270 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 270
Membre(s) : 0
Total :270

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 1 jour, 11h09:03
murat_erpuyan : 1 jour, 11h27:42


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Traduction pour la rubrique "extrait de la presse turque"
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Traduction pour la rubrique "extrait de la presse turque"
Aller à la page Précédente  1, 2
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Demandes, recherches et forum d'entraide
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
papatya
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 07 Juil 2006
Messages: 1446

MessagePosté le: 01 Juin 2009 10:50    Sujet du message: Répondre en citant

Alex a écrit:


Qui dit mieux ? Wink


L'information rapportée par Ali Sirmen n'est pas juste car il me semble que les enfants en question sont âgés de 10 et 6 ans.

Il y a eu d'autres affaires récemment.
La 1ère concerne l'expulsion d'une femme d'origine kurde. Des policiers ont débarqué dans ll'école où étaient scolarisés ses enfants âgés de 3 et 6 ans pour les emmener http://www.lefigaro.fr/actualite/2006/06/07/01001-20060607ARTFIG90265-la_police_vient_chercher_deux_ecoliers_kurdes_dans_une_maternelle_du_mans.php
et l'autre affaire j'en avais déjà parlé, il s'agit d'un bébé de 4 mois détentu dans un centre de rétention http://maitre-eolas.fr/2009/05/01/1396-sans-guere-de-commentaires
_________________
Bir ulus sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.
ATATÜRK
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 01 Juin 2009 16:01    Sujet du message: Répondre en citant

Et bien j'ai une nouvele demande :


Fransa’daki Türkiye korkusunun üç nedeni 1
Kadri Gürsel - Milliyet 31.05.2009

PARİS
AB sürecindeki tıkanma Türkiye’nin Avrupa perspektifini iyice karartmış iken, ne hükümette bu tıkanıklığı açmak için samimi bir arzu, ne de Türk kamuoyunda Türkiye’nin günün birinde AB’ye üye olabileceğine dair egemen bir inanç varken, Fransızların “Türkiye endişesini” İstanbul’dan bakarak anlamak kolay olmuyor.
Neredeyse histeri düzeyine varan bu ruh haline nüfuz edebilmek için Paris’te Fransızlarla konuşmak lazım...

Türkiye yerinde saysa da...
Böyle giderse Türkiye’nin öngörülebilir bir gelecekte AB’ye üye olamayacağı neredeyse kesin...
Ancak bu fiili durum, 7 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Fransız siyaset sınıfını sakinleştirmeye yetmiyor. Partiler, Türkiye’yi en iyi kendilerinin durduracağına seçmeni ikna etmek için birbirleriyle yarış halindeler.
Fiili durum ne olursa olsun, Türkiye’nin resmi plandaki, “AB’yle üyelik müzakereleri yürüten aday ülke” statüsü, Fransız siyasetine böyle bir yarışın yapılması için yeterli “pist”i sağlıyor.
Yarışı önde götüren politikacı da, iktidar araçlarına sahip olmanın avantajlarını gayet etkili kullanan Cumhurbaşkanı Sarkozy... Türkiye’yle ilgili son “kampanya eylemini” 1 Haziran’da AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt’e karşı düzenledi.
Bildt, Türkiye’nin AB üyeliğini cesurca destekleyen görüş ve tavırlarıyla temayüz etmiş bir politikacı... Bildt’in geçen pazartesi Le Figaro gazetesinde yayımlanan söyleşisinde benzer görüşlerini tekrarladığını öğrenen Sarkozy, hemen ertesi gün, 2 Haziran’da yapılması daha önceden kararlaştırılmış olan İsveç ziyaretini, “yoğun gündemini” gerekçe göstererek 3 Temmuz’a erteledi.
Olayı “vahim bir diplomasi vukuatı” olarak niteleyen Fransız gazetesi Liberation’a göre Sarkozy bu hareketiyle Fransızlara, Türkiye’nin AB üyeliğini reddetmesinin sadece iç tüketime yönelik olmadığını ve dışarıda iken başka bir dil konuşmadığını göstermek istemişti.

Le Figaro’nun refleksi
Le Figaro’daki söyleşide Carl Bildt, küresel kriz, Doğu Avrupa’nın krizdeki zor durumu, korumacılık önlemleri, istihdamın artırılması ve AB Komisyonu’nun yenilenmesi gibi gündemdeki daha önemli konular hakkında da görüşlerini açıklamıştı... Bunlar dururken Le Figaro editörünün söyleşinin başlığına İsveçli bakanın, “AB’nin dünyada ağırlık sahibi olmak için Türkiye’ye ihtiyacı var” şeklindeki sözlerini çıkarmayı tercih etmiş olması, Fransız kamuoyunun Türkiye ile ilgili takıntısı hakkında bir fikir veriyor.
Şimdi Bildt’in Sarkozy’yi kızdıran sözlerine göz atalım:
“Türkiye’nin kendisine doğru yönelmesinde Avrupa’nın birinci dereceden stratejik çıkarı vardır. Türkiye’ye kapıyı kaparsak, milliyetçi eğilimleri başka bir yönelime teşvik etmiş ve dünyanın geri kalanına çok olumsuz bir sinyal göndermiş oluruz.”
“Gelecek on yıllarda Türkiye’nin ekonomik ve demografik dinamizmine ihtiyacımız olacak. Türkiye ile birlikte Avrupa, İslam dünyasıyla uzlaşma için kayda değer bir faktör olabilir. Suriye açıklarında bir ada olan Kıbrıs’ın Avrupa’da olduğunu takdir ediyorsak, Türkiye’nin Avrupa’da olmadığını düşünmek zordur.”
Bunlar yeni görüşler değil... Yeni olan, bilinen görüşlerin savunulduğu konjonktür... AB Dönem Başkanlığı’nı birkaç gün sonra devralacak bir ülkenin dışişleri bakanı, seçim arifesinde, Türkiye fobisi depreşmiş bir Fransız kamuoyu önünde Türkiye’yi savununca, Sarkozy de bunu fırsat bildi.

Fobiyi Obama depreştirdi
Fransızların Türkiye fobisini uyandıran kişi de, ABD Başkanı Obama oldu maalesef...
Obama 5 Nisan’da Prag’daki AB-ABD zirvesinde Türkiye’nin AB üyeliğini savununca bir “müdahale algısı” yarattı. Sarkozy de aynı gün bir televizyon programında “Olmaz” diyerek, Fransa’da seçim yaklaştıkça hızı artan “anti-Türkiye” yarışını başlattı.
Paris’te konuştuğum analistlerin ortak görüşü, Avrupa’nın geleceğiyle ilgili olarak Fransa’da hissedilen korku ve tehditlerin hepsinin tek başına Türkiye tarafından temsil edildiği şeklinde.
Ne mi bu korku ve tehdit algılaması?
Birincisi AB’nin genişlemesiyle gelen riskler... İkincisi göç; üçüncüsü de İslam...


Fransa’daki Türkiye korkusunun üç nedeni 2
Kadri Gürsel - Milliyet 01.06.2009

Dünkü yazıyı, Fransa’nın bir süredir hissettiği korku ve algıladığı tehditlerin tamamını, kendi varlığıyla tek başına Türkiye’nin temsil ettiğini belirterek bitirmiştim.
“Türkiye” derken, “AB kapısındaki Türkiye” tabii ki...
Fransa’da 7 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu seçimleri için yürütülen kampanyalarda Türkiye’nin, başlangıçta gündemde yok iken böyle birden bire tartışılır hale gelmesinin psikolojik zemininde bu korkular var... Fransa ve Avrupa’nın bugünü ile yarınına dair hissedilen korkular bunlar...
Tehdit algılaması ve korkular başlıca üç grupta toplanıyor.

Antipatik kavram: Genişleme
Birincisi “AB’nin genişlemesi”... Fransa’da çoğunluk genişlemeye karşı... Genişlemeden ekonomik, sosyal ve politik olarak zararlı çıktıklarına ve çıkacaklarına inanıyorlar. Genişlemeye ne kadar karşı olduklarını “AB Anayasası”nı reddederek gösterdiler... Doğuya doğru son genişlemeyi içlerine sindiremediler ve bunun daha çok Almanya’nın çıkarlarına hizmet ettiğini düşünüyorlar.
Fransa’da çoğunluk, Türkiye gibi “büyük, kalabalık, kültürü farklı ve görece olarak yoksul” bir ülkenin günün birinde AB’ye üye olması fikrini tartışmaya bile razı değil.
12 ülkeyi kapsayan son iki genişleme dalgasında bir nevi “aldatılmışlık duygusu” yaşayan Fransızların “genişleme korkusu”nun odağına şimdi Türkiye yerleşmiş bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından sıkça vurgulanan, “Avrupa’nın ilelebet genişleyemeyeceği, bunun bir sınırının olması gerektiği” şeklindeki tez, Türkiye’ye karşı başarıyla kullanılan bir tema...

Türkiye nereye gidiyor?
İkincisi “göç korkusu”... Fransa’nın zaten sosyal gerilimler yaratan bir “göçmen sorunu” var. Bunun neden olduğu tansiyonun ekonomik krizin etkisiyle arttığı bir anda, “yoksul, kalabalık ve Müslüman” Türkiye’den ileride gelebilecek bir potansiyel “göç tehdidi” algılaması, Fransızların bugünkü sorunlarının aynasında Türkiye’yi görmelerine yol açıyor. “Polonyalı muslukçu”nun yerini “kara bıyıklı Türk” alıyor.
Üçüncü korku “İslam”, hem global, hem de yerel düzeyde etkili.
“İslam fobisi” yerel düzeyde, göç korkusuyla iç içe geçmiş durumda. Çünkü “göçmen sorunu” algılamasının kaynağında Mağripli Müslümanlar var ve bunlar arasında İslamcılık çeşitli düzeylerde mevcut. Ama tehdit algılamalarını kışkırtmak için illa İslamcı olmanın gerekmediği, bir Müslümanın dış görünüşünün bile bazen bunun için yeterli olduğu da bir gerçek... Hele de 11 Eylül’den sonra...
Müslüman Türkler “gelecekteki göçmen” olarak görülünce ve Türkiye’de İslamcılık mevcut olunca, Türkiye’nin AB üyeliğinin Fransa’da bir tehdit ve korku sembolü haline nasıl gelebildiğini veya getirilebildiğini anlamak kolaylaşıyor.
Global düzeyde ise, Türkiye’nin nereye gittiği veya ne olmak istediği, 11 Eylül sonrasının psikolojik ikliminde cevabı aranan büyük soru işaretini oluşturuyor.
Türk toplumundaki İslamizasyonun, Fransa’da bu soruya aranan cevap çerçevesinde yakından izlendiği zaten bir vakıa... AKP diplomasisinin Ortadoğu yönelimli aktivizmi, bu toplumsal dönüşüm zemininde incelendiğinde daha da manidar bulunuyor Fransa’da.

Veto psikolojisi
İslami eğilimler içinde olduğu görülen AKP diplomasisinin bölgede genişlettiği etkinlik alanlarında ABD’yle işbirliğine önem ve öncelik vermesi, Türkiye şüpheciliğine bir de “Atlantik alerjisi”ni ekliyor. Sarkozy gelmiş geçmiş en “Atlantikçi” cumhurbaşkanı olsa da bu böyle...
Ve son olarak NATO zirvesindeki “Rasmussen krizi”nin, AKP diplomasisinin Batı ittifakında “bir İslami veto psikolojisi” ile hareket etmeye başladığı algısını da doğurduğunu gözlemlemek mümkün.
Rasmussen krizi, Türkiye’nin “Doğu ile Batı arasında köprü ülke olduğu” şeklindeki iddiasını zayıflatmış; “köprü”nün statiğinde bir kaymaya neden olmuş ve “Doğululuk” algısını güçlendirmiş... Bu “Avrupa’ya yabancılık” demek oluyor aynı zamanda.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 27 Juil 2009 15:12    Sujet du message: Répondre en citant

Bunu da Fransizcaya çevirmek gerek. Ali Sirmen ikiyuzlulugu, çifte standarti ne guzel vurguluyor :

Cumhuriyet 11.07.2009
DÜNYADA BUGÜN
ALİ SİRMEN
Uygurlar ve ‘Uygarlar’
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde meydana gelen olayları salt Çin’in toprak bütünlüğü açısından ele almak yanıltıcı olur.
Daha bundan altmış yıl önce, orada Çin’in yeni ama acımasızlıkta eskisinden hiç farklı olmayan rejiminin hışmına uğramış olup, ta oralardan Anadolu’nun bağrına yürüyerek sığınan insanların döneminden bu güne, Han Çinlileri, yani kendileri de baskı rejiminin kurbanı olan ama aynı zamanda da egemen etnik kimliğin sahibi konumundaki kişiler bölgede yüzde 6 oranındayken, şimdi hemen hemen Uygurlar ile eşit sayıya ulaşmışlarsa, bu uyanık, uzun vadeli politikalar oluşturmayı beceren bir rejimin, o günden beri, imparatorluk zamanında bile dizginleyemedikleri Uygurları asimile etmeye kararlı olduklarının kanıtıdır.
Bu oyunlar sahneye konurken, dünyada değişimi isteyenlerin bir bölümü, Mao’nun rejiminin insanları eşitliğe, kardeşliğe, mutluluğa yöneltebileceği inancını taşıyorlardı. İçlerinden ne kadarı bu kör inancın boşluğunu görebildiler bilmiyorum.
Sincan’da meydana gelen son olaylar korkunç. Ölü sayısı bile tam olarak bilinmiyor, onlara ek olarak kaç kişinin bundan sonra ölüm cezasına çarptırılacağı, kaç insanın hapishanelerde çürüyeceği de şimdilik meçhul. Çatışmalarda öldüğü ileri sürülenlerin büyük bir bölümünün başlarının arkasına sıkılmış tek kurşunla can vermiş olmaları, vahşetin boyutunu yeterince gösteriyor.
***
Olayın vahşet boyutları kadar ona gösterilen tepkilerin cılızlığı da korkunçtur.
Acaba tepkilerin cılızlığını yalnızca kurbanların Batılı olmayıp, üstelik de son zamanlarda kimi odaklarda pek muteber görünmeyen bir etnisitiye ait olmalarına bağlayabilir miyiz?
Yoksa tepkinin zayıflığı, mazlumun değil de zalimin kişiliğinden mi geliyor?
Yanıt olarak birini veya öbürünü ya da her ikisini birden seçmeniz sonucu değiştirmeyecek de olsa, Çin’in son zamanlarda dünya ekonomisinin yükselen yıldızı olduğuna dikkatinizi çekerim.
Soğuk savaş döneminde Moskova Olimpiyatları’nı insan hakları bahanesiyle boykot edenlerin, daha sonra Pekin’in olimpiyat kenti olarak seçilmesi gündeme geldiğinde bu tür mülahazaları göz ardı etmiş olduklarını unutmayalım.
Çin’in elindeki (dünyanın en büyüğü) döviz rezervlerinin büyüklüğü insan hakları ihlallerinin cesametini gizleyebilecek boyuttadır artık.
Küresel krizden çıkışın da anahtarı artık, yalnızca Batı’nın elinde değildir.
Murat Aksoy’un Osman Ulagay ile yaptığı söyleşi olan “Küresel Çöküş ve Kapitalizmin Geleceği” adlı, mutlaka okunması gereken yapıt, bu konuda çok önemli ipuçları veriyor.
Bu konumda olan ve küresel kriz döneminde bile yüzde 6.5 oranında büyüyen, küresel krizden çıkışın anahtar ülkelerinden olan Çin’i üç beş Uygur yüzünden itham etmek artık o denli kolay mı?
***
Yukarıdaki soruları bu şekilde yanıtlamak da yeni soruları engellemiyor.
Peki güçlenen devin kurbanı olan mazlum Uygurlar konusunda, bu denli tepkisiz kalan “uygarlar”ın acaba ortak bir vicdanları var mı?
Yoksa bütün insanlık edebiyatı, gücü gücüne yeten dünyasının ortasında can vermeye mahkûm bir palavra mı?
Türkiye’ye de sürekli ders veren tebliğciler ve akıl hocalarımıza bunu yüksek sesle sorabilecek miyiz acaba?
Sincan’da yürütülen tanklarla bir kişinin bile burnu kanatılmadan yapılan “balans ayarının” intikamı peşinde olan bir iktidar, o semte adını veren Sincan’da öldürülen binlerce soydaşının hesabını Çinlilerden soracak haysiyete acaba sahip mi, değil mi?
Bugün Sincan örneğinde sormakta olduğumuz bu soruların benzerleri, umarız pek yakında komşu Bulgaristan’da meydana gelebilecek Türk karşıtı davranış ve uygulamalar üzerine bir kez daha gündeme oturmaz.
Eğer öyle bir gelişme olursa, ki kuvvetle muhtemeldir, bu kez de bize uzun uzun anlatılan AB müktesebatının ne olup olmadığını görmek olanağına kavuşuruz.
İşte size Uygur - uygar bağlamında, Doğu - Batı ekseninde bir vicdan sorunu.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 04 Oct 2009 23:17    Sujet du message: Répondre en citant

Une nouvelle demande de traduction :


‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ Irkçılık mı?
ALİ SİRMEN - - Cumhuriyet 02.10.2009

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, “Türkiye’de Azınlıklar” ile ilgili raporunda, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganını eleştirip bunun etnik ayrımcılık olduğunu savunmuş, ayrıca da Lozan Antlaşması’ndaki “azınlıklar” tarifinin günümüz koşullarına göre genişletilmesini, bunun için de anayasa değişikliği yapılmasını istemiş.

Bay Hammarberg’in önerisini yabancıların ülkemiz ile ilgili olarak, hiç özen göstermeden, konuları öğrenme zahmetine bile katlanmadan bilir bilmez fikir beyan etme densizliklerine bağlayabilir, hatta bu duruma, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak yalnız bize özgü değilmiş, Avrupalılar da öyleymiş” diye sevinebiliriz, ama olayda aynı zamanda cahil Avrupalıların art niyetlerinin bir örneğini daha görmezsek, hata etmiş oluruz.

Þimdi Bay Hammarberg’in özensizliğine gelelim:

“Ne mutlu Türküm diyene” sloganı Avrupa İnsan Hakları Komiseri’nin sandığının tam tersine, Kemalist ulus kavramının, Ernest Renan’ın sübjektivist görüşüne uygun olarak, ırk esasına dayanmayıp tamamen sübjektif bir öğeye yani birlikte yaşama iradesine dayalı, ırkçılığı reddeden bir görüş olduğunu ifade eder.

Eğer böyle olmayıp “Ne mutlu Türk olana!” denmiş olsaydı, bunun ırk temeline dayalı olduğu söylenebilirdi.

Zaten Anadolu’da etnik milliyetçilik de mümkün olamaz.

***

Demek ki neymiş?

Demek ki, bilmeden konuşan ukala Avrupalı bir kez daha yanılıyormuş.
Tabii bu gerçeği böyle vurgularken, ülkemizdeki uygulamada görülen, doğrusu benim de çok rahatsız olduğum aşırılıkları da görmezden gelemeyiz.

Öğrencilik yıllarımın en sevindiğim yanlarından biri, ilkokulda her sabah, “Türküm doğruyum” diye başlayan ve buram buram şovenizm kokan, “ant”ı okumamış olmamdır.

Bir noktaya daha değinmek isterim: “Ne mutlu Türküm diyene” deyişi, özünde ırkçılığa karşı olmasına rağmen, kullanımındaki aşırılıkla, amacından saptırılmış olabilir.

Yıllar önce bir röportaj için gittiğim Diyarbakır’da duvarlara bolca yazılmış, “Ne mutlu Türküm diyene” sloganlarının ora ahalisini hiç de mutlu etmediğini görmüş, doğrusu şaşırmamıştım da.

Hele hele aynı kentin duvarlarında gördüğüm, “Türkiye Türklerindir” ibaresini doğrusu trajikomik ve aynı zamanda aptalca bulduğumu da söylemek isterim.

Evet Türkiye’de ırkçılık, şovenizm kokan uygulamalar oluyor, hatta özü doğru olan kimi deyişler bile çarpıtılarak bu yönde kullanılıyor.
Bu gerçeğin bu biçimde dile getirilmesi başka bir şeydir, onun özünü çarpıtmak başka bir şey...

***

Bırakın ince ayrıntıları bir yana, büyük farkları bile görmeden, bir ülkenin temel sorunları hakkında düşünce ileri sürerken, kristal dükkânına girmiş fil kadar özensiz davrananlar, Lozan’daki azınlık kavramına itiraz eder ve yenilerinin de getirilmesini isterlerken, ya ülkemizdeki insanlara iyilik etmekten çok kafalarındaki şablonların ürünü olan art niyetlerini ortaya koymakta olduklarını görmüyorlar ya da “Biz Avrupalıyız, nasıl olsa bu ülkede Batı hayranlığı var, ne desek ses çıkarmaz, altında bir hikmet ararlar, kendilerini ‘Milli Görüşçü’ olarak niteleyip de iktidara tırmananlar da, kendilerini oralara kimlerin getirdiklerini bilip, bize karşı çıkamazlar” diye düşünüp boş veriyorlar.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu gibi bir kuruluşun üyesi bir kişi, kimi hakların tam demokrasi içinde çözümünün daha kolay ve isabetli olacağını, aynı zamanda Alevilerin, kendileri için çeşitli vesilelerle dile getirilmiş olan “azınlık” statüsünü ısrarla reddettiklerini bilmiyor mu?

Alevilerin durumunda çözülmesi gereken çok önemli sorunlar var, bunu aklı başında ve gerçek demokrat olan kimse reddetmiyor. Ama çözüm azınlık statüsü değil.

“Ben azınlık statüsüne konmak istemiyorum” diye bas bas bağıran insanlara illa “Hayır sen azınlıksın” diye ısrar etmek hangi akla seza?..
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Alex
Spammer
Spammer


Inscrit le: 28 Fév 2008
Messages: 435
Localisation: France

MessagePosté le: 06 Oct 2009 21:43    Sujet du message: Répondre en citant

Est-ce du racisme que de dire "est heureux celui qui se dit Turc" ?


Ali Sirmen--Cumhuriyet 02.10.2009


Le Commissaire des Droits de l'Homme du Conseil de l'Europe, Thomas Hammarberg, dans son rapport intitulé "les minorités en Turquie" en critiquant le slogan "est heureux celui qui se dit Turc" a prétendu que cela relevait d'une discrimination ethnique, par ailleurs que la définition des minorités telle qu'inscrite dans le Traité de Lausanne devait être élargie selon le contexte, et pour ce faire a préconisé une révision de la Constitution turque.


Nous pouvons nous réjouir du fait que les Européens nous ressemblent quelque peu s'agissant du dicton qui consiste à dire que "nous ne pouvons pas avoir d'idées si nous n'avons pas de connaissances", une situation de fait qui n'est donc pas seulement propre à nous, les Turcs, et nous pouvons ainsi attribuer ces indélicatesses faites par des étrangers qui prennent au pied de la lettre la proposition de M. Hammarberg aux questions se rapportant à la Turquie, sans se donner la peine de prendre soin de se renseigner au préalable, mais en même temps ce serait aussi commettre l'irréparable de ne pas prendre en compte les arrières pensées de ces Européens incultes.


Venons en au manque de précaution de M. Hammarberg maintenant :


Contrairement à l'idée reçue par le commissaire européen des Droits de l'Homme, le slogan "est heureux celui qui se dit Turc", le concept de "Nation kémaliste" s'inscrivant dans la pensée subjectiviste d'Ernest Renan, ne repose pas en fait sur une réalité ethnique mais pleinement sur un élément subjectif à savoir sur la volonté du vivre ensemble, signifie un point de vue refusant toute idée de racisme.

Si ce n'était pas le cas, si le slogan disait "est heureux celui qui est Turc", on pourrait à la rigueur dire que cela repose sur une base ethnique.

De toute façon, en Anatolie, il ne peut y avoir de nationalisme ethnique.


***


Qu'est-ce donc ?


Que le cuistre européen qui parle sans savoir se trompe une fois de plus.
Bien sûr, en mettant en relief cette réalité, dans la pratique en vigueur dans notre pays, nous ne pouvons pas faire abstraction non plus, de certains extrémismes qui me dérangent aussi personnellement au plus haut point.


L'un des aspects de ma vie scolaire dont j'étais le plus heureux (fier), est le fait qu'à l'école primaire je ne lisais pas le serment "je suis Turc, je suis juste" qui puait le chauvinisme à plein nez.


Je voudrais encore insister sur un point : l'expression "est heureux celui qui se dit Turc" soit à la base anti-raciste, dans son utilisation intempestive peut très bien avoir été détournée de son but originel.


Des années auparavant, lorsque je m'étais déplacé à Diyarbakir afin de réaliser un reportage, j'avais constaté que les inscriptions sur tous les murs du slogan "est heureux celui qui se dit Turc" n'avaient pas du tout fait plaisir aux habitants de cette agglomération, à vrai dire, je n'en fus même pas surpris.

Surtout surtout, je voudrais aussi dire que l'expression "la Turquie appartient aux Turcs" que j'ai lue sur les murs de la même ville est à la fois tragi-comique et des plus stupide.


Oui, en Turquie des pratiques qui sentent le racisme et le chauvinisme existent, même certaines expressions dont le sens est juste sont détournées dans cette optique.
Evoquer cette réalité de cette façon est une chose, et la détourner de son sens originel en est une autre.


***


Laissez tomber les détails subtils d'un côté, en n'apercevant même pas les grandes différences, en arguant des points de vue sur les problèmes majeurs d'un pays, ceux qui, à la manière d'un éléphant inattentif qui entreraient dans un magasin de cristal, en protestant contre le concept de minorités tel qu'inscrit à Lausanne et en exigeant de nouvelles notions, soit au lieu de faire du bien aux habitants de ce pays, ils sont en réalité incapables de voir qu'ils ne font que mettre en exergue le modèle d'arrières pensées inscrit dans leur subconscient ou bien alors, ils se disent, nous, nous sommes des Européens, de toute manière vu l'admiration qu'éprouvent les Turcs pour l'Occident, quoi qu'on dise, ils ne diront rien et chercheront de la sagesse là-dessous, et quant à ceux qui se qualifient comme des "Milli Görüsçü" et qui ont accédé au pouvoir en ayant à l'esprit grâce à qui ils sont arrivés à ce stade, ne s'opposeront pas à nous, et laisseront donc tomber.


Un membre d'une institution comme la commission des Droits de l'Homme du Conseil de l'Europe, ne sait-il pas que l'obtention de certains droits est plus facile à avoir dans une démocratie pleine et qui conviendrait mieux, que dans le même temps les Alevis rejettent catégoriquement le statut de minorité évoqué à travers divers sujets ?


De nombreux problèmes à résoudre demeurent sur la situation des Alevis, aucun vrai démocrate sensé ne le conteste. Mais la solution n'est pas le statut de minorité.


"Insister sur le fait de dire "non, toi tu fais partie des minorités" à celui qui crie sur tous les toits qu'il n'a pas envie d'être mis dans cette catégorie sied à quel esprit sensé ?









PS : les suggestions sur des éventuelles corrections sont les bienvenues. J'avoue que j'ai eu énormément de mal avec les phrases à la Proust de ce journaliste.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 07 Oct 2009 23:59    Sujet du message: Répondre en citant

Merci Alex, le webmaster va placer l'article dans la rubrique : extrait de la presse turque
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Mar 2010 1:36    Sujet du message: Répondre en citant

Qui peut le traduire ?

Ermeni Sorunu ve Ermeniler

ALİ SİRMEN - Cumhuriyet 11.03.2010


Sevgili Okurlar,

Ermeni soykırımı ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri üzerine, neredeyse tonlarca mürekkep döküldü. Bu sütunda da, o konuda birçok yazı çıktı.
Bilmiyorum konu yeterince, soğukkanlılıkla ele alınabildi mi? Yoksa zaman zaman düşülen yanlış burada da tekrarlandı mı?

Ermeni soykırımı sorununun, Türkiye ile diyaspora yönetimi ve Ankara ile Erivan arasında politik bir mesele haline gelmiş bulunması, bize, tarihte yüzyıllar boyu Türkler ve Ermeniler birlikte barış içinde yaşamış, birbirlerinin kültürlerine büyük katkılarda bulunmuş olmalarını unutturmamalıdır.

Osmanlı kültürüne Ermenilerin katkısı büyüktür. Yaşadığımız olaylar ne denli acı, acının ötesinde trajik olursa olsun, biz bu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü tarihin uzun bir bölümünü iki halk arasındaki bu dostluk oluşturmuştur.

Dikkatinizi çektiyse, burada sözünü ettiğimiz konu tartışılırken bu noktaya büyük özen gösterilmiştir. Umarım ki, pek kısa dönemde olmasa bile ileride, Türkler ile Ermeniler, geçmişin trajik olaylarının üstesinden gelerek, her ikisi de, atalarından kendilerine miras kalan sorumluluk paylarını yüklenerek, aralarında dostça ilişkileri geliştireceklerdir. O günleri ben göremesem bile çocuklarımızın yaşayacağına içtenlikle inanıyorum.

Bu konuda Antalya’da oturan okurum İ.Y.’den, (kendisi açık adını ve telefon numarasını vermiş) benim ileri sürdüğüm görüşlerin tersine, kapıların açılması tezini savunan aşağıdaki duygulandırıcı mektubu aldım. Bir Türk’ün Anadolu kökenli Ermeniler için dostça duygu ve temennilerini yansıtan mektubu sizinle paylaşıyorum:

***

“Artık şunu anlamalıyız ki SOYKIRIM iddiası sürdüğü müddetçe bir çözüm olmayacak. Ve bu tartışmanın sonu gelmeyecek… Türkiye’nin haritada yerini bilmeyenlerin cahil, çıkarcı ve ikiyüzlü yabancı politikacılar yüzünden gerginliğe gerek yok... Bu bizimle Ermenilerin meselesi… Sorunu çözecek olan da gene bizleriz.

Ataları Türkiye’den gitmiş Ermenilere Türkiye’de oturma hakkı verilmelidir. Almanya’da ‘oturma hakkı’ olan Türkler gibi. Mısır’da ölen dedesinin miras hakkını arayan Türkler yok mu?

Türkiye’de yaşamak isteyen bir sürü Ermeni vatandaşı var. Türkçeyi anadili gibi konuşan, her gün Türk televizyonunu izleyen, Türk yemeklerini yiyen ve bizler gibi gülüp ağlayan Ermeniler Türkiye’de yaşamak istiyorlar. İnternetteki bir Ermeni bayan arkadaşımın kızı 9 yaşında ve Türkçeyi anadili gibi konuşuyor. Bu çocuk Türkiye’nin hayranı. Bu arkadaşımın beyi eski Türk düşmanı! Ama Türkiye’yi gördükten sonra Türk dostu oldu. Ermenistan’da iki çeşit Ermeni var. Yerli Ermeni ve Türkiye’den gelme Ermeniler. Yerli Ermeniler Anadolu’dan gitme Ermenileri sevmiyorlar. Onları Ermeni olarak görmüyorlar. Yani 2. sınıf… Ve her sene Türkiye’ye gizli olarak gelip tatil yapan Ermeniler var. Sorun yaşamak istemedikleri için gizli tutuyorlar…

***

Politik çıkmaz sorunları bir kenara bırakıp kapılarımızı Ermenistan’a
açalım, onlarla da iyice kaynaşalım. Gençler kendi aralarında yeni bir dünya kursunlar, bilimde, sporda, müzikte. Tatilini burada yapsınlar. Bu etkinlikler politikacıların başaramadığını başaracaklardır. Almanlarla Fransızlar yüzyıllardır savaştıktan sonra çözümü bu şekilde buldular.
Ve gene internette Rusya’da yaşayan 18 yaşındaki bir Ermeni kızın Türk düşmanlığına şahit oldum. Dedesinin anlattıklarıyla beyni iyice yıkanmış. Ama ben eminim bu genç kız 2 haftalığına Türkiye’ye gelse bazı önyargıları kırılacak ve ‘Sarı Gelin’ türküsünü bizimle beraber söyleyecek…
Barışın yolu parlamentolarda tıkanabilir. Kalpten kalbe giden yollar açıktır.
Kapıları açalım…”

Evet, sevgili arkadaşımız İ.Y, önce birbirimize gönül kapılarımızı açmamızı öneriyor.

Keşke Antalya’da oturan İ.Y’nin bu mektubunu sağlığında Hırant Dink de okuyabilseydi... Böylelikle kendi çabalarının da boşa gitmediğini anlamış olurdu.


Merci d'avance
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Alex
Spammer
Spammer


Inscrit le: 28 Fév 2008
Messages: 435
Localisation: France

MessagePosté le: 13 Mar 2010 16:53    Sujet du message: Répondre en citant

Le problème arménien et les Arméniens


ALI SIRMEN - Cumhuriyet 11.03.2010


Chers lecteurs,

Des tonnes d'encre ont coulé au sujet du génocide arménien et des relations arméno-turques. Dans ces colonnes également le sujet a été traité maintes fois. Je ne sais pas s'il a été appréhendé avec suffisamment de sang froid ? Ou alors est-ce que la même erreur a été réitérée de temps à autre ici même ?

Le problème du génocide arménien ne doit pas nous faire oublier que, malgré le fait qu'il est devenu une question politique entre la Turquie et la direction de la diaspora et entre Ankara et Erevan, qu'au cours de l'histoire Turcs et Arméniens ont vécu pendant des siècles dans la paix, et qui ont respectivement contribué à enrichir leurs cultures par de grands apports mutuels.

Les Arméniens ont grandement contribué à la culture ottomane. Aussi douloureux soient-ils, ces événements et au delà de cette douleur, même s'ils ont été tragiques, nous ne devons absolument pas perdre de vue cette réalité. Car une longue partie de cette histoire a été construite sur cette amitié entre les deux peuples.

Je ne sais pas si cela a attiré votre attention mais, alors que nous débattons de ce sujet, un grand soin a été porté à ce point. J'ose espérer que même si ce n'est pas à court terme, à l'avenir, Turcs et Arméniens sauront faire abstraction de ces événements tragiques du passé, qu'ils sauront assumer la part de responsabilités laissées en héritage par leurs ancêtres, et amélioreront leurs relations amicales. Même si je ne suis plus de ce monde à ce moment là, je suis intimement convaincu que nos enfants eux le verront.

A ce sujet, j'ai reçu une lettre pleine d'émotions d'un de mes lecteurs originaire d'Antalya (il a divulgué son nom et numéro de téléphone) dans laquelle il prend le contre pied de mes convictions et dans laquelle il défend la thèse de l'ouverture des frontières (portes). Je partage ici avec vous la lettre de ce Turc anatolien, chargée de sentiments et souhaits amicaux à l'égard des Arméniens.


***


Nous devons désormais comprendre que tant que l'allégation de génocide perdurera, il n'y aura pas de solution. Et ce débat sera sans fin. Evitons donc les tensions dues à des politiciens étrangers incultes, vénaux et hypocrites, avec des gens qui ne sauraient même pas situer la Turquie sur une carte. Ceci est notre problème, comme celui des Arméniens. C'est à nous seuls de le résoudre.

Un droit de séjour doit être octroyé aux Arméniens dont les ancêtres ont quitté la Turquie. Comme le droit de séjour des Turcs en Allemagne. N'y a-t-il pas de Turcs qui cherchent à récupérer l'héritage de leurs grands pères morts en Egypte ?

Il y a une foule d'Arméniens qui voudraient vivre en Turquie. Il y a des Arméniens qui parlent le turc comme leur langue maternelle, regardent la télévision turque tous les jours, qui mangent des plats turcs, qui rient et qui pleurent comme des Turcs, qui voudraient y vivre. La fille âgée de 9 ans d'une de mes amies sur le net, parle le turc comme sa langue maternelle. Cet enfant est un grand admirateur de la Turquie. L'époux de cette amie est un ex grand ennemi des Turcs ! Mais qui est devenu un ami des Turcs après avoir vu la Turquie. Il y a deux sortes d'Arméniens en Arménie. Les autochtones et les Arméniens de Turquie. Les autochtones n'aiment pas les originaires de Turquie. Ils ne les considèrent pas comme des Arméniens. Autrement dit de deuxième classe...Et tous les ans, il y a des Arméniens qui viennent en Turquie discrètement afin d'y passer des vacances. Ils préfèrent garder l'anonymat par peur de rencontrer des problèmes...


***


Laissons de côté les imbroglios liés à la politique et ouvrons nos frontières à l'Arménie, et unissons nous fortement à eux. Que les jeunes créent entre eux un nouveau monde, dans les sciences, les sports, la musique. qu'ils viennent passer leurs vacances ici. Ces activités réussiront là où les politiciens ont échoué. C'est ainsi que Français et Allemands après avoir guerroyé pendant des siècles, ont trouvé la solution. Et j'ai à nouveau été témoin de l'hostilité d'une jeune fille de 18 ans résidant en Russie. Elle a été suffisamment endoctrinée par les récits de son grand-père. Mais je reste persuadé que si elle venait en Turquie pour deux semaines, tous ses préjugés disparaîtraient et qu'elle finirait par chanter avec nous la chanson de la "mariée blonde"...
Le chemin de la paix pour être bouché au niveau des parlements. Mais le chemin qui mène aux coeurs sont ouverts.
Ouvrons les portes..."



Oui, notre cher ami I.Y, préconise d'abord d'ouvrir les chemins qui mènent aux coeurs.

Je regrette que feu Hrant Dink n'ait pas pu lire de son vivant cette lettre de I.Y...il aurait compris que ses efforts n'ont pas été vains.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 14 Mar 2010 4:05    Sujet du message: Répondre en citant

J'allais traduire et Alex m'a devancé.

Je souhaiterais rebondir sur la question :

Finalement cette affaire de stigmatisation sur la terminologie de génocide ou pas génocide qui est un cul de sac mais aussi un moyen d'alimenter sans cesse un cycle infernal sans fin qui ne relève pas d'une volonté de nouer un dialogue ou de panser ses plaies.

C'est, tout au contraire, une manière de les garder bien ouvertes que d'invoquer un grand mot en sachant qu'il sera contesté ce qui permettra au processus de victimisation de construire son discours permettant de perdurer.

C'est peut-être nécessaire pour se souvenir de qui on est et d'où on vient, mais en faisant cela, j'ai l'impression qu'on passe à côté de l'essentiel.

Lorsque j'entends les arméniens de la diaspora parler de leur douleur, c'est d'abord de celle de l'exil dont il s'agit, celle de ne plus avoir la relation à la terre où ont vécu leurs ancêtres pendant des milliers d'années et dont ils se sentent toujours déracinés.

Force est de constater que personne ne peut contester à quel point est criant l'absence d'arméniens dans les régions encore très riches de leurs vestiges et qui témoignent de leur présence passée et qu'un drame s'y est déroulé.

Ce drame s'est soldé par une purification ethnique d'une région. C'est très grave... mais tout sérieux que cela puisse être, ce n'est pas forcément l'appellation de génocide qui qualifie le mieux cette affaire.

En fait, je suis persuadé que les ottomans se sont inspirés de ce qu'ont fait les russes aux tcherkesses, pratiquement trait pour trait, 50 ans auparavant presque jour pour jour! La disparition totale des Tcherkesses de la région du Caucase par les Russes est un modèle beaucoup plus réaliste pour décrire les événements tragiques subis par les Arméniens à l'est de l'Anatolie.

Je pense que cela reste une notion encore à qualifier sur le plan international et à résoudre avec humanité. A ce titre et pour commencer, je serais absolument favorable à ce que les descendants de la diaspora Arménienne issue de cet exil puisse se voir attribuer un permis de séjour en Turquie, qu'ils aient pleinement le droit d'y exercer une activité professionnelle et d'y avoir des propriétés.

Je pense que c'est à la limite plus important de permettre à la diaspora de renouer la relation à la terre que d'ouvrir les frontières à l'Arménie qui est un pays étranger et dont les tenants et aboutissants sont surtout indexés à la résolution des problèmes avec l'Azerbaïdjan. La diaspora arménienne, ce sont des arméniens de chez nous et je crois surtout qu'ils veulent pouvoir retourner à la maison et se sentir chez eux à nouveau.
_________________
"C'est une maladie naturelle à l'homme de croire qu'il possède la vérité." Blaise Pascal
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11194
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 26 Mar 2010 0:00    Sujet du message: Répondre en citant

Encore un texte de Sirmen pour remettre dans la rubrique "traduction des extraits de la presse turque".
Un volontaire svp !

Ermenistan ile Sorun ve Garip Ermeni
Ali SİRMEN - Cumhuriyet 19.03.2010

Ne zaman Ermeni soykırımı ve bu iddia karşısında çeşitli ülkelerin parlamentolarının tutumları ya da Ermenistan ile ilgili sorunlar gündeme gelse, soğuk terler dökerim. Hep korkarım, sonunda kabak ister vatandaş olsun, ister olmasın, garip Ermeni’nin başına patlayacak diye.
Söz konusu sorunların gündemden düşmemesi yüzünden, Türkiye’de Ermeni olmak zor, hem de çok zordur.
Bu konular ikide bir ısıtılıp gündeme getirilmese de Türkiye’de Ermeni olmak yine zordur.
Benim gibi Ermenilere karşı sözcüğün tam anlamıyla soykırım yapılmadığı görüşünde olanlar da geçmişte izleri kolay silinmeyecek büyük bir trajedi yaşandığını görüyorlar. Bu trajedinin yarattığı travmaları atlatmak, aradan geçen bunca zamana karşın hiç de kolay değil.
Bütün bu mülahazalardan doğan kaygılarım canlıyken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çeşitli ülkelerin parlamentolarına ve diyasporaya öfkesinin etkisiyle, ülkemizde kaçak olarak bulunan yüz bin Ermeni’nin sınır dışı edilebileceğini söylemesi, korktuğumun gerçekleştiğini, sonunda pusulanın Ermenistan, diyaspora, ABD, İsveç değil de Türkiye’de ekmek peşindeki garip Ermeni’ye uzatılacağını gösterdi.
Tayyip Erdoğan’ın sözlerinin bir devlet adamına yakışmadığını söylemeye gerek yok.
***
Kaçak göçmen ve işçiler sorunu, her devlet için büyük sosyal ve etik bir yaradır. Olaya yaklaştığınız yöne göre, her biri de öbürü kadar geçerli zıt tezleri savunmak mümkündür.
Konunun genel açıdan tartışmasını bırakalım bir yana, Türkiye’deki kaçak Ermeni işçilerin durumuna bakalım.
Ermenistan’ın büyük bir ekonomik sıkıntı içinde olduğu, buradaki insanların çaresizlikten bizde ekmek aradıkları bir gerçektir.
Bu olguda bir sakınca görüyorsak, o zaman buna nasıl ve neden göz yumulduğu sorusu geliyor gündeme.
- O zaman işimize öyle geliyordu, görmeyiverdik şimdi ise gelmiyor, üstlerine gidiyoruz, diyemeyiz.
Bu tavır söz konusu insanları bir şantaj aracı olarak kullanmak anlamını taşır ki, devlet sıfatına sahip hiçbir devletin sorumlu kişisi böyle bir tavrı benimsemez.
Benimserse eğer, ona sorumlu değil, sorunlu kişi demek gerekir.
Türkiye’nin kevgire döndüğünü, sınırlarından gelen geçenin ellerini kollarını sallayarak, gidip geldiklerini söyleyerek, buna bir son verilmesi gerektiğini ileri sürebilir ve çok geçerli gerekçelerle görüşünüzü güçlendirebilirsiniz.
O zaman da şu soru çıkar ortaya:
- Bunca milletten bunca insan varken, neden sadece Ermeniler sınır dışı ediliyor?
***
Eğer, yukarıda belirttiğimiz gibi, Ermenistan ile diyaspora ile ABD ile sorunlarımızı bu garip insanların sırtına yüklüyorsak, yazıktır, günahtır, ayıptır.
Aslında, Türkiye’yi yönetenler, sorunun gerçek tarafları olan Ermenistan ve ABD’ye bir şey söylememekte, garip insanların sırtından sahte kahramanlık yapmaya kalkmaktadırlar.
Sen hem Ermenistan ile sınır kapılarını açacak protokolleri bir hiç karşılığında imzala, hem de sonra garip Ermenileri sınır dışı et. Olacak şey mi!
Ermenistan’ın bu protokolleri imzalarken hangi görüşten hareket ettiğini birçok kişi, özellikle Emekli Büyükelçi ve CHP İstanbul Milletvekili Þükrü Elekdağ, defalarca açıkladı. İktidar mensupları bunu anlamamakta direndiler. Ermenistan Anayasa Mahkemesi, gerçeği anlamayan kafaların içine çekiçle sokacak bir karar verdi. Buna karşılık Erivan’a “Peki, kardeşim biz bu koşullar altında bu protokolleri Meclis’imizden geçirmeyiz, Azerbaycan ile sorunlarını çözsen de geçirmeyiz, çünkü sen bizimle sorunlusun artık” demek zorundaydık.
Washington’a dönerek şunu söylemeliydik:
- Kusuru bakmayın bize karşı böyle düşmanca davrananlara verecek bir şeyimiz olamaz.
Ama bütün bunları yapmayıp Erivan karşısında çaresiz, Washington karşısında el pençe divan kalıp garip yoksul Ermeniye “Seni kulağından tuttuğum gibi atarım” demek olmaz, ayıptır.
Ayıptır ve de günahtır.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Demandes, recherches et forum d'entraide Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2
Page 2 sur 2

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.