263 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 263
Membre(s) : 0
Total :263

Administration


  Derniers Visiteurs

lalem : 5 jours
SelimIII : 7 jours
adian707 : 8 jours
cengiz-han : 9 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005

 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Salih_Bozok
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 25 Nov 2006
Messages: 1441

MessagePosté le: 14 Déc 2006 12:39    Sujet du message: Türkiye Ãœzerine Notlar 1923-2005 Répondre en citant

http://www.1001kitap.com/Guncel/Metin_Aydogan/turkiye_uzerine_notlar/

Kitabin tamami bu siteden okunabilir.....

önemli bazi alintilar:




"Tanzimat'ın açtığı serbest ticaret dönemi, Avrupa rekabetine karşı kendini koruyamayan ekonomimizi kapitülasyon zinciriyle bağlamıştı. Ekonomik alanda bizden çok güçlü olanlar, ülkemizde üstelik imtiyazlı durumdaydılar. Gümrüklerimizi elinde bulunduruyor, kazanç vergisi vermiyor, istedikleri malı istedikleri koşullarda ülkemize sokuyorlardı. Ekonomik yaşantımızın mutlak hakimi olmuşlardı. Bize karşı yapılan bu rekabet gerçekten çok gayri meşru, gerçekten çok eziciydi. Sanayi ve tarımımızın gelişme olanaklarını yok ettiler, mali gelişimimizi engellediler. Oysa bir milletin yaşantısı ile ilgili olan doğrudan milletin ekonomisidir. Ekonomi demek her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insanlığın varolması için ne gerekiyorsa o demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, emek demektir. Ekonomisini geliştirip, toplumun ihtiyaçlarını sağlama yeteneğinden yoksun bir devlet bağımsız olamaz. Artık ve her şeyden önce milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaktan başka bir şey düşünemeyiz. Geçmişte, Tanzimat döneminde devlet ve hükümetler, üstün haklara sahip yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştı. Her yeni ulus gibi Türkiye bunu uygun bulamaz. Burasını esir ülkesi yaptırmayız. Yeni Türk devleti, ekonomik egemenliğini sağlayacak olursa, o kadar güçlü bir temel üzerine yerleşmiş ve yükselmiş olacaktır ki, artık onu yerinden oynatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın olur diyemedikleri, bir türlü kabul edemedikleri budur."

Mustafa Kemal / 1923



Gümrük Birliği'ne Giden Yol

Türk hükümeti, 12 Eylül'ün yarattığı, Batı'ya koşulsuz teslimiyet anlayışıyla, Gümrük Birliği'ne yönelik bağlayıcı imzayı, 8 Kasım 1993'de Brüksel'de yapılan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi'nde attı. Bu toplantıda, Gümrük Birliği'nin 1995 yılında tamamlanmasını öngören bir karar alındı ve bu karar, karşılıklı yükümlülükleri tanımlayan Çalışma Programı'na dönüştürülerek kabul edildi. Aynı yıl yapılan AB Kopenhag Zirvesi'nde, "Türkiye ile mevcut ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için gümrük birliğine gidilmesi konusunda kararlılık vurgulandı" (36) ve bu "kararlılık", Gümrük Birliği Protokolü'nün kabul edilmesine dek sürdürüldü.
Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu reddeden ve gündeminden çıkaran AB, 1994 yılında İsveç, Finlandiya ve Avusturya'yı üye aldı; Polonya, Macaristan ve Slovakya'yı aday üye yaptı. Türkiye, yalnızca o gün değil, gelecekte de üyeliğe alınmayacağı açık bir biçimde ortaya çıkmış olmasına karşın, hiçbir şey olmamış gibi üyelik umutlarını sürdürdü. Söylenen her şeyi yapmış, istenen herşeyi vermişti. Vermeye de devam edeceğini göstermişti.

Karar yetkisine sahip politikacılar, kimi üst bürokratlar, büyük sermaye örgütleri ve bu kesimlerin sözcülüğünü yapan "akademisyenler"; Gümrük Birliği'nin yararları üzerine çok konuşuyor, ama konunun ulusal haklar açısından önemine hiç değinmiyorlardı. Ulusal bağımsızlığını Batı'ya karşı verilen silahlı mücadele ile kazanmış büyük bir ülke; bilgisizlik, aymazlık ve ihanete varan tutum ve davranışlarla, yeniden ekonomik tutsaklığın karanlığına doğru götürülüyordu. 6 Mart 1995'e gelindiğinde durum buydu.

Avrupalılar, taşıdığı olumsuzluklar nedeniyle, Türkiye tarafından imzalanacağından son ana dek emin olamadıkları Gümrük Birliği Protokolü'nü, 6 Mart 1994'te Türkiye'nin önüne koydular. O günlerde iktidarda olan DYP-CHP Hükümeti, Protokolü, Avrupalıları bile şaşırtan bir istekle ve hiç tartışmadan derhal imzaladı. Üstelik bu girişim, Türk kamuoyuna ulusal bir zafer gibi sunuldu. Birlik yetkilileri o denli şaşırmışlardı ki "ne olur ne olmaz" diye olacak, anlaşmayı, yürürlüğe gireceği 1 Ocak 1996'dan iki hafta önce, bir de Avrupa Parlementosuna onaylattılar. Böyle bir işlem, ilk kez ve yalnızca Türkiye için yapılıyordu.

Avrupa Birliği ile yapılan ve hala yürürlükte olan Gümrük Birliği Protokolü, Kemalizmin üzerinde yükseldiği ulusal tam bağımsızlık kavramının yadsınmasıydı ve bu nedenle Atatürkçü Düşünce Sistemi'nin kabul edebileceği bir anlaşma değildi. Anlayışını ve kesin kaynağını 19.yüzyıl sömürgeciliğinden alan Gümrük Birliği Protokolüyle Türkiye ekonomik, siyasal ve hukuksal hükümranlık haklarını, üye olmadığı bir dış güce devretmeyi kabul ediyor ve kendisini Avrupa'nın bir yarı-sömürgesi haline getiriyordu. Gümrük Birliği Protokolü, tam ve tartışmasız bir biçimde yeni bir kapitülasyon anlaşmasıydı ve şu koşulları içeriyordu;

1. Türkiye Gümrük Birliği'ne girmekle, organlarında yer almadığı bir dış örgütün tüm kararlarına uymayı önceden kabul ediyordu. Türkiye'nin karşı oy verme, kabul etmeme ya da erteleme gibi hakları bulunmuyordu.
2. Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü'yle, dış ilişkilerini belirleme yetkisini Avrupa Birliği'ne devrediyordu. Türkiye, Avrupa Birliği'nin üye olmayan üçüncü ülkelerle (tüm dünya ülkeleri) yaptığı ve yapacağı bütün anlaşmaları önceden kabul ediyordu. (16. ve 55. maddeler)
3. Türkiye, Gümrük Birliği'ne girmekle, herhangi bir dünya ülkesiyle Avrupa Birliği'nin bilgi ve onayı dışında ticari anlaşma yapmamayı kabul ediyor, yapması durumunda Birliğe anlaşmayı engelleme yetkisi veriyordu. (56. madde)
4. Türkiye, Gümrük Birliği'ne girmekle, Avrupa Birliği'nin GB ile ilgili olarak alacağı bütün kararlara paralel kanunlar çıkarmayı önceden kabul ediyordu. (8.madde)
5. Türkiye, Gümrük Birliği'ne girmekle, içinde hiçbir Türk hakimin olmadığı Avrupa Birliği Adalet Divanı'nın bütün hukuki kararlarına tam olarak uymayı önceden kabul ediyordu. (64.madde)
6. Türkiye, Gümrük Birliği'ne girmekle, ulusal pazarını rekabet etmesinin mümkün olmadığı Avrupa mallarına açıyor, gümrük vergilerini sıfırlıyor, tüm fonları kaldırıyordu.


*


Gümrük Birliği Protokolü'nün koşulları Türkiye açısından gerçekten çok ağır ve yıkıcıydı. Avrupalılar, bu denli ağır ve tek yanlı bir anlaşmayı Türkiye'ye bu denli kolay kabul ettirmenin mutlu şaşkınlığına uğramışlardı. Avrupa Parlamentosu'ndaki görüşmeler sırasında söz alan bir parlamenter şunları söylemişti: "Türkiye'yi çok ucuza satın alıyoruz. Bu bizim yararımıza olmayacaktır." (37) Fransa'nın Ankara eski Büyükelçisi Eric Routeau'nun Protokol'le ilgili sözleri bir büyükelçiden beklenmeyecek kadar açık ve netti: "Türkiye, büyük ödünler verdiği çok haksız bir anlaşmaya imza attı. Bu anlaşma yeniden düzenlenmezse, Türkiye'nin ekonomisi açısından bir felaket olur. Avrupa pazar istiyordu, istediğini fazlasıyla elde etti." (3Cool Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel'in sözleri ise acı gerçeğin belki de en somut ifadesiydi: "Türkiye bizim Cezayirimizdir." (39)

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Alman Leni Fisher'in, Türkiye'nin GB'ni kabul etmesi konusunda 24 Ocak 1996 tarihinde söylediği sözler gerçek durumu ortaya koyan açık sözlerdi: "Avrupa'nın Ortadoğu'da çok önemli rol oynayan bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır." (40)

Türkiye'nin GB'ne değil, Avrupa'nın Türkiye'ye gereksinimi olduğunu kabul etmek, gerçeği anlatan somut bir saptamadır. Avrupalılar o günlerde arka arkaya açık sözlü açıklamalarda bulundular. Avrupa Parlamentosu sosyalist gurup sözcüsü Anne Van Lencker; "GB, Türkiye'de orta ve küçük işletmeler düzeyinde iş kaybına neden olacak ve Türkiye kısa vadede sıkıntı yaşayacaktır" (41) AP'nun Yunanlı üyesi Yannos Karranidiotis; "GB, ekonomi ve ticarette Türkiye'nin değil, Avrupa'nın yararına işleyecektir." (42) AP üyesi Daniel Cohn Bendit; "GB Türkiye için kötü bir hediye. Ekonomik alanda güçlük çekecek olan Türkiye, politik birliğin nimetlerinden de yararlanamayacak" (43) Türk Hükümeti, ülkesini açık pazar haline getiriyor ve bunu "bayram" gibi kutluyor; bu pazardan yarar sağlayacak olan Avrupalılar ise Türkiye açısından ortaya çıkacak zararları irdeliyorlardı. Bu işte bir gariplik vardı.


Gümrük Birliği Sonuçları

Gümrük Birliği uygulamalarının neden olduğu ekonomik yıkım, giderilmesi giderek zorlaşan ulusal sorunlar olarak Türk halkının karşısına dikilmektedir. Ancak yaşanan bunca olumsuzluğa karşın, yalana ve yanlışa dayanan AB politikaları, toplumsal yaşamın tümünü kapsayacak biçimde ısrarla sürdürülmektedir. Politikacılar ve büyük sermaye çevreleri, AB'ne verilen ödünlerin yetersiz olduğunu, daha çok ödün verilmesi gerektiğini, AB'ne ancak bu yolla üye olunabileceğini söylemektedirler. İleri sürülen bu sav, söylem düzeyinde bırakılmamakta ve yasal zemini oluşturulan uygulamalar halinde yaygınlaştırılmaktadır. Oysa, Avrupa Birliği Türkiye'yi hiçbir zaman tam üyeliğe almayacaktır. Çünkü;

1. Gümrük Birliği, Avrupa Birliğine üye olmak için verilen ulusal bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye, ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa'ya açmıştır, "nimet"i olmayan bir "külfet"e katlanmış, kendisini de Avrupa için "külfetsiz nimet" haline getirmiştir. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
2. Avrupa büyük boyutlu ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıyadır. Daralan dünya pazarları, şiddetlenen uluslararası rekabet, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları giderek büyüyen dalgalar halinde Avrupa'yı sarmaktadır. AB, kendisini ABD ve Japonya'ya karşı korumaya çalışmaktadır. Amacı siyasi birliktir. "Avrupa Birleşik Devletleri" olarak ifade edilen oluşumda Türkiye'nin yeri yoktur. Olması da mümkün değildir.
3. Türkiye, AB'ye göre sorunları çok daha fazla olan, farklı yapıda ve azgelişmiş bir ülkedir. Böyle bir ülke Avrupa için "ortak" değil ancak "pazar" olabilir. Yüzde 10'u aşan kronik işsiz oranıyla Avrupa'nın, kalabalık nüfusu ve yüzde 26 işsizi olan Türkiye'yi tam üyeliğe alarak ona serbest dolaşım hakkı tanıması demek, çözmekte yetersiz kaldığı Avrupa işsizliğinin katlanarak artması demektir. Böyle bir gelişme ise AB'nin gözünde "Viyana kapılarında durdurulan" Türklerin, Avrupa'yı bu kez "kılıçsız istila" etmesidir.
4. Türkiye tam üyeliğe kabul edilmesi halinde, temsil haklarının nüfusa göre belirlendiği Avrupa Birliği içinde, Birliğin en etkin birkaç ülkesinden biri olacaktır. Avrupa Parlamentosu'nda 91 milletvekili (Almanya 99, İngiltere ve Fransa 87), Bakanlar Konseyi'nde 10 oy (Almanya, İngiltere ve Fransa 10) ve AB Komisyonu'nda 2 komiser (Almanya, İngiltere ve Fransa 2) ile temsil edilecektir. Yüzyıllardır (1923-1938 arası hariç) Avrupa'nın yarı-sömürgesi durumunda olan Türkiye, Avrupa'yı yöneten bir ülke haline gelecektir. Kendi ülkelerini "yönetemeyenler" Avrupa'yı "yöneteceklerdir". Böyle bir durum, Avrupalılar için, değil kabul etmek gerçek bir "kabus" tur.
5. Türkiye'nin, tam üye olması halinde, AB'nin yürürlükteki sistemi gereğince, Birliğin "az gelişmiş yörelere yardım fonundan" her yıl yaklaşık 17,5 milyar dolar yardım alması gerekecektir. Böyle bir durum, pazar ve para için 2O.yüzyıl içinde milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşı çıkaran Avrupalıların, "akıllarından bile geçiremeyecekleri" bir gelişmedir.
6. Avrupalılar, Türklere yüzyıllardır ırkçı ve dinci gözlüklerle bakmışlardır. Avrupalılar için Türklerin yaşam tarzları, kültürel gelenekleri ve dini inançları, aynı siyasal oluşum içinde birlikte olunamayacak kadar kendilerinden uzaktır. Bu durum Türkler için de geçerlidir. Avrupa her geçen gün daha fazla kendi içine kapanmakta ve kendini özellikle ABD ve Japonya'ya karşı mücadeleye hazırlamaktadır. Yarattığı ekonomik-siyasi oluşum içinde Türkiye'nin gerçekten "yeri yoktur."

*


Gümrük Birliği'ne girdikten sonra ekonomik göstergeler, kısa süre içinde siyasi istemlerden çok daha kötü bir gidişi haber vermeye başladı. Ucuzlayacak denilen hiçbir ürün ucuzlamadığı gibi gerçek bir dışalım patlaması yaşandı. Türkiye, beyaz eşya, elektrikli ev araçları, otomobil, TV, müzik seti başta olmak üzere her türlü tüketim malları akınına uğradı. Türkiye'nin en iddialı üretim dalı tekstil ve konfeksiyonda dışsatım azaldı. Üçüncü ülkelerden ucuz hammadde elde etme olanağını yitiren ulusal ilaç sanayi, ağaç işleri, deri sanayi, tarım, mobilyacılık zor duruma düştü.

Türkiye, Avrupa kökenli mallarla dolarken AB'ne üye ülkeler GB anlaşmasının koşullarına uymadılar. Türkiye'nin tarımsal ürün ve tekstil ağırlıklı az sayıdaki dışalım ürününe tarife dışı engeller ve kotalar koydular, anti-damping soruşturmaları açtılar. AB'nin karar organlarında yer alamayan, dolayısıyla karar süreçlerine katılamayan Türkiye, alınan kararlara itiraz da edemiyordu.

AB'nin 1998 yılında tek taraflı olarak aldığı kararlar gereğince; 1 Temmuz 1998 tarihinden itibaren Türkiye'ye açılmış olan 15 bin tonluk sıfır gümrüklü domates salçası kotası hiçbir gerekçe gösterilmeden durduruldu. Aynı günlerde, daha önce açılacağı bildirilen 9 bin 60 tonluk ilave fındık kotası açılmadı. 16 Haziran'dan beri yürürlükte olan 14 bin tonluk gümrüksüz karpuz kontenjanı kaldırıldı. Bu ürünlerin, AB ülkelerine, ancak gümrük ödeyerek girebileceği bildirildi. (44) Aynı yıl midye, istiridye, kum midyesi gibi kabuklu deniz ürünleri ile taze balık ihracı tamamen yasaklandı. Çift çenekli yumuşakçalar olarak adlandırılan her türlü deniz ürününün AB ülkelerine girmesi engellendi. (45)

Domates salçası ve fındığa önce kota kondu, daha sonra Türkiye'nin temel ihraç ürünü olan fındık tam olarak yasaklandı. Antepfıstığı, kuru incir dışalımı sınırlandı. Türk televizyonları, 'köken denetimi' adıyla gümrüklerde tek tek incelemeye alındı ve ek gümrük vergileri getirildi. Dışalımın zorlaşması nedeniyle daha önce Avrupa'dan yapılan siparişler iptal edildi Türk televizyon üreticileri milyonlarca dolar zarar etti. (46)

Avrupa Birliği 1999 yılında Türk demir-çeliğine anti-damping soruşturması başlattı. Oysa, soruşturma başlatacak herhangi bir ticari sorun yoktu. AB Komisyonu, Birliğin kurulmasında önemli yeri olan Avrupa Demir-Çelik Birliğinin yaptığı şikayetin "haklı olduğu sonucuna vararak" soruşturmayı başlattı. Gösterilen gerekçe, Avrupa'ya ihraç edilen filmaşinin (kangal demir) bağlantı parçalarının düşük fiyatla satılıyor olmasıydı. Gerekçe haklı değildi ve gerçek neden, Türkiye'nin Avrupa ülkelerine yaptığı filmaşin dışsatımını, 1996-1999 yılları arasında yüzde 529 arttırarak 24741 tona çıkarmayı başarmış olmasıydı. (47)


Ekonomik Çözülme

Batı'ya bağlanmanın somut ifadesi olan ABD ve AB ile yapılan anlaşmalar, IMF ve Dünya Bankası ile girilen ilişkiler, ekonomik dengeleri hızla bozdu. Üretim azaldı, işsizlik arttı, halkın geçim koşulları ağırlaştı. 1938 yılındaki geçim göstergesi (Endeks) 100 kabul edilirse, bu gösterge 1950'de 339,7'ye 1963'te 962,7'ye çıkmıştı. (4Cool Yatırımların, Gayri Safi Milli Hasılaya oranı 1930'da yüzde 11,84 iken, 1948'de yüzde 9,3'e düşmüştü. (49)

Türkiye, AB ile Ankara Anlaşmast'nı imzaladığı 1963 yılında, dış ticaret dengeleri bozulmuştu ama, bu açıklar altından kalkılamayacak boyutlara henüz ulaşmamıştı. Türkiye 1964 yılında, 410.8 milyon dolarlık dışsatıma karşı, 537.4 milyon dolarlık dışalım yapmıştı. Dış ticaret açığı 126.6 milyon dolardı ve dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 76.4'e düşmüştü. (50) Bir Amerikan doları 9 liraydı. (51) 1963 yılında, yıllık enflasyon birçok Avrupa ülkesinden daha düşüktü ve yıllık yüzde 2'ydi. (52) Türkiye'nin dış borcu, 352 milyon dolarlık bölümü Türk lirası ile ödenmek koşuluyla, toplam 1.4 milyar dolardı. (53) Avrupa Birliği'ne üye olma girişiminin başlangıcı olan 1963'te durum buydu.

Ankara Anlaşması'nın imzalandığı 1963 yılından, Gümrük Birliği Protokolü''nün kabul edildiği 1995 yılına dek geçen 32 yılda, ekonomideki, özellikle de dış ticaret dengelerindeki bozulma, hızla arttı. 12 Eylül rejiminin 24 Ocak 1980 kararlarında ifadesini bulan ve Cumhuriyet''in temel yaklaşımlarını işlemez hale getiren uygulamaları, dış ticaret açıklarının büyük boyutlara ulaşmasına neden oldu. Gümrük Birliği'yle sonuçlanan 15 yıllık dönemde (1980-1995) açıklar büyümüş, 1995 Gümrük Birliği uygulamalarından sonra denetlenemez hale gelmişti.

Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre 1950'de 22,3 milyon, 1960'da 146.8,1970'de 359.1 milyon dolar olan dış ticaret açığı; 1983-1995 yılları arasındaki 13 yılda, yıllık ortalama 6403.4 milyon dolara çıkmıştı. (54) Artışın nedeni, Gümrük Birliği Protokolü'yle gümrüklerdeki korumacı önlemlerin kaldırılması ve Türkiye'ye mal sokmanın büyük oranda serbest hale getirilmesiydi. 1990-1995 arasındaki 5 yılda, her yıl ortalama 25,8 milyar dolar dışalım yapılırken, Gümrük Birliği uygulamalarından sonraki 5 yılda her yıl 46,8 milyar dolar dışalım yapıldı. Artış, yüzde 78,6'ydı. (55)

Gümrüklerde, korumacı vergilerin kaldırılması, dışalımda büyük artışlara yol açarken aynı zamanda, devletin gümrük vergisi yitiklerine yol açtı. Yitikler, Gümrük Birliği'nin yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1996'dan sonraki yalnızca ilk onbir ay içinde, 125 trilyon lirayı aşmıştı. Bu, o günkü kurla 2 milyar dolara yakın bir miktardı. (56) Avrupa Birliği, Gümrük Birliği Protokolüyle vermeyi kabul ettiği parasal yardımı bloke etmiş, vermiyordu. Gerçi vereceği miktar da, 1 Ocak 1996'dan sonraki 5 yıl içinde 2 milyar dolardı. Bu ise devletin bir yıllık vergi kaybı kadardı. (57)

Türkiye'nin parasal yitiği, vergi ve fonlarla da sınırlı değildi. Dış ticaretteki açık olağandışı büyümüş ve 1996 yılında 20 milyar dolara çıkmıştı. Cumhuriyet tarihinin bir yıl içinde gördüğü en büyük dış ticaret açığı, o günden sonra kronik hale gelerek, hemen her yıl 20 milyar doların üstünde kaldı. (5Cool 59. AKP Hükümeti'nin uygulamalarıyla, dış ticaret açığı 2004 yılında adeta patlama yaptı ve 2003 yılında 22,7 milyar olan açık, 2004'de 34,1 milyar dolara çıktı. (59)

Dış ticaret açıklarına yol açan nedenler, elbette ulusal üretimin engellenmesi ve yerli üreticilerin giderek yok olmasına dayanıyordu. AB Katılım Ortaklığı Belgeleri ve IMF Niyet Mektupları, Türkiye'ye sürekli olarak üretimsizliği öneriyor ve öneriler hemen yerine getiriliyordu. Özelleştirmeler, milli şirket satışları ya da tarım politikaları, belirgin biçimde üretimsizliği amaçlıyordu. Gümrük Birliği Protokolü''nün yürürlüğe girdiği 1996'nın ilk 11 ayı içinde Almanya'dan yapılan dışalım yüzde 77.5 artarken, dışsatım yüzde 1 düşmüştü. Bu oranlar Fransa için yüzde 88.3 ve yüzde 6.1, İtalya için yüzde 86.8 ve yüzde 11,1'di. (60)

DİE verilerine göre, dışsatımın dışalımı karşılama oranı, 1937'de yüzde 121 (yani yüzde 21 dışsatım fazlası) iken, bu oran; 1950'de yüzde 92,2, 1960'da yüzde 68,6, 1970'de yüzde 62,1, 1980'de yüzde 62, 1990'da yüzde 58,1, 1996'da yüzde 54,1, 2000'de yüzde 50,6 ve 2004'de yüzde 54,7'ye düştü. (61)

*


Dış ticaret açığının borçlanmaya neden olacağı açıktı. Dış ticaret açığı, ürettiğinden çok tüketmek, yani kazandığından çok harcamak demekti. Aradaki fark, borçla kapatılacaktı. Bu kural, başka bir gelir kaynağı bulunmadığı sürece, dünyanın her yerindeki her insan ve her ülke için geçerliydi.

Türkiye, kaçınılmaz olarak verdiği dış ticaret açığı oranında borçlanmaya başladı. 1945 yılında altından kalkamayacağı bir borcu yoktu. Osmanlı'dan devralman Düyun-u Umumiye borcunun son taksidi 1954 yılında ödenmiş ve dış borç kapatılmıştı. Bugün ise (2005) Türkiye'nin iç-dış borç toplamı 300 milyar doların üzerindedir. Türk ekonomisine üretim değil, faiz ve rantiye kârları yön vermektedir. Faiz peşindeki finansal varlıkların toplamı, 1998 yılında 113 milyar dolara çıkmıştır. (62)

Gümrük Birliği'nin yol açtığı bir başka çarpıcı sonuç, Türkiye'nin, verdiği dış ticaret açığı nedeniyle Avrupa'ya kaynak aktarması, aktardığı kaynağın kendisine karşı kullanılmasına yol açmasıdır. Gümrük Birliği Protokolü'nun uygulanmasından sonraki 5 yılda (1996-2001) Türkiye toplam 117 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. (63) Bu açığın, yüzde 53'ü yani 62 milyar dolarlık bölümü AB üyesi ülkelere, verildi. Yunanistan AB bütçesinden her yıl, 5.2 milyar dolar karşılıksız yardım almaktadır. Bu, son 5 yıl için 26 milyar dolar demektir. (64) Bu durum, şu acı gerçeği açığa çıkarmaktadır. Türkiye, verdiği dış ticaret açığıyla Avrupa'ya kaynak transfer etmekte, AB'nin bu kaynağın bir bölümünü Yunanistan'a vermesiyle de Yunanistan'ı finanse eder duruma düşmektedir. 5 milyar dolar, Yunanistan'ın silahlanmaya ayırdığı paradan fazla bir miktardır. Türkiye, yoksul Anadolu insanının yarattığı kıt kaynaklarla, dolaylı da olsa Yunanistan'ı kalkındıran ya da onu kendisine karşı silahlandıran duruma düşmüştür.

Gümrük Birliği Protokolü'ndan sonra, Türkiye'den yalnızca ekonomik değil, siyasi ödünler de istendi. Bu istek, kapsam ve yoğunluğu artarak sürmektedir. İsteklerin ortak özelliği, Cumhuriyet'in kurulmasıyla ulusal birlik temelinde çözüme ulaştırılmış eski sorunları kapsıyor olmasıdır. Maddi temeli olmayan yapay gerekçelere dayanarak ele alınan kimi konular, kağıt üzerinde "sorun" haline getirilmekte ve daha sonra Türkiye'den bu hayali "sorunları" çözmesi için somut adımlar atması istenmektedir. Türkiye'nin içine düştüğü politik yozlaşma, yönetim bozulması ve ekonomik yetmezlik kullanılarak, para ve propagandanın gücüyle ülke parçalanmaya doğru götürülmektedir.
_________________
« Le faux courage attend les grandes occasions... Le courage véritable consiste chaque jour à vaincre les petits ennemis. »
[ Paul Nizan ]
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Salih_Bozok
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 25 Nov 2006
Messages: 1441

MessagePosté le: 14 Déc 2006 12:43    Sujet du message: Répondre en citant

Ne Yapılmalı?

Mustafa Kemal Atatürk 28 Aralık 1920'de şunları söylüyordu: "Bir ulus varlığını ve haklarını korumak yolunda bütün gücü, bütün görünür görünmez güçleriyle ayaklanarak karara varmış olmazsa; bir ulus yalnız kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlayamazsa, şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz." (103)

Atatürk, 80 yıl önceden sanki bugünün Türkiyesini anlatıyor. Çok yönlü zenginliklere sahip koskoca bir ülke bağımsızlığını yitirerek, bugün gerçekten "şunun bunun oyuncağı" durumuna düştü. Oysa Mustafa Kemal'in önderliğinde aynı durumdan kendini kurtarmış ve ulusal varlığını, ağır bir bedel ödeyerek kazandığı, bağımsızlık savaşı üzerine oturtmuştu. Kemalist Devrim Türkiye'de derinliği olan anti-emperyalist birikim sağlamıştı.

Günümüzdeki tüm olumsuz koşullara ve bütün görünür görünmez bozulmalara karşın bu birikim, Türk ulusu içinde yaşamaktadır. "Kendi gücüne güvenmek" Türklerin tarihten gelen doğal bir niteliğidir; bu güç, bilince çıkarılmayı ve harekete geçirilmeyi beklemektedir. Bu yapılmalıdır. Türk halkında her zaman var olan direnme gücü ve ortak duygu halinde varlığını sürdüren özgürlükçü anlayış, örgütlü bir ulusal hareket haline getirilerek, bağımsızlık yolunda mücadeleye sokulmalıdır.

Türk ulusu uzun süre, yabancıların belirlediği sınırlar içinde yaşamaya katlanamaz. Çıkış yolunu bulacak ve önderlerini kendi içinden çıkaracaktır. Tüm olumsuzluklara karşın, yeniden tam bağımsız olacaktır. Türkiye'de siyaset; çıkar sağlamanın, makam ve ün elde etmenin, yabancılaşmanın aracı olmaktan çıkacak, halk ve ulus yararına verilen bir mücadele haline gelecektir. Türk halkı bu mücadeleye hazırdır ve kendisine öncülük edecek ulusal bir hareket beklemektedir. Bu hareketi, ulusçu aydınlar yaratacak ve halkı ulusal hedeflerde örgütleyecektir. Bu işe giriştiklerinde güçlü bir halk desteğiyle karşılaşacaklardır. Çünkü halkın yaşamdan gelen gereksinimleri, böyle bir eylemi gerekli kılmaktadır. Bu eylem, halka dayandığı için, içten ya da dıştan, hiçbir güç tarafından yenilemeyecektir.

1939'da başlayan 65 yıllık ödün verme süreci Türkiye'yi bugünkü durumuna getirdi. Oysa Mustafa Kemal, yaşamı boyunca, ekonomi başta olmak üzere dilden dine, kültürden siyasete dek her alanda ulusal bağımsızlığı sağlama ve koruma mücadelesi vermiş, Türk ulusuna bıkmadan, bağımsızlığını her ne pahasına olursa olsun koruması gerektiğini hatırlatmıştır. "Bir ulusun doğrudan doğruya yaşamı, yükselmesi ve gerilemesiyle ilgili olan her şey, o ulusun ekonomisidir... Türk tarihi incelendiğinde, tüm yükselme ve çöküş nedenlerinin, bir ekonomi konusu olmanın ötesine geçmediği görülür.." (104) diyor, tam bağımsızlığın ancak "devletin mali bağımsızlığı" ile gerçekleştirileceğini söylüyordu.

Mustafa Kemal Atatürk'ün ekonomik ve siyasal görüşleri, bugün yalnızca Türkiye'de değil, dünyanın birçok ülkesinde, özellikle de azgelişmiş ülkelerde, güncelleşip tartışılıyor. Küreselleşmenin yıkıcı etkisinden kurtulmak için yol ve yöntem arayan insanlar, adını ve ülkesini bilmese de Atatürk'ün yüzyıl başında uyguladığı politikalara yöneliyorlar. Kemalizmin temel kavramları bugün yeniden konuşuluyor. Bu konulara "kafa yoranlar" ister istemez Kemalizme ulaşıyor. Bağımsız ulusal kalkınma, sosyal pazar ekonomisi, korumacılık, müli kambiyo, yerli üretim, denk bütçe, sosyal devlet, ulusal tarım ve madencilik, karma ekonomi, gibi konular, 21. yüzyıla girerken daha çok dile getiriliyor. Herkes Çin'deki ekonomik mucizeden sözediyor.

*


Türk halkı, 60 yıldır bütün iç ve dış saldırılara karşı bugüne dek direndi, direnmeye devam ediyor. Ancak özellikle son 30 yılda uygulanan dış kaynaklı politikalarla, bağımsızlıktan yana olan ulus güçleri, hem siyasi hem de ekonomik yönden ezildiler. Beslenip büyütülen işbirlikçilik, çeteleşen siyaset ve hepsinden önemlisi sınırsız haksızlık ve talan ile artık Cumhuriyetin varlığı tartışılıyor. Halk yoksul ve yoksulluğu giderek artıyor. Halk deyimiyle, "at iziyle it izi" birbirine karışmış. Türkiye iyi yönetilemiyor. Ülkede bir iktidar boşluğu yaşanıyor.

Türk halkının emperyalizme karşı direnci, eğer örgütlenmezse, ulusal varlık kendisini uzun süre kendiliğinden koruyamaz. Zira ülkemizin bütünlüğüne yönelik tehditler, artık uygulanmaya başlandı. Dış kaynaklı yapay ayrılık ve düşmanlık yaratma girişimleri, halkımızın tarihten gelen birlik ve dayanışma geleneklerine kalıcı zararlar veriyor. Buna karşın, halka öncülük edecek ulus güçleri, örgütsüz ve güçsüz durumdalar. Aydınlar, işçiler, ulusçu işadamları, köylüler, esnaf ve sanatkârlar, gençler, öğretmenler ve memurlar ağır ekonomik sıkıntılarla, umutsuz bir dağınıklık içindeler.

Türkiye'nin bugün getirildiği yer "iyi değildir". Bu doğrudur. Ancak, tüm olumsuzluklara karşın yaşanan sorunların üstesinden gelecek, tarihsel birikime ve güce sahibiz. Öncelikle, emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını kazanan Kemalist harekete sahip olmak, başlı başına bir güç kaynağıdır. Bu hareket, ülkenin ve halkın en zayıf anında, dünyanın en güçlü devletlerine karşı başarılı olmuş bir halk direnişini temsil eder. Bugün önemli olan, onun ilkelerini günün koşullarına uygun olarak yaşama geçirmektir.

Kemalist uygulamanın Türkiye'deki başarısı, açık ve kesindir. İçinde oluştuğu dünya koşulları nitelik olarak değişmemiştir. Teknolojik gelişme, mal ve hizmet dolaşımı, kâr transferleri ve mali sermaye egemenliğinde büyük bir yoğunlaşma yaşanıyor ama temel işleyiş değişmiyor. Uluslararası rekabet ve paylaşım gerilimleri, silahlanma yarışı ve aşırı güç kullanımı, gelişmiş-azgelişmiş farklılıkları, kişi ve ülke sömürüsü, yüzyıl öncesindeki niteliğiyle sürüyor. Kemalizm bu nedenle güncel. Emperyalizm var oldukça güncelliği sürecek. Üstelik yalnızca Türkiye için değil, dünyanın tüm ezilen ulusları için de güncel. Bu nedenle, Kemalizmi öğrenip ilkelerini günümüze uyarlamak, geçmişle uğraşmak değil, günümüz sorunlarını çözme ve geleceğe yön verme girişimidir.

"Kötüyü" "iyinin", "olumsuzu" "olumlunun" izlemesi, doğal ve toplumsal gelişimin temel yasasıdır. Günümüzdeki "iç karartan" siyasi olumsuzluklar, süreç içinde yerini yurtsever bir toplumsal yükselişe bırakacak ve ortadan kalkacaktır. Çünkü bugünün siyaseti, ülke gerçeklerine ve ulusal gereksinimlere değil, yalan ve yanlışa dayanmaktadır. Sürüp gitmesi olanaksız, sona erdirilmesi kolaydır. Yeter ki, aydınlar üzerlerine düşen görevi yapsınlar ve halkı örgütleyerek ulusal birliği sağlasınlar.

Bugün, aydınların temel ve acil görevi, tüm ulus güçlerinin birliğini sağlamaktır. Bu görev, günümüzde aydın olmanın da temel koşuludur. Ulusal birlik temelindeki tam bağımsızlık mücadelesinde, emperyalizme ve yerli uzantılarına karşı tavır almayanlar, kendilerine ne ad verirlerse versinler aydın ya da demokrat olamazlar. Türkiye'nin, yeni bir "Kurtuluş Savaşı" na gereksinimi var. Bunun için bize gerekli olan ideolojik birikim ve mücadele geleneğine sahibiz. Kemalizmin; ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyasetini ve bölgesel sorunları kavrama, bağımsız ideoloji, erişilen tarih bilinci, bilinçli anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta kararlılık, ulusal birliği sağlama becerisi, askeri ve siyasi örgütlenme yeteneği ile oluşan mücadele anlayışı, güncelliğini belki de daha etkin olarak koruyor.

Mustafa Kemal'in yaptığı yapılmalı, Türk halkı kendi kaynaklarına dayanarak emperyalizme karşı örgütlenmelidir. Herkes, ulusal haklar için, yani kendi geleceği için, konumuna ve gücüne uygun düşen bir çaba içine girmelidir. Herkesin ülkesine karşı yapabileceği bir şey vardır. Haklarına ve geleceklerine sahip çıkıp mücadele etmeyenler, özgür olamazlar. Bu gerçek kavranmak, gereği yapılmalıdır. Ulusal bağımsızlığın korunarak halkın gönencinin sağlanması, örgütlü olmaktan ve mücadele etmekten geçer. Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözleri hiç unutulmamalıdır: "Bir milletin yüzü gülüyorsa o millet mutludur. Bir ülkede yüzü gülmeyen insanlar çoğunlukta ise, o ülkenin yöneticilerini değiştirmek gerekli olmuş demektir." (105)
_________________
« Le faux courage attend les grandes occasions... Le courage véritable consiste chaque jour à vaincre les petits ennemis. »
[ Paul Nizan ]
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 15 Déc 2006 5:23    Sujet du message: Répondre en citant

Dogrudur ama bildiginiz gibi, ekonomi degisken bir ilim daldir. Bugünün kosullarinda bu önlemler tipatip uygulanirsa ülkeyi bataga götüreceginin kuskusuz olduguna inaniyorum. Hiç bir kapali ekonomi bugün çagdas degil olamaz da. Atatürk'ün mesajinin esansini anlamak, niyetine ve niteligine dogru yönlenmenin daha yapici olacagina inaniyorum.

Neler mi yapilabilir?

Bana kalirsa

- Avrupayla gümrük birligi tekrar tartisilmali ve daha adil bir sekilde yeni bir uzlasima varilmali.

- Türk mallarinin ve hizmetlerinin, yurtiçinde ve yurtdisinda ürünsel (kalite) ve algisal (reklam) degerlendirilmelerine yönelik devlet seviyesinde atilimlar olmali

Gümrügü kapatmak demek illaki ithalatlari durdurmak anlamina gelmez. Cari ihtiyaçlarimiz için bazi ürünleri ister istemez, hatta yalvararak bile, ithal etmek zorundayiz. Bunun en basit örnegi Askeri harcamalar. Uçak, tank, silah harcamalarimizin yanisira teknolojik ürünler, sanayi yatirmlar, yari ham maddeler... için de ithlata basvurmak zorundayiz. Bu sadece Türkiye için degil, bütün dünya ekonomileri için de geçerli artik. Hiç bir ülke her dalda uzman olamiyor artik.

Gümrügü kapatmak demek, mutlaka genel oranda ithalat ihracat hacmini düsürmek demektir. Yani Ithal etmezsek, ihraç ettirmezler. Ihraç edemedigimiz gibi zorunluklu bir sekilde ithale devam etmek halinde kaldigimizi da gördük.Uzun lafin kisasi, böyle bir durumda yine muhtemelen, daha beteri degilse, ayni dis ticaret açigimizla oturup kaldigimizla beraber, birde karaborsa, kItlIk, kalitesiz mal... yani dis ticaretin yarattigi dinamizmin olmadigi zamanlardaki ortamlarda rastladigimiz saçmaliklarla yeniden yüzyüze gelecegimizden dogal olarak korkarim.

Olaya bir de böyle bakildigi zaman, deger mi degmez mi pek emin degilim.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 15 Déc 2006 17:32    Sujet du message: Répondre en citant

Cyberturc a écrit:
Dogrudur ama bildiginiz gibi, ekonomi degisken bir ilim daldir. Bugünün kosullarinda bu önlemler tipatip uygulanirsa ülkeyi bataga götüreceginin kuskusuz olduguna inaniyorum. Hiç bir kapali ekonomi bugün çagdas degil olamaz da. Atatürk'ün mesajinin esansini anlamak, niyetine ve niteligine dogru yönlenmenin daha yapici olacagina inaniyorum.


Aynen oyle... Artik ABD dahil hiçbir bagimsiz ekonomi kalmadi, pardon K. Kore hariç.

Bu kendi kaynaklarina donmek soylemi çok çekicide içini doldurmak gerek.
Ben gunumuz Turliye insaninin onur ugruna sikintilara girebilecegini de sanmiyorum. Avrupa halklari krizde de Turk halki degil mi?

Uzun vadeli olarak, herkes bize dusman savinin tam ziddi bir vatan ve insan sevgisi egitimi kazandirilabilirse çok sey hallolur.

Bugun ise ekonomiye çeki duzen verip, AB, ABD bagimliliginin azaltilmasi, kaynaklarin çesnilendirilmesi onemli... Bu bile milletin butunlugunden ve ortak paydalarda birlesmekten geçiyor. Ancak boyle bir ortam da goremiyorum ben, ne yazik!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Page 1 sur 1

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group ¦ Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.