327 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 327
Membre(s) : 0
Total :327

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 1 jour, 20 min.45
murat_erpuyan : 1 jour, 23 min.09
SelimIII : 1 jour, 13h47:41
Salih_Bozok : 4 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Monserler !
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Monserler !

 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 11 Mar 2009 0:39    Sujet du message: Monserler ! Répondre en citant

Başbakan'ın Davos sonrası hızını alamayarak diplomatlara yönelttiği anlaşılması, kabul edilmesi olanaksız sözler içeren konuşmasını takiben, birkaç cılız ses dışında tamamen olayı gereksiz bir efendilikle karşılayan Dışişleri camiasının bu sessizliğini gayet güzel ders veren bu yazıyı ”forumeur”lerle paylaşmak istedim. Hem de olayin sıcaklığı geçtikten sonra sakin kafayla.

Dıșișleri de genelde “yan gelip yatma yeri” değildir. Bu “monșeler” çok uzak olmayan 70/ 80 li yıllarda yılllarda kan ve canlarını vermișlerdir hizmet ettikleri ülke için.
Bazıları şehitlik mertebesine de erişerek rahmetli olmuş, emekli veya halen görevde bulunan tüm Dış İşleri mensuplarının tamamen yanlız bırakıldıkları Davos olayı (zaten bir süredir AKP iktidarı “monșerlere” duyduğu antipatiden olsa gerek, onlara kulaklarını tıkamıș ben bilirim havasında) ve devamındaki tepkisiz sessizlik ortamında yayınlanan aşağıdaki anlamlı yazı için teşekkür ederim.



MONÞERLER VE ‘ERDOÐANLAÞMAK’

24 Þubat 2009

MURAT SEVİNÇ

Ekonomist, Davos’taki Gazze panelini terk eden Başbakan’ın eylemini, “Erdoğanlaşmak (doing an Erdoğan)” ifadesiyle tanımlamış. Tabii Ekonomist Türkiye’yi iyi tanısaydı, söz konusu tavrın bu ülkede özel terimlerle anlatılmaya gerek duyulmayacak ölçüde yaygın olduğunu, sokakların, trafiğin, apartmanlarımızın, akademi, siyaset ve sanat dünyamızın Erdoğanlar ile dolup taştığını da bilirdi. Başbakan’ın tepkisini, toplantının tümünü izleyip Perez’in küstahlığına ve yöneticinin davranışlarına bakıp haklı bulmamak çok güç. Üslup tabii tartışılır, ama tepkinin hangi siyasi görüşten olursa olsun hemen herkesin içini soğuttuğu da bir gerçek. Erdoğan diplomatik teamüller açısından skandala imza atmış olabilir; ancak o toplantıdan tepki vermeden kalksaydı Ekonomist’in ve basınımızın kullandığı ifade muhtemelen “Erbakanlaşmak” olurdu (bkz. Kaddafi ile Erbakan’ın çadırdaki fotoğrafı).

Başbakan’ın gerek Davos’ta gerekse yerel seçim propaganda konuşmalarındaki üslubu, her insan gibi “öyle biri” olmasından kaynaklanıyor. Büyüdüğü, kendisini geliştirdiği ortamın, siyasal ve toplumsal çevresinin insanın tüm yaşamını şekillendirdiği yadsınamaz. Haliç kıyısındaki yoksul bir semtte, milliyetçi muhafazakâr ilişkiler ağında yetişmiş ve daha da önemlisi geleceğini de bu ilişkiler üzerine inşa etmiş bir siyasetçi gibi davranıyor Erdoğan. Dolayısıyla Perez’e tepkisi, yalnızca Gazze’de katliam yapan devletin başkanına değil, aynı zamanda Yahudi siyasetçiye de alınmış bir tavır kuşkusuz. Başbakan’ın, toplantıdan sonra verilen desteği görünce freninin bir türlü tutmamasının ve emekli büyükelçilerin açıklamalarını fırsat bilip diplomatları küçümsemeye kalkmasının nedeni de bu olsa gerek. Çünkü “o çevrenin insanı” bazı meslek gruplarından, kişilerden ve düşünce sistemlerinden hiç hazzetmez; bir takım sıfatları küfür olarak algılar ve her fırsat bulduğunda kullanır. Kendilerini eleştirip yolsuzlukları gündeme getirenlere hiçbir mantığı olmamasına karşın “komünist kalıntısı” demeleri; entelektüelleri, halkından kopuk, ülkesine ihanet halinde, sürekli viski içen ve bunu da Boğaz kıyısında yapan tuhaf bir kitlenin mensubu olarak tahayyül etmeleri, vahametin sık karşılaşılan örnekleridir.
Milli görüşçülerin pek sevdiği bu cahilane klişelerden ister istemez diplomatlar da payını alır: Sürekli smokinle ve elinde kadehle dolaşan, lüzumundan fazla kibar yani gerektiğinde “kafa atma” hasletinden (!) yoksun, temsil ettiği ülkenin halkından kopuk ve çuvalla para kazanıp vur patlasın çal oynasın yaşayan bir meslek grubu. Bu algı, Türkiye’deki sağcı siyasetçide, enseye tokat ilişkiler içinde oldukları sermaye gruplarının da teşvikiyle kalıtımsal hale gelen bürokrasi/Mülkiye düşmanlığıyla da birleşince, Erdoğan’ın kabadayıca açıklamalarıyla yüz yüze kalıyoruz. Başbakan’ın sık şikâyet ettiği oligarşik bürokrasinin bir ayağı TSK ise diğer ayağı hiç kuşkusuz, disiplin anlayışı ve temsil ettiği/savunduğu değerler açısından onunla benzeşen Dışişleri Bakanlığı’dır.

Peki diplomatlarımız, bu yaklaşımı hak ediyor mu?

Diplomatlarımızın büyük kısmı, halkın çoğunluğunun zannettiği gibi, zengin, soylu aile çocukları değil. Orta halli, küçük burjuvazinin genellikle okumuş ailelerinden gelen iyi eğitimli insanlar. Bakanlığa girmek için hayli zorlu sınavlardan geçerler. Yazılı, sözlü ve yabancı dilin ağırlıklı olduğu sınavlar çok aşamalıdır ve yalnızca, tarih, uluslararası ilişkiler, iktisat, kamu ve özel hukuk vs. alanlarındaki bilim soruları değil, genel kültür konuları ve “davranış kurallarını” bilmeleri de yaşamsaldır. İşe girmeye hak kazandıktan sonra yükselmeleri liyakata uygundur. Bir aday meslek memurunun yine çok zorlu bir sınavın ardından başkâtip olması yaklaşık 8-9 yıl alır. Bu sınavlarda torpil her halde çok istisnaidir ki eski Cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk’ün çocuklarından biri sınavı ilk girişinde kazanamamıştır.

Tabii, oğlu işadamı bursuyla yurt dışındaki eğitimini tamamladıktan sonra gemicik alıp pırlanta ticareti yapan Başbakan ile çocukları genç yaşta ve kısa sürede birer ticari deha haline geliveren bakan/milletvekillerinin bu durumu kavraması neredeyse olanaksız.

Bir diplomat, meslek yaşamının yaklaşık yarısını yurt dışı temsilciliklerde geçirir. İşe yeni başlayan meslek memuru Türkiye’de üniversite araştırma görevlisine yakın maaş alır, yani yoksuldur. Yurt dışı maaşı hallicedir ve genellikle ucuz ülkelerde biriktirilen para, pahalı ülkelerde harcanır. Çoluk çocuğun okul vs. masrafları, diplomat kocasının yanında olabilmek için işini gücünü bırakıp diyar diyar dolaşan eşlerin ve kadın memurların aile kurmakta vs yaşadığı zorluklar, hiç kuşkusuz kişisel ama bir o kadar da can yakıcıdır.

Kişisel olmayan zorluklar da var elbet ve bunlar mesleğin niteliğinden kaynaklanıyor. Temel ilkelerden biri “hükümete hizmet, devlete sadakattir.” Yani sadık olunan, devlettir. Eh, her daim çıkarları savunulacak devlet Türkiye Cumhuriyeti olunca yaşanacak zorluğu ve insanda yaratacağı tahribatı tahmin etmek güç değil. Diplomatların muhafazakâr ve zaman zaman da milliyetçi refleksleriyle ilgili eleştiriler bu bağlamda değerlendirmeli.

Birincisi, muhafazakârlık/gelenekçilik bazı branş ve durumlarda istikrar için gerekli kabul edilebilir. Dışişleri, hükümet siyasetini uygulamakla yükümlüdür ancak bazı sınırları da üslubunca hatırlatmak zorunda kalır; özellikle siyasal, kültürel koşulların siyasetçinin frenini iyice boşalttığı anlarda. Dışişlerinin başlıca görevi herhalde alanındaki sürekliliği sağlamaktır ve bu, geleneklerin yardımı olmadan başarılamaz. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı ve mensupları iç siyasi mücadeleden olabildiğince uzak durmaya çalışır. Dışişleri özel bir alan olduğu içindir ki örneğin müsteşarının kaderi, pek çok bakanlıktan farklı olarak hükümetin keyfine bağlı değildir. Ağzı sıkılık, kendilerini kamuoyu önünde savunmak ya da övünmek gibi bir geleneklerinin, sıradan yurttaştan farklı olarak gelişmeleri akıl dışı tepkilerle karşılama lükslerinin olmaması, halktan kopuk bürokrat/monşer algısını güçlendirir. İkinci eleştiri konusu olan, milliyetçi eğilimler sorununun kaynağını da yine mesleğin koşullarında aramak gerekir. Devlet görevlilerinin köylüsüne yedirdiği dışkının, yaptığı işkencenin, siyasetçinin çoğu zaman akıl dışı hezeyanlarının sıkıntısını dışarıda diplomatlar göğüslemek zorunda kalır. Yurtdışında bir süre yaşamış çoğu kişinin Türkiye’ye az ya da çok milliyetçi duygularla döndüğü düşünülürse, diplomatların zaman içinde giderek milliyetçi tepkiler göstermesini, anlayışla karşılamasak da anlayabiliriz. Dışişleri’nin milliyetçisi, aşırı sağcısı her halde diğer mesleklerde olduğu kadardır, ezcümle akademi ve siyasettekinden çok değildir.

İşte bu nedenlerle, ülkenin en eğitimli, dil/diller bilen, dünya görmüş ve çoğunluğu meslekte geldiği konumu emek harcayarak edinmiş bürokratlarından olan; mesaisinin bir kısmını yurtdışında kimi burnu büyük siyasetçinin ve devlet olmasa evinin yolunu bulmaktan aciz sermayedarın tafrasını çekerek harcayan az sayıdaki Dışişleri çalışanının, sağcılıktan mustarip siyasetçi tarafından hor görülmesine akıl da gönül de razı olmaz.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 19 Juin 2010 16:47    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhuriyet 19.06.2010

Emekli diplomatlar, ‘Baba Nusret’ten alınan tekerleme ile Erdoğan’a tepki gösterdi

Tekerlemeli monşer tepkisi


BAHADIR SELİM DİLEK

ANKARA - Sayısı 160’ı bulan emekli büyükelçi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “monşer” sözüne, geçen cuma günü yaşamını yitiren ve Dışişleri camiasında “Baba Nusret” olarak bilinen emekli Büyükelçi Nusret Aktan’ın, “İnsaf kalmadı ben-i ademde. İşlerine gelince şehit, gelmeyince monşer sayıldık, şu bivefa âlemde” tekerlemesi ile tepki gösterdi. Emekli büyükelçiler “Dış politika, kendisiyle çelişki içinde ‘perakende’ açılımlarla, üç-beş yabancı sözcüğü yerli yersiz kullanmakla yürütülmez. Yürütülmeye kalkışılırsa bedeli ağır olur” dedi.

Emekli büyükelçiler, “Monşerler diplomasisi sona erdi. Monşerler bize televizyonda diplomasi dersi vermeye çalışıyor” diyen Erdoğan’a yazılı bir açıklamayla tepki gösterdi. Açıklamada, aralarında eski Dışişleri müsteşarları Korkmaz Haktanır, Faruk Loğoğlu, Nüzhet Kandemir ile eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, eski AB Genel Sekreteri Murat Sungar, eski NATO Daimi Delegesi Ümit Pamir, eski Washington Büyükelçisi Baki İlkin gibi isimlerin de bulunduğu üst düzey emekli diplomatların imzaları yer aldı. Açıklamada, “‘Mon cher’ deyimi Fransızca ‘azizim, dostum’ anlamına gelen bir tekerleme. Buna bugünkü Türkçemizde ise argoda, ‘hanım evladı’ anlamı yüklenmiş. Askerlik ve polislik mesleklerinin yanında en çok hayati tehlikeyle karşılaşılan devlet memurluğu, Dışişleri memurluğudur. Dışişleri mensuplarımızın hangileri bu alaycı yaklaşımı hak etmektedirler?” denildi. Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan öyküsü anımsatılarak “Öyküdeki Türk elçisinin davranışı bugün de diplomatlarımızın sahip olmakla iftihar ettikleri bu birikimin hikâyelerindendir” denildi. “Monşer” teriminin Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde bazı memurlar tarafından kullanıldığına dikkat çekilen açıklamada, “İnsan ‘Acaba Basbakan, hükümetinin izlediği dış politika ekseni gibi, dilde de bir yeni Osmanlılık hevesine mi kapıldı?’ demekten kendisini alamıyor” görüşüne yer verildi.

Açıklamada görevdeyken yaşamını yitiren diplomat eşleri ve çocukların da isimleri de yer aldı.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 24 Juil 2013 1:35    Sujet du message: Répondre en citant

Disilerinin ne hale getirildigini okuyun !

Citation:

Monşerleşen İmamlar!

Özgen Acar


Yüz yıl önceki Osmanlı bile sultanlık hevesindeki AKP Hükümeti’nden daha çok “devleti” düşündü… Bu amaçla 1859’da Mektebi Mülkiye’yi kurdu, Osmanlı’da ilk kez siyasi iktisat, idare hukuku, devletler hukuku, ceza hukuku gibi dersler öğretimine başlandı. Çünkü “Mülkiye” Osmanlı’ya göre “devlet” demekti!

Atatürk, genç Türkiye Cumhuriyeti “devletini” yönetecek kadroları yetiştirmek amacıyla Mektebi Mülkiye’yi İstanbul’dan Ankara’ya getirdi, sonraları adı Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dönüştü.

“Kaymakam, vali” yetiştirmek için “idari”, Hazine’nin haklarını koruyacak “maliye müfettişleri, hesap uzmanları” için “mali” ve uluslararası alanda görev yapacak “diplomatları” eğitmek için de “diplomasi” şubeleri açıldı.

***

İdari Þube’den mezun olanların kaymakamlık mesleğini seçtiklerinde ayrı bir eğitimden geçmeleri, zamanla valiliğe yükselmeleri öngörüldü.
Mali Þube mezunları, Maliye Bakanlığı’nda “Hesap Uzmanı” olabilmek için KPSS’de ilk 400’ün içine girme koşulunu yerine getirdikten, saatler süren sınavla seçildikten sonra, bir ustanın yanında çıraklık döneminin ardından aşamalı olarak “uzmanlığa” geçebilirlerdi.

Maliye müfettişliğinin gerektirdiği güçlü sınavlar ise yalnızca Maliye Bakanlığı’na seçkin kişileri kazandırmaz, sonrasında devlet adamları da yetiştirirdi. Örneğin Ziya Müezzinoğlu, Kemal Kurdaş, Cahit Kayra, Adnan Erdaş, Mahfi Eğilmez, Tevfik Altınok aklımda kalan bazı adlardır.
134 yıllık geçmişi olan maliye müfettişliği ve 68 yıllık hesap uzmanlığı geleneği, 10 Temmuz 2011 Pazar günü Resmi Gazete’de yayımlanan 646 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Gelirler Kontrolörlüğü” ve “Vergi Denetmenliği” bölümleri ile birlikte “vergi müfettişi” unvanıyla tek çatı altında toplanarak yıkıldı. Artık Hazine’nin çıkarlarını değil, AKP yanlısı iş dünyasına hizmet verecek bir gecekondu kurumu yaratıldı.

***

Bilmem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009’da söylediği “Diplomasideki monşer eskileri anlamadı. Bunlar monşer geldiler, monşer gidiyorlar. Siyasete de böyle devam ediyorlar. Bazıları bundan rahatsız oluyor. Niye? Eğer monşer eskisi değilsen, bu işin hakkını ver…” sözlerini anımsarsınız!

Türkiye’nin 134 ülkede diplomatik temsilciliği var… Günümüzde SBF, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi ve Hukuk Fakülteleri mezunlarından yabancı dil bilen ve bu mesleğe uygun eğitim görmüş kişilerden sınavla Dışişleri Bakanlığı’na “meslek memuru adayı” alınır.

Mesleğin başında Bakanlık içinde ayrıca aylarca süren özel bir eğitimden geçerler, aşamalı olarak yükselirken önce “başkâtiplik” sınavında denenirler. Her diplomat için büyükelçilik unvanı cepte keklik değildir.
“Sultanlık” yolunda ilerleme amacıyla ABD’den esinlenerek her bakanlığa bir de “bakan yardımcısı” atandı. Bunların çoğu seçim yitirmiş AKP milletvekilleriydi. Bu konuda Dışişleri’ndeki piramit bozulmasın diye bu göreve, bakanlık içinden büyükelçilik yapmış bir diplomatın getirilmesine özen gösterildi.

Ancak ne var ki geçen hafta 80 yasayı bir çuvala sokan “torba yasası” ile Dışişleri Bakanlığı’nın piramidi altüst edildi. 2010 tarihli 6004 sayılı yasa ile piramit dışından atanan “devşirme büyükelçiler” merkeze dönünce, yaşları elverişliyse bakanlık dışında çeşitli görevlere atanabiliyorlardı.
Kendisi de profesörken “devşirme büyükelçi” unvanını kapan Ahmet Davutoğlu, torba yasa ile devşirme büyükelçilere bundan böyle bakanlıkta müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür olma yolunu açtı.
İsterseniz görevdeki devşirme büyükelçileri bir anımsayalım:
İlahiyat profesörü Kenan Gürsoy Vatikan, İlahiyat Profesörü Ahmet Kavas Çad, eski AKP Milletvekili Zekeriya Akçam Endonezya, eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan Varşova, eski Dış Ticaret Müsteşarı Tuncer Kayalar Kenya, İngiltere’de yaşayan Tıp Doktoru Cemalettin Kani Torun Somali, Vali Yardımcısı Þentürk Uzun Gana, Vali Mehmet Niyazi Tanılır Karadağ, Dış Ticaret Müsteşarı Ahmet Yakıcı Libya, DPT Müsteşar Yardımcısı Halil İbrahim Akça Kıbrıs, TİKA Başkanı Musa Kulaklıkaya Moritanya…

Bir de şu diplomasi ustası Kavas’ın Çad’da Fransızların Mali’ye müdahalesinde “El Kaide terör örgütü değildir…” diye “tveet” attıktan sonra Bakanlığın fırçasının ardından “Fransızların çok ekmeğini yediğim için…” sözleri ile tükürdüğünü yaladığını da anımsayalım! Ben mi yanılıyorum! Bu ilahiyat profesörü Çad’a “büyükelçi” mi yoksa “kavas” olarak mı gönderilmişti?

Anlaşılan “devşirme büyükelçi-bakan” şimdi de “sultanı” için “monşer imam” dönemini açıyor. Ardından Diyanet İşleri Başkanı Suudi Arabistan’a, Feto hazretleri Vaşington’a büyükelçi atanırlarsa hiç şaşırmayacağım. Ya da bu Kavas dönünce Bakanlığa müsteşar olarak atandığını düşünebilir misiniz?

Cumartesi günü eski sekiz dışişleri bakanı, parlamento dışındaki 150 emekli büyükelçi, bu yasayı kınayan bir bildiri yayımladı. Daha önce Dışişleri Bakanlığı da yapan, bu kurumun piramidini, diplomatlığın bir ince, hassas meslek olduğunu bilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu çuval yasasındaki bu değişikliği inşallah geri çevirir. Aksi halde CHP’li emekli büyükelçi milletvekilleri, Dışişleri’ni imamlar ordusuna dönüştürecek bu çuvallama olayını Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklarını açıkladılar.

Maliye Bakanlığı tezgâhlandı… Dışişleri tezgahlandı… Herhalde sıra yakında İçişleri Bakanlığı’nca atanacak imam valilerde!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Sep 2019 0:43    Sujet du message: Répondre en citant

Taa 2009 dan kalma bu konuyu buldum. O zamab elçileri asagilamanin tabiriydi "monser"

Bugun "monserler"den kurtulup kendi "cher"lerini yerlestirdiler etrafa...

Ozdil'in misalleri kullanarak aradaki farki tum ciplakligiyla ortaya koyuyor bu konuda da iki makale doldurmus ki ilki zaten buradaymis. Alintiliyorum.

SelimIII a écrit:
Tam ibretlik...

Citation:

Liyakat, biat

22 Eylül 2019 / Sozcu

Yılmaz Özdil





1933.
Cumhuriyet on yaşına gelmişti.
Onuncu Yıl Marşı için yarışma açıldı.
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar'ın yazdığı sözler seçildi, Cemal Reşit Rey besteleyecekti.

Mustafa Kemal güfteyi görmek istedi.
Getirdiler.

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan

Okudu.
Son dizenin üstünü çizdi.
“Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazdı.


Sonra da Behiç Erkin'e döndü.
Çanakkale'den beri arkadaşıydı.
İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıydı.
Devlet demiryollarının kurucusu ve ilk genel müdürüydü.
“Sizlerin bu on senedeki emeğiniz iyi ifade edilmiyordu, o nedenle o mısrayı değiştirdim” dedi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesine imzasını atan Mustafa Kemal… Zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” metaforuyla, Onuncu Yıl Marşı'na da imzasını atmıştı.

Behiç Erkin…
İstanbul doğumluydu.
Mustafa Kemal'den beş yaş büyüktü.
Kurmay subaydı.
Lojistik dehasıydı.
Çanakkale'ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı.
Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu'ya geçti, milli mücadeleye katıldı.


Anadolu'ya geçtiği gün, Mustafa Kemal çağırdı.
“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi.

Behiç Erkin, Mustafa Kemal'i yanıltmadı.
“Türkler demiryolu işletemez” önyargısını tarihe gömdü.
Savaştan sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'nın kurucusu ve ilk genel müdürü oldu.
O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu.
İşletme dilini Fransızca'dan Türkçe'ye çevirdi.
Demiryolları müzesi kurdu.
Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan Mühendis Mektebi'ne özerklik kazandırdı.
Milletvekilliği yaptı, bakanlık yaptı, büyükelçilik yaptı.

Kurtuluş Savaşı'nın en kritik günlerinde, Mustafa Kemal acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti.
“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.
Behiç Erkin derhal cevap telgrafı gönderdi.
“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi!
Mustafa Kemal'den tekrar telgraf geldi:
“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”

İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç'e Erkin soyadı verildi.
Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç'e gönderdiği mektupta, Erkin'in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”

Behiç Erkin gerçekten her şart altında kendi doğrularını gerçekleştiren, bağımsız kişiydi.
İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa nazi işgali altındayken, Paris Büyükelçimiz'di.
Müthiş bir insanlık örneğine imza attı, 20 bine yakın Yahudi'ye Türk pasaportu vererek, Türk vatandaşı gibi göstererek, ölümden kurtardı.
“Türk ulusu adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” dedi.
20 bin insanı kurtardı.

1961'de rahmetli oldu.
Vasiyet etmişti…
“Beni, ilk demiryolu genel müdürlüğü görevini üstlendiğim Eskişehir'e, İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği yerde toprağa verin” dedi.
Orada yatıyor.

Albay rütbesiyle emekli olan Behiç Erkin, ömrü boyunca not tutmuştu, yaşadıklarını gün gün kaydetmişti.
900 defterden oluşan notlarını 29 Ekim 1958'de Türk Tarih Kurumu'na teslim etti.
Devlete millete tek kuruş yük olmamak amacıyla, yayın masrafları için 10 bin lira bağış yaptı, o günün parasıyla çok ciddi paraydı.

Pür dikkat okumanızı rica ederim…

Kelimenin tam manasıyla “yurtsever devrimci” olan Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hatırat” isimli kitabının son paragrafında kelimesi kelimesine şunları söylüyor…

“Yukarılarda beyan ettiğim veçhile ben, 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim.
Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu sekiz sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır.
Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray parçalarıyla yapılmış ve demir köprüler gelinceye kadar ahşap köprülerle hat işletmeye açılmış iken, bu sırada dahi bir kaza kaydolunmamıştır.”

Kurtuluş Savaşı…
Büyük Taarruz…
Kaza bile yok!

“Liyakat aşığıyım” diyen Mustafa Kemal'in, devlete yönetici seçerken ne kadar isabetli tercihlerde bulunduğunun kanıtlarından biriydi.

(...)

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Sep 2019 0:58    Sujet du message: Répondre en citant

Buyukelçi atamalarinin nasil yapildigi konusunda Murat Agirel'in yazisini okuyarak aydinlanabilirsiniz...
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/devlet-adamlari-53330yy.htm
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 26 Sep 2019 1:07    Sujet du message: Répondre en citant

Ve özdil devam etmis.

Citation:

Bakara makara, büyükelçi müyükelçi
25 Eylül 2019

Yılmaz Özdil


Tevfik Rüştü Aras… İstiklal madalyalı kuvayi milliye kahramanı, Mustafa Kemal'in Selanik'ten beri yakın arkadaşıydı, 1937'de Milletler Cemiyeti Başkanlığı bile yaptı, Londra büyükelçimizdi.



Ali Fuat Cebesoy… Saray tarafından Mustafa Kemal'le birlikte idama mahkum edilen, memleketin işgali sırasında İzmit'ten Ankara'ya ilerleyen İngiliz birliklerine ateş açarak, Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan, TBMM başkanlığı yaptı, Moskova büyükelçimizdi.



Numan Menemencioğlu… Vatan yahut Silistre, Namık Kemal'in torunuydu, diplomatik mucize gerçekleştirerek İkinci Dünya Savaşı'ndan sıyrıldığımız dönemde dışişleri bakanımızdı, bilahare Paris büyükelçiliğimiz oldu.



Behiç Erkin, iki gün önce demiryolları vesilesiyle yazmıştım, Paris büyükelçimizdi, Necdet Kent, Marsilya başkonsolosumuz, Selahattin Ülkümen, Rodos başkonsolosumuzdu…
İkinci Dünya Savaşı'nda 35 binden fazla Yahudi'yi Türk vatandaşı gibi göstererek, Türk pasaportu vererek, Nazilerin elinden aldılar, mutlak ölümden kurtardılar, insanlık tarihine geçtiler.
(Bizde maalesef Steven Spielberg olmadığı için, Oscar Schindler'i biliriz, Schindler'in listesini biliriz, kendi diplomatlarımızı bilmeyiz.)



Ruşen Eşref Ünaydın… Gazeteciydi, sarayın yalakası olmak varken, ateşten gömleği giydi, Anadolu'ya geçti, milli mücadeleye katıldı, Mustafa Kemal'in yakın çalışma arkadaşıydı, Anadolu Ajansı'nın kurucularından oldu, Lozan Konferansı'nda basın danışmanıydı, Harf Devrimi'nin komisyon üyesiydi, Roma büyükelçimizdi.



Hüsrev Gerede… Mustafa Kemal'le birlikte Bandırma vapuru yolcusuydu, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkanlardan biriydi, Tahran büyükelçimizdi.



Fahri Korutürk… Soyadını bizzat Mustafa Kemal Atatürk verdi, Montrö Boğazlar Konferansı'na askeri uzman olarak katıldı, deniz kuvvetleri komutanımız oldu, Türkiye Cumhuriyeti'nin Altıncı Cumhurbaşkanı oldu. Madrid büyükelçimizdi.



Ziya Müezzinoğlu… Üç defa maliye bakanlığı yaptı, 1959'dan 1960'a girilirken hazine genel müdürüydü, Ziraat Bankası'ndan yılbaşı hediyesi olarak kol saati geldi, devletin-milletin parasıyla dağıtılan hediyeler konusunda son derece hassastı, asla kabul etmezdi, ancak, Ziraat Bankası'nın suratına çarpar gibi geri göndermesi de yakışık almayacaktı, düşündü, formül buldu, paket yaptı, naylona sardı, üzerine “Ziraat Bankası'ndan hediye edilmiştir” notu yazarak, Hazine genel sekreterliğinin kasasına koydu, milletin malını devlete geri verdi, o kol saati bugün hâlâ Hazine müsteşarlığının bodrumundaki kasada duruyor. Ziya Müezzinoğlu “devlet adamları nesli”nin son örneklerindendi, Bonn büyükelçimizdi.



“Ermeni Dosyası” isimli muhteşem kitabı kaleme alarak, Ermeni örgütlenmelerini, Ermeni isyanlarını, Ermeni çetelerinin katliamlarını, nüfus hareketlerini, resmi Ermeni belgeleriyle ortaya koyan, tehcir sırasında yaşananları birinci ağızlardan anlatan, soykırım yalanını orijinal belgelerle çürüten Kamuran Gürün… Atina büyükelçimizdi.



Sönmez Köksal… MİT müsteşarımızdı, Bağdat büyükelçiliğimizi yaptı.



Varlığıyla onur duyduğumuz Þükrü Elekdağ… Değerli ağabeyim Uğur Dündar'ın tabiriyle tüm öngörüleri doğru çıkan duayen diplomat, görüşlerini kelime kelime takip ettiğimiz, tecrübesiyle beslendiğimiz, kişiliğini örnek aldığımız insan, Washington büyükelçimizdi.



Efsane büyükelçilerimizin bazılarını sıralarsak, Hüsrev Gerede, Fethi Okyar, Rauf Orbay, Vasıf Çınar, Süreyya Anderiman, Münir Ertegün, Suat Hayri Ürgüplü, Melih Esenbel, Vahit Halefoğlu, İlter Türkmen, Hasan Esat Işık, Daniş Tunalıgil, Gündüz Aktan, Onur Öymen, Osman Korutürk, Nüzhet Kandemir, Özdem Sanberk, Tanşuğ Bleda, Uluç Özülker, Kemal Kavur, Ümit Pamir, kitaplarını adeta yutar gibi okuduğumuz Bilal Þimşir, Korkmaz Haktanır, Coşkun Kırca, İnal Batu, Kaya Toperi, Türkiye'nin ilk kadın büyükelçisi Filiz Dinçmen, modern Türkiye'yi dünyaya yansıtan Adile Ayda, Solmaz Ünaydın, Veka İnal, Zergün Korutürk, Þule Soysal, Þanıvar Olgun, Hilal Başkal, hepsini tek tek saymak isterdim ama, köşeye sığmaz.



Atatürk ilke ve devrimlerini benimsemiş, yurtsever, çağdaş, saygın, liyakat sahibi kadrolardı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni yücelten, hem devletimizi hem milletimizi tüm dünyada itibarlı hale getiren diplomatlardı.



E bakıyoruz bugün Akp büyükelçilerine…



Tarikat şeyhinin dizinin dibinde yerlere kapanan, Türk vatandaşlığından çıkarılan, Akp tarafından gene vatandaş yapılan, Amerikan vatandaşı, Merve Kavakçı.
Rektör olmadan, dekan bile olmadan, herhangi bir fakülteyi bile yönetmeden bütün üniversitelerin başına getirilen, YÖK başkanı yapılan, siyasal dinciliği üniversiteye sokan, Yusuf Ziya Özcan.
Ailesinden herhangi bir kişi fetonun bankasına üç kuruş yatırdı diye onbinlerce insan işinden atılırken, kardeşi 15 Temmuz darbe girişimi yüzünden 141 defa müebbet hapis cezasına çarptırılan, Þaban Dişli.
En son…
Bakara makaracı Egemen Bağış.



Toplumsal sorunları en iyi gözlemleyen kalemlerden, Kiralık Konak'ın Yaban'ın Bir Sürgün'ün Veda'nın yazarı, Türk edebiyatının çınarlarından, Jön Türk, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Prag büyükelçimizdi…
Þimdi “giriyorum google'a, search yapıyorum, her cuma bir ayet sallıyorum” diyen Egemen Bağış, Prag büyükelçimiz.



Elçiye zeval olmaz, doğru…
Bu elçilerle olsa olsa Türkiye'ye zeval olur!




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Georges
Spammer
Spammer


Inscrit le: 22 Juil 2008
Messages: 435
Localisation: Paris

MessagePosté le: 29 Sep 2019 1:58    Sujet du message: Répondre en citant

Kiliçdaroglu'ndan çok agir sozler!

Citation:
RÜÞVETÇİ BÜYÜKELÇİ OLDU

Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Rüşvetçiler büyükelçi tayin edildi. Sonra da dünyadan saygı bekliyorsunuz. Çikolata kutusu içerisinde rüşvet alan adamı büyükelçi atadığınızda o ülkedeki yöneticiler, yazarlar, çizerler dalga geçmeyecek mi? “Bir rüşvetçi geldi bizim ülkemize” diyecekler... Birikimli insanı değil sadakat olarak kendilerine bağlı insanları seçtiler ve ülke bu hale geldi.


https://odatv.com/erken-secim-geliyor-28091947.html

!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Jan 2020 18:15    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Hariciye değil PTT

Deniz Zeyrek - Sozcu -22 Ocak 2020


Gazetecilik hayatımda en fazla Türkiye'nin dış politikasıyla ilgili gelişmelere zaman ayırdım. 4-5 yıl öncesine kadar Dışişleri Bakanlığı'nı ve Dışişleri bakanlarımızı çok yakından izledim.

Katipliklerinden, şube müdürlüklerinden bildiğim diplomatların, bir bir büyükelçi, müsteşar hatta emekli olduklarına tanık oldum.

Ne yalan söyleyeyim, son 4-5 yılda ise ne Dışişleri Bakanlığı ne de Dışişleri Bakanı radarıma giriyor.

Ülkemizin dış politikasını “yumuşak güç-diplomasi” yerine “sert güç-Silahlı Kuvvetler” kullanarak belirlediği, artık su götürmez bir gerçek.

Haliyle Milli Savunma Bakanlığı ile MİT işin odağına yerleşirken, Hariciye biraz “hariçte” kalıyor.

Bugünlerde, Dışişleri Bakanlığı'nın, diplomatların dış siyaset ürettiği, stratejik kararlara öncülük ettiği, liderlere akılcı tavsiyelerde bulunduğu bir kurum olmaktan çıkıp, siyasetçilerce alınan kararları muhataplarına ileten (bir çeşit ülkenin dış dünyayla iletişimini sağlayan) PTT'ye (Posta Telefon Telgraf) dönüştüğünü gözlemliyorum.

Önemli başkentlerin de olduğu bir çok ülkeye siyasi atamaların yapıldığı, bu nedenle yıllarını bu mesleğe vermiş büyükelçilerin, diplomatların merkeze çekilip adeta bankamatik memurlara dönüştürüldüğü, Dışişleri Bakanı'nın kendisine sorulan bir Libya sorusuna “Savunma Bakanı'na sormak lazım” yanıtını verdiği bir ortamda aksinin olması da mümkün olmasa gerek.

★★★

Bugün dış politika konusunda savruluyorsak eğer, sürekli çelişen açıklamalar duyuyorsak tek nedeni “monşerler” olarak küçümsenen ve sürekli hedef gösterilen diplomatların süreçlerden dışlanmasıdır.

– Bakın bir örnek vereyim:

Sayın Cumhurbaşkanı Berlin'deki Libya Toplantısı için yanında götürdüğü gazetecilere “Burada arabulucu sıfatıyla bulunmayacağımızı Sayın Putin'e başta söyledim” diyor. Oysa Putin ile yapılan toplantıdan çıkan bildiride Türkiye ve Rusya kastedilerek “biz arabulucular” deniliyordu.

Diplomaside söz uçar yazı kalır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gazetecilere aksini söylese de gelecekte bu işi yazan tarihçiler Moskova'da yapılan o ortak açıklamayı, dolayısıyla da “arabulucu” ifadesini referans alacak.

Mesleğe yeni başlamış bir diplomat dahi Cumhurbaşkanı'nın bu hassasiyetine karşı ortak açıklamaya bu ifadenin konulmayacağını bilir.

– İkinci bir örnek daha:

Sayın Cumhurbaşkanı sürekli “Saraj BM'nin tanıdığı taraf” diyor. Türkiye'nin Saraj'ı desteklemesinin en önemli gerekçesi olarak BM'nin hükümetini tanıması gösteriliyor. Peki ya Suriye'de BM kimi tanıyor? New York'taki BM kampüsünde Suriye'nin Daimi Temsilcisi olarak çalışan Beşar Caferi kimin temsilcisi?

Libya'ya gelince sırf “BM tanıyor” diye Saraj dost, Suriye'de BM'nin tanıdığı Esad hala düşman!

“Bu ne yaman çelişki” demezler mi?

– Üçüncü bir örnek:

Türkiye, Mısır'ın darbeci lideri Sisi'ye “Þeytan görsün yüzünü” muamelesi yapmıyor mu? Peki ya Berlin'de çekilen “Aile Fotoğrafı”na ne diyeceğiz şimdi?

Sisi konusunda, Esad konusunda siyasetçiler bu kadar köşeli laflar ederken, deneyimli diplomatlar, “Efendim dış politikada dost düşman olmaz, çıkarlar olur. Günün birinde bu isimlerle aynı kareye girmek zorunda kalabiliriz” uyarısında bulunmadılar mı hiç?

Daha onlarca örnek verebilirim ama nafile!
“KILIÇDARÐLU'NUN LİBERALLERE İHTİYACI VAR MI?”

Kılıçdaroğlu'nun T24'teki açıklamaları çok ses getirdi. Gerçek muhafazakarlığın öncelikle “insani değerleri” muhafaza etmesi gerektiğine inanan biri olarak “muhafazakarlık” konusundaki sözlerini çok önemsedim ve içten buldum. Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerinin CHP tabanındaki yansımalarını merak ettim ve mümkün olduğu kadar çok CHP'liye bu konudaki görüşlerini sordum. Þunu gördüm: T24 söyleşisi CHP tabanında ciddi bir tartışma yaratmış ama tartışmanın gündemi “muhafazakarlık” değil, “Kılıçdaroğlu'nun liberallerle buluşması” olmuş. Farklı görüşleri iki başlıkta toplamak mümkün.

Birincisi:

“AK Parti'nin FETÖ'nün de desteği ile bu hale gelmesinde katkısı en büyük olan liberallerdir. CHP'nin toplumda karşılığı olmayan liberallere ihtiyacı yok.”

İkincisi:

“Liberalleri AK Parti'ye kaptırma, liberallerin desteği ile AK Parti'nin gücünü artırıp yerini sağlamlaştırması, CHP'de geçmişte hakim olan bu yanlış tavrının sonucu değil mi?”

Siz hangi taraftasınız bilmiyorum ama ben CHP'nin bu tür teorik tartışmalara ihtiyacı olduğuna inanıyorum.




<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Page 1 sur 1

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.