüneri dışarıda geliştirilmiş teknolojileri kullanmakla sınırlı bireylerle yetinen bu düzenlerde eğitimin seviyesi de ihtiyaç duyulanın üstüne çıkmaz.

Yağma ve talan düzeninin sürdürülebilirliği yoktur ve bir yerde kaynakların azalması veya tükenmesiyle çıkmaza saplanması kaçınılmazdır.

Bütün bu özellikleri dolayısıyla, yağma ve talan toplulukları sonunda arkalarında, tüm kurumları ve değer yargıları çökmüş, kural tanımazların egemen olduğu kaotik toplumlar bırakarak göçerler.

Talan-yağma-avanta düzenlerinin en tehlikeli, en zarar vermeye yatkın aşamaları da işte budur.

Şu anda AKP’nin yağma-talan-avanta düzeninin tam da bu aşamasındayız.





Dernière édition par murat_erpuyan le 31 Déc 2020 2:17; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Oct 2020 0:44    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Devlet koruması

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 16 Ekim 2020



Gerektiğinde Anayasa Mahkemesi’ne de posta koyacak kadar delikanlı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun çok kızdığı “İki Barış’lar” (her ikisi de ortaklaşa olarak “Metaztas” kitabını kaleme almış olan gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu ile OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan) haklarındaki İstanbul Valiliği’nce 2017’den beri uygulanmakta olan, terör örgütlerinden korumak amacıyla “çağrı üzerine koruma tedbir kararı” gerekçe gösterilmeden kaldırılmıştır. İki Barış’lara yönelik terör örgütlerinin saldırı tehdidini azaltan hiçbir gelişme olmadığına ve de İstanbul Valiliği’nin, bağlı olduğu İçişleri Bakanı’nın görüşünü almadan böyle bir girişimde bulunması da düşünülemeyeceğine göre, iki arkadaşımız hakkındaki kararın nedenlerini takdirinize bırakıyorum.

Kararın, Barış’larla ilgili olarak terör örgütlerine “artık korumuyoruz haberiniz olsun” mesajı taşıyıp taşımadığı konusunda benimle aynı endişeleri taşıyor musunuz bilemem, yalnızca bu arkadaşlarla ilgili kaygılarımın daha da arttığını belirtmek isterim.

Primis Player Placeholder



Bu arada Hrant Dink’in ölüm tehditleri karşısında İstanbul Valiliği’ne koruma talebiyle başvurmuş olduğunu ve korunma talebine olumlu yanıt verilmeden bu değerli gazetecinin herkesin gözünün içine baka baka katledilğini de anımsatmak isterim.

***

Vatandaşın can güvenliğini korumak devletin birinci görevidir. Ama bizde, hep sağ iktidarların elinde olmuş olan devlet, hadi yine iyi niyetli davranarak “nedendir bilinmez” diyelim, bu görevini yerine getirmemektedir.

Koruma talep eden nice yurttaş teröre karşı korunamadığı gibi tekil ya da toplu terör eylemlerinin faillerinin bir türlü bulunamamaları da devletin terör konusunda caydırıcı gücünün de yok olmasına neden olmaktadır.

Sınırları kevgire dönmüş, bütün terör eylemleri faili meçhul (aslında hepsi faili meçhul değil, faili meşhurlardır) kalmış olan Türkiye, bu haliyle terörist cennetidir.

Öldürülmesinden sonra, devletin saldırıya uğrama olasılığını herkesin kolayca öngörebileceği Uğur Mumcu’nun neden yeterli (hiçbir koruma yoktu) koruma altında olmadığı konusundaki eleştirilere yetkililerin verdiği yanıt trajikomikti:

- Kendisi koruma istemedi.

Bunu duyan da devletin asgari sorumluluğunu yerine getirmesi için talebe gerek var sanacak.

***

Hoş, koruma verilse ne olacaktı ki?

Yine Uğur Mumcu’dan bir örnek vereyim:

Uğur, kapısının önünde arabası içinde öldürüldüğü evinden önce, Ankara’da Bilir ile Bülten sokakların kesiştiği köşedeki çifte giriş kapısı olan bir apartmanda oturmaktaydı.

Günlerden bir gün, Uğur iki kapıdan birinden içeri girer ve apartman içinde, yüzü öbür kapıya dönük nöbette olan polisin arkasına geçerek silahını çekip seslenir:

- Eller yukarı!

Polis şaşkınlıkla ellerini kaldırınca, Uğur ikinci komutu verir:

- İndir ellerini bana dön!

Sonra da sorar:

- Ne işin var burada?

- Korumayım.

- Kimi koruyorsun?

- Uğur Mumcu’yu

- Uğur Mumcu kim, biliyor musun?

- Hayır.

- Peki, öyleyse artık bil! Uğur Mumcu benim.

İşte sağ iktidarlar egemenğinde yurttaşın terör karşısındaki korunması bundan ibarettir.

AKP döneminde bu durum daha da beter hale gelmiştir. Şimdi artık iktidar, bütün vatandaşları, ayırım yapmaksızın terörden korumak mecburiyetinde olmasına karşın, hoşlanmadığı, kendisini eleştiren kişileri “sonra seni teröriste veririm ha!” diye korkutma yöntemini uygulamaktadır.

İki Barış’lar örneğinde görüldüğü gibi bu gibi kişiler genellikle ceberut iktidarın bütün baskı ve sindirmelerine maruz kalmalarına rağmen, tehditlere pabuç bırakmamış insanlar olduklarından, bu son tehdit karşısında şu yanıtı vermektedirler:

- Aman efendimiz, biz neleri gördük geçirdik, bundan böyle terör örgütünün lafı mı olur?..





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Nov 2020 14:45    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Hamamda...

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 24 Kasım 2020



AKP’nin ağır toplarından Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’ın, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmalarıyla ilgili açıklamaları gündeme bomba gibi düştü.

Tepkiler iki yönde gelişti. Birinciler, Cumhurbaşkanı’nın son konuşmalarını da anımsatarak AKP’de her alanda reformu öngören, demokrasiye yönelişi de kapsayan açılımlar döneminin mi başladığı, sorusunu attılar ortaya. İkinciler ise Arınç’ın çıkışının partinin rotasıyla çeliştiğini, zararlı olduğunu söyleyerek eleştirdiler onu.

Bunların önde gelenlerinden biri olan Melih Gökçek şöyle sert çıktı:

- Bu ne biçim AKP’li?

Ben de demokrasiye yönelişi de kapsayan reformist açılımların AKP ile hiçbir şekilde bağdaşamayacağını gördüğümden, Melih Gökçek gibi düşünüyorum.

Evet, AKP hiçbir alanda yeni bir açılım yapabilecek yapıda değildir.

AKP üretime dayalı, sürdürülebilir bir gelişmeyi sağlayacak ekonomi politikası oluşturamaz. O, talan ve yağma ekonomisine mecburdur.

“Yurttaş”tan değil, “kul”dan yana saf tutan AKP, demokrasiyle uzlaşamaz. O, yapısı gereği biat isteyen totaliter bir rejimle var olabilir ve o totaliter rejimi yaşatabilir ancak.

Adam kayırma, yolsuzluk, kamunun kaynaklarını yandaşlara aktarma, talan, avanta olanakları olmadığı takdirde AKP de olamaz.

Bütün bu kirlerden temizlenemez AKP. Çünkü, AKP o lekelerin nedenlerinden ayrılamaz.

***

AKP’nin durumu Ümit Yaşar Oğuzcan’ın 1958 tarihli “Sadrazam Hamamda” şiirini andırıyor. Birlikte görelim:

Sadrazam Hamamda



Günlerden bir gün

Hamama gideceği tuttu

Sadrazam hazretlerinin

Bir yanında birinci veziri,

Bir yanında ikinci veziri,

Bir yanında da üçüncü veziri...

Sonra efendime söyleyeyim

Peşkircibaşısı,

Nalıncıbaşısı,

Sabuncubaşısı...

Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile

Peştamal takıp girdiler hamama

Geçtiler kurnaların başına

Üçer beşer...

Sadrazam derseniz

Kuruldu göbek taşına

Yan gelip yattı



Memleketin en ünlü tellakları

Sardılar dört bir yanını

Kimi elini kaptı kimi bacağını...

Bir keseleme, sürtme faslıdır başladı

Tamam on iki saat...

On iki ünlü tellak

İncitmeden keselediler

Hazretin mübarek vücudunu!

Öylesine bir kir çıktı ki sormayın

Her biri nah parmağım gibi...

Aman efendimiz bu ne kiri

Demeye kalmadı

Keselerin altında eriyip gitti

Koskoca Sadrazam

Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı.

- Nittünüz devletliyi

Dediler tellaklara

Tellaklar cevap verdi:

- Biz yıkadık, keseledik

Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik

Suç bizde değil.

Neyleyelim

Kir bitti Sadrazam elden gitti.

***

Evet, AKP’yi de değiştirmeye çalışmak, kirlerinden temizlemeye uğraşmak beyhudedir.

AKP, özel amaç için özel dizayn edilmiş bir modeldir. Bir paket programdır, ya tümünü alırsınız ya da hiçbir şeyi. Onu kirlerinden arındırmaya çalışmak, reforme etmeye çabalamak demek yapısını bozmak demektir.

Kirler onun varlığının ayrılmaz parçaları olduğundan onları temizlemeye kalkmak Sadrazamı keselemekle aynı sonucu verecektir. Yani kir gidecek, AKP de bitecektir. Öyle boş reform hayallerine falan kapılmanın âlemi yok!





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 26 Déc 2020 2:25    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Bağlar bağlar bal gibi bağlar!

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 25 Aralık 2020



Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dört yıldır tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk halinin derhal kaldırılmasına karar verdi.

Büyük Daire, Demirtaş’ın, mahkemeye göre hukuki olmaktan çok siyasi saiklere dayanan tutukluluk halinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin dört maddesini ihlal ettiği hükmüne vardı.

Primis Player Placeholder



Beklenen kararın tepkileri de beklendiği doğrultuda oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP MYK’sinde yaptığı açıklamada kararı da mahkemeyi de ağır biçimde eleştirerek son sözünü söyledi:

- Bu karar bizi bağlamaz.

Muhalefet partileri ve konunun uzmanı hukukçular ise Erdoğan’ın sözlerine karşı çıkarak AKP’yi eleştirdiler ve ortak görüşlerini açıkladılar:

- Karar Türkiye’yi bağlar ve Demirtaş derhal serbest bırakılmalıdır!

Tarafların, görüşlerini irdelemeden önce benzeri konularda hep karşılaştığımız bir güçlüğü vurgulamak gerek.

Hukuki konularda AKP veya Tayyip Bey ile sağlıklı biçimde tartışma imkânsızdır.

***

AKP’nin birikimi ve kafa yapısı, böyle bir tartışmayı hukuk ölçütlerinden taşmadan yürütmeye elverişli değildir. Zaman zaman hukuki kavram ve kurumlarla siyasi tavırlar birbirlerine karışmaktadırlar. Örneğin Tayyip Bey, AİHM kararının bütün iç hukuki yollar bitirilmeden alındığını söyleyerek itiraz edince, insan ister istemez, Türkiye’deki yargının durumunu, (mesela son olarak Erdoğan’a yakınlığı ve hukuka uzaklığı herkesçe bilinen eski İstanbul Başsavcısı’nın AYM’ye atanması -evet seçilmesi değil, atanması- olayını) düşünüyor da şu soruyu sormadan edemiyor: “Hangi hukuk yolları, ortada hukuk ve yargı mı kaldı ki?”

Ayrıca kararda da belirtildiği ve izan sahibi herkesin de görüş birliği halinde olduğu üzere, dava konusu olan olaydaki tutukluluk hali hukuki değil de siyasi saiklerin sonucu olduğuna göre tutukluluk, ilgili karar’ da kaçınılmaz olarak siyasi etkileri de içerecektir.

Anayasal denetimde de olduğu gibi bu tür davalarda siyasi etkenlerin de rol oynamaları kaçınılmazdır.

Bu hususları gözden kaçırmadan yadsınamaz bir gerçeği de vurgulamak zorundayız: Yerli olsun, yabancı olsun izan sahibi herkes bu iktidarın Türkiye’de tutukluluk kurumunun, yargısız infaza dönüştürülmüş bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığında birleşmektedir.

Bunun ötesinde, AKP’nin AİHM kararının içeriğiyle ilgili tartışmasına katılmanın bir anlamı yok, tıpkı bu karar bizi bağlamaz diyenlerin çıkışları gibi.

Çünkü 1989 yılında yapılan bir değişikle anayasanın 90. maddesinde de belirtildiği üzere usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir ve Türkiye’nin 25.9.1989 tarihinde onayladığı antlaşmanın 46. maddesinin “Hükümlerin Bağlayıcılığı ve İcrası” başlıklı yeni 46. maddesine göre de “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, tarafı bulundukları herhangi bir davada mahkemenin kesin hükmü ile bağlı kalmayı üstlenirler.”

Bu durumda görülmektedir ki AİHM kararı Türkiye’yi bağlar. Kararı beğensek de bağlar, beğenmesek de bağlar.

***

Bu durumda Demirtaş derhal salıverilmez ise ne olur?

Daha önce görüldüğü gibi AİHM kararını tanımayan ülkenin Avrupa Konseyi üyeliği önce askıya alınır, sonra da sona erdirilir.

Türkiye’nin kararı beğenmeyip, tanımaması halinde yalnız Avrupa Konseyi ve AB ile ilişkileri çok olumsuz etkilenmekle kalmayacak, ayrıca NATO üyeliğimizin bile yeniden tartışma konusu edilmeye başlandığı bir zamanda, Batı ile ilişkileri de baştan ele alınıp, yeniden biçimlenecektir.

Son derece savruk bir politika izleyen ve her alanda dizginleri elinden kaçırmış görünen AKP, son demlerinde Türkiye’yi büyük dönemeçlere sokuyor.

2021 çok çetin geçmeye adaydır.





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 31 Déc 2020 2:16    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Pandemi-AKP-mahalle baskısı

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 29 Aralık 2020


Son zamanlarda bizlere bir haller oldu. Kavramlar karıştı, anlamlar kayboldu, duygular sığlaştı, renkler soldu, yalakalık itibar oldu, rezillik baş tacı edildi. Bütün ölçütlerin allak bullak olduğu ortamda, gündeme ne gelirse gelsin, hemen yıvıştırılıyor.

İnsanlar tehlikeleri görmeden, sapkınlıklarının, tutkularının peşine takılmış, gidiyor.

Bunca ölüme ve musibete karşın, gerçek boyutunu kavramakta hâlâ direndiğimiz pandemi ile mücadeleyi de ağzımıza yüzümüze bulaştırdık.

Toplum, aç sefil, işsiz, yoksul, yoksun, umarsız, kapısını çalan ölümün soluğunu duyuyor yüzünde ama bunların hiçbirine aldırmıyor, ne önlemden anlıyor ne yasak dinliyor; yoğunluğu artmış bulaşın hızının düşürülmesi için getirilmiş kısıtları aşmak için sanki kutlayacak bir şey kalmış gibi otellerde yılbaşı kutlamaları peşinde...

Pandemi ve büyük ekonomik bunalım karşısında çaresiz iktidar, alınması gereken önlemleri yürürlüğe koyamazken, salgın dolayısıyla gündeme gelen pek de sevdiği yasaklamalara, bir kez daha kendi yaşam biçimini dayatmak için sıkı sıkıya sarılıyor. Korona ile hiçbir ilgisi olmamasına karşın, alkollü içki satışlarına yasaklar getiriyor.

Bu sırada cüppeli, sakallı adamlar sokağa iniyorlar, içki satan dükkânlara, lanet bildirileri dağıtıp, tebliğ görevlerini yerine getirip din adına tehditler savuruyorlar.

Böylece AKP’nin pek sevdiği mahalle baskısı, beklendiği üzere, yine giriyor gündeme.

***

Evet; AKP, iktidardan değil de halktan gelen doğal bir tepki olarak göstermeye çalıştığı mahalle baskısını pek sever ve yaşam tarzını dayatmakta çokça kullanır. Bakın o cenahın önde gelen “âlimlerinden” Hayrettin Karaman 9 Kasım 2013 tarihli Yeni Şafak’ta çıkan yazısında mahalle baskısı konusunda neler söylüyor:

“Kız ve erkeklerin nikâhsız olarak, aynı evde oturmaları çoğunluğa göre ahlaksızlık, rezillik, onursuzluk, ayıp, günah (zina), düşkünlük olarak kabul ediliyorsa ne olacak? Ben söyleyeyim: Toplum (apartman, mahalle, çevre) tepki gösterecek, çirkin duruma tepki gösterecek, bir şekilde müdahale edecek, mahalle baskısı yapacaklardır. Baskıya maruz kalanlar, medyayı ve devlet kurumlarını yardıma çağıracaklardır. Medya karışacak, devlet kurumları da baskıyı gidermekte gevşek davranacaklardır. Liberal demokraside ısrar edilecekse hükümet bu rejime ters düşen devlet davranışlarına teşebbüs etmemeli, ancak bireylerin muhtaç olduğu çoğunluğun hatırı için bazı özgürlükler gönüllü olarak kullanılmamalıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı çoğunluğun hakkı olacaktır.”

Görülüyor ki, Hayrettin Karaman, devletten gelen baskının yanı sıra kalabalığın bağrından doğaçlama gelen tepkiyi, yaşam tarzına müdahalede bir araç olarak kullanmayı öneriyor.

Burada mekanizmanın işleyişinde kilit rol, devletin özgürlükleri müdahaleye maruz kalanların istemleri karşısında gevşek davranmasıdır.

AKP, yalnızca Hayrettin Karaman’ın anlattığı, çoğunluğun hakkı olarak nitelediği, devletin önlemekte gevşek davranmasını salık verdiği mahalle baskısının mekanizmasını iyi kavramakla kalmayıp aynı zamanda ona aktif destek olacak mahalle bekçisi kurumunu da yeniden düzenlemiştir. Mahalle bekçileriyle ilgili yasal düzenlemelerin TBMM’de görüşüldüğü sırada söz alan bazı milletvekillerinin bu konudaki tehlikeye dikkat çeken uyarıları kale alınmamamıştır.

Şimdi koronavirüsle mücadele bahanesiyle mahalle baskısını bir kez daha uygulamaya koymayı deniyorlar. Mahalle baskısı ile pandemi yenilemez.

Bu pandemi ortamında yılbaşında evlerde ve otellerde büyük partiler düzenlemek nasıl büyük bir sosyal sorumsuzluk ve meczupluksa, korona ile mücadele bahanesiyle mahalle baskısına başvurmak da o kadar büyük bir hamakattır.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 19 Fév 2021 18:17    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Devlet kimse sorumlu odur

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 19 Şubat 2021


Mine Söğüt’ün çok isabetle vurguladığı gibi ülkemizde son dönemlerde gerçek kimsenin umurunda değil, çünkü herkes gerçek değil, algı peşinde. Son günlerin flaş olayı Gara operasyonu konusunda da durum aynı.

PKK tarafından çeşitli tarihlerde kaçırılıp rehin tutulan 13 yurttaşımız, terör örgütü tarafından şehit edilince, TSK’nin sınır ötesi Gara operasyonu birinci gündem maddesi oldu ve herkes de böyle durumlarda hep olduğu gibi, sorumlu kim sorusuna yanıt aramaya başladı.


Tayyip Erdoğan, kendisini sorumlu olarak gösteren Kılıçdaroğlu’na fena halde kızdı ve çok sert yanıt verdi. Ne var ki “İktidar 13 vatandaşı bu kadar uzun süre içinde neden kurtaramadı, neden gerekli kanallar kullanılarak yurttaşların serbest kalması sağlanamadı?” görüşünü ileri süren tek kişi Kılıçdaroğlu değildi.

Görüşleri sorulan tüm uzman kişilerin başarısız olduğunda görüş birliği halinde olduğu operasyonun, “sorumlusu devlettir” diye kestirip atan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin şahsı ile devletin bütünleştiği kişi olması hasebiyle, CHP Genel Başkanı’nı doğrulamış olmuyor mu?

Olayın sorumlusu doğrudan devlet olduğuna göre kim devleti şahsında tecessüm ettiriyorsa (kişiliğinde yansıtıyorsa) sorumlu tabii ki odur.

Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın muhalefet liderine duyduğu sınırsız öfkeyi anlamak güçleşiyor.

***

Peki, yetkin emekli asker kişilerin çok dikkatli ve nazik açıklamalarından, mekân ve vahim istihbarat hatalarıyla zedeli olduğu anlaşılan operasyona neden karar verilmiştir?

Bu sorunun yanıtını ararken iktidarın, Gara’da şehit edilen 13 kişinin çeşitli tarihlerde PKK tarafından kaçırıldıktan sonra, yıllarca durumlarını soranların hiçbirine yanıt vermediğini gözden uzak tutmamak gerek. Yalnızca CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan’ın bu yurttaşlarımızın durumlarını 2016- 2020 arasında en az beş kez sorduğunu Saygı Öztürk 15 Şubat günkü köşesinde yazdı. Saygı Öztürk’ün bu noktaları da vurguladığı yazısında yer verdiği, PKK tarafından kaçırılan ve hapis tutulan Semih Özbey’in kendisine yazdığı 15 Nisan 2019 tarihli mektuptaki şu satırlar, devleti tarafından terk edilmiş bir asker yurttaşın çaresizliğinin ifadesi değil mi? “...Devletin asli görevleirinden biri de vatandaşına askerine, polisine sahip çıkmak. Ama ne yazık ki zaman içerisinde gördüğüm ve anladığım kadarıyla bu bizim için geçerli değil....” Görüldüğü kadarıyla AKP iktidarı bir zamanlar kaçırılıp rehin tutulan yurttaşlarımızın çağrılarına sağır kalmış ve bu husus PKK’nin yıllarca esir tuttuktan sonra öldürdüğü kurbanlar tarafından da anlaşılmıştır.

Şimdi AKP - MHP ittifakının kamuoyu yoklamalarında baş aşağı gittiğinin artık iyice görüldüğü bir sırada Gara’daki Kartal Pençe - 2 fiyaskosu patlak verince, “devlet benim” diyenler, fırsatı ganimet bilip devletin kabul ettikleri sorumluluğunu muhalefetin sırtına yüklemeye uğraşmaktadırlar.

İktidar paniktedir ve yeni oyunları deneme peşindedir.

Oyun basit. AKP, muhalefetin, zaman geçtikçe bir demokrasi ittifakına dönüşmesi engellenemeyecek gibi görünen işbirliğine karşı duramayacağını görerek HDP’yi terör ile; CHP’yi de HDP ile iltisaklandırarak bu iki partiyi kapatma yolunu tutmak istemektedir.

Panikte olan ve düşüşü engellemek için her şeyi göze almış olan iktidar, iç ve dış konjontürün bu çılgın planların uygulanmasına elverişli olmadığını görememektedir.

İktidarın söylemine de yansıyan bu paniği yüzünden önümüzdeki dönemde her şeye, ama her şeye hazır olmak gerekmektedir.

Her şeye karşı hazırlıklı olmak, telaşa kapılmak anlamını taşımıyor. Unutmayalım! AKP, demokrasiden karanlığa dönüş planını bütün destekler arkasındayken bile dilediğince uygulayamayıp duvara toslamıştır. Şimdi başarı şansı hiç yoktur.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Avr 2021 12:34    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Türkiye’yi sevmeyince...

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 09 Nisan 2021



Son günlerin insanın tüylerini diken diken eden gelişmeleri içinde en yanıt bulamadığım soru şu:

Hangi deha, ne gibi ustaca manevralarla Montreux Boğazlar Sözleşmesi gibi hem Türkiye’nin mutlak egemenliğinin tapusu hem de kıyıdaş olduğumuz Karadeniz’in barış denizi niteliğinin güvencesi olması açısından, hem ülke hem de bölge insanının yararına olduğundan tek şüphe olmayan bir kazanımı büyük bir çekişmenin ortasına yerleştirmeyi becerebildi? Türkiye’nin yılların ürünü olan bütün birikimlerini, değerlerini, kazanımlarını, kurumlarını, kavramlarını hallaç pamuğu gibi atanların büyük uğraşlarına bakarken Montreux gündeme gelince, “Bu sefer de buna saldıracak bir yön bulamazlar, her şey o kadar ayan beyan ortada ki” diye düşünmüştüm.

***

Yine yanılmışım.

Ama bu kez karşı çıkışların nedenlerini kavradım.

Onların sorunu aslında belirli bir kazanımla, birikimle, değerle veya zaferle değildi.

Onların asıl sorunları, aydınlanmacı Türkiye’nin laik Cumhuriyeti ile idi.

Onlar aslında, Türkiye’yi sevmiyorlar, aydınlanmacı laik Cumhuriyeti sevmediklerinden onun bütün kazanımlarına da karşı çıkıyorlardı.

Aydınlanmacı laik Cumhuriyet, çağdaş uygarlığı yakalamak ve özümsemek istediği için onlar da uygarlığın bütün kavram, kurum ve kurallarına karşıydılar.

Çağdaş insanlığın bugün vardığı aşamada bütün insanların insan olmaları dolayısıyla doğuştan sahip oldukları, özgürlüğe karşıydılar, bilime karşıydılar, hoşgörüye karşıydılar, aydınlığa karşıydılar.

Kısacası Cumhuriyetin yandaş olduğu hangi çağdaş kurum ve kavram varsa ona, yani bize karşıydılar.

Bu karşıtlıklarını yaşama geçirecek bir rejimi Türkiye’ye egemen kılmak için, sivil darbe ve onu destekleyen kumpaslar tezgâhladılar.

Epeyce de yol aldılar.

Yol almalarını sağlayan, durumu zamanında fark ederek uyanamayanların aymazlıkları, geç uyanan cumhuriyetçilerin tepkilerinin yetersizlikleri olmuştur.

Bu şekilde artık devletin egemenliğinin tapusu Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin dahi tartışma konusu edildiği, tarikat amirallerinin fotoğraflarının elden ele dolaştığı günlere geldik ve 104 emekli amiralin bu ortamda yayımladıkları metin, büyük yankı yarattı. Lozan’ın tamamlayıcısı olan Montreux’nün Türkiye’nin tapusu olduğunu, bir zamanlar taşıdıkları sorumluluğun kendilerine yüklediği yurttaşlık borcu olduğunun bilincinde olan uzmanların, en doğal demokratik haklarını kullanarak yaptıkları demokratik vatandaş uyarısını, Cumhuriyeti hasım gören iktidarın, darbe iması olarak niteleyerek klasik uyutma politikasını sürdürmesini yadırgamamak gerek. Peki, bu durumda toplumsal uyanışın sesi konumunda olduğunu savlayan muhalefete ne söylemeli?

***

Üzülerek söylemek gerekir ki muhalefet eski tepki eksikliğini sürdürüyormuş gibi görünüyor. Haydi ana muhalefetin, sözcüsünün ağzından, emekli amirallerin anayasal haklarını dile getiren ve Montreux hakkındaki endişeleri paylaştığını söyleyerek, önümüzdeki günlerde daha aktif bir tutumu benimseyerek yanlışını gidermek olanağına kapıyı açık bıraktıklarını, bu yola girmekte de gecikmeyeceklerini temenni edelim. Peki, ya bir anayasal hakkın kullanılması olan demokratik tepkinin Meral Akşener tarafından “zevzeklik”le damgalanmasına ne söylemeli?

Meral Hanım bu davranışıyla, sivil darbe yaparken karşısındakileri “koşun, koşun darbe yapıyorlar!” kurnazlığıyla sindirmeye çalışan AKP oyununa alet olmuyor mu?

Bütün bu gerçekler ortadayken, Meral Akşener’i böyle davranmaya iten ne?

Montreux karşıtlarının nedenlerini biliyoruz. Onların Cumhuriyet ile görülecek hesapları var. Peki, Meral Hanım da mı aydınlanmacı laik Cumhuriyetin Türkiyesi’ni hasım görüp sevmeyenlerden?..



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 04 Mai 2021 22:25    Sujet du message: Répondre en citant

Bu bir Ali Sirmen yazisi degil ama Mine Kirikkanat Ali Sirmen için yazmis. Bu dosyada yer alsin istedim.


murat_erpuyan a écrit:
Mine bu sefer Ali Sirmen'i yazmis, guzel yazmis, iyi ki de yazmis...

Citation:

Bir Cumhuriyet bilgesi: Ali Sirmen

Mine G. Kırıkkanat - Cumhuriyet, 25 Nisan 2021



Yıllar önce bir ekim günü karşılaştığımızda, başını eğip koca gözlerini gözlerime dikti. Saydam tenli, beyaz bir kızdım; inatçıydım, gururluydum, pervasızdım. Kaçırmadım gözlerimi, ben de meydan okudum ona. Ama içimin ıvıl ıvıl olduğunu duyumsayınca, kızardım, korktum.

Artık hep çevremdeydi. Beni elde etmek istedikçe direniyordum. Bir gün bana sarılmak isteyip de oracıktaki çerçeveli fotoğrafı kafasına indirdiğimde, şaşkın kalakalışını hiç unutmuyorum.

Keşke hep öyle kalsaydı.

Sonra bir bahar günü kırıldı direncim.

Evlendik, kocam oldu.

Onu seviyordum, o da beni. Sevgimizi geliştirecek, yaşamı acı ve tatlı yanlarıyla paylaşıp dayanışacak bir bütünün parçası olacaktık.

Olamadık.

Yaşamın güçlüğünü paylaşıyorduk paylaşmasına da başarı, onur hep onun olmalıydı. Benim tek önemli başarım, onun karısı olmaktı.

Tek başına kocamın geliriyle geçinemezdik. Ben de sabahtan akşama işte çalışıyor, akşam yorgun argın eve dönünce yemek yapıyor, sofra hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor, sonra da üzerimden uyku akarken, ertesi gün onun giyeceklerini ütülüyordum. O ise yemekten sonra bir köşede otururdu. Benim ne kendime ait bir köşem oldu, ne de zamanım.

Sonra bir çocuğumuz oldu. Nasıl yetiştirileceğini o buyurur, ben uygulardım. Evde kuralları o koyardı. Dışarıda kuralları da onlar koyarlardı.

Doğrusunu söylemek gerek, yaşam onun yüzüne de her zaman gülmüyor, kurallar onu da baskı altında tutuyor, eziyordu.

Sonra bir gün hapse girdi.

Yıllarca hapishane kapılarında koşturdum.

Onun dış dünya ile bağlantısı, eli ayağı, gözü kulağı oldum. Onun için davalara giriyor, açıklamalar yapıyor ve başta görüş günleri olmak üzere hep güler yüzlü oluyordum. O yakınmakta, sinirlenmekte özgürdü. Oysa her zaman sakin, kendine hâkim ve güler yüzlü olmalıydı bir mahkûmun karısı
.*


Kör hızarın çarkında dimdik

Ali Sirmen, yüz yaşına iki kala kör bir hızarın dişlilerine takılmış Türkiye’nin çıkışlardan çok inişlerle süren yolculuğuna 1965 yılından beri eşlik eden sıra dışı bir yazar ve gazetecidir.

Sıra dışıdır, çünkü kör hızarın ekonomiden politikaya derken sosyolojiye yansıyan mezbahasına uyum gösteren çoğu meslektaşımız bin kez taraf ve fikir değiştirirken, Ali Sirmen ne dedi, ne yazdıysa o kalan, amasız ve çünküsüz dimdik duranlardandır.

Üstadın 1974’te buluştuğu Cumhuriyet gazetesindeki duayenliği, bir zaman ölçüsü değil. Bazen umutsuz görünen bir aydınlanma savaşındaki silah arkadaşlığı, inatçılık ve yılmazlık. Çünkü her şeyin çürüdüğü, her mesleği hırsızların ve onursuzların sardığı bu ülkede bir erdem anıtıdır Ali Sirmen. Ne mutlu bize ki onun gibi erdemli insanlar hâlâ var, hâlâ çoklar. Ali Sirmen’in anıt farkı, kimsenin kalbini kırmadan, düşman edinmeden erdem örneği olabilmesidir. Yollu yolsuz, hırlı hırsız, dost düşman, herkesin saygısını kazanmak hiç kolay değil. Ali Sirmen, işte bunu başarmıştır.


Dağ gibi kadın

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler, doğrudur. Ali Sirmen’in arkasındaki onur yönderi, vicdan muhasebecisi, karısı, öğretmeni, komiseri Mine Sirmen’dir.

Türkiye’de eşinin makamı ve zenginliğiyle değil dürüstlüğüyle övünen kadınlar hâlâ var mıdır, kalmış mıdır, bilmiyorum. Ben tek bir kadın biliyorum. Mine Sirmen, Ali’ye bir telefonla çözebileceği sorunları çözmediği, uğradığı haksızlığı bile sineye çektiği, kimseden bir talepte bulunmadığı için saydırır, saydırır; sonunda “Benim kocam çok namusludur!” derken gururla dolardı sesi.

Zaten yukarıda çok kısa bir alıntı okuduğunuz mektup, Ali Sirmen’in büyük aşkı Mine’yi yitirdikten bir yıl sonra onun ağzından kendini eleştirdiği, olağanüstü bir ağıttır.

Yatılı okuduğu Galatasaray Lisesi’nden sonra İ.Ü.Hukuk Fakültesi’ni Mine Sirmen’le birlikte bitiren Ali Sirmen, Paris Üniversitesi’nde anayasa hukuku ve siyasal bilimler dalında doktora yaparken gazeteciliğe başladı. 1980 darbesini izleyen üç buçuk yıl, gazetecilik yaptığı için hapsedilen hukukçulardan biriydi. Mine Sirmen de avukatı.


Duvara tos öğretisi

Ali Sirmen’in elli beş yıldır biri ötekiyle çelişmeyen, en güzel ve çarpıcı yazıları, Cüppeli Vesayet başlığı altında Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Cumhuriyet Bilgeleri koleksiyonunda yayımlandı.

Türkiye’nin bugüne bir günde gelmediğinin, Atatürk’ün ölümünden beri geminin su aldığını, kaptanların çapsız ve tayfaların liyakatsiz olduğunu belgeleyen kitap, Ali Sirmen’in tüm öngörülerinin de bire bir doğrulaması.

İnsanlar ya okuyarak öğrenirler ya da kafalarını yaşamın duvarlarına çarpa çarpa.

Türk toplumu, geniş genelinde ikinci yolu yeğlediği için bugün kan revan içindeyiz. Geç ya da değil, bir yerden okuyarak öğrenmeye ikna etmeliyiz, genç kuşakları.

Bir gün, kitap okuyan ve aynı duvara tekrar tekrar toslamadan öğrenmeyi başaran bir Türkiye düşlüyorum.

Umarım gerçekleşir.

* Cüppeli Vesayet/Kırmızı Kedi Yayınevi,

2021








<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 13 Mai 2021 8:45    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:
Yeni Cumhuriyet’in gelişi mümkün!

Gazetemiz yazarı, ustamız, duayen gazeteci, meslekteki 55’inci yılını tamamlayan Ali Sirmen, bunu bir kitapla taçlandırıyor. Önceki kitaplarından ve 2004’ten günümüze Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarından seçtikleriyle oluşturduğu yeni kitabı Cüppeli Vesayet’te, Türkiye’nin yarım yüzyıllık hikâyesini özetliyor ve adeta hodri meydan diyor Sirmen: “Bu kitapta yer alan köşe yazılarının kapsadığı sürenin en belirgin özelliği ise düşün yaşamı ile siyasal hayatın sürekli olarak vesayet altında olmuş olmasıdır. (…) Özellikle son yirmi yılın Türkiye’sinde toplum, özgürlük karşıtı, adalet düşmanı güçlerin, şu anda vesayet tekeli savaşını veren iktidarın, askeri vesayeti katlayan sivil vesayet sultası altında inlemektedir.” Ali Sirmen ile Cüppeli Vesayet’i konuştuk.




https://bit.ly/3oh6ZVZ
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 14 Mai 2021 19:39    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



‘Hepimiz mafyayız be abicim...’r

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 14 Mayıs 2021



Yüce idealleri betimleyen süslü asil sözcükleri, gelenekselleşmiş, kutsallık sıfatlarını, sloganları, söylenceleri, temenni sözcüklerini, törenlerde dile getirilenleri bir yana koyup olayı yalın, dürüst ifade edersek açıkça itiraf etmek gerekir ki siyaset, kimi zaman içinde kaba güç de barındırmış olan bir paylaşım kavgasıdır.

Siyaset paylaşım kavgası olunca, devlet de paylaşım kavgası ve çeteleşme örgütlenmesinin son aşamasıdır.

Bu temel gerçeği bir kez gördükten sonra, birçok kurumu ve kavramı yerli yerine oturtmak daha kolay olacaktır.

İnsanoğlu, uygarlığa geçişten yani daha tarım toplumundan önce bile yaşamını sürdürmek ve daha güçlü olmak için bir arada davranmaya başlamış, bir araya gelir gelmez de paylaşım kavgasını başlatmıştır.

Devlet, bu kavganın en gelişmiş aracı, bir tür çetedir. Belki de daha doğru deyişiyle çetelerin en gelişmiş ve karmaşık yapılısından başka bir şey değildir.

***

Devletin toplumsal bir bela, ama zorunlu kaçınılmaz bir bela olduğunu ve kutsal bir yanı olmadığını gören insanoğlu, zaman içinde korunacak ve kollanacakların ön sırasına devleti değil, insanı yerleştirmiştir.

Öyle olması da kaçınılmazdı, çünkü devlet, özünde baskı, zorbalık, korkutma, sindirme olan bir yapıdır.

İnsanlığın gelişmesiyle birlikte devletin paylaşıma müdahalesi ve egemen sınıfın baskı aracı olma niteliği ortadan kalkmamış ama onu daha çok, çoğunluğun çıkarı demek olan kamu yararı ve hukuk kavramına bağlı kalmak zorunda bırakmıştır.

Zamanla gelişen teknoloji düzeyi ve toplum algısı, devletin hukuka bağlılığı ve kamu çıkarını kollama davranışını -ki buna demokrasi diyoruz- ana kural haline getirmiştir.

Ayrıca gelişen koşullar, demokrasinin toplumların ekonomik gelişmeleri için de bir önkoşul olduğunu ortaya koymuştur.

Artık devlet - birey ilişkileri ve toplumsal yaşam, birbirlerine sıkı sıkıya bağlı denge ve denetleme mekanizmalarının egemen olduğu çok daha karmaşık bir yapıya ulaşmıştır.

O kadar ki başlangıçta devlete ve egemenlere karşı bir tepki olarak çıkan ve zaman içinde demokrasinin güvencesi haline gelen milli irade bile o nazik denge, denetleme mekanizmalarının kontrolüne girmiştir.

Henüz gelişmiş ülkeler için söz konu olan bu durum, bazıları için hâlâ bir ütopyadır ama insanlığın gelişmesi bu yöndedir.

***

Toplumların, uygarlık düzeyiyle doğrudan orantılı bu gelişme, büyük özverilerin ve çabaların sonunda elde edilebilmiştir.

Ama hâlâ o üretim ve yaşam düzeyine gelememiş, hâlâ yağma ve talan ekonomisini aşamamış, biat kültürünün ötesine geçememiş, uzlaşmayı bilmeyen, kendine benzemeyeni sürekli ötekileştirip dışlayan, insan haklarına, hukuk devletine özenle bağlılığın devletin mazereti haline gelmediği toplumlarda, bu gelişmeyi beklemek abestir.

Oralarda devlet nerede biter, çete yani mafya ne zaman başlar, onu bile kestirmek imkânsızdır. Çünkü hukuk olmayınca devlet ile çetenin bir farkı kalmaz.

İşte o durumdaki toplumdan bir öykü:

19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başları. Osmanlı, cehalet, yoksulluk, yolsuzluk savaş gibi bin bir gaile ile uğraşırken bir gün Anadolu’daki mutassarrıflıklardan birine İstanbul’dan bir yazı gelir. “Vilayetinizde ne kadar mevaşi (davar, koyun, keçi, sığır gibi tarım hayvanı) var bildirin.”

Yazıyı alan cahiller, mevaşinin ne olduğunu bilmiyor; içlerinden bir uyanık, mevaşi herhalde savaş ortamında özveride bulunmuş kahraman demek olsa gerek diye düşünüp İstanbul’a cevabı yazıyor:

“Müftü hariç hepimiz mevaşiyiz!”

İşte son günlerdeki mafya tartışmalarının özü bu. Şimdi bir yüce kattan bir ofise “Oradaki mafya sayısını bildirin” diye bir yazı gelse verilecek en doğru yanıt şu olacak:

“Birkaç münafık hariç hepimiz mafyayız abicim!”



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Aoû 2021 3:32    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Elde vatan kalmadı

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 03 Ağustos 2021




Tarih: 13 Ocak 1921

Yer: İlk TBMM binası

Kürsüde Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa konuşmaktadır. Salonun ortasında tüten odun sobası çıtır çıtır yanmaktadır. Meclis sıralarında gürültüler, alkışlar... Mustafa Kemal Paşa sözünü şöyle bitirecektir: “Milletimiz, bugün, bütün geçmişte olduğundan çok daha ümit vardır. Bunu ifade etmek için şunu arz ediyorum. Kendilerinin tabiriyle, cennetten vatanımıza koruyucu olan merhum Namık Kemal demiştir ki

‘Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini.’

İşte bu kürsüden bu Meclis’in başkanı sıfatıyla Meclis’i oluşturan üyelerinin her birinin adına diyorum ki vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” (Sinan Meydan, Sözcü, 6 Ağustos 2018) İstiklal Savaşı’nın karanlık günlerinde TBMM Başkanı Mustafa Kemal, vatan şairi olarak anılan Namık Kemal’in vatan kasidesindeki karamsar dizelerine, yıllar sonra umut ve azim dolu cevap veriyordu.

Evet, ortam çok karanlıktı ama TBMM Başkanı, düşmanın bağrına hançerini dayadığı vatanı kurtaracaklarını söylüyordu. Kurtaracaklardı da. Yeter ki o vatan ve o azim olsun!

Yeter ki Osmanlı’nın mülkü ile Cumhuriyetin vatanının aynı şeyler olmadığının bilincine varılsın, bütün kurumları, kurulları ve kavramlarıyla vatanın oluşturulması ve korunması gereken bir toplumsal emanet olarak korunsun vatan.

Bütün bunlar titizlikle uygulandı ve vatan hançerin tehdidinden uzaklaştırıldı.

Şimdi aradan yüz yıl geçti. Bugün güya egemenliğin millete ait olmasına rağmen, durum yüz yıl öncesinden daha karanlık görünüyor.

O gün düşmanın bağrına hançerini dayamış olmasına rağmen ortada kurtarılacak bir vatan vardı.

Bugün o da kalmamış durumda.

***

Bugün artık vatanın nasıl kurtarılacağı tartışmasının da anlamı yok. Çünkü ortada kurtarılacak vatan yok, elimizden kaydı gitti.

Vatan hukuk devletine bağlılığıyla kaydı gitti.

Vatan yasama yetkisini yitiren yasamasıyla kaydı gitti.

Bağımsız yargısıyla kayıplara karıştı vatan.

Anayasa Mahkemesi’yle, Danıştay’ıyla, Yargıtay’ıyla, Sayıştay’ıyla yitti gitti vatan.

Adalet tutkusuyla, ar hayâ duygusuyla birlikte ellerimizin arsından kaydı gitti vatan.

Allah korkusuyla, namus duygusuyla birlikte kayıplara karıştı gitti vatan.

Laiklik ilkesiyle, temel hak ve özgürlüklerin güvenceleriyle birlikte yoklara karıştı vatan.

Denizleriyle, dereleriyle, gölleriyle, ormanlarıyla, kıyılarıyla, koylarıyla avucumuzun içinden çekip aldılar vatanı.

Barolarıyla, meslek odalarıyla, üniversiteleriyle, okullarıyla söküp aldılar vatanı.

Vatan toprakları üzerinde yaşayanların bir bölümünü ötekileştirerek, nefret tohumları ekerek insanları birbirine düşman ederek, yurt topraklarını emperyalist savaşların sıçrama noktası haline getirerek sattılar vatanı.

Fabrikaları sattılar, ormanları yaktılar, tarımı yıktılar, insanları içeri tıktılar, herkesin sesini kısarak çöpe attılar vatanı.

Hazine’yi yağmalayarak, doğayı yakıp yıkarak, kendi komutanlarını askerlerini esir alarak, tarikatleri ve cemaatleri çekirgeler gibi devletin üzerine salarak yok ettiler vatanı.

Kadınları döverek, söverek, öldürerek, çocukları cinsel taciz objesi haline getirip ülkeyi koca bir sapkınlık çukuruna dönüştürerek kaybettirdiler vatanı. Şimdi artık vatanın nasıl korunacağının tartışılmasının da bir anlamı yok.

Ortada korunacak kollanacak bir vatan kalmadı ki...







<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... , 19, 20, 21  Suivante
Page 20 sur 21

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.