201 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 201
Membre(s) : 0
Total :201

Administration


  Derniers Visiteurs

cengiz-han : 01h31:25
SelimIII : 15h11:20
murat_erpuyan : 1 jour, 03h38:32
vickii : 4 jours
duygu : 5 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Atatürk
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Atatürk
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Coup de Coeur / Coup de Gueule
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 14 Nov 2012 13:35    Sujet du message: Répondre en citant

Merci de votre accueil chaleureux Rasko. La lune n'a pas bougé certes, mais je trouve que l'on s'obstine un peu trop à vouloir regarder le doigt.

Ce que je veux dire, c'est qu'on se fiche au fond que les gens insultent Atatürk. Ce qui ressort de cette histoire, c'est que la grandeur d'Atatürk résidait justement aussi dans le fait qu'il voulait léguer un pays où les gens étaient libres de l'insulter.

C'est pour cela que je n'approuve pas toutes ces positions punitives. Non pas que cela me plaise qu'on l'insulte, mais parce-qu'on s'en fiche. C'est aussi pour cela qu'il me semble qu'il y a une nuance fondamentale, pour ne pas dire une forte divergence entre la perception des kémalistes et la réalité d'Atatürk tant sur sa personne que son dessein pour la nation.

Je pense qu'en ces temps troubles, on a plus que jamais besoin du Kémalisme, mais dépoussiéré de son carcan fascisant où, à l'instar de ce jeune juge paré de "bonnes intentions", les Kémalistes actuels devront apprendre à se recentrer l'objectif et arrêter de s'égarer sur des considérations purement formelles, sans importances réelles et surtout comprendre quel est vraiment cet objectif.

Le système précédent était quand-même un sacré nid d'incohérences où l'on parlait d'égalité, de liberté, de modernisme, de tout et de n'importe quoi et où le citoyen était écrasé à tous les niveaux, sans aucun épanouissement personnel et où les politiciens, plus ripoux les uns que les autres avaient mis en place un rituel qui me semblait immuable.

Une élite s'était, à mon sens, appropriée le Kémalisme pour régner en maître sur la population et rien de plus.
_________________
"C'est une maladie naturelle à l'homme de croire qu'il possède la vérité." Blaise Pascal
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 15 Nov 2012 15:00    Sujet du message: Répondre en citant

Oui Cyber, vous écrivez pas mal de choses qui introduisent un débat intéressant, et avec lesquelles je suis + + ou - d'accord.
J'ai écrit quelque part (et cela a été publié dans un journal édité en Turquie), qu'une partie des "kémalistes" ont cru que les acquis étaient immuables, et que la nature n'aimant pas le vide, d'autres ont comblé ce "déficit" en "leur", voire "notre" absence.
Par ailleurs , et c'est qui ressort en filigrane de votre intervention, certains "kémalistes" ont utilisé les acquis pour en faire un carcan afin de préserver et même faire fructifier leurs propres intérêts. La parole s'est substituée au fond.
Je ne voudrais pourtant pas être le premier à répliquer et introduire une discussion en cercle fermé.
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
ipso_facto
Spammer
Spammer


Inscrit le: 04 Mai 2006
Messages: 514
Localisation: Kaçkar Mountains

MessagePosté le: 16 Nov 2012 22:34    Sujet du message: Répondre en citant

Bilmem konuyla ne kadar alakali ama...

Son yillarda bir varsayim gelismis Türkiyede, eski sistemin yerine daha demokratik, daha özgür bir sistem söz konusuymus.
Kendi kendime acaba ne kadar diye sormusumdur ? Bugünlerde hangi zihniyet isliyor acaba ? Bir kadinlara oy hakki veren zihniyeti düsünün, birde altakki belirtilen projeleri gelistiren zihniyeti düsünün.

Bu altakki haberi okuyunca, 2012'inin Türkiyesi ne kadar yol kat ettigi biraz daha iyi anlasiliyor. Bu haber 1923'ün Atatürkü ne kadar daha önemli bir zihniyete sahip oldugunu anlatiyor bana...



Hakkari’deki cefakar kadınlar her şeye layık...
Tepeden tirnaga kapanmaya ve belirtilmis alanlarda gezebilmelerine bile layiklar.

Iste demokrasi, iste özgürlük. Yil 2012...


Kaynak : http://gundem.milliyet.com.tr/hakkari-de-kadin-parki-aciliyor/gundem/gundemdetay/16.11.2012/1628144/default.htm
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 03 Fév 2013 13:41    Sujet du message: Répondre en citant





devami > http://bit.ly/VCR5p6
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 05 Mar 2013 15:25    Sujet du message: Répondre en citant


OdaTV

Time >




Bir de video yapmislar >
tiklayin



Dernière édition par murat_erpuyan le 10 Nov 2015 2:40; édité 2 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Mar 2013 10:21    Sujet du message: Répondre en citant

Que l'administrateur me pardonne mais ce sujet est bilingue. Donc je continue en turc.
Atatürk'e laf atarak yalakalik pozisyonunda olmanin dayanilmaz cazibesi olsa gerek !

.


.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 16 Mar 2013 15:13    Sujet du message: Répondre en citant

sevilay Yukselir denen kadinin aptal olmasi olanak disi olduguna gore ne kadar kotu niyetli oldugu, Ataturk saldirmanin yeni bir kapisini araladigini sanmasi son iki tweette ortaya çikiyor :
latife hanim olmasaymis Atatturk'un gozunde kadin bir hiçmis.
Bu aptalca lafin dayanagi nerede? Ataturk butun yasami boyunca Latife Hanimla birlikte degildi ama kadina pozitif yaklasim her zaman vardi.

Ataturk'un basarili olabilmesi onun vizyonerliginden geliyor. Vizyoner bir adamin çagdas toplumlarda alacagi yeri gorememis olmasi olasi mi?

Hadi orada Sevilay hanim, selimiii'un dediigi gibi yalakalik yapma çabasiyla herseyi karistirmis.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 30 Oct 2013 0:09    Sujet du message: Répondre en citant

Bugun 29 Ekim dolasiyla GSL'den bir kardesimden gelen e-posta iletisini paylasmak isterim..

Citation:

Sevgili Kardeşlerim,

Hepimiz çocukluğumuzda macera romanı okumuşuzdur. Hatta yakın dönemlerde Batman, Superman, Ironman adlı bazı super kahramanların filimlerini seyretmişizdir.

Bu kahramanlar doğa üstü güçlere sahiptirler ve normal insanların altından kalkamayacakları zorlukların altından kalkarlar. Hayatları tehlikeye düşen insanları ve şehirleri yine super güçlere sahip tehlikeli insanların ya da yaratıkların ellerinden kurtarırlar.

Bu tarz romanları okurken ya da filimleri seyrederken “Hadi canım! Böylesi bir şey mümkün değil!” dersiniz.

İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından bağımsızlık, laiklik ve demokrasi yolundaki kuruluşu böylesi bir hikayedir.

Bu büyük masal kahramanı destansı bir maceranın sonunda doğa üstü güçlere sahip kahramanların altından kalkabileceği bir başarı ile;

- İngiltere ’yi, Fransa’yı, İtalya’yı, Yunanistan’ı topraklarımızdan çıkarmış,

- İngilizler’in organize ettiği ve emperyalist ülkelerin ekmeğine yağ süren bütün iç ayaklanmaları bastırmış,

- bağımsızlık için verdiği mücadelede yardım aldığı hiç bir ülkeye verdiği sözü tutmamış ev böylece yurdun bağımsızlığından ödün vermemiş,

- bağımsızlık yolunda beraber mücadele verdiği hiç kimsenin ya da topluluğun özel menfaatlerinin gerçekleşmesine boyun eğmemiş, böylece alt kimliklerin önem taşımadığı bir bütün millet bilincini yaratmış, bu sayede milliyetçilik anlayışını IRK, DİL, DİN AYRIMINA DAYANDIRMAYAN bir esas üzerine oturtmuş,

- kadına insan olma yolunu açmış,

- çocuğa birey olma imkanını yaratmış,

- sanatın, bilimin, felsenin eğitim oluyla Türk halkına ışık tutmasını sağlamış,

- Osmanlının tüm dış borcunu ödemiş ve 1 TL = 1USD yi sağlamış,

- yoktan tarım ve endüstriyi var etmiş,

-doğayı korumuş,

- yoktan yetişmiş nesiller yaratmış ve cahil eğitimsiz köle kitleler beyaz yakalı işçi haline getirmiş,

- BAÐIMSIZ, FİKRİ HÜR VİCDANI HÜR, EÐİTİMLİ, ONURLU, ÞEREFLİ, AKILLI NESİLLER geliştirmiştir.

Bu Yüce Adam hayatını halkına adamış, hiç bir şekilde mal varlığı edinmemiş, tüm sahip olduklarını halkına miras bırakmıştır.

Bu Yüce Adam’ın tarihinde yolsuzluk, halkı dolandırma yoktur.

Bu Yüce Adam sayesinde din bezirganların elinden kurtulmuş ve herkes dinini vicdanında Allah ile kendisi arasında yaşayabilir hale gelmiştir. Din halkın sömürülmesinde bir araç olmaktan çıkartılmış, LAİKLİK SAYESİNDE DİN EN KUTSAL YER OLAN KALBİMİZDE YERİNİ ALMIÞTIR.

BU YÜCE ADAM BİR MASAL KAHRAMANI DEÐİLDİR. KANLI CANLI GERÇEK BİR İNSANDIR AMA BAÞARDIKLARI MASAL YA DA FİLİM KAHRAMANLARININ BAÞARDIKLARI KADAR İNANILMAZDIR.

Ben bu Yüce Adam’ın karşısında bir kez daha saygıyla eğilirken en büyük eseri olan Laik Demokratik Cumhuriyet’in kuruluşunu tüm kalbimle kutlarım.

İnanıyorum ki gerek dahili gerekse harici düşmanlar böylesi görkemli bir insanlık mabedi karşısında şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da güçsüz ve çaresiz kalmaya devam edecektir.

Sevgi ve saygılarımla,

Av. M. Emre Ertem
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 31 Oct 2013 0:51    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Atatürk'ten İsmet Paşa'ya

"SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet'in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet'le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!"

Tarih 30 Ekim 1923... Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'yı Köşk'e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa'ya böyle sunar. Atatürk ve arkadaşlarının devraldıkları ülke işte böyle perişan durumdaydı. 10 Kasım'da parlak nutuklar atarak, bağlılıklarımızı bildirerek andığımız Atatürk'ün nasıl bir mucize yarattığının bilincinde miyiz? Bugün ona sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa sadece nutuk mu atıyoruz?
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
duygu
Admin
Admin


Inscrit le: 23 Sep 2008
Messages: 6519

MessagePosté le: 11 Nov 2013 2:41    Sujet du message: Répondre en citant

Ben Atatürk'u en çok taTurk kadinina getirdikleri için seviyorum ve minnettarim. Bu konuda Can Dundar yazmis 10 kasimda cumhuriyet'te

Citation:


16 Temmuz 1921 Ankara
Öğretmen Okulu’nda toplanan Birinci Maarif Kongresi’nde ayrı yerlere oturtulmuş kadın ve erkekleri görünce Öğretmenler Derneği Başkanı’na söyledikleri:

“Ne yapmışsınız siz? Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız, onları ne diye erkeklerden ayrı oturttunuz? Utanmıyor musunuz? Ayıptır. Kendinize mi güveniniz yok, yoksa bu hanımların iffetine mi? Bir daha kadınların erkeklerden ayrı tutulduğunu duymayayım.”

***

9 Þubat 1923 Edremit
Evliliklerinin 10. gününde, eşi Latife Hanım’la birlikte çıktığı yurt gezisinden sonra konuğu oldukları Mahu Hanım’a söyledikleri:
“Sayenizde medeni bir gece geçireceğiz. Karım yanımda olduğu halde bütün Anadolu’yu dolaştık, tek bir kadın yüzü görmedik.”

***

14 Ekim 1924 Cuma Kırşehir
Yeşilyurt İlkokulu’nu ziyaretinde yetkililerle yaptığı konuşma:
“Bu okulun adı ne?”
“Kız okulu...”
“Yani bu okulun adı yok mu?”
“Hayır Paşam...”
“Bakınız etraf yemyeşil, bu okulun adı Yeşilyurt olsun. Kız öğrenciler de erkek öğrencilerle birlikte okusun.”

***

30 Ağustos 1925 Kastamonu:
“Bir toplum, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?

Þüphe yok ki yükselme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.”

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 12 Nov 2013 1:20    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Y. Özdil / H. - 10 Kasım 2013

10 Kasım

Sırf bu sene içinde...

“İki ayyaş” dediler.
Atatürklü Türk bayrağını “yasadışı” ilan ettiler, “suç delili” yaptılar.
“Anıtkabir’i de yıkarız elhamdülillah” diye tehdit savurdular.
Antropoloji kitabını kameralara uzatıp “bakın raflarda kafatasları var, işte vesika burada, Mustafa Kemal’in imzası var, insani midir, vicdani midir?” diye sordular.
“T.C.”yi kaldırdılar.
Milliyetçiliği “ayaklar altına almak”la övündüler, “bu ülkede artık ulusalcı mulusalcı yok” diye kestirip attılar.
“Türk demeyelim, rahatsız oluyoruz” diyeni, akil insan yaptılar.
“Niye 10’uncu Yıl Marşı çalıyorsunuz” diye fırçaladılar.
“Vardar Ovası”na bile kafayı taktılar.
Atatürk “kabahat” oldu...
Anıtına çiçek koyanlara kabahatler kanunundan para cezası kestiler.
Padişaha doktora verdiler.
Okullarda Atatürk rozeti takmak, disiplin suçu haline getirildi.
Milli eğitim yönetmeliği değiştirildi, “Atatürk ilkelerine ve devrimlerine bağlı öğrenci yetiştirme” prensibine son verildi.
Çanakkale Zaferi’nin yıldönümlerinde tüm camilerde hutbe okunur, Atatürk’ten övgüyle, rahmetle söz edilirdi, hutbeye devam ama, Atatürk çıkarıldı.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nu destekleme yönetmeliği ortadan kaldırıldı, Atatürk’le ilgili proje, yüksek lisans filan yapıyorsan, fon mon yok.
Atatürk Canlı Ağaç Müzesi’ni rezidans ve otel yapılsın diye, sattılar.
Selanik’teki Atatürk Evi’nde güya tadilat yaptılar, eşyaları attılar, sanırsın kiralık evdir, bomboş, ziyaretçilerin duygularını yazdığı anı defterini bile yok ettiler.
“Andımız”ı yasakladılar.
Böceğe Atatürk’ün adını verdiler.
Devlet nişanı’ndaki Atatürk’ü sildiler.
*
Bana sorarsanız, Anıtkabir’e girerken malum şahıslara üst araması yapmakta fayda var...
Ki, kaşla göz arasında mozoleye çekiçle saldırmasınlar!


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Nov 2014 3:15    Sujet du message: Répondre en citant

Bir sene sonra !

Citation:



Yılmaz Özdil
9 Kasım 2014

10 Kasım


Saat 9’u 25 geçe…
Matemdeki Dolmabahçe Sarayı silah sesiyle irkildi, namludan çıkan mermi adeta çığlık gibi koridorları dolaşmıştı, koştular alt kata, kanlar içinde yerde yatıyordu, kalbine dayamış, tetiğe basmıştı. Salih Bozok’tu, Mustafa Kemal’in yaveri.
*
Selanik’ten, mahalleden arkadaştılar, ikisi de 1881’li, akrandılar, taa en başından beri, Bandırma vapurundan beri yaveriydi, yarbaydı, neler yaşamışlardı neler, birbirlerine öylesine yakındılar ki, evlendiğinde, Latife hanım’ın nikah şahidi Salih’ti, Zübeyde hanım rahmetli olduğunda, cenazesini Salih kaldırmıştı.
*
9’u 5 geçe de yanındaydı.
Başucunda dua ediyordu, ruhunu teslim ettiğinde, gözlerinden iki damla süzüldü, eğildi, elini öptü, çıktı dışarı, aşağı kata indi, odasına girdi, çekti her daim belinde taşıdığı beylik tabancasını, soğuk namluyu iman tahtasına dayadı, tetiğe bastı.
*
Ölmedi Salih… Mermi kalbini sıyırmış, iki-üç milim yanına saplanmıştı. Þişli Sıhhat Yurdu’na kaldırıldı, ameliyat, kurtarıldı. Canlı cenaze gibi yaşamaya devam etti, canından çok sevdiği Mustafa Kemal’iyle birlikte gidememişti, hayata küsmüştü, neredeyse hiç kimseyle konuşmaz olmuştu, anca iki sene devam edebildi, mermiyle delemediği kalbi, kendi kendine durdu.
*
(O tabanca, Salih Bozok’un sedef kabzalı Smith Wesson’ı, Yapı Kredi Bankası’nın arşivinde korunuyor.)
*
Efsane yarbay Salih Bozok’tan sonra, Çankaya Köşkü’nde yaver geleneği devam etti. İsmet İnönü’nün yaveri binbaşı Mahmut Celalettin Üner’di, sonraki yaveri yarbay Cevdet Tolgay oldu, cumhurbaşkanlığı boyunca iki yaverle çalıştı. Görev süresi dolan veya terfi eden yaver, Çankaya’dan ayrılıyor, yerine başka yaver geliyordu. Celal Bayar mesela, birincisi kurmay albay Nurettin Alpkartal’dı, toplam beş yaverle çalıştı. Turgut Özal’ın tek, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün üçer yaverleri oldu. Gül’ün son yaveri, tank kurmay albay Bekir Furkan Özdaban, devam ediyor, şu anda Tayyip Erdoğan’ın yaveri.
*
Gel gör ki…
*
“Askeri vesayet istemiyoruz” denilerek…
Atatürk’ün son nefesini verdiği yatağın başucunda nöbet tutan ve her 10 Kasım 9’u 5 geçe duygulanarak yanaklarından iki damla gözyaşı süzülen askerler, kovuldu, yerine polis dikildi.
1920’de bizzat Atatürk’ün emriyle kurulan TBMM Muhafız Taburu, lağvedildi, askerin yerine polis getirildi.
AKP milletvekili, Atatürk’ün mareşal üniformalı fotoğrafının TBMM koridorlarından kaldırılmasını istedi.
AKP generali Hilmi efendi, kendi elleriyle tasarladı, kara kuvvetleri komutanlığı brövesini yeniledi, brövede bulunan ve Atatürk’ü Kocatepe’de gösteren kabartmayı silmeye kalktı.
TBMM camisindeki 30 Ağustos hutbesinde, tarihimizde ilk defa, Atatürk’ten hiç bahsedilmedi.
Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde tüm camilerde hutbe okutuldu, içinde Atatürk yoktu.
Atatürk’ün kalpaklı fotoğrafının yer aldığı bayrak posteri, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yasadışı ilan edildi, suç delili yapıldı.
Atatürk’ün Ankara’ya gelişini sembolize eden, geleneksel garnizon koşusu yasaklandı.
“Askeri vesayeti çağrıştırıyor” diye, 19 Mayıs törenleri yasaklandı.
Sırf Atatürk’ü çağrıştırıyor diye, Vardar Ovası türküsüne bile kafayı taktılar.
Atatürk anıtlarına çiçek koymak yasaklandı, çiçek bırakana para cezası kestiler.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Nişanı’ndaki Atatürk silüeti çıkarıldı.
Çankaya Köşkü’nü görmek bile istemiyor, yok saymak istiyor, tarihten silmek istiyor.
*
E, hal böyleyken…
Yaver niye hala subay?
*
Askeri vesayetçi misiniz siz?
*
Yaveri çekin ordan kardeşim…
Polis yaverlik etsin Tayyip Erdoğan’a.
*
Polis olmazsa….
Yeniçeri ayarlayın bi tane, belediyenin mehter takımından.
O yaverlik etsin.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13614
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Nov 2014 3:18    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Soner Yalçın
sozcu
9 Kasım 2014


Saltanatı diriltmek isteyen fırsatçı

Anadolu Ajansı Büyük Kurtarıcı Atatürk’ün hastalığını kamuoyuna duyurunca İngiltere/Londra’da oturan kimileri harekete geçti. “Saltanat ve halifelik tekrar gelebilir” umuduyla İngiliz devletinin kapısını çaldılar. Kimdi bunlar? İngilizler’e ne söz verdiler? İngilizler ne yaptı? Atatürk’ten nasıl özür dilediler? İngiliz istihbaratının tozlu sayfalarından bir yaprak…

Tarih: 1 Kasım 1922. Saltanat kaldırıldı… Tarih: 3 Mart 1924.
Halifelik kaldırıldı…

Tarih: 21 Ocak 1938…
Büyük Önder Atatürk, Yalova’ya geldi ve yapılan Termal Otel‘in ilk misafiri oldu.

Ertesi gün…

Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından muayene edildi ve “siroz başlangıcı” teşhisi konuldu. (Teşhis; “Hepatite sclereuse hypertrophique, type Hanot et Gilbert” idi. Tıp dilinde “Laennec tipi sklereuse hepatit’, alkole bağlı siroz demekti. “Hanot ve Gilbert tipi sklereuse hepatit” ise safra yollarında kronik tıkanıklık sonucu gelişen siroz demekti.)
Atatürk’ün rahatsızlığı artınca, Paris Üniversitesi’nin ünlü uzmanlarından Prof. Dr. Noel Fiessinger Ankara’ya davet edildi.

Fransız doktorun Türkiye’ye gelişinden sonra Atatürk’ün rahatsızlığı gizlenemedi; ve 30 Mart 1938 akşamı Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Anadolu Ajansı aracılığı ile Türkiye Reisicumhuru Atatürk’ün “şiddetli grip” tedavisi gördüğü duyuruldu.

Ne kadar “şiddetli grip” dense de Londra’da oturan kimileri hastalık teşhisini öğrenmişlerdi.

Aile kavgası

Tespit:
Osmanlı hanedanının son yıllarına iki ailenin kavgası damgasını vurdu:

- II. Mahmut’un Bezmialem Sultan’dan doğan oğlu Abdülmecit’in soyundan gelenler.

- II. Mahmut’un Pertevniyal Sultan’dan doğan oğlu Abdülaziz’in soyundan gelenler.

Saltanat ve halifelik lağvedildikten sonra bu iki ailenin kavgası yurt dışında da sürdü. Öyle ya, Türkiye Cumhuriyeti elbet bir gün yıkılacak ve Osmanlı Hanedanı gelip sarayına oturacaktı! (Abdülmecit soyundan gelenler, kamuoyunu etkilemek için günümüzde kimi “tarihçi gazetecilere” kitaplar yazdırmaktadır! II. Abdülhamit ya da Vahdettin övgülerine bu açıdan da bakınız. Neyse, konumuz bu değil geçelim…

Yurtdışında Sultan Abdülaziz’in oğlu son halife Abdülmecit ile Sultan Abdülmecit’in oğlu son padişah Vahdettin arasında kavga sürüyordu…
Mediha (1856-1928), Sultan Abdülmecit’in kızı; son padişah Vahdettin’in kız kardeşi idi.

Osmanlı’nın ilk maarif nazırı Abdurrahman Sami’nin oğlu Necip’e aşık oldu; ağabeyi II. Abdülhamit’in tüm engellemelerine rağmen evlendi.
Tek çocukları oldu: Abdurrahman Sami (1880-1961).
(Necip bey 6 yıl yaşadı; Mediha Hanım ikinci eş olarak, tarihimizde İngiliz yardakçılığı ve hainliğiyle bilinen Damat Ferit (1853-1923) ile evlendi.)
“Beyzade Sami”, Vahdettin yurt dışına kaçtığından ölene kadar annesi Medina ile birlikte yanında kaldı.
(Saray başkatibi olan Ali Fuat Türkgeldi, “Görüp İşittiklerim” adlı anı kitabında, Vahdettin’in, “Dünyada üç mel’un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferit, biri de oğlu Sami” dediğini yazdı.)
Yavaş yavaş konumuza geliyoruz…

Atatürk’e suikast

Atatürk’ün hastalığını öğrenen Sultanzade Abdurrahman Sami, 3 yıldır Londra’da yaşayan oğlu Bahaeddin Sami‘yi harekete geçirdi.
Bahaeddin Sami Londra’da kardeşi Mahmut Sami ile birlikte, Osmanlı hanedanının mal varlığının peşine düşmüşlerdi ve kimi İngilizlerle ilişki içindeydi. (Mahmut Sami’nin “Abdülhamit’in Petrolleri” adlı kitabı vardır.)
İngiliz belgelerinden öğreniyoruz ki, Bahaeddin Sami’nin Londra’da bulunmasının bir başka nedeni daha vardı:

Atatürk’e suikast düzenlemek için para bulmak!

Ankara’nın bu organizasyondan haberi vardı.

Tarih: 1 Kasım 1937.
Londra Büyükelçiliği Başkatibi Hikmet Anlı, İngiltere Dışişleri Bakanlığı görevlilerinden James Bowker‘i (1954-58 yılları arasında Türkiye’de büyükelçi olarak bulundu.) ziyaret etti.

“Osmanlı Hanedanı’nın ve Hilafetinin Haklarını Koruma Cemiyeti” adlı bir oluşum Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler planlamaktaydı.

Bunların başında Bahaeddin Sami vardı ve, Londra’da “Mr. Keith Williams” ve “Mr. Biddulph” adlarında iki İngiliz ile işbirliği içindeydi.

Ankara’nın istihbaratı İngilizleri telaşlandırdı; kurumlar arası yazışmalar yaptılar. Sonuçta, Türkiye Büyükelçiliği’ne “sadece sözlü” açıklama yapmayı uygun gördüler.

Tarih: 13 Kasım 1937.

Başkatip Hikmet Anlı, bilgi almak için yeniden İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na gitti. Sözlü olarak verilen bilgiler baştan savmaydı: “Eski hanedan sülalesi Türkiye’de saltanatı yeniden kurmaya çalışmaktadır. Bu kişiler Sultan II. Abdülhamit’in terekesini karşılık göstererek Londra Borsası’ndan para bulmaya çalışmaktadır.”

Hikmet Anlı tebessüm edip bakanlıktan ayrıldı.
Türk istihbaratının elinde bundan daha çok bilgi vardı.

Tarih: 4 Aralık 1937.

İngiltere İçişleri Bakanlığı kendi Dışişleri Bakanlığı’na 6 sayfalık “Gizli Emniyet Raporu” yolladı: “Prens Sami’nin Türkiye’deki adamları Þubat 1938’de harekete geçmek üzere Atatürk’e bir suikast hazırlığı içindedir. Bu suikastta harcanmak üzere gerekli olan 100 bin Sterlin temin konusunda Keith Williams adında bir İngiliz sermayedar Prens Sami‘ye yardımcı olmaktadır.”

Rapor ayrıntılarıyla sizi boğmayayım, İngiliz kurumları arasındaki gizli yazışmalar sürerken, Atatürk’ün hastalığı suikastin seyrini de değiştirdi…

“İnönü Halifelik Yanlısı”

Tarih: 1 Nisan 1938.
Atatürk’ün hastalığı İngiliz gazetelerinde yer aldı.

Bahaeddin Sami, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Lancelot Oliphant‘a telefon etti. “Acildi” ve “hemen görüşmeleri gerekiyordu.”
Randevu verilmedi.

Üç gün sonra Bahaeddin Sami 6 sayfalık mektup gönderdi. Yazdığına göre, Atatürk ölüyordu ve saltanat ile halifelik tekrar kurulacaktı. Eğer İngilizler kendilerini desteklemezse tahta Alman yanlısı Abdülmecit grubu geçecekti: “Almanya aynı zamanda Panislamizm akımını kendi emelleri uğrunda kontrol edebilmek amacıyla Halife Abdülmecit’in Türkiye’ye geri dönmesini kuvvetle desteklemektedir.”

Altını çizerek babası Abdurrahman Sami’nin bildikleri gibi İngiliz dostu olduğunu ve acilen desteklenmesi gerektiğini belirtiyordu: “Türkiye’nin tamamen Alman kontrolüne girmesini önlemenin çaresi bir karşı propaganda örgütü kurmaktır. İngiliz taraftarı yüksek seviyeli subaylar (ki bunların çoğu babamın şahsi dostlarıdır), yüksek memurlar arasında ve diğer çevrelerde esasen güçlü ve önemli bir unsur çok şükür vardır. Bu unsurlar böyle bir örgütün çekirdeği olacaktır.”

Mektupta neler yazmıyordu ki:

“İsmet İnönü zaten başbakanlıkta 2-3 ay daha kalsaydı Halife Abdülmecit’i geri getirecekti çünkü kendisi hilafetten yanadır ve Fethi Okyar ve bazı diğer arkadaşları ile birlikte Türkiye’de hilafetçilik akımını desteklemektedirler ve bu nedenle eski halifeyi yeniden başa geçirmek istemektedirler.”

Bahaeddin Sami son satırlarında meselenin çok önemli olduğunu ve hemen yüz yüze görüşmek gerektiğini yazmıştı.

İddialar ne derece ciddiydi?..

Mektubun örneği Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Percy Loraine‘e gönderildi.

“Atatürk’ten sonra ne olacağı konusunda spekülasyon yapmak boşunadır. Yerine kimin geçeceğini bilmiyoruz. Ama Atatürk’ün yarın öleceğini farz etsek bile, Türkiye politikasının genel çerçevesinde herhangi bir değişiklik olacağını sanmıyorum. İsmet’in (İnönü), halifeliği diriltme fikri beslediğine inanmıyorum.”

Büyükelçi Loraine’e göre Bahaeddin Sami’nin mektubu tümüyle saçmaydı.
Vahdettin’in çömezleri Samiler, Bahaeddinler zaman içinde silinip gitti; ama…

Atatürk’ün naaşı İstanbul’dan Ankara’ya uğurlanırken bakın İngilizler nasıl özür diledi?

VAHDETTiN AMBULANSLA KAÇTI

Tarih: 17 Kasım 1922.
Son Osmanlı padişahı Vahdettin Yıldız Sarayı’nda o gece sabaha kadar uyumadı, Regie Turque sigarasının birini yakıp diğerini söndürdü.
Harem Ağası Hayrettin kapıyı vurdu; “şevketmeab otomobiller hazır” dedi.
Otomobil dediği ambulans idi.

11 kişiydiler. Hava yağmurluydu.

İngilizler, Vahdettin ve 10 kişiyi Kızılhaç’a ait iki ambulansa bindirdi.

Saat 08.00 idi…

Ambulanslar -birinin tekeri patladığı için- gecikerek Tophane’ye geldi.
İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Charles Harington, Vahdettin’i karşıladı ve bineceği “HMS Malaya” adlı savaş gemisine uğurladı.
Vahdettin’i Malaya zırhlısında Akdeniz’deki İngiliz filosu komutanı Amiral Osmond Beauvoir karşıladı; “Hoş geldiniz, artık İngiliz toprağında güvenlik içindesiniz” dedi.

Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’yi geçemedikleri için 1916’da yaptırılan Kraliyet Donanması’na ait 31 tonluk Malaya, Osmanlı’nın son padişahını Malta’ya götürmek için demir aldı.

Saat 09.15 idi…

Tam 16 yıl sonra…

Yine bir 17 kasım günü; Malaya 17 Kasım 1938’de yine İstanbul’daydı!

Bu kez…

Atatürk’e saygı duruşu için İstanbul’daydı!

Filistin’deki isyanı bastırmak için Hayfa Limanı’na demirlemişti.
İngilizler -kimbilir belki de özür dilemek için- Malaya’yı Atatürk’ün cenaze merasimine katılması için İstanbul’a gönderdi.

Malaya 18 Kasım saat 09.00’da İstanbul’da oldu.

Gelişi kolay olmamıştı; Türkiye Cumhuriyeti, cenaze törenine gelecek yabancı savaş gemilerine boğazlardan geçmek izni vermişti.

19 Kasım günü…

Atatürk’ün naşını İzmit’e götürecek Yavuz Zırhlısı’na Sarayburnu’ndan Adalar’a refakat eden savaş gemileri arasında İngiliz “Malaya”dan başka; Sovyetler Birliği’nden “Moskova”, Almanya’dan “Emden”, Fransa’dan “Emile-Bertin”, Romanya’dan “Regina Maria” ve Yunanistan’dan “Hydra” savaş gemileri vardı. Adalar’a kadar eşlik etti.

Törenlere sadece savaş gemileri eşlik etmedi. Ayrıca askeri heyetler vardı. Subay ve erlerinin toplamı 1060 idi. İran 55, Yunanistan 104, Romanya 62, Almanya 130, Bulgaristan 83, Fransa 190, Yugoslavya 88, İngiltere 248, SSCB 100 asker göndermişti.

Mustafa Kemal 1919’da “geldikleri gibi gidecekler” demişti…
Giden savaş gemileri ve askerler yıllar sonra, 20’nci yüzyılın büyük devlet adamı Atatürk’e saygı duruşu için gelmişti!..

- Atatürk’e otopsi yapılmadı.
- Cenaze namazı kılındı.
- Türkiye’de bayraklar yarıya indirildi.
- Tören için hükümete 500 bin lira harcama yetkisi verildi.
- Ölüm haberini alan halk Dolmabahçe Sarayı’na hücum etti. 17 Kasım’da izdiham yaşandı; yedisi kadın, dördü erkek onbir vatandaş hayatını kaybetti.
- 115 taziye mektubu geldi.
- Cenaze İzmit’ten trenle Ankara’ya götürüldü. Naaş vagondan indirilirken bando Chopin’in matem marşını çaldı.
- Tabutun top arabasına nakli esnasında ise 101 pare top atıldı.
- İstasyondan alınan cenaze TBMM önündeki katafalka yerleştirilerek tören yapıldı.
- Frak giymiş 12 milletvekili naaşı TBMM binası önünde bulunan top arabasına koydu.
- Cenazeye refakat edecek olan 12 general, top arabasının iki tarafında kılıçlarını çekerek yerlerini aldı.
- Top arabasının ardından siyah kıyafeti ile Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan ve eşi yürüdü. Hemen arkalarında Başbakan Celal Bayar ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vardı.
- Törende 28 yabancı devlet adamı bulundu.
- Etnografya Müzesi’nde toprağa verilirken 5 dakikada bir top atışı yapıldı.
- Anıtkabir’in temeli 9 Eylül 1944’te atıldı; 10 Kasım 1953’te Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden alınarak Anıtkabir’e götürüldü.
- 10 Kasım 2013 günü ziyaretçi rekoru kırıldı: 1.089.615.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11167
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Nov 2014 19:34    Sujet du message: Répondre en citant

Bir onceki yazi Soner Yalçin'dan, ben de bugun bir baska S.Y. makalesi okudum. Konuyu tamamliyor.

Citation:


Atatürk’ün kayıp defteri
Soner Yalçın- Sözcü, 23 Kasım 2014



Mustafa Kemal günlük tutmaya ne zaman başladı? Defter nasıl kayboldu? Ne zaman, nasıl, nerede, kimler tarafından ortaya çıkarıldı? Hatıra Defteri’nde neler yazıyordu? Hayatına ilişkin önemli ayrıntıların bulunduğu işte o tarihi sayfalar…

Larissalı Þükrü (Tezer) Bey, 1893’te doğdu, 1969’da öldü.
İstanbul Beylerbeyi İhtiyat Zabit Mektebi’nde (Yedek Subay Okulu) okurken Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine orduya katıldı. Serez Redif Tümeni Merkez Alayı hücum taburuna atandı. Bu cephenin düşmesi nedeniyle 1912’de İzmir’e gitti ve orada 12. Tümen’de görev aldı. Çanakkale Savaşı’ndan sonra Edirne’ye gitti. Burada Mustafa Kemal ile tanıştı.
Tarih: 28 Þubat 1916.

Asteğmen Þükrü Bey amcası Kurmay Binbaşı Fuat Bey’in teklifiyle Mustafa Kemal’in yaverliğine seçildi.

2 yıl; 1916-18 arasında Edirne’den itibaren Diyarbakır, Doğu Suriye cephelerinde Mustafa Kemal’in en yakındaki askerlerden biri oldu.
O yıllar…

Mustafa Kemal mirlivalığa (tuğ/tümgeneral) yükseltildi.
Diyarbakır’a gider gitmez Kürt milis kuvvetlerini organize etti. 16’ncı Kolordu’ya bağlı 8’inci Tümen, Muş’u düşman işgalinden kurtardı.
Bir gün sonra… 16’ncı Kolordu’ya bağlı 5’inci Tümen, Bitlis’i düşmandan temizledi.

Göğüs göğüse çarpışmalar yaşanıyor; Ruslar geriliyordu…
Mustafa Kemal’e Muş ve Bitlis cephelerindeki başarıları nedeniyle İkinci Rütbeden Mecidi Nişanı verildi.

O savaş günlerinde Mustafa Kemal günlük tutuyordu. Yaşadıklarını gün gün defterine not ediyordu.

Mondros Antlaşması imzalanınca Yıldırım Ordular Grup Komutanı Mustafa Kemal ile yaver Þükrü Bey’in yolları ayrıldı.

Mustafa Kemal önce Adana’ya sonra 11 Kasım’da trenle İstanbul’a gitti.
Yaver Þükrü ise, terhis olup Manisa’ya gitti.

O savaş döneminde “Hatıra Defteri” kayboldu sanıldı.

Manisa’da sivil hayata başlayan Þükrü Bey, Düyun-u Umumiye idaresinde çalıştı. Manisa’nın Yunanlılar tarafından işgali üzerine birkaç defa tutuklandı; serbest bırakıldığında her gün karakola gidip imza vermek zorunda bırakıldı.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Manisa Varidat Muhasebat Başkatipliği, Bergama Vergi Dairesi Müdürlüğü ve Tekel (İnhisar) İdaresi’nde çalıştı.
İzmir, Samsun, Bitlis, Diyarbakır ve Malatya’da aynı kurumda müdürlük yaptıktan sonra 1949 yılında emekli oldu.
Mustafa Kemal’in “Hatıra Defteri” bir tesadüf sonucu yazıldığı bölgede/ Diyarbakır’da ortaya çıktı.

Halim Yurdakul…

Milli Þair Mehmet Emin Yurdakul’un büyük oğluydu.
İstanbul Tekel Müdürlüğü’nde ulaştırma müdürü olarak çalışıyordu.
İş için gittiği Diyarbakır’da Tekel Müdürü Þükrü Tezer’in evine konuk oldu.
Sohbet sırasında Þükrü Tezer, “Benim elimde Atatürk’ün hatıra defteri var, orada babanızı ilgilendiren notlar bulunuyor” dedi.
Halim Yurdakul defteri görmek istedi. Getirilen defteri elleri titreyerek açtı ve babasını ilgilendiren 26 ve 34’üncü sayfalarda bulunan notların kopyalarını aldı.
Halim Yurdakul İstanbul’a dönünce aldığı notları Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ İğdemir’e teslim etti.
Tarihçi İğdemir bu notları “Sümerbank” dergisinin Kasım 1965 tarihli 53. sayfasında “Atatürk’ün Günceleri” başlığıyla yayınladı.
Hatıralar çok ilgi gördü. Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan defterin peşine düştü. 1971’de İzmir’e gitti. Þükrü Tezer’in ailesini buldu ve oğlu Cahit Tezer’den defteri aldı.
Ve Türk Tarih Kurumu, Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaleme aldığı 223 sayfalık hatıraları 1972 yılında yayınladı.
Dönemin özgün dilinden özetleyerek aktarıyorum…

7 Kasım 1916

Silvan’dan Bitlis’e gitmek üzere hareket ettim…
Batman köprüsünü geçer geçmez yol üzerinde ölü gibi yatmış kalmış bir adam, açlıktan. Köprü ile konak mahallimiz arasında aynı halde iki adam. Muhacir imişler. Batman köprüsü ile Silvan arasında ve köprüden sonra yeni ölmüş iki beygir, insanlar ve hayvanlar açlıktan ölüyorlar.

9 Kasım 1916

Ziyareti Veyselkarani’den hareket olundu. Ziyaret önünde Þeyh Hazret gönüllülerinden 150 kişiye tesadüf ettik. Bunları gözden geçirdim, iaşelerinin temini istirhamında bulundular. Erzak taşıyan bir Kürt istidası (3 hayvanını Kürtler almışlar). Yollarda birçok muhacir gördük, Bitlis’e avdet ediyorlar. Cümlesi aç, sefil, ölüme mahkum bir halde 4-5 yaşlarında bir çocuğu ebeveyni yol üzerinde terk etmişler, bu da bir karı kocanın peşine takılmış. Onları ağlayarak 100 metreden takip ediyor. Kendilerini niçin çocuğu almadıkları için tekdir ettim. “Bizim evladımız değildir” dediler.

10 Kasım 1916

Öksürükten ve çadırın fena kurulmuş olmasından ve rüzgârdan dolayı pek fena uyudum. Öksürüğü teskin için çay içtim. Ordudan zata mahsus mahrem bir şifre ile; düşmanın Bitlis cephesine taarruzu halinde daha 30 tabur verilebileceği ve bu noktai nazardan tetkikat yapılmasına dair. Duhan şimalindeki ordugâhtan hareket. Yol boyunca iki yerde insan laşesi ve kemikleri görüldü. Açlıktan ölüp kalan hayvanat gibi…

12 Kasım 1916

Alay 14 karargâhına hareket. Akşama kadar karargâh civarındaki birinci ve üçüncü tabur barakalarını ve barakalarda efradı teftiş ettim. Refet Paşa buraya olan mesafeyi dört saat söylemişti. Gelmemiş, bilmiyor. Akşam rakı büfesi hazırlamışlar. Diğer zabitan için de böyle. Askere bu kadar yakın bulunan zabitan için bu hali muvafık görmedim. Yeni Fırka Kumandanı Ali Fuat Bey’le bu husus görüşüldü.

13 Kasım 1916

Keltepe civarında kar vardır. Fırka, alay ve tabur kumandanlarıyla mevzi ve tertibat hakkında görüştüm. Yolda 300 kadar milis efradına tesadüf ettim. Aç olduklarını söylediler. Bitlis’e iade ettim ve fırka kumandanına, bunların karınlarını doyurup kendilerinden istifade esbabını temin eylemesini söyledim.

16 Kasım 1916

Bitlis’teki hastaneleri teftiş ettim. Þeyh Hazret, ki bir kolunu kesmişler, onunla görüştüm. Þerefiye denilen camii gezdim, hayvanat laşeleriyle ve müzahrafat ile maliydi. Harap olmuş. Yolda 12 yaşında Ömer namında öksüz bir çocuk gördüm. Bunu yanıma aldım. Bu görülünce daha üç tane böyle anası, babası ölmüş yetimler getirdiler, onlara da para vermekle iktifa ettim.

18 Kasım 1916

El şeyhuttani El Halidi Mehemmed El Nakşibendi Küfrevi’nin Kızılmescit mahallindeki türbesini ziyaret ettim. Küçük bir türbe. Þeyhin merkadinin örtüsü sırma işlemeli, elmas, yakut gibi taşlarla müzeyyen. Bu taşların elmas, yakut, zebercet olduğunu türbedar söylemişse de hakiki olmayacak. Bu türbeye Ruslar ilişmemiş. Türbenin kapıları gümüş ve altın kakma. Kıymetli halılar var fakat ekserisi çürümüş. Bu türbeyi Sultan Hamit yaptırmış. Badehu Bitlis’in daha bir iki harap türbe gibi yerlerini gördükten sonra ikametgâhıma avdet.

19 Kasım 1916

Alphonse Daudet’nin “Sapho-Soeurs Parisiennes” namında canım sıkıldıkça okuduğum romanı hitam buldu.

20 Kasım 1916

Nuri (Conker), İsmail, Halil, Salih (Bozok) Beyler’e ve Zübeyde Hanım’a birer kartpostal gönderdim. Madam Corinne’e de.
Hacı Mustafa Bey’in biraderi Nuh Bey kendi tayını getirdi. Hediye etmek istedi, kabul etmedim.

21 Kasım 1916

Yaverin odasında, Bitlis’in bana Pompei harabelerini hatırlattığı ve Ninova harabeleri münasebetiyle tarihten bahsolundu.
Yolda gelirken zihnimden geçen şeyler: Bazı noktai askeriye (Terbiyei Ruhiye ve Usuli Muaşeret-i Askeriye) hakkında bir eser yazayım. Bunun için Fransızca bildiğim bir eser var. Onu da evvela okuyayım ve bu zemine ait esaslı sualleri umum zabitana vazife olarak vereyim. Mühim noktalar hakkında bazı büyük kumandanların mütalaasını talep edeyim.

22 Kasım 1916

Erkânıharp Reisi’yle sohbet;
1) Muktedir ve hayata vâkıf valide yetiştirmek,
2) Kadınlara serbestisini vermek,
3) Kadınlarla müşareketi umumiye, erkeklerin ahlakıyatı, efkârı, hissiyatı üzerinde müessirdir.

23 Kasım 1916

Kelhük köyünde bulunan Alay 23, Tabur 1’i teftiş için hareket. Kıtayı iadeden sonra bir harp oyunu yaptım. Odada Nazım Nazmi ve Fuat (Bulca) ile tensikatı memlekete dair biraz konuştuk. (Ömer) Naci’nin kaybına üzüntü. Þimdi Fuat ud çalıyor.

25 Kasım 1916

Tabur kumandanından Arıburnu’nda İngilizlerden alınmış bir masa ve örtüsü ve bir mitralyöz sınıfına mensup bir küçük kasatura aldım. Buna mukabil İtalya muharebesinden beri muhafaza ettiğim bir İtalyan dürbünü ve bir masa verdim.

26 Kasım 1916

Yarın Siirt’e harekete karar verdim.
Ahmet Efendi’den, mühim bir kumandanlığa tayin olunmak üzere İstanbul’a gideceğime dair bir şayia üzerine, validemin Bursa’dan Dersaadet’e geldiği şifreli telgrafname ile bildiriliyordu.

1 Aralık 1916

Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür? (Filibeli Ahmet Hilmi’nin) nam eseri okuyorum.

3 Aralık 1916

Allah’ı İnkâr Mümkün müdür? eserini bitirdim. Bütün feylesofların, edyanı muhtelifeye mensup tabiiyyun, zihniyyun, maddiyyun, hukema, mütefekkirin, mutasavvıfinin kâffesi ruh’un mevcut ve ademi bekasını tetkik ediyor.
Bu tetkikatta, ilim ve fenne istinat edenler makbul. İmam Gazali, İbni Sina, İbni Rüşd gibi eimme-i müsliminin beyanatı dahi telakkiyatı amiyaneden büsbütün başkadır; yalnız ifadelerinde çok rumuz var. Dindar mütefekkirin, kavaid ve ulum ve fünun ve felsefeyi, beyanatı şeraiti tefsir için evirip çevirmeye gayret etmişler.

4 Aralık 1916

Kitap okumakla vakit geçirdim.
Öğleden sonra (Yüzbaşı) Þevki Bey’in evine gittim. Beş liraya bir halı ve bir liraya bir hamam takımı aldım.

5 Aralık 1916

Hamama gittim. Yemekten evvel Arıburnu raporunu not ettirmeye devam.
Otomobil ile Telmih nam köyüne gittim. Batman vadisine nazır bir tepecikte kâin olup öteden beri nazarı dikkatimi celbeden evin içine girdim, damına çıktım.

6 Aralık 1916

(George L. Fonsgrive eseri) Mebadi-i Felsefe namında bir eseri okumaya başladım.

8 Aralık 1916

Sadık Bey ve hemen bütün erkânıharbiyem birlikte tavşan avına gittik. Hava fevkalade sisli idi. 4 tavşan, 1 tilki tutuldu. Badehu kırda yemek yedik.

9 Aralık 1916

Sabahleyin erkenden Rauf geldi. Sadık Bey’in görmek istediğini söyledi, kabul ettim. Bir tay hediye etmek istiyordu, kabul etmedim.

10 Aralık 1916

Sabah pek ziyade bir nezleye yakalanmış kalktım. (Namık) Kemal Bey’in “Makalât-ı Siyasiye ve Edebiye”sini okudum… Kemal Bey’in “Tarihi Osmani”sini takibe başladım.
Yemekten evvel (Mehmet) Emin Bey’in “Türkçe Þiirleri”yle (Tevfik)
Fikret’in “Rübab-ı Þikeste”sinden aynı zeminde bazı parçalarını okuyarak bir mukayese yapmak istedim. İkisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de aynı derecede Arapça, Farsça kelimat var.

12 Aralık 1916

(Harbiye Nezareti’nden) Tahsin Bey’den bir sene kıdem zammolunduğu ve İzzet Paşa’nın gaybubeti müddetince İkinci Ordu’ya vekâleten tayin buyurulduğum telgrafı geldi.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2993
Localisation: Paris

MessagePosté le: 10 Nov 2015 10:50    Sujet du message: Répondre en citant

Aujourd'hui 10 novembre, l'anniversaire de la mort d'Atatürk... J'ai voulu voir ce qu'il y'a et j'ai trouvé ce topic.

Notre administrateur a laissé un sujet où le français et le turc est complètement mélangé.

L'an 2015, je constate que la RT, œuvre majeure d'Atatürk ne résiste plus et ceux qui la considère comme "parenthèse" vivent la joie de la fermer cette parenthèse.

Comme disait ici même je crois M. ERPUYAN, les siècles des lumières vécues en Occident a été condensées en en l'espace de 10 ans. Mais les trahisons n'ont pas permis la digestion si j'ose dire et voilà où nous en sommes en 2015...

Je n'ai pas perdu l'espoir, mais les dégâts sont immenses, rebâtir la RT n'est pas aisé.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Coup de Coeur / Coup de Gueule Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Suivante
Page 5 sur 8

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.