342 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 342
Membre(s) : 0
Total :342

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 09h19:53
murat_erpuyan : 09h22:17
SelimIII : 22h46:49
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 3 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Mine KIRIKKANAT yine döktürdü....AMA OKUYAN KIM???
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Mine KIRIKKANAT yine döktürdü....AMA OKUYAN KIM???
Aller à la page Précédente  1, 2, 3  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 05 Juin 2010 14:51    Sujet du message: Répondre en citant

Ben okuyorum Murat.....ve yazilarin çogunda dile getirilen görüslere de katiliyorum.....elbette kamuoyu karsisinda isimlerini zedelemek istemeyen kisiler "zevahiri" kurtarmak için "hamasi" sözler de ediyorlar.... Gazze'ye giderken gaza gelip "gazi" yada "niyazi" olan salaklara da eminim çogunun tabiri caizse, "on postasi" var!!!
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 26 Juil 2010 21:48    Sujet du message: Répondre en citant




Iktidarın hukuku da kullanarak uyguladığı baskı politikasından yakınırken “Ben bile gelirler, alırlar, iftira atarlar, içeri tıkarlar diye özgürce konuşamıyorum” diyor. Tespiti ürkütücü: Toplum aklını oynatmak üzere
Adının “AB’den para alan gazeteciler” listesinde yer almasına sert tepki gösterdi Mine Kırıkkanat. Hatta konuyu yargıya da taşıdı. “Davayı kazandım ama ilan etmek için Yargıtay’ın kararını bekliyorum. ” diyor.
* Neden AB’den fon almadınız mı?
Bana atfettiği para 2006-2007 arası Kanaltürk’te yaptığım Kiosk programında makyözümüzden kameramanımıza hepsinin masrafı dahil aldığımız para.
* O fonlarla çekilen filmler de, yürütülen kampanyalar da, daha önce bahsettiğiniz “kültür bombardımanının” parçası olduğu için oradan kaynaklanan bir kuşkuculuk var. Doğal değil mi?
Bir Türk televizyonunda, bir Türk haber programının benim yaptığım AB programı kadar özgür olmadığını görüyorum.

TESEV’le işim olmaz
Bu arada bir parantezi var yine; işin içine ABD vakıflarının fonları girerse iş değişir. “Benim TESEV’le işim olmaz” diyor mesela.
* Amerikan fonuyla AB fonunun ne farkı var?
Amerikan vakfından alınan fondan kuşkulanırım çünkü lobicilik önde olabilir.
* AB’de yok mu?
Lobiler ve taraflar olabilir ama anlaşmalar kurumsal yapılır. Ama Alman dikte eder, Fransız dikte eder, İngiliz dikte eder.
* Fonla çıkarılan, ki Türkiye’de örnekleri var, gazetelerin “tarafsız” gazetecilik yapması mümkün mü?
Bu paraları alan medya organlarının Türkiye’yi Amerikan-Alman dizaynına göre şekillendirebilmek için yapmayacakları hiçbir şey, aşmayacakları hiçbir kırımızı çizgi yoktur. Onlar Amerika’nın ve Almanya’nın küçük askerleridir. Bu kadar açık söylüyorum emir kullarıdır.

Çok bedel ödedim
Bir gün bu kesimin de bedel ödemek durumunda kalacağını düşünen Kırıkkanat, ekliyor: “O zaman zaten ABD’ye gidip yaşarlar. Kurtulurlar.”
Sohbetteki en trajik ifade, bağımlı gazetecileri eleştirirken kendiliğinden ortaya çıkan “Onlar ABD’nin Almanların küçük askerleri de biz özgür müyüz?” sorusu.
* Özgür müsünüz?
Ben değilim. Ben istediğimi yazamıyorum, istediğimle konuşamıyorum.
n Ödemek durumunda kalabileceğiniz bedeller mi alıkoyuyor sizi?
Ben o kadar çok bedel ödedim ki.
* Ne mesela?
Bedel almayarak ödedim bedeli. Mal varlığım 1993 yılından beri değişmedi. Bütün meslektaşlarımın yazlığı var, yurt dışına giden işçilerin de evi oldu benim olmadı. Paris’te kiradayım hala. 25 yıl benim kadar üst düzey bir gazetecilik yaptıktan sonra varılacak yer midir gazetecilik açısından. Bundan sonra hapse tıkarlar ya da daha kötü bir şey yaparlar. Seks kasedim yok. Þaibeli şaibesiz kimseden fikir almam. Ha bir iftira atmaları gerekir. O da biraz ayıp olur bu yaşımda. Bilgisayarım bile çalındı geçen sene.
* Kanıt yaratmak için olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bir ara, evin içinde 19 polis vardı. İki sivil geldi, “Mine hanım, laptopda ters bir şeyler var mıdır” dediler. Hiçbir şey yok, tersliklerin hepsi kafamda dedim. Hakikaten de öyle. Bir takım yasak düşünceler varsa bunların hepsi kafamda. Þu anda yaptıkları gibi deliller üretebilirler. Çok acı çekerim tabi. Bağımsız ve özgür ruhum çok da yaşamaz herhalde. Ama çok arkadaşım da benim için mücadele eder. Yurtdışında neye karşı, nasıl mücadele ettiğimi iyi biliyorlar.
* İnanıyormusunuz buna gerçekten, bugün aynı durumdaki gazetecilerin en büyük travması meslektaşlarının duyarsızlığı..
Çok incitici bir şey ama başka çareleri yok. Ben bile özgürce konuşamıyorum. Gelirler alırlar iftira atarlar içeri tıkarlar diye korkuyorum. Benim gibi özgür söylemli bir yazarda bu korku oluşmuşsa, beni sindirmişlerse düşünün artık normal insanların ne vaziyette olduğunu. Avukatımla takside giderken konuşuyorduk dinlenmek üzerine taksi şoförü döndü beni de dinliyorlar dedi. Toplum aklını oynatmak üzere. Bir yakınımın çocuğu televizyonu tamire yollamışlar, şu anda izlendiğini düşünüyor.
* Gün olur devran dönerse, bu baskıdan sonra, bir karşı intikam süreci yaşanabilir mi?
Böyle bir risk var bence bu tuzağa düşülmemeli. AKP’den öğrendiğimiz çok şeyler oldu. Sorulması gereken tek hesap mali hesaptır. Sülalesine varıncaya kadar mali hesap. Cadı avına dönüşmemeli.
* Bir faşist için oldukça uzlaşmacı bir tutum!
Bana faşist diyenlerin hiçbiri benim karşımda faşizmin tanımını yapamaz. Bu adamların zeka seviyesi, birikimi, kültürü, felsefesi küçük parmağımın tırnağı etmez.


Naiflikten kullanılmayı anlıyorsa Günay’ı çok naif buluyorum
Kültür Bakanı Eruğrul Günay’ın, Vatan gazetesine verdiği röportajda, Kenan Evren’in “Bir sağdan, bir soldan astık” söylemini naif bulduğunu ifade etmesine şu tepkiyi verdi Kırıkkanat:
“Ben de Ertuğrul Günay’ı çok naif buluyorum.”
Günay’ın “naif” yakıştırmasının gerekçesi “Kenan Evren’in kullanılmış” olduğuna duyduğu inançtı. Kırıkkanat buna da itiraz etti:
“Naiflikten kullanılmayı anlıyorsa maşallah o kadar güzel kullandırtıyor ki kendisini. Ne eksik ne fazla; Kenan Evren naifse, Ertuğrul Günay çok naif. Naiflikten bilmeden öldürmeyi anlıyorsa da bunun adı vahşettir. Aslan da ihtiyaç için vicdan yapmadan öldürür yani. Kötülük iyilik bilmemekse naiflik, onun adına vahşi doğa denir. Naiflik cinayetin gerekçesi ya da özrü değildir.”

Kültürsüz kültür bakanları
Konuşurken bir ara soruyor:
“Kendisi Kültür Bakanı’ydı değil mi?”
Ve patlatıyor bombasını: “Ertuğrul Günay’ın ne kültürü var? Ne yaptı kültür için gerine gerine dolaşmaktan başka?”
Evren’in idamları izah tarzını naif bulan “12 Eylül mağduru” bakana hitaben “hodri meydan” diyor: “Hadi bakalım, bir kültür sınavına tabii tutalım kendisini. Bakalım nerelerden çakacak?”
Sonra bir ara duralıyor, haksızlık yapmış olmamak için “İyi bir şey yaptı” diye ekliyor:
“Müze kartlar!..”
Kırıkkanat bütün eleştirilerine rağmen bir mutluluk payı da çıkarmış Günay’ın Kültür Bakanı oluşundan: “Çok mutluyum böylelikle devlet adamı olamayacağı anlaşıldı.”

O çocukları asanlar affedilemez
Günay’ın “naif” olarak tanımladığı kişi Kırıkkanat’a göre “12 Eylül’de affedilmeyecek tek kesim”in sembolü. Sormaya gerek var mı bilmiyorum ama, yine de bir açıklama zemini yaratalım bakalım, neden kapalıymış “af kapısı”:
“Çünkü onlar, hakikaten, o çocukları asarken ne yaptıklarını iyi biliyorlardı. O çocuklar, ’halkı kurtarmak için kendimizi feda edeceğiz’ diyen solcular veya sağcılar, onları öldürenler, birbirlerini öldürtenler, hiçbirisi ne yaptığını bilmiyordu; empati yaparak gidiyorlardı. Affedilmeyecek tek kesim onları idam edenlerdir. Onlara işkence yapanlardır. Onları hapishanelerde öldüren ve öldürtenlerdir. PKK’yı başımıza saranlardır.”
İsim isim değil, sadece yazar çizer takımı, politikacı değil, Türkiye’de 12 Eylül’le ilgili herkesin sorumluluğu olduğunu düşünüyor Kırıkkanat:
“O çocuklar halkla empati kuruyorlardı ama halk onlarla hiç sempati kurmadı, halk da çok sorumludur o anlamda.”
Kendisini de soyutlamıyor: “70’lerde öğrenciydim. Tanık olarak etkim olmamasına rağmen benim kendi gençlik tepkilerim de doğru değildi. Hepimizin sorumluğu ve suçluluğu olduğunu düşünüyorum. Fevri hareket. Düşünmeden hareket. Bilgisizce hareket.”

Nafile polemiklere gerek yok
Çok can acıtıcı bir cümle ama “pat” diye kuruveriyor: “Türkiye kim vurduya gitti 12 Eylül’de. O gençler de kimvurduya gitti!”
Neden derseniz, “Solcular solcu değildi. Sağcılar sağcı değildi. Ne için dövüştüğünü, ne için savaştığını bilmeden, vahşi ve masum caniler olarak, vahşi ve masum kahramanlığa soyunarak birbirlerine girdiler” diyor.
Yüzleşmekte bu kadar zorlandığımız bir döneme dair konuşurken, hiçbir “yumuşatıcı” yok lugatında:“Geri kalmış toplumlarda şiddet ve vahşet sadece gıdıklanmayı bekler. Sovyetlerin de gıdıklamasıyla, Amerikalıların da gıdıklamasıyla, bizim üstümüzde çarpışan güçlerin savaşına bilmeden alet oldular.”
Ya bilerek alet olanlar; onlara ne oldu peki?
İşte “Erdoğan’ın gözyaşları”nın tek hayrı, bunun da sorgulanması gerektiğini hatırlatmak oldu belki. Bu noktada Muharrem İnce’nin çok doğru bir soru sorduğunu vurguluyor Kırıkkanat:
“İnce, ”Ben çok bilmek isterdim Başbakan 12 Eylül anayasasına evet oyu mu, verdi hayır oyu mu verdi“ dedi. Ben hayır oyu verenlerdenim açıkça söylüyorum. Başbakan, niye hiç çıkıp ”Ben hayır demiştim bu anayasaya“ demedi. Hayır demediğini tahmin etmek sanırım çok zor değil. Acıyı çekenlerin aileleri, bugün eğer, sözde bu acıların sonucu olan bu anayasayı değiştirmek ve sivilleştirmek için çıkan başbakana ”hayır” diyorlarsa, burada artık ne Erdoğan’ın samimiyeti kalır ne de anayasanın. Haksız yere asılan o çocukların aileleri empati kurmuyor farkındaysanız. ”Benim acımın üzerinden bunu yapmaya hakkınız yok“ diyor. Dolayısıyla bütün polemik nafiledir.”

Türklüğümü kaybedersem hiçbirşey olamayacağımı biliyorum
1983 yılından bu yana yurtdışında. Sohbetin bir yerinde “Konuşurken Türkçemde kaç yabancı kelimeye rastladınız?” diye sorma ihtiyacı duyuyor. “Türkçe” milletiyle arasında varsaydığı en önemli “bağ” çünkü. Yurtdışına çıkıp Türkçelerini unutanların, “milliyetçiyim” demesine fena içerliyor:
“Oyum dediğiniz konu ve tanıma hakimseniz, aptal değilseniz, değerlerinizi yitirmeye gerek yoktur. Dünyanın ne kadar gerekli değeri varsa alır bütünselleştirirsiniz, kendinizden de hiçbir şey kaybetmezsiniz. Bunun en canlı örneklerinden biri benim. Hiçbir şekilde Türklüğümü kaybetmedim kaybedersem hiçbir şey olmayacağımı biliyorum.”
“Kendi kültürümüzü bırakıp sadece onlarınkini öğrenirsek o zaman alta düşebiliriz” diyen Kırıkkanat’la, Türkiye’de “entellektüel sayılan” kesimin gerikalmışlığını konuşuyoruz.

Türkiye GDO lobilerinin oyuncağı
“Öteki liberal demokratlar daha akıllı şeyler söyler” dediği Mehmet Altan ile GDO’lu ürünleri savunan Tarım Bakanı’ndan örnek veriyor:
“Nasıl geri kaldığımızı düşünün ki, tarım okumuş bir iktisatçı, Türkiye’ye, bugün dünyada zararları görüldüğü için geri dönülmüş entansif tarım modelini öneriyor. Türkiye’nin hep 30 yıl geriden mi gitmesi gerekiyor? Tarım Bakanı çıkıp GDO’ları savunduğunda da öyle isyan ettim. Türkiye GDO lobilerinin elinde oyuncak. İsveç’te her köye bir yel değirmeni dikiyorlar. Enerji özerkliği yaratıyorlar. Bakanı çıkıp lobilerin dediğini tekrarlıyor ”efendim yiyecek yetmeyecek“. Ya ne yetmemesi fazlası var. Lezzetimizi elimizden alıyorsun, köylünün tohumluğunu elinden alıyorsun. Hangi hastalıklara yol açağı belli olmayan şeyler yediriyorsun.”
Altanlar’dan söz edip Çetin Altan’ı anmamak olmazdı. “Darbe” gündemi de müsait. Dün ile bugün arasındaki bu büyük uçurum da ne ola?
İşte cevabı: “İnsan değişimini açıklarken belli temellere dayandırmalıdır. Ben onlarda inanılır bir gerekçe görmüyorum. 30 yıl önce de güvenilir değillermiş, 30 yıl sonra da güvenilir değiller. O zaman o darbeyi alkışlamaları da sahteymiş. Þimdi bu düzeni alkışlamaları da sahte. Demek ki prensipler sahte. Aslında Çetin Altan çok zeki ve sıra dışı bir gazeteci ve yazardır. Ama Çetin Altan’ın 30 yıl önceki öngörülerine bakarsanız, bugün bana gerçekleşen tek öngörüsünü söyleyemezsiniz. Bugün oğlunun da 30 yıl önce babasının modernite diye savunduğu entansif tarımı hala ulaşılması gereken model gibi savunması, durdukları yerin ileriden çok geride olduğunu gösteriyor.”

Yeniçag 26 temmuz 2010
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
martin_eden
Spammer
Spammer


Inscrit le: 18 Jan 2009
Messages: 366
Localisation: Istanbul/Turquie

MessagePosté le: 26 Juil 2010 23:04    Sujet du message: Répondre en citant

Ben HAYIR diyeceğim, çünkü.......çok şey yazdım ama korkudan sildim.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 27 Juil 2010 13:30    Sujet du message: Répondre en citant

Nasıl yıkılır?

Bu ülkede yaşayan ve hangi din, hangi ırk, hangi renkten olup, hangi dilden konuşursa konuşsun ezici çoğunluğu “Türk’üm” demekten -henüz- utanç duymayanlara, “Türklük; Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık gibi bir alt kimliktir. Üst kimliğiniz Türkiyeli Müslüman olmalıdır...” dersiniz.

Güneydoğu bölgesi, aşiret ve dalaletin pençesinde kıvranırken siz Kuzey Irak’a gider, ABD’nin uşağı Kürt hükümetinin elini eteğini öpersiniz. Yetmez, sizin Kürtleriniz aşiretin beslediği cehalet, cehaletin beslediği töre vahşetinin kucağında işsizlik ve yoksulluktan kıvranırken, siz düşmanın çakma Kürt devletine 500 iş adamıyla çıkarma, milyarlarca dolarlık yatırım yaparsınız. Güneydoğu’da yaşayan Türklere ve Kürtlere kesintisiz veremediğiniz elektriği, Irak’taki Kürtlere verirsiniz. Kurmadığınız altyapıyı, yolları, köprüleri, yurtları, hastaneleri, fabrikaları Irak’taki Kürtlere kurarsınız.

Yetmez! “Kürt açılımı” diye sınırı açar, çakma Kürt devletinde konuşlanan çocuklarınızın katillerini PKK bayrağıyla karşılatır, davul zurna vurdurur, ayaklarına kadar götürdüğünüz adliyeye, temenna çaktırırsınız.

Yetmez! İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde meclis üyesiyken “kadın personele cinsel taciz”den kovulan demokrasi biti ve sair sülükleri, TV’lerde açılım savunmakla görevlendirir, hatta ağzından salyalar saçarak Kürtçülük propagandası yapan biti, ABD’ye “arabulucu” olarak atarsınız.

Sekiz yıl önce “sıfır”lanan terörü azdırmaya bu kadarı yeter. Ama devleti yıkmaya yetmez. Kolları sıvar, devletin parçalanması önündeki en büyük engel, orduyu ufalamaya başlarsınız.

***


Yıllarca PKK’ya karşı savaşan halk kahramanlarını, çakma tanıklar, çakma tutanaklar, çakma iddialarla “terörist” diye tutuklar, yargılarsınız. Bu ülkenin Türk, Kürt, Çerkez, Laz demeden, ayrım yapmadan yetiştirdiği halk çocuklarını, gencecik, vatansever teğmenleri düzmece darbe senaryolarıyla biçer, ne olur ne olmaz diye, iyice karalamak için de bizzat bulanlar tarafından konulmuş uyuşturucu bulundurmaktan içeri tıkarsınız. Böylece PKK’ya karşı savaşacak olan subaylar, canlarını dişlerine takarlarsa, o dişlerin savundukları devlet tarafından söküleceğini gayet iyi anlarlar!Anlamayacak kadar kalın kafalı subaylar hâlâ savaşır gibi mi yapıyor? Bu halk hâlâ oğlunu onlara emanet ediyor, askere gönderirken davul zurna mı çalıyor? Çaresi kolay: Çıkar kürsülere, Filistinli çocuklara ağlarsınız. Gazze’ye cihat gemileri kaldırır, Türkiye PKK’nın öldürdüğü 13 askerine gözyaşı dökerken, siz İsrail’in öldürdüğü 9 mücahide hıçkırırsınız. Özbeöz çocuklarınız, askerleriniz, sizin vatanınız için her gün ölürken ilan edilmeyen yasları, Gazze için ölenlere tutarsınız. Baktınız tık yok, PKK’nın 7 asker daha öldürdüğü gün, 30 yıl önceki askeri cuntanın astırdığı 4 gence ağlarsınız. Yine mi anlamadılar? Güney Doğu’da savaşan Mehmetçiklere sahip çıkan vakfın başkanı başta, 102 generali sorgusuz sualsiz, beş ay süreyle mahkemeye çıkarılmamak üzere tutuklarsınız. Bir yandan 30 yıl önceki hukuksuz zulme ağlar, 30 yıl sonraki hukuklu zulmü de eline balyoz verdiğiniz yargının üstüne atarsınız.

Bütün bunlar, bir halkı çıldırtmaya yeter. Hatta halkın bir bölümünün öteki bölümüne duyduğu hıncı katlayarak ulusu birbirine düşürmeye de yeter.

Ama devleti yıkmaya yetmeyebilir. Baktınız yıkılmıyor, hakkaniyet duygusunun dibini oymaya azimle devam edersiniz.

Sizin ihaleciler ticarette yükünü tutar, borsada oynar, şakşakçıları da onları medyalamaktan beslenirken, halkın çocukları dağlarda ölür. Siz de çulsuz ailelerine cenazede ayıp olmasın diye sadaka üst baş düzersiniz.

İki ayağına platin çakılı işsiz gaziyi, mevsimlik işçi olmak için orman müdürlüğüne başvurunca 1500 metre koşturur, koşamayınca da işsiz bırakırsınız. Sonra da çıkıp, iş çok, çalışan yok gibi yapar, iş beğenmeyen işsizleri güzelce azarlarsınız.

Ardından afili bir mümkünse kaz- tüyü bulursunuz. Tarar, parlatır, İkinci 12 Eylül Anayasası geçerken, üstüne dikmeye hazırlarsınız.

Böylece elinizden gelen her şeyi yapmış, artık ok yaydan çıkmış, günah sizden gitmiş olur. Seyrine oturup, hazırladığınız yıkımı beklersiniz. Bir şeyler mutlaka yıkılacaktır, çünkü.

Devlet yıkılırsa ne âlâ.

Yıkılmazsa da siz yıkılırsınız zaten.

27 temmuz 2010 Vatan
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 30 Aoû 2010 12:23    Sujet du message: Répondre en citant

Lütfen bu vatanı sevmeyin beyler

Gazete Vatan - 29.08.2010

Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” başlıklı kitabı, 12 Eylül’de oylanacak Anayasa değişikliği paketiyle aynı kaderi paylaşıyor: Tıpkı yeni Anayasa paketi gibi çok az kişi tarafından okundu ve merak edenler -en azından bu yazının yazıldığı güne kadar-, bilenlerin bilmeyenlere anlatmasıyla yetindi. Daha da kötüsü, okumadıkları bir kitap hakkında, güvendikleri yorumcularla güvenmedikleri yorumcuların sübjektif “evet” ve “hayır”ları arasında bölündüler.

Dolayısıyla, medyada “Haliç’te Yaşayan Simonlar” üst başlığından çok, nedense “Dün DEVLET Bugün CEMAAT” altbaşlığıyla yorumlanan kitap, “çok konuşulup az bilinen” bir Türkiye klasiği olmaya aday.

Halkoylamasına sunulacak Anayasa değişikliğiyle Hanefi Avcı’nın kitabı arasındaki tek fark, Anayasa bulunamaz değil anlaşılmaz olduğu için okunmazken, “Haliç’te Yaşayan Simonlar”ın anlaşılır olup bulunamaması. Yoksa ikisini okumak da aynı oranda zor, çünkü biri sıkıcı, öteki uzun ve Hanefi Avcı’nın kitabı piyasaya bol dağıtılsa bile her alanın tamamını okuyacak sabrı göstereceğini sanmıyorum.



***

Bendeniz kitabın gönderildiği ayrıcalıklı zevat arasında yer aldım ve içeriğini de dikkatle okudum. Size içtenlikle temin ederim ki, bu kitabın konusunu oluşturan ve gerek devleti korumak, gerekse devleti yıkmak için çalışanların insan kalitesini, karmaşık, korkunç, iğrenç ilişkiler ağını sizin gibi, benim gibi gıllıgışı olmayan düzgün yurttaşların ne anlaması ne de kabullenmesi mümkün!

Hanefi Avcı’nın gerek kişiliğini, gerekse kitabında ihbar ettiği geçmiş gerçekler ve gelecek tehlikelere ilişkin saptamalarını zaten yeterince allame yorumluyor, bir de ben kafanızı şişirmeyeyim. Ama çıkardığım bazı sonuçları sizlerle paylaşmak isterim:

Avcı’nın kitabı her şeyden önce, altbaşlığıyla değil, üst başlığıyla anılmayı hak ediyor, çünkü devletçilerin de cemaatçilerin de aynı Haliç’te, aynı “simonluğu” paylaştığı, ne birilerinin ne ötekilerin soludukları pis havadan, avlandıkları pis sulardan, zaten yedikleri herzelerden de rahatsız oldukları anlaşılıyor.

Kitabın yazarı Hanefi Avcı dahil, bu devleti savunanı da, yıkmaya ya da ele geçirmeye çalışanı da “vatanı çok sevdikleri” fikrinden yola çıkıyorlar. Bu fikirle silaha sarılıyor, aralarında dövüşüyor, birbirlerini öldürüyor, öldürmediklerini de tehditle, şantajla bertaraf ediyorlar. Mafya, vatanseverlerle dolup taşıyor. Vatan sevgisiyle rüşvet alanlar, soygun yapanlar ibadullah. Öylesine bariz ki birbirine güya düşman taraflar arasındaki bu ortak vatan sevgisi, bu kitabı akıl ve mantıkla okuyan insanın içinden, “Vatanı bu kadar sevmeyin beyler, siz sevmeyin, artık sevmeyin, kalsın!” diye haykırmak geliyor.


***

Ne gariptir ki kitapta asıl ya da kod adı geçen devletçiler de cemaatçiler de inançlı mı inançlı, istisnasız hepsi vatan aşkıyla yanıp tutuşan Milliyetçi Müslüman. Ancak vatanseverlik ve iman ortaklığı, birbirlerine rakip, hatta düşman olmalarını engellemediği gibi, ortak düşman belledikleri, oysa kendileri gibi vatan sevgisiyle öne çıkan özelinde komünist, genelinde solcuları Allahsız diye mi “bertaraf” ettikleri, yoksa vatansever diye mi, pek belli olmuyor.

Ne gariptir ki bu kitabı okuyup bitirdiğinizde, yazarı Hanefi Avcı dahil, bu ülkeyi seven tüm tarafların en azından iyice dövüştükten, bazen birbirlerini, epeyce de solcu temizleyip, geniş genelinde hemen hepsinin eline kan bulaştıktan sonra nedamet getirdiklerini, “öz eleştiri” yapıp demokrasi havarisi kesildiklerini anlıyorsunuz.

Kitapta, Hanefi Avcı’nın mümin milliyetçi yanlışlardan döndüğü demokratlığına dair gayet içtenlikle yaptığı öz eleştiriyi okurken, aklınıza ister istemez “Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” tarafgiri Süleyman Demirel’in ancak cumhurbaşkanlığında eriştiği demokratlık ile 7 TİP’li katleden Haluk Kırcı’nın hapisten çıkınca vardığı “PKK’ya af!” hidayeti geliyor.

Hanefi Avcı’ya bakılırsa tehdit, şantaj ve zulümle vatanseverlik sırası cemaatte. Bakalım cemaatin nedamet getirmesi ne kadar zaman alacak, bu ülke kaç kuşak daha demokrasi bekleyecek...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 05 Sep 2010 15:40    Sujet du message: Répondre en citant

Ve Mine dokturdugu için Vatan gazetesince isine son verildi.

PAPATYALIKTAN KASIMPATILIÐA adli yazisi yayimlanmayinca ipler kopmus.

Tum bilgiyi twitter'de bulabilirsiniz :
http://twitter.com/mkirikkanat
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 10 Sep 2010 23:38    Sujet du message: Répondre en citant

Onuncu Yazı

Sevgili dostlarım ve okurlarım,
Vatan gazetesi benim 9 yazımı sansürledi, ama 10 yazımı yayınlamadı. Onuncu yazı sansüre mi kurban gitti, yoksa beni işten çıkarma telaşına mı, tam olarak bilemeyeceğim... Ama gazeteler, işlerine (yani günün hassas çıkar dengelerine) gelmeyen yazarları kovma işlemini hafta sonlarına denk getirirler ki ilk tepki dalgası tatil rehavetiyle atlatılsın .
3 Eylül cuma günü akşamı ise işime son verildiği malum mektupla açıklandı.

Sizin anlayacağınız Vatan gazetesi, kovulmamı hafta sonuna denk getirebilmek için bile hileye başvurmuştu.

Bu hileye kurban giden "Dur bakalım" başlıklı onuncu yazımı, vicdanı haftasonu tatili yapmayan muhteşem insanlara, okurlarıma adıyorum.

Bugün basındaki muhalif seslerin susturulması, yarın Türkiye'nin gömüleceği sessizliğin yanıltmaz işaretidir. Ülkemizle birlikte anca beraber kanca beraber yuvarlandığımız uçurumda, tutunacağımız son şans dalı, bu referandumdan çıkacak "Hayır"a bağlı, büyük ölçüde. Sandıklara sahip çıkmak,çocuklarımızın geleceğine sahip çıkmak demek.

Hepinize şükran dolu sevgilerimle.

Mine G.KIRIKKANAT




DUR BAKALIM

Yoksul çocuklarını fikri hür, vicdanı hür insanlar olarak yetiştiren Çağdaş Yaşam Derneği’ni dağıttılar, Türkan Saylan’ın evini bastılar, ölümünü çabuklaştırdılar. Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı, bu ülkeye üniversite kuran, bilim adamı yetiştiren pırıl pırıl insanları darbecilikle suçladılar.

Dur bakalım, ekonomi istikrarlı, işler tıkır, paralar şıkır, dediniz. Cumhuriyetin ilkelerini savunan yargıçları, savcıları sürdüler, süründürdüler, hileyle, iftirayla tutukladılar.

Dur bakalım, belki suçludurlar, dediniz.

Kanaltürk’ü batırıp sattırdılar, Tuncay Özkan’ı “bertaraf” ettiler, Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenleri, mitinglerde konuşanları Ergenekoncu diye içeri tıktılar.

Dur bakalım, onlar da o kadar bağırıp çağırmasaydı, dediniz ; biz sularına gideriz, haberini bile yapmayız, es geçeriz, ses çıkarmayız, dokunmazlar.

Gencecik subayları çakma kanıtlarla içeri tıktılar, dürüst subayları intihara sürüklediler, PKK’ya karşı savaşan komutanları harcadılar, orduyu şamar oğlanına çevirdiler.

Dur bakalım, ordu da çok oluyordu, zaten işimize de yaramıyordu, dediniz. Çakma suç ihbarlarına itibar eder, çarşaf çarşaf yayınlarken; itham ve mağdur edilenlerin suçsuz olabileceklerini bile dile getirmediniz!

Özel yaşamların gözetlendiği, telefonların dinlendiği, mail’lerin okunduğu, resmi ya da mahrem tüm görüşmelerin kaydedildiği ve tehdit aracı olarak kullanıldığı ortaya çıktı.

Dur bakalım dediniz, susmakla kalmayıp, susmak istemeyen maiyetinizi de susturdunuz.

İlhan Selçuk, Yalçın Küçük ve daha pek çok gazeteci ya da yazar darbecilikle suçlandı, Mustafa Balbay 547 gündür tutuklu, Ergun Poyraz üç yıldır...

Dur bakalım, onlar zaten bizden değiller dediniz, sizin dümeni iyice sularına kırdınız. Hala, teyet geçer sanıyordunuz.

Derken sıra size geldi, vergiler bindirildi, sırtınız iyice eğildi, yine de “hınk” deyip fazla ses etmediniz. Hala dur bakalım, diyor, zaten suyuna gittiğiniz himmet buyurur, suyuna gittiğinize minnet gösterir, diye bekliyorsunuz.

Anayasa referandumunda demokrasinin tüm kuralları çiğnendi, devletin tüm olanakları, beleş kömürden çeyrek altın dağıtımına, mühürden bültene psikolojik baskıya, “evet”e odaklandı.

Muhalefete verilmeyen propaganda hakkından, muhalifler tehditle, darpla, polis zoruyla mahrum bırakılıyor.

Durun bakalım, defter dürülecek de, hala “evet” mi çıkacak “hayır” mı diye bekliyorsunuz. Bekleyin bakalım.

*

İstanbul’dan Bağdat’a mal götürecek kervana, olası eşkiya saldırısına karşı bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, iri kıyım bir zenci koruma istihdam edilmiş. Boyu kadar kılıç taşıyan zenci, heybetli bir babayiğitmiş.

Yola düzülen kervan, az gitmiş, uz gitmiş, Küçük Asya’yı aşmış, Bağdat’a yaklaşırken bir gece ıssızda, 40 haramilerin saldırısına uğramış.

Haramiler, kervanı darmadağın etmişler, develeri kaçırmışlar, malları yağlamamışlar, heybetli korumayı da derdest edip teker teker üstüne çıkmışlar. Bir harami, iki harami derken, 39 haraminin ırzına geçmesine gıkı çıkmayan heyula zenci, sıra kırkıncı haramiye gelince birdenbire “Haayt!” diye nağralanarak doğrulmuş. Çekmiş boyu kadar kılıcını, 40 haraminin 40’ının da kafasını uçurmuş.

Kaçan develer toplanmış, dağılan mallar yüklenmiş, kervan yeniden yola düzülmüş. Bağdat’a varıp mallarını satan kervancılar, oradan aldıklarını İstanbul’a götürmek için yüklemişler.

Heyula zenci koruma da kılıcını kuşanıp kervana doğru seğirtmiş ki, kervancı başı, “Dur,” demiş. “Bu sefere sen gelmiyorsun, işine son verdik.”

Zenci şaşkın, “Neden ağam?” diye sormuş. “Ben sizi kırk haramiden kurtardım, malınızı korudum, görevimi layıkıyla yerine getirdim ya...”

Kervancı başı, dudağını bükmüş: “Getirdin getirmesine, amma velakin dönüşte seni götürecek 39 haramiyi nereden bulacağız?”*

*

Ey sekiz yıldan beri susup susturup, Türkiye’de olan bitenlere bakan kervancılar! Acaba 39 haramiyi mi bulamadınız, yoksa 40’ıncıyı mı bekliyorsunuz?


*Melih Aşık’tan dinlediğim bir fıkradır
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 25 Oct 2012 0:38    Sujet du message: Répondre en citant

Mine burada unutulmus ! Dunku yazisini paylasmak istedim boylece derinliklerden yukari çikmis oldu...

Citation:



Mine G. Kırıkkanat - 24 Ekim 2012 - Cumhuriyet


Taassup Cephesinde Yeni Bir Þey Yok

Manikeizmin Ortodoks Hıristiyanlığa bir aktarımı sayılan Bogomil mezhebi, Rumeli’den mi Anadolu’ya yayıldı, yoksa tersi mi, bilinmiyor. Ama Bogomil inancının İsa’dan sonra 8. yüzyılda Balkanlar ve Makedonya’dan Avrupa’ya sıçradığı ve Fransa’da Kathar, İtalya’da Patarin diye anıldığı kesin.

O çağlarda Protestanlık, henüz sahneye çıkmamıştı. Hıristiyanlık, Katolik ve Ortodoks mezheplerinden ibaretti. Ve Doğu Roma’yı simgeleyen Ortodoks Kilisesi ile Batı Roma’yı simgeleyen Katolik Kilisesi arasında büyük bir husumet vardı…

Katolik Batı’nın genelinde Ortadoğu’daki İslam egemenliğini kırmak, özelinde Kudüs’ü geri alabilmek amacıyla topladığı Haçlı ordularının ilki, 1209’da Avrupa’nın göbeğinde Katharların soyunu kırmak için sefere çıktı.

***

Dahası, Haçlı ordularının bu ilk seferini kapsayan Kathar soykırımı, aynı zamanda Engizisyon diye anılan dehşet tarihinin ve 1199’dan öteye “din sapkınlarını” cezalandırmakla görevli özel yetkili (ve seyyar) Engizisyon mahkemelerinin başlangıcı olmuştur.

Fransa’daki Katharlar, Avrupa tarihinin ilk hayvan hakları savunucuları ve vejetaryendiler. Kathar, eski Yunancada “temiz ve saf” anlamına geliyordu. Oysa Engizisyon tarafından “kat” kökeni Latincede kedi demek diye kedi kıçı öpmek, dolayısıyla şeytana tapmakla suçlandılar. Et yemedikleri, dolayısıyla hayvan boğazlamayı reddettikleri için de şeytanın dölü ilanıyla, korkunç işkencelerle “temizlenip” meydanlarda yakıldılar.

Avrupa’da Bogomil soykırımı yüzyıllar sürmüş, örneğin Boşnaklar, Fatih Sultan Mehmet’in 1463 yılında Osmanlı topraklarına kattığı Bosna Hersek’te, Sırpların daha o zamanlar yaptığı mezaliminden kurtulabilmek için Müslüman olan Bogomillerdir.*

***

Çok tanrılıdan tek tanrılıya, tarihteki tüm dinler birbirinden alıntılar yapmış, her yeni din bir öncekinin mabedi üstünde yükselmiş, taşlarını kullanmıştır. Roma tanrıları Yunan tanrılarına öykünmüş, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet, yayıldıkları bölgelerde kendilerinden önce varolan dinlerin kutsal mekân ve tapınaklarına yerleşmiş, ritüellerini de öğretilerine uyarlamışlardır.

Zerdüştlük, dünyanın en eski tek tanrılı dinlerinden biridir. Manikeizm dahil, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyete aktarımları vardır. Tek tanrılı Yezidilik de bu anlamda Zerdüştlükle benzerlikler gösterir, ancak Zerdüştlüğün bir türevi değildir. Her iki inancın beslendiği bölge ve kültür kaynakları aynıdır, o kadar.

Yezidiler de tıpkı Bogomiller gibi yayıldıkları bölgeye hâkim resmi din tarafından “sapkın” yaftasıyla tacize uğrayan müminlerdir. Onlar da Müslümanlar tarafından güneşe, ateşe ve iblise tapmakla suçlanmış ve Osmanlı şeyhülislamları tarafından verilen fetvalarla bulundukları yerler “dar’ül harp” ilan edilmiş, İslam askeri üstlerine salınmıştır.

***

Yezidilik, bir başka tek tanrılı inançtan ne daha doğru, ne daha yanlış; efsaneleri ve ritüelleri açısından da çok insancıl, hatta modern, çünkü doğayı kutsayan bir dindir.

Türkiye’de Kürtlerle barış içinde yaşayabilsinler diye zaten görüşülen PKK ile yeniden diyalog kurmanın tartışıldığı bir ortamda, PKK’lilerin Yezidi ayinini bir sapkınlık gibi vurgulamak, yanlış ve yakışıksız bir yaklaşımdır.

İslamcılıkta “benim dinimden olmayan düşmandır” demek olan taassubun, Osmanlının “dar’ül harp” fetvalarından beri değişmediğini gösterdiği gibi, etnik bir savaşı din savaşına dönüştürmekten başka bir amaca hizmet etmez.

*Gülün Öteki Adı/Literatür Yayınları, 2010

‘G’ NOKTASI

Türkiye’nin gerek siyasal, gerekse sosyal alanda temel sorunu, zihniyet geriliğine yol açan dil ve düşünce yoksulluğudur. Duygularını söze dökemeyen toplum, ya hakaret ya da şiddetle ifade eder. Sözün zenginleşmesi, duyguların düşünce ve ifadeye dönüşmesini sağlar ki, bu da ancak doğru bilgi, özgür öğretiyle mümkündür.

İstanbul Maltepe’de İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün emriyle öğrencilere dağıtılan kitaplarda; Anglikan Hıristiyanı olup, hatta Cambridge Üniversitesi’nde papazlık eğitimi alan Darwin, Yahudi diye tanıtılmakla kalmayıp, tıpkı Nazilerin Yahudileri betimlediği gibi çıkık alınlı, iri burunlu, şekilsiz diye tarif ediliyor. Yetmiyor, okul arkadaşları tarafından “Maymun Charles” diye çağrıldığından Evrim Teorisi’ni oluşturduğu iddia ediliyor!

Abes ötesi yalan ve çarpık bilgilerle biçimlenen dünkü kuşakların, bugün hangi üslubu geliştirip, nasıl bir zihniyete vardıkları, bu kitapları yazanlardan ve çocukların önüne bilgi diye koyanlardan zaten belli. Ve yarınki kuşaklar, gerek üslup, gerekse bağnazlıkta çağdışı savaşlara girecek kadar, zaten belki de bu amaçla cahilleştiriliyorlar.

“Kendimize duyamadığımız nefreti, başkalarına beslemek çok rahatlatıcıdır.”

JACQUES DEVAL


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Cuneytbelmondo
Spammer
Spammer


Inscrit le: 29 Jan 2010
Messages: 742
Localisation: Paristanbul

MessagePosté le: 25 Oct 2012 0:46    Sujet du message: Répondre en citant

Cok güzel bir yazi, bu kadin yazari ben de çok begeniyorum. Fransa'da yasiyordu eskiden, hurriyet gazetesi için yaziyordu sanirim. Bugün Yurt ve cumhuriyet için yaziyor.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 27 Sep 2013 10:34    Sujet du message: Répondre en citant

Mine G.Kırıkkanat - RÖVEÞATA - Siyasal Skatoloji
kirikkanat@mgkmedya.com
İnsanlar, düşüncelerini sözcüklerle ifade ederler.
Ama düşünce, zaten iç konuşma demek olup, belleğe yüklenmiş ve anlamı çok iyi kavranmış sözcüklerden oluşur.
Düşünce ile sözcük doğru orantılı olduğu içindir ki, düşüncenin derinliği ya da sığlığını, kişinin belleğine işli sözlüğün geniş ya da dar kapsamı belirler.
Bu yüzdendir ki okumak, yeni sözcükler öğrenmek ve belleğe yeni kavramlar yüklemek; hem düşünce yeteneğini, hem de ifadesini zenginleştirir.
Böyle bir girişten sonra, bir toplumun entelektüel anlamda geri kalmışlığını ya da ileri gitmişliğini gündelik yaşamda kullandığı sözcük sayısına bağlamam, herhalde sizi şaşırtmaz.
Fransa’da yapılan araştırmalar, Fransızların günlük dilde ortalama 2500 kelimeyle konuştuğunu ortaya koyuyor.
Ya Türkiye’de?
İnsanlar kaç kelime biliyor, konuşuyor ki orantısal anlamda bir düşünce geliştirebilsin?
***
Sorunun yanıtını 2009 yılında, 77’ncisi kutlanan Dil Bayramı sırasında A.
Ü.
TÖMER Bursa Þube Başkanı Halil Çağlar vermişti.
Türkiye’de ortalama 400 kelimeyle konuşuluyor, oysa İngiltere’de 2000 kelime kullanılıyormuş.
Ortalama İngilizle ortalama Fransızın düşünce boyutları, aslında eşittir.
Kullandıkları kelime sayısındaki fark, İngilizcenin Fransızcadan daha sade ve eklemsiz bir dil olmasından kaynaklanıyor.
Ülkemizdeki dil, dolayısıyla düşünce yoksulluğu ise apaçık.
Deyin ki 2009’dan 2013’e, ortalama 400 kelimeyle konuşulan Türkçe, 500 kelimeye çıktı.
Aradaki fark hâlâ çok derin.
Türkiye’yi dünya ekonomisinde 17.sıraya yükseltmekle övünen AKP iktidarının, toplumun ortalama entelektüel düzeyini bir gıdım yukarı çıkaramadığı besbelli.
Nereden, nasıl mı belli?
Sayın Başbakan’ın "zorla tutuyorum" dediği nüfusun, kuşkusuz elinden kaçıp sahaya inince gösterdiği dil ve düşünce performansından!
***
Sosyal medya, insanların uzun ya da kısa mesajlarla ilinti kurduğu bir "söz" ortamı.
Elbette sohbet var, ama siyasal polemik ağır basıyor.
İşte bu ortamda, özellikle 140 karakterle sınırlı (yani 140 kelime bile değil, işaret!
) Twitter yazışmalarında AKP’nin çevresinde örgütlenen "bindirilmiş kıtalar"ın söz düellosuna bakıyorsunuz, kadın erkek hiçbirinin kelime dağarcığı, belden yukarı çıkamıyor.
Güya söz düellosunda, ancak ve ancak genital organlarını konuşturabiliyorlar.
Çok sevdikleri Başbakan’ı, görüşlerini paylaştıkları AKP’yi överek savunmak yerine; muhalifleri genital organlarıyla döverek, cinsel anlamda söverek, en çok da ırzına geçerek, tercihen toplu tecavüzle ortadan kaldırmak eğilimindeler.
Hep belden aşağı ve cinsel içerikli saldırıdan ibaret siyasal sohbetlerinde, sürekli toplu tecavüz önerilerinde bulunmaları da, tıpkı çoğunun bir yumurta simgesinin arkasına saklanması ya da sahte kimlik alması gibi ilginç bir toplumsallığı işaret ediyor.
***
Sosyal medyada AKP çevresinde örgütlenen bu küfürbaz yandaşların hiçbiri, bireysel cesaret sahibi değil.
Sürü halinde güçlü duyumsuyorlar kendilerini.
Hedefteki muhalife toplu tecavüz eğilimi de zaten bireysel ezilmişliklerinin bir göstergesi.
İstisnasız hiçbiri "skatolojik" evreyi atlatamamış, "skatofil" eğilimlerini zaten 400 kelimeyle sınırlı dil ve düşüncelerine taşımış kişiler.
Ayrıca bu söylediklerimden de bir şey anlamaz, çünkü ne "skatoloji" nedir bilirler, ne "skatofil"...
Skatoloji, dışkılara ilişkin söz ve yazı düşkünlüğüdür.
Skatofil de dışkı düşkünlüğünü cinselliğine taşıyan sapıktır.
En masum biçimi, konuşmaya başlayan çocukların "ayıp" dendikçe tekrarlamaktan hoşlandığı çiş, kaka, pırt söylemi olup, zaten cinselliğin keşfi de çocuğun çişinin nereden, kakasının nereden çıktığına gösterdiği yakın ilgiyle başlar.
Ortalama 400 kelime konuşan bir toplumda, matematik bir hesapla nüfusun yarısının sözcük dağarcığının 200 kelimeyi geçmediği düşünülecek olursa...
Bazılarının söz üretemeyince "çiş, kaka" evresine dönmesi ve artık çocuk da olmadıkları için genital organlarıyla konuşmaya çalışması, işte böyle bir zavallılıktan kaynaklanır.
G NOKTASI
AKP’nin taban ortalaması 400 kelimeyle konuşunca, tavan ortalaması da 1000 kelimeyi aşamıyor.
İftira atmak gerektiğinde, çareyi çocukken belledikleri ayıp ve günahları sıralamakta arıyorlar.
Başbakan’ın sözcük dağarcığı zengin, dolayısıyla Bezm-i Âlem Camisi’ne sığınan gençleri içki içmekle suçlamıştı.
İddiayı fos çıkaran müezzini, böbrek hastası oluşuna bile acımadan, sürdüler...
Diyanet’ten Sorumlu Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın, fos iddiaya "Orada afedersiniz torbalara idrar boşaltılıp oralara konuluyor" yalanını eklemesi, bence kayda değer bir gelişme.
Sayın Bozdağ, hiç olmazsa çiş yerine idrar demeyi öğrenmiş.
Ama skatoloji evresini aşamayanlar, bizim yetiştirdiğimiz çocuklar değil.
Orada, oralarıyla en çok ilgilenenlerin kimler olduğu besbelli!
"Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa, kıçı da o kadar görünür"
FRANÇOIS OLIVIER
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 02 Avr 2014 23:30    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Mine G. Kırıkkanat


Eğrinin Doğrusu Olmaz!

Cumhuriyet 02 Nisan 2014 Çarşamba


Demokraside çare tükenmez, derler.

Peki ya demokrasi tükenmişse?

Türkiye’nin üstüne gözümüzün içine bakarak kapatılan faşizmin kurşun kapağını oylarımızla kaldırabileceğimizi uman bizler, işte burada hata yaptık.

Hukuk devletinin bittiği, hak aranacak tüm yargı organları ve hatta YSK’nin hükümete bağlanıp kamu kurumlarının, kamu olanaklarının salt iktidara hizmet ettiği yerde, seçimlerin “adil” yapılacağını sandık!

Demokrasiyi tıkayan ve tüketen AKP iktidarından yasal seçim kurallarına uygunluk, sandığa saygı bekledik. Başka bir deyişle, demokratik haklarımızı elimizden alanın, demokratik seçim yapabileceğini düşündük.
Ne enayilik!

***

Son sözümü baştan söyleyeyim: Oy sayımında AKP nerede, ne kadar açık ara önde olursa olsun, YSK’nin sabaha karşı basıldığı, gerek pusula, gerekse sayım sahtekârlığına ilişkin iki bine yakın tutanağın kayıt altına alındığı ve onlarca ilde sonuçların “mum ışığında” değişip elektrik kesintilerinin de “trafoya kedi girdi” diye açıklandığı bu seçimler adil yapılmamıştır. Demokratik değildir, son toplamda meşru da değildir!
Nasıl bir oturak dolusu dışkıya bir kaşık havyar katarsanız bok bok kalır ve bir tas havyara bir kaşık dışkı katarsanız sonuç yine kokarsa...

Suç ve sahtekârlık oranı yurt genelinde ne olursa olsun, yalnız Ankara’daki durum bile bu seçimleri demokratik meşruiyet dışına düşürmeye yeter.

Yoksa biz muhalifler, yerel yönetimlerden çok ulusal bir referanduma dönüşen bu seçimlerde, iktidarın ülke çapında çoğunluğu sağlayacağını zaten biliyorduk. Halkının yarısı derdini ve beklentilerini ancak 100 kelimeyle ifade edip düşünebildiği bir toplumda AKP’nin, hukuk devletini yıktı, suçsuzları içeri tıktı, muhalif basını susturdu, Twitter’ı, YouTube’u kapattı vb. diye oy çoğunluğunu kaybetmesini elbette beklemiyorduk.

***

Kendisinin olmayan arsaya gecekondu kurup devletten bedava tapu almaya alışık bir toplum kesitinden, benzer yolsuzlukları çok daha büyük çapta yapan iktidardan hesap sormayacağını, hatta “Helal olsun, iyi götürmüş !” diye gıpta edeceğini, tahmin ediyorduk.

İran’ın petrol paraları üstünden dağıtılan haraçlar için boşuna mı “helal komisyon” ayetleri uydurulup indirildi Google’dan?

Ne kullandığı elektriğin suyun parasını, ne de vergi ödeyen ve zaten tarihsel anlamda herhangi bir talan fırsatını kaçırmayan bir kalabalığın, “Bal tutan parmağını yalar” ve “Suyun başını tutan kana kana içer” diye yalandığından haberimiz vardı, tabii ki... Eh, bu kesimin de yukarıdaki ne kadar götürürse, benim götürdüğüme de ses çıkarmaz mantığını güdeceği belliydi.

Ama bu toplumsal profile rağmen, büyük kentleri AKP’den almak umudumuz vardı. Ne de olsa Türkiye’nin bir de öteki yarısı, Erdoğan’ın dışladığı, horladığı, azarladığı yüzde elli vardı.

İşte daha çok kelimeyle konuştuğu için ülke çıkarı, ulusal onur, siyasal dürüstlük, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri üstüne düşünen bu insanlar, seçimlerin adil olabileceğine inanmak, hatta seçimlere bel bağlamakla yanıldılar.

İşin kötüsü, onları temsil etmek iddiasında olan muhalefet de gerçeği göremedi: Meclis’te dövüşerek demokrasiyi koruduklarını sandılar. Meydanlarda “Başçalan” diye bağırdılar, ama karşılarında dürüst bir parti varmışçasına seçimlere girdiler!

Eğer son virajı aldığımızın farkında olsalardı, en azından CHP ve MHP’nin bir seçim ittifakı yapması gerekirdi. BDP’yi saymıyorum, çünkü bence bu parti AKP’den hoşnut ve amacına doğru yol alıyor.

Ama CHP ve MHP, bırakın birkaç ay önce bu köşede önerdiğim gibi AKP’ye önce ortak bir ihtar, ardından Meclis’i terk ederek demokrasinin bittiğini tüm dünyaya ihbar, böyle bir seçim ittifakını bile gerekli görmediler...

Peki şimdi ne olacak?

Türkiye’nin “Başımdaki yağmalarsa, benim küçük talanıma da göz yumar” diyen kalabalıklarından ne adalet, ne de demokrasi savunması bekleneceği çok belli. İşte bu kanunsuzlar, hâlâ daha yasalara saygılı, ahlaklı ve dürüst ötekileri dövecek, bastıracak, susturacak.

Ama dünya AKP’nin üstünü çizince...

Ortalık yangın yerine dönecek.

“Siyasal makam, aptallardan kapılır, yeteneksizlere kaptırılır.”
GEORGES CLEMENCEAU

G NOKTASI
Seçim sonrası CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu kıyasıya eleştirip istifaya çağıranlar, haksızlık ediyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu elinden geleni yaptı, olağanüstü çaba harcadı. Ama hukuka saygılı, ahlak sahibi insanların, hiçbir yasa, kural, ahlak ölçüsü tanımayan ve “Allah, bismillah...” diye diye yolsuzluk yapan sahtekârlarla “dürüst” bir mücadeleyi kazanması mümkün değildir.

CHP’nin ortak hatası, Gezi’den beri olanlardan sonra bu ülkede hâlâ demokrasi varmış gibi o Meclis’te kalıp, sanki tabanın demokratik ve ahlaki hassasiyetleri varmış gibi umutlarını seçimlere bağlayıp oturmasıdır.

Bundan sonra daha çok yolsuzluk ve daha çok zulüm yapılacak. Seçimlerin de nasıl yapılacağı belli. Þimdi ne yapacaksın CHP? Ortak vatan kalmayınca, ne yapacaksın MHP?


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 19 Mai 2014 0:59    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Keşke İsrail Dölü Olsa!

Mine G. Kırıkkanat - Cumhuriyet 18/05/2014



Bir insanlık faciası olan Soma’daki madenci katliamına dünya çapında verilen tepkiler, ateşin salt düştüğü yeri değil, düşmediği yeri de yaktığını ve acının ne dini, ne de uyruğu olduğunu gösterdi.
İki ayak üstünde yürüyüp konuşan memeli türünün, sadece insan olanlar ve insan olamayanlar diye ikiye ayrıldığını kanıtladı, Soma’da yaşanan dram…
İnsan olanın yüreği yanar, aklı isyan eder, dili hesap sorarken; insan olamayanın kravatlısı “Madenciliğin fıtratında ölmek vardır!” dedi, sarıklısı “Sessiz ağlayın yoksa ölünüz cennete gidemez!” diye tehdit etti, zaten danışmanı da ölüsüne ağlayanı tekmeledi, yandaşı da sopayı kapıp kazayı protesto edenleri dövmek peşine düştü. İnsan olmayanın, insan olana çektiği acıyı dile getiriyor, hesap soruyor, protesto ediyor diye öfkelenip tekme tokat giriştiği anlara ilişkin bir videoda, “Niye kaçıyorsun İsrail dölü!..” dediği bile duyuldu.

***

Oysa İsrail dölü olmaklığı bir küfür gibi savuran bu ehli Müslim, keşke insan sıfatını hak edeydi de İsrailli olaydı!
Çünkü İsrail, bırakın maden ocağını, hiçbir ahval ve şerait altında, hatta savaşta bile yurttaşlarının hayatını Soma’daki madencilerin hayatı kadar hiçe saymaz, tehlikeye atmaz, sonuçta da ölümüne yol açmaz.
Çünkü İsrail, bırakın kazaya uğrayan yurttaşlarını, savaş meydanında düşen şehitlerinden suikast kurbanlarına, hatta İsrail uyruklu olmayan dindaşlarını bile ne cenazesiz bırakır, ne de mezarsız...
2003 yılında Başbakan Erdoğan, “İslamcı terörist” olgusunu reddederken İstanbul’da üç katliama imza atan El Kaide suikastlarını anımsayın. İsrailliler geldi ve sinagog saldırılarında ölen Yahudilerin cenazesini usulüyle kaldırmak üzere, çevreye dağılmış en küçük ceset parçalarını bile topladılar, tek tek, özenle...

***

Protestocu dindaşlarına “İsrail dölü!” deyince küfür ettiğini sanan ehli Müslimin Türkiye’sinde ise, daha felaketin ikinci günü “çıkarılamadıkları” için öldüklerine karar verilen madencilerin cesedi, uğrunda can verdikleri uğursuz rant madenine terk edildi
Ehli Müslim muktedirin, kömür karası ömürlerine güneş gözlüğü kadar değer vermediği bu “fıtrat” kurbanlarının, ne cenazeleri kalkacak, ne de yaslı ailelerin başucunda ağlayacakları bir mezarları olacak.
Yaşarken sayılmadıkları gibi, ölülerinin de sayıları bilinmiyor. Hükümetin zaten aptal yerine koyduğu milleti, seçim hilesi elektrik kesintilerini “Trafoya kedi girdi!” diye açıklamakla iyice t’ye alan Taner Yıldız’a; “İçeride 18 işçi kaldı” derken mi güvenilir
Devletleri yolsuzluk batırır, insanları cehalet öldürür. Türkiye’de her ikisi de gırtlağa kadar...
Arsız ve ahlaksız bir azınlık, sadakayla besleyip dinle uyuttuğu cahillerin oylarıyla suyun başını tutmuşluğun giderek artan şımarıklığını yaşıyor; yemeye yolmaya doymuyor, hep daha çoğunu, ülkeyi yutmak istiyor.

***

İhaleleri de onlar alacak, imar rantını da onlar kapacak, İran’ın kaçak parasını da onlar paylaşacak, gemileri de onlar kaldıracak, hastanelere, pastanelere, otellere de onlar konacak, madenleri de onlar işletecek, bankalar da onların olacak, e-bilet’i de onlar satacak, stadyumlara kimin girip girmeyeceğini onlar kararlaştıracak, medyayı da onlar yönetecek... Zaten çiftlerin kaç çocuk yapacağına, çocukların sezaryenle doğup doğmayacağına, yaşarsa ne okuyup ne okumayacağına, kız oğlan ayrımına, kadınların giyimine, zaten herkesin konuşmasına, susmasına, yazmasına da emirbaş o icazet verecek ya da vermeyecek.

***

İradeyi şahanenin emrine karşı mı gelindi? Hoşuna gitmeyecek bir şeyler mi denildi? Azgın azınlığın o başı önüne gelene “Sen kim oluyorsun, haddini bil!” diye gürleyecek, icabında tokat, icabında yumruk atacak, elinin ulaşamadığını da ucube taklitlerine dövdürecek, olmadı hapse tıktıracak.
Taklitleri diyorum, çünkü ranta doymak bilmeyen bu azgın azınlığın her üyesi, rol modeli iradeyi şahanenin pespaye birer kopyası artık.
Gelecek kipinde yazdığıma bakmayın, ülkeyi çoktan sattılar, parsa toplamaya doymuyorlar.
Sahi biz kim oluyoruz? Haddimiz ne? Sesi çıkınca tekme tokat dövülen, gazlanan ve öldürülen yüzde altmış haddede bir çaresizlikten başka ne olabiliriz?

“Diktatörlük rejimleri, baskı, biat ve gaddarlık doğurur. Ama en kötüsü, aptallığı yaygınlaştırmasıdır.” JORGE LUIS BORGES

G N O K T A S I

Üzerimde neler var anne
okuldaydı
çıkarken göremedim oğlanı
onaltıyirmidört vardiyasıydı
duyamadım son sesleri
gördüğüm kapkara dumanlardı
üzerimde neler var anne
televizyon dizileri reklamlar
yatırdım ev kirasını üzülme
sabah gelince yatarım
ört üstümü
ellerinden öperim
üzerimde neler var anne
kandırıldık yüzyıllarca
umutlarımızı katık edip bedenlerimize
yaktılar hepimizi
uyanana dek diğer oğulların
hiç çıkmayacağız yukarı
üzerimde artık ölüm var anne.

A.KADRİ ERGİN

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 05 Aoû 2015 16:06    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Yine vatan seviyor bizimkiler…

Mine G. Kırıkkanat, Cumhuriyet - 05 Ağustos 2015



Batı ile Doğu’yu, daha doğrusu Ortadoğu’yu ayıran en belirgin benzemezlik, vatan sevgisidir.

Batı’da ister devlet başkanı olsun ister yurttaş, ister ordu komutanı olsun ister er, vatan sevgisinden söz etmez!

Elbette ki onların politikacıları da nutuk atar. Halkı coşturmak ve inandırmak için atılan bu nutuklar, zor zamanlarda, ülkenin adı neyse artık; “Yaşasın bilmem nere!” diye biter. Ve bu sözün ardından, öyle her zaman, her siyasal oluşum çerçevesinde değil ama; zaman gerçekten yamansa, topluca milli marş söylemekle biter.

Fakat kimse, en aşırı sağından en aşırı soluna kimse, “vatan sevgisi”nden söz etmez. Böyle bir deyim, Birinci Dünya Savaşı’nda ölmüş, İkinci Dünya Savaşı’nda hortlamış, sonunda da tüm taraflar arasında sessiz bir anlaşmayla gömülmüştür.

Oysa Batı’daki vatanlar çok daha bayındır olup, daha iyi yaşam koşulları sunar. Uygarlığa önem veren ve ilerletmeye çalışan halklar barındırır.

***

Ortadoğu’da ise “vatan sevgisi” lafından geçilmez, ama icraatı pek görülmez.

Örneğin on üç yılda dört dörtlük bir Ortadoğu ülkesine dönüşmeyi başaran Türkiye’de, inanılmaz boyutlarda bir vatan sevgisi vardır.
Kimi parseller, kimi satar, yakar, yıkar, betonlar, çölleştirir; ama herkes, istisnasız herkes vatanseverdir!

Vatan, kadın gibi sevilir bu topraklarda.

Kimi döver, kimi yüceltir, hatta mülkiyeti için aralarında dövüşür, kan dökmekten hiç mi hiç çekinmez.

Sanırsınız ki her karışını kanla sulamış olmakla övündüğü toprakları, ilelebet koruyacaktır.

Heyhat, ne gezer! Ormanlarını yakar, havasını suyunu zehirler, kanla suladığı her karışı el âleme satar, kıyılarını talana açar… Özetle savaşarak vermediği vatanı, barışta peşkeş çekmekle kalmayıp, yaşanmaz hale getirir.

Aslında bir vatanın nasıl sevildiği, halinden bellidir.

İşte fukara Yunanistan, hatta Çek’i, Slovak’ı, Macar’ı dahil Avrupa; işte tüm Ortadoğu ve dahi Türkiye’nin hali.

Hangi ülkelerin nasıl sevildiği ortada değil midir?

***

Sevgisini dilinden düşürmediği vatanı tarumar eden bu devletlere ve halklara sormak gerekir: Vatan niçin sevilir?

Talan için mi? Yağmalamak için mi? Yıkmak, yakmak, cehenneme çevirmek için mi?

Yoksa doğal güzelliğini, kaynaklarını, çocukluğunun tanığı anıtlarını korumak, gelecek kuşaklara sağlam aktarmak, mutlu ve rahat yaşamak için sevilemez mi vatan?

İşte yine çalıyor savaş tamtamları.

Yine vatan seviyor, bizimkiler.

Tabağımızdaki zehirli gıdaları, sokağımızdaki pis havayı, musluklardan akan çamaşır suyunu, bebelerin niçin kanserli doğduğunu sorgulamamızı istemeyen muktedirler; Türk’ü, Kürt’ü birbirine kırdırmak peşinde, yeniden.

Her iki cepheye sürülen cahillerin, kendi vatanlarını yıllardır tarumar ettikleri bir kin savaşıdır bu, başka bir şey sanmayın sakın!
Tam da bu yüzden cahil bırakılır, vatanın her karışını kanıyla sulayan halklar. Çünkü inançla eğitilirler.

Oysa inanç, bilgi eğitimi değildir. Ve cehalet insanı öldürür, vatanı yıkar.

“Kadınların susturulduğu yerde, silahlar konuşur. Silahları da erkekler konuşturur.Þefkat istiyorsan hemcinslerini sustur,sonra da kendin sus Bülent Arınç!”

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 04 Déc 2016 20:35    Sujet du message: Répondre en citant

M. K. ile ilgili "Cette journaliste turque défend la voix de la République et de la laïcité" basliginda La Dépêche gazetesinde bir yazi çikti
http://www.ataturquie.fr/cette-journaliste-turque-defend-la-voix-de-la-republique-et-de-la-laicite

Bugun kosesinde Mine de bu konuyu islemis...

Citation:


Radikal, demokrat ve gazeteci!


04 Aralık 2016

Güzel bir kadın duruyor karşımda. İnce, zarif ve gözlerine bakınca, irade gücünü anladığınız bir hanımefendi. Adı, aile tarihinin uzunluğunda. Aynı yaşta olmalıyız, aşağı yukarı. Ama ben bir gazeteciyim, o bir medya grubunun CEO’su.

Güney Fransa’ya hâkim La Depeche du Midi (Güney Postası) grubu olup sermayesinin yüzde 67’si ve yönetimi Baylet ailesinindir.

Merkezi Toulouse’dan yönetilen Güney Postası; 770 maaşlı çalışanı, 250 gazetecisi ve 1500 yerel muhabiriyle günde 17 yerel baskı yapıyor ve ayda 10.5 milyon okura ulaşıyor.

Cumhuriyet gazetesini anlatıyorum, Marie- France Marchand-Baylet’ye.
“Aynı değerleri paylaşıyoruz” diyor. “La Depeche du Midi, Fransız cumhuriyetini ve laikliği savunmak için kuruldu. İlk sayısı, 2 Ekim 1870’te basıldı. Cumhuriyet adı, bize hiç yabancı değil. Grubumuzun, Cumhuriyet başlıklı bir gazetesi de var. Hiçbir hak, yasada yazıyor diye garanti altında değildir. Gardımızı hiç indirmedik. Savaşarak kazandığımız değerleri korumak için her gün mücadele etmek ve yeni kuşaklara bu değerlerin toplumsal birliğin çimentosu olduğunu öğretmek zorundayız. Bakın!..”

***

Þık bir kitapçık uzatıyor. La Depeche du Midi’nin “resimli sözlük koleksiyonu”ndan çıktığı anlaşılan kitapçığın üstünde “Laiklik mi dediniz” yazıyor. İçinde çocukların da büyükler kadar kolay anlayabileceği bir dilde, çekici görsellerle hem laiklik anlatılıyor, hem de tarihteki kahramanları tanıtılıyor. O kahramanlardan biri, tam da 1905 Laiklik Yasası’nın babası ve ülkedeki laik eğitimin kurucu bakanı Jean Jaures, gazeteciliğe burada başlamış...

La Depeche du Midi’nin başlık altı sloganı, “demokrasi gazetesi.”
Sahipleri ve yazarlarıyla komünizm karşıtı, demokrat, ama radikal sosyalist bir demokrasiden yana çizgisini hiç inkâr etmemiş!
Gazetenin 1909’dan öteye yöneticisi ve 1932’den sonra sahibi Maurice Sarraut, Alman işgali sırasında faşist Fransız milisler tarafından öldürülmüş; savaş sırasında mal varlığı işbirlikçi bir gazeteye peşkeş çekilmiş, ama 1947’de Sarraut’nun yeğeni Jean Baylet tarafından geri alınıp Depeche du Midi adıyla yeniden radikal sol rayına oturtulmuş.
Baylet ailesinin medyadan başka alanda finans yatırımı yok...
Ama bireyleri hem gazetecilik yaparlar, hem de aktif politika.

***

La Depeche du Midi’nin bugünkü imtiyaz sahibi Jean Michel Baylet, Radikal Sol Parti PRG’nin de başkanı. Halen iktidardaki sosyalist hükümete bakan olarak girince, yasa gereği gazetedeki CEO makamını eski eşi Marie-France Marchand-Baylet’ye bırakmış. Çiftin iki oğlu, medya grubunun yöneticileri arasında. Zaten karşısında oturduğum ve kısaca başkan diye anılan soylu hanımın da halen aynı hükümette Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un hayat arkadaşı olduğunu söylersem, tablo tamamlanır.

Tablo deyince, La Depeche du Midi’nin duvarlarını süsleyen ve neredeyse yüzyıldır bir basın imparatorluğuna hükmeden Baylet ailesinin tablolarından, binanın olağanüstü şıklığından etkilendiğimi söylemeliyim.
Cinnet yurdumun eninde sonunda kepaze olan, çünkü erdemsiz muhteris medya patronlarına haykırıyorum içimden, sessizce: Kalıcılığın ölçüsü görgü ve ilkedir, sizde ikisi de yok, işte bu yüzden hepiniz gidicisiniz!
Peki, ben burada, Marchand-Baylet Hanım’ın karşısında ne arıyorum?
Fransız gazeteci dostum Pierre Challier, Cumhuriyet’in başına gelenleri uzun süredir izliyor ve haberleştiriyor. Geçen hafta, “Başkan seninle tanışmak istiyor, Toulouse’a gelir misin” dedi. Siz olsanız gitmez misiniz? Uçarak gittim, elbette.

Sıcacık karşılandım. Dostça sarmalandım. Basın özgürlüğü savunmasında, gazetemiz Cumhuriyet’e verilen değer ve desteği gördüm. Çok duygulandım.





.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 13 Aoû 2018 1:30    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Mine G. Kırıkkanat

Evangelist bir mehdi!


Cumhuriyet 12 Ağustos 2018 Pazar


Adnan Oktar mafyasıyla FETÖ, aynı şirketin görünümü ve içeriği az çok değiştirilerek sanki rakip markalarmış gibi piyasaya sürdüğü; ama temelde toplum sağlığına aynı zararı vermeye, hatta zarara bağımlılık yaratmaya hizmet eden zehirli ürünlerdir.

Her ikisinin de dış sponsoru ABD’li Evangelistler olup; nihai amaçları “evangelize” edilmiş, yani Tevrat ve İncil’le karılmış bir Kuran çerçevesinde Amerikancı bir İslam yaratmaktır. Bu büyük tasarıma Türkiye’den başlamış olmalarında şaşılacak bir yan yoktur; çünkü Türkiye hem Sünni İslamın sonuncu halifeliği, hem de en azından 2002’ye kadar en demokrat, en yenilikçi, en dinamik, çünkü laik tek ülkesiydi!

Üstelik, Adnancılarla FETÖ’cülerin feyz aldıkları Saidi Nursi’nin materyalist felsefe düşmanlığı ve bilimin “yaratanın yüceliğini gösterdiği” tezini sürdüren Nurculuk, Amerikan evangelizmine uygun bir zemindi…

ABD’de Cumhuriyetçi Parti politikalarına yön veren ve Reagan, George W. Bush ile, şimdi de Trump’ın iman ettiği Evangelist Kilise; Türkiye’de toplumun her katmanına yayılan ve devletin atar damarlarına sızan FETÖ’yle cemaatini yarattı. Harun Yahya aracılığıyla da cemaatten olan olmayan tüm Müslümanlara, Evangelistlerin Yaratılış savını başarıyla dayattı!

Adnan Oktar’ın, Yaratılışçılığın promosyonuna soyunmak için Harun Yahya adını takınması, elbette raslantı değildi.

***

Adnan Hoca, Musa peygamberin kardeşi ve yardımcısı Harun ile Hz. İsa’yı vaftiz eden Yahya peygamber sayesinde İslamiyeti Yahudi/Hıristiyan ittifakı Evangelist Kilise’ye taşıyor; kendisi de tabii ki “yolun sonundaki rehber” Mehdi oluyordu.

Ne var ki ABD’nin en etkin, yetkin ve organize lobisi Evangelist Kilise’nin, İngilizcesi “vallahi very very pretty” düzeyindeki Adnan Oktar’ı bizzat tanıması, zaten hasbelkader tanısa; suç dosyalarını, yargıdan kaçmak için aldığı deli raporunu vb. bilerek kendisine Türkiye’yi “evangelize” etmek misyonunu yüklemesi mümkün değildi!

Adnancı mafya, Evangelist Kilise’nin güvenini Türkiye’de lise kapılarından devşirdiği bendeleri aracılığıyla kazandı ve “evangelizasyon” misyonuyla tabii ki parasal getirisini de onlar sayesinde aldı. Ailelerin tam da Adnancı mafyanın pençesinden kurtarmak için ABD’ye gönderdiği bu bendeler, Adnan Oktar’ın elçiliğini yaptılar.

Çok iyi okullarda okuyan ve su gibi İngilizce konuşup yazan Adnancı elçilerden Mustafa Akyol; ABD’de Evangelist Kilise’nin gözdesi olmayı başardı.

Mustafa Akyol’un Amerikanca Yaratılış propagandasının sözde bilimsel türevi Akıllı Tasarım üzerine yayınlardan alıntıları, ufak tefek değişikliklerle Türkçe olarak Adnan Oktar’ın Harun Yahya takma adıyla yazmış gibi görünmesini sağladığı; hatta Türkçe versiyonun editörlüğünü de Amerikalı Evangelist bilimci Timothy Mossman’ın üstlendiği Yaratılış Atlası’nı bizzat yazıp/çevirdiği iddia ediliyor.

***

İddia ne kadar doğrudur, bilemem.

Ama 1998’de Adnan Oktar tarafından Evangelistlerin düzenlediği Yaratılış konferanslarına katılmak için ABD’ye gönderilen ve 1999’da Adnancı mafyadan ayrıldığını ifade eden Mustafa Akyol; 2004’te islamonline.net sitesinde yayımladığı “Why Muslims should support İntelligent Design” başlıklı makalede, dindaşı Müslümanları Hıristiyan Akıllı Tasarım’ının İslamiyette yeri olduğuna ve kabul görmesi gerektiğine ikna etmeye çalışıyor. Bu makalenin mesajı çok açık ara başlıkları şöyle: “Moderniteye karşı çıkalım - Düşmanımız materyalizm - Müttefikimiz Hıristiyanlık - Ortak davamız (Yaratılışçı) Akıllı Tasarım - Eyleme çağrı” *

Yine Mustafa Akyol, 2005 yılında ise karşımıza Kansas’taki Yaratılışçı Akıllı Tasarım sempozyumunun parlak konferansçısı ve hatta yine Kansas’taki Intelligent Design Network kurumunun yönetim kurulu üyesi olarak çıkıyor!*
2000’li yıllardan öteye Evangelist Akıllı Tasarım’ın propagandasını yapan MEB, nihayet 2017 yılında Darwin ve Evrim teorisini müfredattan kaldırdı.
Türkiye’de İslami görüşün kimler tarafından yönlendirilip dinin neye hizmet için kullanıldığı açık değil mi?

Devamı haftaya.




*Jean-Marc Balhan/Le Créationnisme Américain en Turquie



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3  Suivante
Page 2 sur 3

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.