292 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 292
Membre(s) : 0
Total :292

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 11h28:33
murat_erpuyan : 11h30:57
SelimIII : 1 jour, 55 min.29
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 3 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Türk ekonomisi üzerine
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Türk ekonomisi üzerine
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
opak
Admin
Admin


Inscrit le: 02 Mar 2013
Messages: 150

MessagePosté le: 26 Sep 2015 15:56    Sujet du message: Répondre en citant

Cola Turka mi dediniz?

O zaten Japonlarin :

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/30166630.asp?utm_source=email&utm_medium=newsletter&utm_channel=Mail&utm_content=manset_baslik
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
opak
Admin
Admin


Inscrit le: 02 Mar 2013
Messages: 150

MessagePosté le: 26 Sep 2015 15:58    Sujet du message: Répondre en citant

Eller gider aya biz kaliriz yaya...

Citation:
62 yıl önce açlıkla boğuşan Güney Kore, bugün dünyanın 11’inci büyük ekonomisi


http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/30149681.asp
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Mar 2016 2:19    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Ekonomi ve Türkiye gerçekleri hakkında kısa bir araştırma

Toplumda AKP yandaşı olanların tamamının, olmayanlar arasında ise önemli bir gurubun katıldığı kanaat şudur ki; CHP iktidara gelirse ekonomi çöker! Ben söylenen sözlere değil gerçek verilere göre karar veren bir insan olmaya gayret ettiğim için bu kanının doğruluk derecesini araştırdım. Elde ettiğim sonuçları sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle 1950 den önceki dönemi dikkate almadım. Çünkü 20. Yüz Yılın ilk yarısı monarşilerin, diktatörlerin ve dünya savaşlarının ortalığı kasıp kavurduğu dönemlerdi. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişme yılları idi ve zaten tek parti vardı. Her ne kadar o partinin adı CHP idiyse de bu sadece bir isim benzerliğinden öte anlam ifade edemez çünkü o dönemde ülkenin müşterek partisi o idi. Unutulmamalıdır ki Demokrat Parti de onun içinden çıkmış bir partidir. Bakmayın siz bu gün bazı politikacılar o partiye fatura kesmeye kalksalar da onların da kökü en az bu günkü CHP kadar oraya dayanır.

1950 den sonra ne olmuş?

Aradan 63 yıl geçmiş. Peki bu 63 yılda ülkeyi kimler yönetmiş. Kısaca guruplarsak CHP veya ondan türeyen ve kendilerine sosyal demokrat diyen partiler toplam 8 yıl 10 ay iktidarda kalmışlar. Bu iktidarlarının tamamı koolisyon hükümeti şeklinde olmuş ve koalisyon ortakları daima ( başka tür parti olmadığı için) sağcı, din istismarcısı veya milliyetçi din istismarcısı partiler olmuş. Daha açık bir ifadeyle kan uyuşmazlığı olan partilerin ortaklığında etkin ekonomik ve siyasi kararlar almaları veya tek bir parti gibi ülkeyi yönetmeleri beklenemezdi.

Ülke 6 yıl 11 ay ihtilal hükümetleri tarafından yönetilmiş. Bu dönemlerin de hesabını mevcut siyasi partilere çıkarmak insafsızlık olur.

Geriye kalan süre, yani fazla fazla 47 yıl sağcı, din istismarcısı hükümetler tarafından yönetilmiş. Üstelik bu 47 yılın 33 yılı tek parti hükümeti olarak yönetilmiş. Dökümünü sorarsanız, 10 yıl Menderes, 4 yıl 5 ay Demirel, 8 yıl Özal 11 yıl AKP. Yani ekonomide yapılan veya yapılamayan işlerin hemen hemen tamamı onlara ait. Tayip Bey bizen önce yol yapmadılar diyorsa yapmayanlar onun ağabeyleri, metro yapmadılar diyorsa gene onlar, üstelik İstanbul metrosu proje çizimi ve başlangıcı Nurettin Sözen tarafından yapılmış. Marmararay ise Ecevit Hükümetinin zamanında başlamış.

Geldi sıra 47 yılda nereden nereye gitmişiz veya gidememişiz. 1969 yılında kişi başı gayri safi milli gelir sıralamasında dünyada 67. sıradaymışız. 2011 yılına gelindiğinde ise 62. sıraya yükselmişiz. Aradan geçen 42 yılda 5 sıra ilerlemişiz ancak bunda 2008 yılında yapılan hesaplama yöntemi değişikliğinin payı büyük. Yani eğer sıralamayı 1969 kriterlerine göre yaparsak maalesef 100. sıraya düşüyoruz. Tabi bunun tersi de mümkün sıralamayı yeni kriterlere göre yaparsak o zaman da 1969 da 67 değil 50. sıraya çıkıyoruz. Her halükarda sabit verilerle milli gelir sıralamasında oldukça geri gitmişiz.

İstihdam verilerine gelince o daha içler acısı. Bırakın geçmişi bu günü irdeliyelim. Çünkü geçmiş her halükarda bu günden çok iyi. İstihdam verileri İş ve İşçi Bulma Kurumu verilerine göre hesaplanmaz. Türkiye’nin nüfusu resmi verilere göre 77 milyon civarında. Bunun %27 i tarım. Bütün hesaplamalar tarım dışı yapılır. Geri kalan nüfus 56 milyon. Bu nüfusun ½ i çalışma yaşı dışında. Türkiyede emeklilik yaşı 60 olduğuna göre 60 üstü ve 18 yaş altı en az %50. Tabi bazıları 18 in altında vaye 60 üstünde olup da çalışanlar var diyecek ama en az onlar kadar 25 yaşında eğitimde olan veya 50 yaşında emekli olan da var. Geri kalır 28 milyon. Bunun yarısı kadın yani 14 milyon. Bu kadınların en az 9 milyonu çalışma yaşamına girmemiş veya istememiş , çünkü ev kadını. Yani Türkiye’nin iş potansiyeli 5 milyonu kadın 14 milyonu erkek olmak üzere 19 milyon. Mevcut işsiz sayısı fiilen 7 milyona yakın. Bu durumda işsizlik oranı fiilen % 36,8 oluyor. Daha iyisi nerede bilmiyorum. Zaten nüfusu bizden daha az olduğu ve milli gelir seviyesi Türkiye’nin 3 katından fazla olduğu halde İtalya ve İspanya kendi ülkelerindeki işsizlik oranını %25 diye açıklarken Türkiye’nin %10 civarında oran beyan etmesi çok komik oluyor. Bu beyanlara ancak bir salak inanır.

Bu iki kriter dikkate alınınca toplam dış borç, cari açık falan demeye gerek yok. Çünkü işler kötü giderse borç artar. Zaten tek başına borcun artması bile ekonominin 63 yılda çok kötü yönetildiğinin delilidir. Bu delilleri,kapanan firma sayılarındaki artışda, dönen çek ve senet sayılarında, nüfus arttışının altında kalan sanayi üretiminde de görebilirsiniz.

Peki çok kötü yönetilen ülke ekonomisinin sorumluluğunu bu ülkeyi 63 yılda 33 yıl 5 ay tek başına yöneten sağcı ve dinci partiler de mi? Yoksa CHP de mi buluyorsunuz? Eğer CHP diyorsanız İNSAF demekten başka çare yok.

Peki niçin toplumda kabahati CHP ye atma eğilimi var. Sebebi 63 yıldır uygulanan sistemli propaganda. Ülkede büyük medya patronları, başta ABD ile işbirliği içinde olan iş dünyası ve onların beslediği kötü politikacılar CHP aleyhine yürütülen bu haksız ve iğrenç propagandaya yataklık yaptılar.

AB ve ABD bu ülkede Sosyal demokrat Partileri sevmezler. Bunun sebebi çok açıktır.
Öncelikle CHP teslimiyetçi değildir. Gün gelir ülke menfaatleri gerektirdiği için Kıbrıs’a müdahele eder. Gün gelir 2001 de olduğu gibi ABD nın Irak politikasında karşı gelir. O zaman batı dünyası ve içerideki iş birlikçi sağcı dinci gurup sistemli bir aleyhte propagandaya gaz verirler.

İnsanlarımızın bu gerçekleri görmeleri zorunludur. Onlar göremiyorlarsa bizler göstermek zorundayız.

Orhan İyiler
Maliye Bakanlığı
E. Baş Hesap Uzmanı


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 02 Juin 2016 11:52    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Bütçe açığını düşürdük efsanesi

Ege CANSEN
Sozcu - 2 Haziran 2016


Maliye Bakanlığı Müsteşarı iken siyasete atılan Maliye Bakanı Naci Ağbal, “2002'de milli gelirin yüzde 11.5'i olan bütçe açığının 2016'da yüzde 1.3'e düşürüldüğünü” söylemiş. Bakan sözlerine devamla, “Bu oran, bugün birçok ülkenin hayal dahi edemeyeceği kadar küçüktür. Bugün gerek OECD gerek AB ülkelerinde bütçe açıkları yüzde 3,4,5'lerde, ama Türkiye, son 14 yıldır uyguladığı sıkı maliye politikası ve bütçe disiplini sayesinde bütçe açıklarını yüzde 1'ler seviyesine indirmiştir” diye övünmüş.


YİÐİDİ ÖLDÜR, AMA HAKKINI YEME

Otuz üç yıldır günlük gazetelerde iktisadi yorumlar yazmaktayım. İki şeyden çok korkarım. Birincisi, teknik hata yapmaktır. İkincisi, başarılı bir kişi veya kuruma haksızlık etmektir. Maliye Bakanı alınmasın ama AKP, “sıkı maliye politikası” uygulamamıştır. Uygulamış olsaydı ne bu kadar “bayındırlık yatırımı” ne de bu kadar çok “sosyal transfer” yapılabilirdi.
AKP; kamu finansmanında vitrin tanzim etmiştir. Üç kural uygulamıştır:
A) Kamu yerine, özel sektör borçlansın,
B) Yurt içi yerine yurt dışından borçlanılsın,
C) Özelleştirme adı altında hem kamu varlıkları satılsın hem de kamunun müstakbel gelirleri peşin paraya kırdırılsın.


BÜTÇE AÇIÐI HESABI VE GEÇMİÞLE KIYASLAMA

Bu sayede kamunun borç oranı düşmüştür. Bu sonucu da “sıkı maliye politikası ve bütçe disiplini uygulanıyor” propagandasıyla efsane haline getiren yiğidin hakkını teslim ederim. Açıklamam daha bitmedi, devamı aşağıda.

Resmi istatistiklerde “bütçe açığı” cari fiyatla hesaplanır. Yani rakamlarda enflasyon düzeltmesi yapılmaz. Bütçenin büyük giderlerinden biri “faiz”dir. Enflasyonun yüzde 73 olduğu 2002 yılında faiz harcamaları “görüntüde” gerçekte olduğundan çok yüksektir. Çünkü enflasyon, anapara aşınmasını da gizlemiştir. Hatta bu sebeple alacağına şahin Maliye Bakanlığı bile enflasyonun yüksek olduğu yıllarda, mükellefe faiz gelirinde enflasyon indirimi yapma hakkı tanıdı. Yani vergi indirimi yaptı. Ama aynı Maliye “vergiye tabi gelir” saymadığı nominal faizi, Bütçe'de gider gösterdi.


2002'DE MİLLİ GELİRİN YÜZDE 11.5'İ KADAR AÇIK YOKTUR

2000-2001-2002 ve hatta 2003 her türlü hesabın şaştığı kriz yıllarıdır. 2000'de yüzde 35 faizli bono çıkartan Hazine, bunların önemli bir kısmını enflasyonun yüzde 70'lere fırladığı 2001'in ikinci ve 2002'nin ilk yarısında itfa etmiştir.

Yani faiz eksi yüzde 22 olmuştur. Devlet bir bakıma “servet vergisi” almıştır. Belki de bütçe açığını “reel olarak” sıfırın altına indirmiştir. Esas yüksek reel faizler 2003-2008 arasında AKP döneminde ödenmiştir. 2009'dan beri reel faizler düşüktür. Faiz gideri reel olarak hesaplanırsa uzun yıllardır Türkiye'nin “operasyonel” bütçe açığı yoktur.
Son söz: Bütçe açığını bırak, dış açığa ve dış borca bak



.


Dernière édition par murat_erpuyan le 22 Déc 2016 1:39; édité 2 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Juin 2016 0:19    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Milli gelir artmışsa üretim de artmıştır
Ege CANSEN
Sozcu - 16 Haziran 2016




Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu, GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla) rakamlarını açıkladı. 2016'nın ilk üç ayında GSYH, 2015'in aynı dönemine göre yüzde 4.8 artmış. Artan şey, galat olarak “milli gelir” denilen ve halkın “milli refah” olarak anladığı şey değildir. Halkın refahı artmasa, hatta azalsa bile hesapta GSYH (kabaca yurt içi üretim) artmış gözükebilir. Bu çelişkinin kaynağı “üretim” kelimesinin tanımında gizlidir. Mesela Güneydoğu'da terörle mücadele eden veya IŞİD hedeflerini bombalayan güvenlik güçlerinin harcamaları “güvenlik hizmeti üretimidir”.

Harcamalara göre yapılan hesapta “kamu tüketimi” olarak yer alır. PKK'nın yurt içi harcamaları da dolaylı olarak “özel tüketim” başlığı altında hesaba girer. Kadıköy'de rantsal dönüşüm uğruna yıkılan binaların yıkım giderleri “özel kesim yatırım harcamaları” başlığı altında hesaba dâhil olur.



ÜRETMEDEN BÜYÜDÜK TEKNİK OLARAK YANLIŞ BİR İFADEDİR

Tekrarlayalım. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla, “yurt içi üretim” demektir. Yani, Keynes'in tanımıyla ülke içinde yaratılan katma değerlerin toplamıdır. Eğer ölçülen artış yüzde 4.8 ise, üretim de yüzde 4.8 artmıştır. Bu, tanım icabı böyledir. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla, “harcamalar eksi cari açık”a eşittir. (Stok değişmeleri uzun vadede sıfır olduğu için dikkate almıyorum.) Cari açıkla, yurt içi harcamalar artar ama GSYH artmaz. Çünkü cari açık GSYH hesabında “eksi” olarak yer alır.

2016'nın ilk çeyreğinde, tüketim harcamaları, yatırım harcamalarından hızlı artmıştır. Özellikle kamu (devlet) tüketim harcamaları çok hızlı artmaktadır. Ürettiğimizden fazlasını tüketmiş olduğumuz da doğrudur. Nitekim Yurt İçi Harcamalar, geçen yıla göre yüzde 6.3 büyümüştür. Ama büyüme yüzde 4.8 olarak ilan edilmiştir. Çünkü aynı dönemde sabit TL ile cari açık da GSYH'nın yüzde 1.5'u kadar büyüdüğü için, “büyüme” yüzde 4.8 (yüzde 6.3 eksi yüzde 1.5) olmuştur.


ÜRETİM ARTIŞI REFAH ARTIŞI DEĞİLDİR

İki hafta önce The Economist dergisinin baş makalesi “Refahın Ölçümü” (Measuring Prosperity) idi. Yazarlar, GDP (Gross Domestic Product) yani “Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla” refahın kötü bir göstergesidir diyordu. GDP öncelikle tarım ve sanayi üretimini yani somut şeyleri ölçmek üzere tasarlanmıştır. Her ölçü yöntemi, neyi ölçmek üzere tasarlanmışsa ancak onu ölçer.

Refahı ölçmek için önce refahı tanımlamak gerekir. Yeşil, temiz ve sakin bir ortamda yaşamak, refahın bir göstergesi ise, bugünkü “piyasada işlem gören” tüketim ve yatırım harcamalarını esas alan ölçü sistemi, refah artışını göstermez.

Ekonomik politikaların amacı ile ölçü yöntemi arasında çelişki olduğu kesin. Belki de bu yüzden gelişmiş ülkelerde “refah artarken”, “milli gelir büyüme” oranları çok düşük çıkıyor.

Son söz: Bodrum'da refah yüksek, milli gelir düşüktür.




.


Dernière édition par murat_erpuyan le 09 Sep 2016 0:27; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 30 Juil 2016 1:58    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Borç AKP’yle üçe katlandı


Erinç Yeldan, Cumhuriyet 27.07.2016


Kısa vadeli borcun MB döviz rezervlerinin yüzde 110’una ulaşması tehdit oluşturuyor


Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en çalkantılı ve karanlık dönemlerinden birisini yaşıyor. Siyasi belirsizliklerin böylesine yoğunlaştığı bir dönemin ulusal ekonomimize etkileri nasıl olacaktır? Bu soruya yanıt aramak için ekonominin güncel konumuna ait verileri anımsamamız gereklidir. Bu haftaki yazımızı böylesi bir çabaya ayırmayı uygun gördüm.

•Büyüme: Milli gelirimiz, 2016’nın birinci çeyreğinde yüzde 4.8 büyümüş idi. Söz konusu büyümenin ardında yüzde 6.5’lik genişlemeyle birlikte özel tüketim harcamalarının yattığı ve Türkiye’nin tüketim talebine dayalı bir genişleme içinde olduğu vurgulanmaktaydı. Gerçekten de bu dönemde sabit sermaye yatırımları yüzde 0.4 ile daralmış, ihracat artışı ise yüzde 2.4 ile çok sınırlı kalmıştı. İthalat talebindeki artış ise, tüketim harcamalarına koşut olarak yüzde 7.5 büyümüş idi.

Büyüme hızındaki ivmelenmeye karşın, fert başına düşen milli gelir döviz kurlarındaki pahalılaşma nedeniyle gerilemesini sürdürmüş ve 2008 düzeyinin altına inmiş durumdaydı (9,130 dolar). Oysa 2003 sonrası dönemde fert başına milli gelirin dolar bazında üç misli artış göstermesi AKP ekonomi idaresinin başarı öykülerinin ana temasını oluşturmaktaydı. 2003’ten 2007’ye kadar olan dönemde, dünya ekonomisinin spekülatif nitelikli ve 2008 kriziyle birlikte sürdürülemez olduğu belgelenen genişleme konjonktürüne denk gelen bu gelişmenin ardında dövizin ucuzluğuna dayalı sanal bir büyüme yatmaktaydı.

Bu dönemde AKP ekonomi idaresinin ana kurgusu ulusal faizlerin yüksek tutularak Türkiye’ye çekilen sıcak para sayesinde dövizin ucuzlatılmasıydı. Ucuz döviz, bir yandan tüketim ve yatırım talebini kamçılıyor, diğer yandan da ithalat fiyatlarını ucuzlatarak enflasyonun aşağıya çekilmesine yardım ediyordu. Türkiye böylelikle, yurtdışından sermaye girişi olduğunda büyüyen, sermaye girişleri yavaşladığında durgunlaşan - hatta küçülen, bir ekonomiye dönüşmüştü.

•Cari açık ve dış kırılganlıklar: Dövizin ucuzluğuna dayalı spekülatif nitelikli büyümenin bedeli dış açıklar (cari işlemler açığı) ve yüksek borçlanma olarak gerçekleşti. Cari işlemler dengesi 2016’nın Ocak - Mayıs döneminde 13.7 milyar dolar açık verdi. Bunun 7.8 milyar doları net borç portföy yükümlülükleriyle, 2.6 milyar doları da kayıt dışı (ödemeler dengesi: net hata noksan) girişleriyle kapatıldı. 2015’te aynı dönemde cari açık 18.6 milyar dolar idi ve kayıt dışı sermaye girişleri finansmanının payı 9.7 milyar dolar biçimindeydi. Dolayısıyla, yakın dönemde cari işlemler açığının finansmanı sıcak para ile kayıt dışı sermaye girişleri arasında gidip gelmektedir.

Dış açığa dayalı, spekülatif nitelikli büyümenin sonucu dış borçlanmadır. Türkiye’nin 2016’nın ilk çeyreği itibarıyla toplam dış borcu 411.5 milyar dolardır. Dış borçlarımız AKP’nin ilk iktidara geldiği 2003’ün son çeyreğinde 124 milyar dolar idi. Yani AKP ekonomi yönetimi iktidarı boyunca Türkiye’nin dış borçlarını 3.3 misli (net 287 milyar dolar, kişi başı yaklaşık 3,500 dolar) artırmıştır. Sözün özü, bugün her yeni doğan T.C. vatandaşı çocuk ortalama 5.137 dolar borçludur.

Bu borcun 108.1 milyarı kısa vadelidir. Bu rakam Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri (98.1 milyar) ile karşılaştırıldığında, rezervlerin yüzde 110’una ulaştığı görülmektedir. “Kısa vadeli dış borcun merkez bankası döviz rezervlerine oranı” bütün derecelendirme ve finansal yatırım kurumlarınca bir ülkenin en önemli kırılganlık göstergesi olarak izlenmektedir. Söz konusu oranın yüzde 100’ün üzerinde seyrediyor olması, böylesi bir siyasi belirsizlik ve çalkantı döneminde Türkiye ekonomisi için çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

•İşgücü piyasaları ve istihdam: TÜİK tarafından sunulan en son verilere göre işsizlik oranı yüzde 9.3, tarım dışı sektörlerde ise yüzde 11 olarak gerçekleşti. İşsizlik oranının mevsimsel dalgalanmalarla birlikte yüzde 9.5-10.5 bandında seyretmeye devam eden görünümü, güncel olarak yaşadığımız göçmen ve ucuz işçi baskısı ile birleştiğinde, Türk işgücü piyasalarında ileriye dönük olarak enformalleşme ve kayıt dışılığın artacağı yönünde endişelerimizi güçlendirmektedir.

Sonuç olarak büyümenin niteliğine tekrar dönersek, sabit sermaye yatırımları daralırken ihracat artışlarının da son derece yavaş olduğu bir konjonktür içinde bulunan ulusal ekonominin bu siyasi çalkantı döneminde zor bir dönemece sürüklenmekte olduğu açıktır. Bütün bunlar yaşanırken Türkiye’nin uluslararası arenada yalnızlığa itilmesi bu dönemin güçlüklerini daha da şiddetlendirecektir. Nitekim, Alman Tagesspiegel dergisinde yayımlanan bir değerlendirme (*) Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması’nın “Türkiye lehine yeniden düzenlenmesinin” askıya alınabileceğini öne sürmekte; Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ihracat pazarlarının daralabileceği uyarısını yapmaktadır.

Türkiye ekonomisi, bu karanlık günleri ne yazık ki kırılgan bir konumda göğüslemek zorundadır.


(*) http://www.tagesspiegel.de/politik/tuerkeiim- ausnahmezustandwelchen- einflusshat- der-westen-auferdogan/ 13910872.html


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Sep 2016 0:30    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


‘Yeniden Milli Kurtuluş’.. Nereye bakacağınızı yazıyorum!

Orhan Bursalı

Cumhuriyet - 06 Eylül 2016


İktidar mensuplarının dilinde “yeniden milli kurtuluş savaşı veriyoruz..” lafı eksik olmuyor ya, bu kez konuya farklı bir açıdan yaklaşacağım. Türkiye Cumhuriyeti, bugün tvit tarihçiliği yapan uyduruk insanların alaya almaya çalıştığı Zafer’le gerçekleşti. Atatürk, Kurtuluş’tan sonra Kuruluş’un tüm temellerini attı. Ne isterseniz! Hava-uçak sanayisine kadar! Araştırma birimlerine, sanayiye, tarımın nasıl yapılacağına kadar (mesela AOÇ)!

Araya İkinci Dünya Savaşı girdi ne yazık ki ve 1950’den itibaren de ülkeyi inşa, sanayileşme, kalkınma iradesi, Amerikan Marshall yardımı alçaklığına terk edildi. Atatürk’ün kalkınma projeleri çöpe atıldı, birbir kapatıldı, bize plan değil pilav lazım lafı ünlüdür!

O dönemin iktidarı da, tıpkı bu dönemdeki gibi, kalkınmayı yollar, bulvarlar yapmak gibi gösterişli projeler olarak algıladı ve uyguladı… Bugünkü iktidar bu açıdan Menderes dönemiyle bir dejavu halindedir! Ülkemizdeki sağ iktidarların neredeyse tümü görülür gösterişli eserlerle zamanını geçiriyor.

Oysa sanayi, kalkınma, yerlerde sürünüyor. İşsizlik diz boyu, yoksulluk düşmüyor. Gelirler arasında uçurum, artık Allah ne verdiyse!
Neden ekonomi değer üretemiyor? Buna bakacağız şimdi.


Hamal geliri ile CEO geliri farkı
Günümüzde, ekonominin üretim değerini anlamanın en önemli kıstası, ne kadar yüksek teknoloji ürettiğiniz ve ne kadarını ihraç ettiğiniz.. Bu, mesela 100 TIR’lık düşük ve orta teknoloji mal ihracatıyla elde ettiğiniz değeri, 1 TIR yüksek teknoloji mal ihracatıyla elde edersiniz, getirisi, yani katma değeri çok yüksektir.. Hamallık yapmakla, yaratıcı bir mühendisin ve bir şirket CEO’sunun gelirleri arasındaki fark gibidir!
Şimdi aşağıdaki tabloyu inceleyin. Bu tablo, ekonomimizin ürettiği yüksek teknoloji ürünlerinin değerini $ olarak gösteriyor. Parantez içinde de imalat sanayii toplam değeri yazıyor:


2009: 9.427.548.253 (271.074.319.262)

2010: 10.577.769.478 (348.720.697.817)

2011: 11.063.669.845 (415.980.446.840)

2012: 10.015.360.718 (417.625.580.049)

2013: 10.035.061.591 (448.750.596.303)


Ne okuyorsunuz yukarıda?
1) Yüksek teknoloji üretiminin değeri (%) 5 yıldır sabit..

2) İmalat sanayii içinde yüksek teknolojinin payı yüzde 2-2.5 dolayında sabit.. Dahası 2009 ve 2010 yıllarına göre payı daha düşmüş.

3) Yani düşük ve orta teknolojiye dayalı üretim yapısı artarken, yüksek teknolojinin gelişiminde tık yok!

4) Bu şu demek: Dünya iyi ve kaliteli mal ve hizmet üretiminin peşinde. Para orada. Müşteri de öyle. Siz bu alanda çok azsınız. Dolayısıyla yükte ağır- pahada hafif mal üretiminizle yetiniyorsunuz. Düşük ve orta teknolojide ise rekabet kıyasıya, genellikle de siz mal satmak için fiyat kırmak zorunda kalıyorsunuz. Aynı paraya daha fazla üretim.
Şimdi bir tablo daha. Yüksek teknoloji ürün ihracatının toplam imalat sanayii içindeki payı ne kadar? Bunu üyesi olduğumuz OECD ülkeleriyle kıyaslamalı görelim:



2015 oranını yüzde 2.2 görüp de gelişme saymayın. 0.3’tesiniz 6 yıldır. Bak OECD ortalaması değişmiyor onlar da yerinde sayıyor hiç demeyin, ikinizin arasındaki muazzam farka bakın!


Yetiş padişahım!

Yeniden milli kurtuluş savaşından bahsediyorsunuz, Türkiye için bu, yüksek teknoloji üretim ve ihracatını OECD ülkeleri ortalamasına yükseltme çalışmasıdır! Bu konuda yaptığınız hiçbir şey yok! Gösterişli yeraltı tünellerinizin ve başı göğe eren köprü kanatlarınızın ise buna hiçbir katkısı yok.

Rehber aldığınız batan Osmanlı padişahı kafası mı bunu gerçekleştirecek. Ekonomide saplanmış kalmışsınız düşük teknolojik yapının içinde..
14 yıldır ürettiğiniz ise özellikle son 8 yıldır kaos, gözyaşı, kamplaşma ve parçalanma!

Not: Verileri Bayram Ali Eşiyok’tan edindim. Bu anlamda ortak yazar sayılır, teşekkür.

(...)



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Sep 2016 0:34    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Bırakalım palavraları, hayati konumuz budur, hiç unutmayın – 2!

Orhan Bursalı

Cumhuriyet - 08 Eylül 2016



Salı günü, imalat sanayimizde yüksek teknoloji üretiminin payının yüzde 2.2 olduğunu, üyesi olduğumuz 34 OECD ülkeleri ortalamasında ise bu oranın yüzde 17 civarında olduğunu yazmıştım. Anımsadınız mı?
Ve Türkiye’nin bir yeniden milli kurtuluş savaşı verecekse, orta ve yüksek teknoloji sanayi üretiminin OECD ortalamalarına yaklaştırma politikalarıyla bunun gerçekleşebileceğini belirtmiştim..
Hayati konumuz budur!

Þimdi size ekonomide at koşturduğumuzu sandığımız bazı ülkelerle aramızdaki yüksek teknoloji (YT) üretiminde ihracat farkını yazıyorum. İşte size liste (Bayram Ali Eşiyok katkısı ile, Dünya Bankası 2016; 2013 oranları): Salı günü, imalat sanayi içindeki yüksek teknoloji üretiminin payını yüzde 2.2 olarak vermiştik. İhracattakı payımız da aynı: 2.2. Aşağıda, OECD üyesi olmayan bir ülke grubuyla (Türkiye’nin sık karşılaştırıldığı) Türkiye’nin Yüksek Teknoloji İçerikli Ürün İhracatının Toplam İmalat Sanayii İçerisindeki Paylarını (%) veriyorum.

Türkiye 2.2

Arjantin 9.8

Brezilya 9.6

G. Afrika 5.5

Çin 27.0

Rusya 10.0

Endonezya 7.1

Hindistan 8.1


Sürekli liste sonuncusu olmak hoş değil!

OECD ülkelerinin aynı dönem YT’nin ihracattaki paylarını açıklayan listeye bakıyorum, Türkiye’ye yakın bir ülke bulabilir miyim diye. Aaaa evet var!

Portekiz 4.3

Þili 4.9

Slovenya 6.2

Finlandiya 7.2

İngiltere 7.6

İspanya 7.7


Ama hepsi bizim iki üç katımız oranlara sahip. Üstelik bu listede Türkiye’nin oranı yüzde 1.9 olarak veriliyor.

OECD ülkeleri listesinde ihracatında yüksek teknoloji payı en yüksek ülkeleri merak etmez misiniz? (OECD ortalaması 16.9)


Güney Kore 27.1

İsviçre 26.5

Fransa 25.8

İrlanda 22.4

Hollanda 20.4

Bakan, yüzde 20’lerde!

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü geçenlerde tam bu konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “İhracatımızın içinde yüksek teknoloji ürünlerinin payını arttıracağız; halen yüzde 3.5 olan bu oranı yüzde 20’lere çıkartmayı arzuluyoruz.”

Yüzde 2.2 ve 1.9 olarak verdiğimiz yüksek teknoloji oranını Faruk Bey yüzde 3.3 olarak dile getiriyor. Bu TÜİK’in sitesinde yer alan oran. Bizde bu oran hep yüksek hesaplanıyor. Yüksek teknoloji sınıfına soktuğumuz bazı imalatların, OECD ve Dünya Bankası’nın standartlarının dışında gözüküyor.

Uçmayalım, neyse onu verelim.

Faruk Bey de yüzde 20’lere uçmuş. Niyet, dilek iyi de bu konuda ne yaptınız, ne yapıyorsunuz, planınız, programınız, stratejiniz ne diye sormuyorum.

Çünkü olmadığını biliyorum.

Tünel, yol, devasa göstermelik inşaatlar, köprüler, devasa camiler, camiler..

İnovasyon mu? O da ne?

Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biridir inovasyon, yani üretimde sürekli yenilikçi kalmak.

Yenilikçilikte niye nal topluyoruz?

Çünkü yüksek ve orta-yüksek teknolojilerde sanayinin yapısı yerlerde süründüğü için.

Ekonomi lafta bu sorunları dile getiriyor, ama teknolojinin yapısı düşük ve orta teknolojide çakılı kaldıkça, yukarıya doğru bir tırmanma olmadıkça, daha çok inovasyon gevezelikleri yaparız.

Bunları ana konular olarak tartışan bir medya gördünüz mü?

Çünkü halk bunlarla ilgilendirilmez.

Varsa yoksa siyasi gevezeliklerle ölüp gidecek bu ülke!






Dernière édition par murat_erpuyan le 22 Déc 2016 1:39; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 06 Déc 2016 12:35    Sujet du message: Répondre en citant

Ekonomist, Mahfi Egilmez, "Avrupa Birliği ile Þangay İşbirliği Örgütünün Türkiye Açısından Karşılaştırılması" konulu bir yazi yayinlamis 29/11/2016 da ilginç...

Aslinda iki birliktelik hiç te birbirine benzemiyor. AB herseyden once ekonomi bazli ve federal yapiya yakin, Bruksel'in gunluk yasamda çok buyuk agirligi olan bir birliktelik, Sangay ise daha ziyade savunma amaçli bir birliktelik...


http://bit.ly/2haSzmO


.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 18 Déc 2016 2:23    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

"MEÐER, 2015 YILINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ YÜZDE 6,1 ORANINDA BÜYÜMÜÞ"

Selin Sayek Böke,"Þu anda Türkiye ekonomisinin en temel göstergeleriyle ilgili neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kimse bilmiyor"dedi. Böke'nin açıklamaları şöyle:" TÜİK'in milli gelir hesaplarında yaptığı ve nedense ekonomideki bozulmanın çok belirgin görüleceği bu çeyrek için uyguladığı "revizyonla", kağıt üzerinde sadece Milli Gelir ve Kişi Başına Düşen Gelir değil, yıllık büyüme oranları da neredeyse iki katına çıkmış oldu. Buna göre meğer, 2015 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 6,1 oranında büyümüş. Ancak aynı yıl bu büyümeye rağmen işsizlik yine de artmış, sanayi üretiminin önceki yıla göre gerilemiş. Benzer şekilde 2013 yılında da büyüme yüzde 4,2'den yüzde 8,5'a revize edildi. Ancak bu derece yüksek bir büyümeye rağmen aynı yıl işsizlik yüzde 8,8'den yüzde 9'a çıkmış. TÜİK'in bu revize verilerini destekleyici başka herhangi bir makroekonomik verinin bulunmayışı sağlıklı bir değerlendirmeyi imkansız kılıyor. Þu anda Türkiye ekonomisinin en temel göstergeleriyle ilgili neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kimse bilmiyor. Ortaya çıkan fotoğraf şuna benziyor: Kar yağıyor ama termometre 30 derece sıcaklık gösteriyor. Hükümete, dışa açık bir ekonomide bağımsız kurumların ve güvenilir istatistiklerin yaşamsal önemde olduğunu hatırlatıyoruz. Çünkü AKP Hükümeti hariç, tüm dünya şunu iyi bilir: Güven bir kez kaybedilirse, bir daha sağlamak eskisinden de zor olur."

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 22 Déc 2016 1:43    Sujet du message: Répondre en citant

Evet durum, kar yagiyor ama termometre 30°C gösteriyora benziyor!
Bakalim uluslarasi kuruluslar bu hesaba katilacak mi?

Citation:

‘Yeni’ milli gelir serisi üzerine gözlemler
Erinç Yeldan, Cumhuriyet 21 Aralık 2016



TÜİK 2009 bazlı “yeni” milli gelir serisini yayımladı. TÜİK uzmanlarının uzun süredir üzerinde çalıştığı yeni seri, Avrupa İstatistik Birliği’nin ESA-2010 metodolojisinin uygulanmasına dayanıyor. İstatistik Kurumu daha önce 1968, 1993 ve 2008’de de benzer güncellemeler yapmış idi. Son güncellemeye göre 2015 itibarıyla toplam milli gelirimiz eskisine görece yüzde19.7 arttı ve 2 trilyon 337 milyar TL oldu. Dolar bazında da kişi başına düşen gelirimiz 9.247 yerine, 11.014 dolar olarak duyuruldu.
Hemen belirtelim ki, söz konusu “düzeltmelerin” ardında TÜİK çalışanlarına “yukarılardan bir yerden emir verilerek rakamların şişirildiği” gibi basit bir komplo teorisinin sonucu olduğu kanısında değiliz. Bu tür çocukça ve saf bir açıklamanın her şeyden önce TÜİK çalışanlarının emeklerine saygısızlık anlamına geleceğini ve ekonomik verilerin hazırlanmasında böylesine basit açıklamaların çok kolaycılık olacağını vurgulamak isteriz. İstatistiksel yöntemlerin ve verilerin daha kapsayıcı bir biçimde tahmin edilmesi yönündeki çalışmalar elbette önemlidir ve desteklenmelidir. Nitekim, TÜİK’in açıklamalarına göre 1998 bazlı “eski” seri ile, 2009 bazlı “yeni” seri arasında 2012 itibarıyla oluşan yüzde 10.79’luk farkın, yüzde 7.97’si “ölçüm sorunlarından kaynaklanan farklılıklardan” doğduğu ifade edilmektedir.

Ancak, mevcut çalışmada açıklanmaya muhtaç önemli sorunlar olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Öncelikle, yeni milli gelir serisinin harcama ve tasarruf dengesine ilişkin bileşenleri açıklanması gereken çok büyük sapmalar içermektedir. Þöyle ki yeni milli gelir serisinde en önemli değişikliğin sabit sermaye yatırımlarında yeni alanların hesaba dahil edildiği şeklindedir. Artık Ar-Ge ve “silah” harcamaları da “yatırım” harcaması olarak nitelendirilmiş ve seriye eklenmiştir. (Ancak TÜİK’in yeni sabit sermaye yatırımları tablolarında bu detay veriler açıklanmamaktadır). Bunun yanında eski seride milli gelir içindeki payı yüzde 4.4 olan inşaatın payı, bu sefer yüzde 8.2 olarak yukarıya revize edilmiştir. (Müteahhit kapitalizmi diye betimlediğimiz Türkiye ekonomisinde bunda şaşılacak bir şey yok).

Dolayısıyla, Türkiye’nin 2015’teki toplam yatırımları milli gelire oran olarak yüzde 28.6’ya çıkmıştır (eskiden bu oran yüzde 18.3 idi). Milli gelir muhasebesinde cari açık (dış açık) “tasarruf eksi yatırım harcamaları” özdeşliğine dayanır. Bu özdeşliği izleyerek 2015’te yüzde 4 düzeyinde olan cari işlemler açığı verisini kullandığımızda da Türkiye’nin yeni tasarruf oranı yüzde 24.6 olarak ilan edilmektedir. (Oysa eski oran yüzde 14 idi). Yani Türkiye birdenbire milli gelirinin üçte birini yatırıma ayıran, yüksek tasarruflu bir ülke olup çıkmaktadır. Bu olgu Türkiye’yi yüksek yatırım, yüksek tasarruf, yüksek büyüme hızlı bir Uzak Asya ekonomisi görünümüne yaklaştırmaktadır. Oysa bizler neredeyse kırk yıldır Türkiye’yi düşük tasarruflu, yüksek dış ticaret açığı olan ve yüksek dış borç biriktiren bir Latin Amerika ülkesi olarak değerlendirmekteydik. Bundan böyle bu değerlendirmeye ortak olan IMF, Dünya Bankası ve hatta Kalkınma Bakanlığı’nın Orta Vadeli Program metinleri de geçersiz konumdadır.

İkinci sorun, milli gelirin yıllık büyüme hızının hesaplanmasındaki kavram karmaşalığıdır. Eski metodolojide cari fiyatlarla tahmin edilen milli gelir, baz yılı fiyat endeksi aracılığıyla indirgenerek enflasyondan arındırılmakta ve sabit fiyatlarla reel düzeyi belirlenmekteydi. Yeni milli gelir metodolojisi ise büyüme hızını “zincirlenmiş hacim endeksi” kavramına bağlamaktadır. Bu kavramda son iki yılın fiyatlarının hareketli ortalaması kullanılarak, reel milli gelirin büyüme hızı hacimsel zincirlemeye dayalı bir endeks değeri olarak verilmektedir. Yani, artık sabit fiyatlarla reel milli gelir verisi tarihe karıştırılmış yerine sadece endeks rakamları getirilmiştir. Bunun sonucunda ise iktisatçıların “sermaye - çıktı”, ya da “emek - çıktı” oranı ya da “emeğin marjinal hasılası” gibi temel kavramlarının hesaplanması olanaksız hale gelmiştir.

Bu teorik sorun yanında, pratik olarak bu türden hesaplamanın sonucunda son üç yılda milli gelirin büyüme hızı birdenbire neredeyse iki misline fırlamıştır. Bu hesaplama yöntemiyle, Türkiye’nin 2009 kriz sonrasında (2010-2015) yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4.9 yerine yüzde 7.9’a çıkmış ve milli ekonomimiz dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi konumuna ulaşmıştır.

Konuyu şöyle bir hipotetik örnekle açıklamaya çalışalım. Bir ülkede birinci yıl 100 olan milli gelir, ikinci yılda bir kriz ile birlikte 50’ye gerilemiş olsun. Büyüme hızı eksi yüzde 50 olur. Üçüncü yıl milli gelir 100’e tekrar yükselir ise, bu sefer bu yılın büyüme hızı yüzde 100 olarak hesaplanacaktır. Milli gelir iki yıl sonunda hiç değişmediği halde, son iki yılın basit büyüme ortalamasını alırsak yüzde 25 büyüme verecektir. Bilmem anlatabiliyor muyuz? Ama dedik ya, 2009 baz yılı olarak yanlış seçilmiş bir yıl. ESA-2010 metodolojisi uygulanacak ise, Avrupa İstatistik Birliği gibi biz de milli gelir hesaplamalarında 2010 yılını baz olarak kabul etsek ve bunu da 2012 bazlı Girdi Çıktı Tablosuna bağlamış olsaydık daha sağlıklı olmaz mıydı?

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Déc 2016 14:29    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



İktisadi analiz bitti, babaliz verelim
Ege CANSEN
Sozcu - 18 Aralık 2016


Bir süredir TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) mutfağında bir şeyler piştiği söyleniyordu. İktidar iktisadi alanda ciddi performans zafiyeti göstermişti. Nitekim Kredi Derecelendirme Kuruluşları Türkiye'nin notunu “Mali yatırım (sıcak para diye okuyun) yapılması tehlikelidir” düzeyine indirmişlerdi. Ülkenin morale ihtiyacı vardı. Durumdan vazife çıkaran TÜİK, hafta başında pişirdiği yemeği sofraya koydu. Tencerenin kapağı açılınca görüldü ki, meğer Türkiye ekonomisi 2009'dan beri harikalar yaratıyormuş. Lakin ne yerli ne de yabancı uzmancıklar bunun farkında değilmiş. İktisatçı geçinen ne kadar insan varsa tencereye yaklaştı. Bu egzotik pişmiş gıdayı yiyip yememekte tereddüde düştüler. Önce tadına bakmak için, yemeğin orasını burasını didiklemeye başladılar. İlk tepkileri “ben almayayım, önce arkadaşlar buyursun” oldu. Çünkü yemeği anlamadılar. Birbirlerine telefon ederek şaşkınlıktan kurtulmaya çalıştılar. Üstelik ortaya konanı “yerlerse”, bugüne kadar yaptıkları analizlerin hepsi çöpe gidecekti. Bu da mesleki açıdan “kandırılmış olmaya” benzer, tahammül edilmesi zor bir durumdu.


MÜJDELİ HABERLER

TÜİK “EUROSTAT” Avrupa İstatistik Kurumu'nun geliştirdiği ve pek çok Avrupa ülkesinde uygulanan yeni “Milli gelir muhasebesi” yöntemini kullanarak, elindeki verileri yeniden değerlemiş ve yayınlamıştı. Bu yönteme göre son 5 yılda Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biriydi. Kişi başına milli gelir, ilan edilenlerden yüzde 20 kadar daha yüksekti. Ulusal tasarrufun, kamu borcunun ve dış borcun milli gelire (GSYİH) oranları bakımından da rahatça “Yatırım Yapılabilir” reyting seviyesinde bir mali yapıya sahipti. Mehmet Þimşek'e göre derecelendirme kuruluşları, hemen harekete geçip Türkiye'ye hak ettiği notu vermeliydi. Bu sayede ülkeye bol sıcak para akacak ve dolar fiyatı aşağıya düşecekti. Kısaca, mâkus talih yenilmişti. Ancak her zaman üzülecek bir şey bulunca sevinen iktisatçılar ve AKP'nin başarılarını kıskananlar yayınlanan hesaplara inanmakta çok zorlanıyordu.


EY GERÇEK! GELDİYSEN ÜÇ DEFA VUR
Yayınlanan bilgileri “yanlıştır, uydurmadır, asparagastır” diye elin tersiyle reddetmek doğru bir tutum olamaz. Olduğu gibi kabul etmek de safdillik olur. Çünkü içinde ciddi tutarsızlıklar var. Üstelik pek çok bilginin nasıl üretildiği açıklanmamış. Benim aklıma takılan sorular şunlar:
Milli gelir son tahlilde “fiziki” bir oluşumdur. Parasal ölçme yönteminin değişmesi, parasal rakamları değiştirebilir. Mesela kişi başına milli gelir artabilir. Ama kıyaslama için ölçülen dönemin her yılı için artar. Dolayısıyla yıllık artış oranları, ya hiç değişmez ya da Avrupa'da olduğu gibi binde bir mertebesinde değişir. Halbuki yeni seride, eskisine göre yüzde 4 sıçrama bile var. Bu doğaya aykırıdır. 2009 gibi milli gelirin düştüğü yılın baz alınması, her ne kadar “zincir” endeks kullanılıyorsa da, önemli bir sapma sebebi olabilir. TÜİK, 2010 yılını baz alıp yeni bir seri yayınlamalıdır.
Açıklanan büyüme hızları, küresel durgunluk, dış ticaret daralması, artan işsizlik oranlarıyla tutarlı değildir. Bu işe şeytan karışmıştır.


Son söz: İşgüzarlık, iş bilmek değildir. Bir süredir TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) mutfağında bir şeyler piştiği söyleniyordu. İktidar iktisadi alanda ciddi performans zafiyeti göstermişti. Nitekim Kredi Derecelendirme Kuruluşları Türkiye'nin notunu “Mali yatırım (sıcak para diye okuyun) yapılması tehlikelidir” düzeyine indirmişlerdi. Ülkenin morale ihtiyacı vardı. Durumdan vazife çıkaran TÜİK, hafta başında pişirdiği yemeği sofraya koydu. Tencerenin kapağı açılınca görüldü ki, meğer Türkiye ekonomisi 2009'dan beri harikalar yaratıyormuş. Lakin ne yerli ne de yabancı uzmancıklar bunun farkında değilmiş. İktisatçı geçinen ne kadar insan varsa tencereye yaklaştı. Bu egzotik pişmiş gıdayı yiyip yememekte tereddüde düştüler. Önce tadına bakmak için, yemeğin orasını burasını didiklemeye başladılar. İlk tepkileri “ben almayayım, önce arkadaşlar buyursun” oldu. Çünkü yemeği anlamadılar. Birbirlerine telefon ederek şaşkınlıktan kurtulmaya çalıştılar. Üstelik ortaya konanı “yerlerse”, bugüne kadar yaptıkları analizlerin hepsi çöpe gidecekti. Bu da mesleki açıdan “kandırılmış olmaya” benzer, tahammül edilmesi zor bir durumdu.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Déc 2016 14:35    Sujet du message: Répondre en citant

MG hesplanmasinda degisiklik konusunda bir yorum da Mahfi Egilmez'den...

Tablo ve grafikler için ekonomistin sitesine bakin :




Citation:


Kedi Buysa Ciğer Nerede?


2015 Büyümesinin Gizemi

TÜİK’in açıkladığı yeni seri GSYH ve ek açıklamalar üzerine biraz daha kafa yoralım. Aşağıdaki tabloda başlıca ekonomik göstergeler 2013 yılından itibaren yıllık bazda yer alıyor. Tablodaki bütün sayı ve oranlar TÜİK tarafından yayınlanan yeni GSYH serisine göre gösterilmiş bulunuyor.




2015 yılı verilerine baktığımızda büyümenin yüzde 6,1’e yükseldiğini görüyoruz. Yüzde 6,1, Türkiye’nin potansiyel büyümesinin üzerinde bir oran. Bu büyümeyi destekleyecek olan göstergelere baktığımızda ise bunu haklı kılacak bir destek göremiyoruz. Enflasyon düşmüş (talep bir önceki yıla göre gerilemiş), sanayi üretimi önceki yıla göre gerilemiş, bütçe açığı ve cari açık küçülmüş. Bütün bunlara karşılık işsizlik oranı artmış. Oysa bu göstergelerden en azından bazılarının büyümeyi destekleyici yönde değişmesi beklenirdi. Örneğin sanayi üretiminin artması, işsizliğin gerilemesi (en azından artmaması) bütçe dengesi ve/veya cari dengesinin artması ve enflasyonun da yükselmesi (en azından yerinde kalması) beklenirdi. Oysa bunların hepsi tam ters yönde hareket etmiş görünüyorlar. Dolayısıyla 2015 yılında yüzde 6,1 gibi yüksek bir büyümeyi haklı çıkaracak bir durum görülmüyor. Bu karmaşa muhtemelen baz yılının 2009 yılı gibi yüzde 4,7’lik bir küçülmenin yaşandığı bir yılın seçilmesinden kaynaklanmış bulunuyor.

Tasarruf Sorunumuz Olmadığını Öğrenmiş Bulunuyoruz
TÜİK’in yeni seri GSYH ile birlikte açıkladığı kurumsal sektör hesapları tablolarına göre (bu tablolar yeni oluşturulmuş tablolar) yatırım ve tasarruf miktarları 2015 büyümesinden de daha ilginç sayılar olarak karşımıza çıktı. Söz konusu tablolara bakınca tasarruflarımızın düşüklüğüne boşu boşuna üzüldüğümüzü gördük. Meğer biz Almanya’ya yakın oranda tasarruf, Hindistan’a yakın oranda da yatırım yaparmışız.

Bu yeni hesaplamalara göre Türkiye’nin 2015 yılındaki tasarruf oranı yüzde 14 değil yüzde 24,8 ve yatırım / GSYH oranı da yüzde 28,6 çıkıyor (% 30 sabit sermaye yatırımı – % yüzde 1,4 stok değişimi = % 28,6 yatırım / GSYH oranı.)

Yukarıdaki tabloya bir kez daha bakalım. Bu tabloya göre cari açık (yeni seri GSYH içindeki payı) yüzde 3,8 olarak görünüyor. Cari açık, bir ülkenin toplam yatırımları ile toplam tasarrufları arasındaki farktır. Bunu şöyle bir denklemle gösterebiliriz:

Cari Açık = Toplam Yatırımlar – Toplam Tasarruflar

Ya da bunu oransal olarak göstermek istersek şöyle yazabiliriz:

Cari Denge / GSYH (%) = Toplam Yatırımlar / GSYH (%) – Toplam Tasarruflar / GSYH (%)

Orta Vadeli Program’a göre Türkiye’nin 2015 yılındaki verileri (% olarak) şöyledir:

Toplam Yatırımlar / GSYH = 18,3

Toplam Tasarruflar / GSYH = 14,3

Buna göre cari açığı denklemimizden giderek şöyle hesaplıyoruz:

Cari Açık = 18,3 – 14,3 = 4,0

Yeni hesaplamalara göre 2015 yılına ilişkin veriler şöyledir:

Toplam Yatırımlar / GSYH = 28,6

Toplam Tasarruflar / GSYH = 24,8

Buna göre cari açığı denklemimizden giderek şöyle hesaplıyoruz:

Cari Açık = 28,6 – 24,8 = 3,8

Bu da zaten yukarıdaki tabloda yer alan cari açık oranıyla tutarlı bulunuyor.

Demek ki Türkiye 2015 yılında GSYH’nın yüzde 18,3’ü değil yüzde 28,6’sı oranında yatırım yaparken yüzde 14,3 değil yüzde 24,8 oranında da tasarruf yapmış. Eski ve yeni hesaplamaya göre onar puandan fazla fark var. TÜİK’in yeni seri GSYH’sını ve ayrıntı tablolarını incelediğimizde bu yüzde 10’luk farkın gizemini çözebiliyoruz. Eski seride hanehalkı tüketimi GSYH’nın yaklaşık yüzde 70’i oranındaydı. Yeni seride bu oran yüzde 60’a gerilemiş bulunuyor. Bunun nedeni eskiden tüketim harcaması olarak değerlendirilen bazı kalemlerin yeni yöntemde yatırım harcaması olarak değerlendirilmesinden kaynaklanıyor.

Değişen Oranlar
Yeni seri GSYH ile bu GSYH’ya göre alınan bazı oransal göstergeler de değişmiş oldu. Bunlara örnek olarak 2015 yılı göstergelerine ilişkin aşağıdaki tabloyu sunuyorum:


Eski
Yeni
Dış Borç Stoku / GSYH (%)
55,3
46,2
Cari Denge / GSYH (%)
-4,1
-3,8
Bütçe Dengesi / GSYH (%)
-1,1
-1,0

Bu yeni görünüm sonrasında kredi notumuzun yükselmesi gündeme gelebilir. Bunun için belki de yapmamız gereken tek şey “kedi buysa ciğer nerede?” sorusuna sağlam bir yanıt bulmak.

Eski ile Yeninin Karşılaştırılması

Aşağıda eski ve yeni serinin karşılaştırmasını yapan tablo ve buna dayanılarak yaptığım grafikleri sunuyorum.

bkz :
http://www.mahfiegilmez.com/2016/12/kedi-buysa-ciger-nerede.html







Avrupa Ülkelerinin Revizyon Sonuçlarıyla Karşılaştırma İçin
TÜİK’in GSYH revizyonu için uyguladığı ESA 2010 düzenlemelerini Avrupa ülkeleri de uygulamışlar. Bu revizyon sonrasında bizde GSYH artışı yüzde 15 – 20, büyüme artışı da yüzde 25 – 50 dolayında olurken Avrupa ülkelerinde bu artışlar ortalama olarak GSYH için yüzde 3 – 4, büyüme için de yüzde 0 – 1 arasında gerçekleşmiş.

Bu konuda kaynak:
http://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php/File:Nominal_GDP_in_trillions_of_euro_ESA95_ESA2010_2000-2013.png

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Jan 2017 12:25    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Devalüasyon ve yapısal reform
Ege Cansen

Sozcu - 15 Ocak 2017




Sabit döviz kuru (Fixed Exchange Rate) rejiminde “resmi” döviz fiyatını, o ülkenin Merkez Bankası belirler. Ancak sabit döviz kuru (yani fiyatı) rejimlerinde, resmi kurun yanında mutlaka bir de “Serbest Borsa” (karaborsa diye okuyun) döviz fiyatı bulunur. Dolayısıyla sabit kur rejimlerinde “dolar kaç para” sorusu, resmi kur şu kadar, serbest piyasada bu kadar diye iki fiyatla yanıtlanır. 1980 yılına dek Türkiye'de durum böyleydi. O zamanlar serbest döviz piyasasının merkezi olan Tahtakale'de (Eminönü/İstanbul) döviz fiyatları her gün oynar, yani TL'nin değeri (nadiren yükselir) genelde düşerdi. Ama buna devalüasyon denmezdi. Yalnız Merkez Bankası TL'nin değerini dövize karşı düşürünce buna “devalüasyon oldu” denirdi. Dalgalı (floating) yani serbest kur rejiminde de fiilen devalüasyon oluyor. Ama buna devalüasyon denmiyor.


DEVALÜASYON HÜKÜMET DEÐİÞTİRİR

Yine eskiden her ciddi devalüasyondan sonra bir hükümet değişikliği gündeme gelirdi. Ancak cari siyasi tablo göz önünde tutulursa, bu devalüasyon bir iktidar değişikliğine sebep olmayacaktır denebilir. Devalüasyonlar, kural olarak önce milli gelir düşüşüne sonra da artışına sebep olur. Halen yaşamakta olduğumuz ve henüz ateşi geçmemiş devalüasyonun da böyle bir etkisi olacaktır. Devalüasyonların en büyük tehlikesi “devalüasyon-faiz-enflasyon” sarmalına dönüşmesidir. Bugün için böyle bir tehlike gözükmüyor. Ama bir sarmal oluşmasa da, hem faizlerin hem de enflasyonun belli oranda artması kaçınılmazdır.


AMAÇ YAPISAL REFORM İSE

2012 yılından sonra Türk ekonomisinde paradigma değişikliği olmuştur. Eski paradigma “yüksek faiz-düşük kur” idi. Yenisi “yüksek kur-düşük faiz”dir. Bu değişikliğin amacı da “cari açık/ milli gelir” oranını düşürmekti. Aslında bu, Türk ekonomisinde yapılacak en ciddi “yapısal reform”dur. Tüketime değil üretime, iç piyasaya değil ihracata dayalı büyüme isteyenlere sesleniyorum. Hem “yüksek katma değerli ürün ihraç eder hale gelelim” hem de “döviz fiyatları artmasın” demek cahillik değilse samimiyetsizliktir. Gelelim durum değerlemesine. 2015 takvim yılında (yarım Euro artı yarım Dolar) hesabıyla devalüasyon yüzde 16, 2016'da ise yüzde 19 gerçekleşmiş. Yani devalüasyon, enflasyonun iki katı olmuş. Buna yapısal reform için gerekli kur düzeltmeleri diye bakılabilir. Son iki haftada ise devalüasyon yüzde 8'e varmış. İşte bu olmadı. Demek ki; TL'den ve Türkiye'den kaçış var. Bunun sebebi, yerli ve yabancıların hükümete güvenmemesidir. TL'nin değer kaybı bu hızda bir süre daha devam ederse, ipin ucu kaçabilir. Düzeltme, bozulmaya dönüşür. Bu durumda önce parasal önlemler almak sonra da IMF'den destek istemek gerekebilir. “Bizden öncekiler IMF'den yardım aldılar biz ise IMF'ye yardım ettik” ifadesi bir siyasi propaganda olarak söylenebilir. Ama bu ifade, hükümetin rasyonel davranmasını engellememelidir. IMF bir dayanışma ve mali hastalıkların bulaşıcı olmasını önleme kurumudur. Türkiye'nin IMF ile hiç para almadan, sadece “ihtiyati” bir kredi anlaşması yapması bile yararlı olur. Zaten Türkiye halen IMF'nin üyesidir. Ortaklık bugünler içindir.

Son söz: IMF'nin turşusu kurulmaz.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Jan 2017 12:28    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Köprünün kerrakesi anlaşılamadı
Ege Cansen

Sozcu - 8 Ocak 2017





1 Ocak 2017'nin akşamüstü Avrasya Tüneli'nden ilk defa geçtim. Arabayı başkası kullandığı için etrafı rahatça izledim. Tünele, Koşuyolu'dan (buraya neden Göztepe deniyor bir Kadıköylü olarak anlamadım) girdik; nizami hızla seyrederek 7 dakikada Kumkapı'dan yeryüzüne çıktık. Yılbaşı olduğu için yollar boş denecek kadar tenhaydı. Unkapanı Köprüsü'nden de geçerek Taksim'e vardık.


Fenerbahçe'de başlayan seferimiz toplam 25 dakika sürdü. Yolculuğumuz tek kelimeyle süperdi. Henüz Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprülerinden geçmedim. Ama onlardan geçerken de bu mühendislik harikalarına hayran kalacağım kesindir.

(...)


İKTİSAT HÜZÜNLÜ BİR UÐRAÞTIR

İnsanın beynine iktisat girmişse, en güzel köprüden, en muhteşem tünelden geçerken, en görkemli sarayda yemek yerken bile bu eserin maliyeti ve yarattığı fayda nedir veya aynı parayla başka daha neler yapılabilirdi gibi sorular gelir. Yani yaşadığınız anın keyfini çıkaramazsınız.
İki gündür Avrasya Tüneli ile Osmangazi Köprü'sünün maliyet ve hâsılat garantilerini kıyaslamak için bilgi toplamaya çalışıyorum. Ortaya tuhaf bir sonuç çıktı. Avrasya Tüneli 1 milyar 245 milyon dolara mal olmuş. Devlet, tüneli yapan firmaya yıllık 100 milyon dolar hâsılat garantisi vermiş. Diğer taraftan Osmangazi Köprüsü 1,1 milyar dolara çıkmış. Devletin verdiği hâsılat garantisi ise yıllık 485 milyon dolar. Bunlar çok tutarsız rakamlar. İnanamadım (Açıklama gelirse doğrusunu yazarım) Bu durumda Avrasya Tüneli yapımcısına haksızlık edilmiş; Osmangazi Köprüsü girişimcisine ise kıyak geçilmiş oluyor. Bir ihtimal, Osmangazi Köprüsü geçiş bedeli ile Yalova-İzmir otoyol inşa maliyeti de karşılanmak istenmiş olmasıdır.



ALTYAPI YATIRIMLARININ FİZİBİLİTESİ

Köprü, tünel, liman, otoyol gibi altyapı yatırımlarının fizibilitesi, ticari projelerden farklıdır. Burada yaratılacak “sosyal fayda” ve diğer sektörlerde yaratacağı etki de hesaba katılır. Ancak tüm bunlardan daha önemlisi yurt dışından “döviz borçlanarak” döviz geliri yaratmayan yatırım yapmanın, “finansal istikrara” yapacağı menfi etkinin hesaba katılmasıdır.




http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ege-cansen/koprunun-kerrakesi-anlasilamadi-1609856
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10  Suivante
Page 3 sur 10

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.