305 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 305
Membre(s) : 0
Total :305

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 16h56:21
murat_erpuyan : 16h58:45
SelimIII : 1 jour, 06h23:17
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 15, 16, 17 ... 19, 20, 21  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Nov 2017 0:42    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Sen ‘emperyalizm’ diyemezsin!

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 23 Kasım 2017




Bakıyorum, canım kardeşim bir süredir dilin değişti, ağzını açtın mı, emperyalizmden yakınmadan edemiyor, onu lanetlemeden geçemiyor, ona karşı herkesten destek istemeden duramıyorsun!

Bir toplumun, vatanını işgal etmiş emperyalizme karşı varoluş savaşını örgütleyen, onu peşine takıp zafere götüren evladı, komutanı için, emperyalizmin maşası bir damadın emriyle idam fetvası çıkaran şeyhülislamın adını okula veren ve sonra da doğan büyük tepkiler üzerine, ad silinince “Onun adı içimizden silenemez” diyen sen canım kardeşim!
Sen bize emperyalizmden söz etme!

Yıllarca yad eller için savaştıktan sonra, bu kez de elinde ne kalmışsa, onu da feda etmeyi göze alarak, vatanını kurtarmak için cepheye koşanı, emperyalizme teslim olmaya çağıran, isyan etmesi için bağıran, bu yolda fetvalar çıkaranları savunan sen canım kardeşim!

Sen bize emperyalizm deme!

“Kurtuluş savaşını keşke Yunanlılar kazansaydı” derken yüzü kızarmayan sen canım kardeşim!

Sen bizimle konuşurken ‘emperyalizm’i telaffuz etme!

Akranların, kardeşlerin, yurttaşların Amerikan 6. Filosu’nun askerlerine karşı çıkarken Conileri onlara karşı savunmak için herkesi seferber eden, Mehmet’i John için bıçaklatan, öldürten, kanlı pazarı düzenleyen, yöneten canım kardeşim!

Sen şimdi başın sıkışınca, bize Amerikan emperyalizminden yakınma!

***

Amerikan emperyalizminin herhangi bir geçerli nedene dayanmadan, Birleşmiş Milletler kararı olmadan, din kardeşin komşu ülkenin topraklarını işgal etmek üzere, senin ülkenin topraklarını kullanmasında bir beis görmeyen, bunun için Meclis’inden karar çıkmasının çağrısını yapan, bu girişime destek çıkan sen canım kardeşim!

Sen şimdi, bize ABD’nin bölgedeki emperyalist tezgâhlarından şikâyete başlama!

Bölgedeki çirkin hesaplarına alet olmayan askerinin başına çuval geçiren Amerika’ya tepki gösterilsin, nota verilsin diyenleri alaya alıp, “Bu müzik mi? Ne notası!” diye dalga geçen canım kardeşim!

Sen bize Amerikan emperyalizminin oyunlarını anlatmaya kalkma!
Bölgedeki devletlerin toprak bütünlüklerini allak bullak edip tüm sınırların değişmesini öngören Amerikan emperyalizminin BOP’una Türkiye’nin eşbaşkan olmasını dileyen ve destekleyen sen canım kardeşim!

İşler ters tepince Amerikan emperyalizmden söz etmeni kınamaya kalkmanı eleştirdiğimiz için bize kızma!

Din kardeşin, Amerikan emperyalizminin toprak bütünlüğünü çiğnemeyi amaçladığı komşuna, silah ve savaşçı geçirilmesine aracı olan, sonra oyuna düşmanın olan savaşçıları soktuğunda, terör ile işbirliği yaptığını söyleyerek, emperyalizmi kınamaya kalkan sen canım kardeşim!

Sen bize dönüp de emperyalizme karşı türküler yakma!

***

Sen “bakara - makara” deyip inançları bir yandan sömürürken, öte yandan da utanmadan alaya alarak paraları cukkalayan canım kardeşim!
Sen oyun ortaya çıkınca emperyalizm diye ağlama!

Sen geçmişinde, kurtuluş savaşında, yurttaşlarının bağımsızlaşma uğraşında, ayakta durma savaşımında, kendi ulusal güçlerinin değil, emperyalizmin yanında saf tutan, geçmişte seni emperyalizme bayrak açmaya çağıranı “saf” bulan canım kardeşim!

Sen bize emperyalizmden yakınma!

Çünkü inandırıcı olamıyorsun! Þimdi, bir zamanlar işbirliği yaptıklarına “emperyalizme karşı omuz omuza!” çağrına, hepimizi hemen kanacak kadar saf görerek, bir de adeta hakaret ediyorsun!

Sen canım kardeşim, sakın “emperyalizm” deme.

Sen emperyalizm diyemezsin!

Hakkın yok!





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 25 Nov 2017 0:50    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhuriyet'in çocuklugumdan kalma bir Abdulcanbaz karikatur serisi vardi... Orada geçen meshur "samari" patlatmis Ali Sirmen Aga...
Va mi bi yanlis bu yazida?
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Déc 2017 1:32    Sujet du message: Répondre en citant

Murat yerlestirmemis ben tam guncelligini vakit kaybetmeden aktarmak için hemen koyayim.

Citation:

Ali Sirmen

cumhuriyet


‘Kudüs, kırmızı çizgimizdir’



09 Aralık 2017 Cumartesi



Sinemanın dehalarından Stanley Kubrick’in 1964 yapımı Dr. Strangelove adlı yapıtı, ABD’nin nükleer silah taşıyan uçak üslerinden birinin komutanının bir hezeyan sonucu kendi inisiyatifiyle Sovyetler’e nükleer saldırı ateşleme girişimiyle başlayan olaylar dizisinin, sonunda nasıl topyekûn nükleer savaşa yol açtığını anlatır.

Nükleer dehşet dengesinin dorukta olduğu bir dönemde çekilen bu kara komedide işlenen tema o dönemde uzmanların gerçekten de tüylerini diken diken eden ciddi bir olasılıktı.

Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. Sanal bir kahraman olan General Jack D. Ripper değil de başka bir gerçek delinin ateşlediği bomba dünyayı sonu nereye varacağı henüz bilinmeyen bir kargaşanın içine atıverdi.
Kanlı canlı çılgın ABD Başkanı Trump’ın ateşlediği bomba, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu tanıma ve ülkesinin büyükelçiliğini oraya taşıma kararıydı.
Böylelikle, nükleer dehşet dengesinin geride kalmış olmasına rağmen, insanlığın kaderinin hâlâ delilerin elinde olmasının sürdüğünü herkes gördü.
Gırtlağına kadar popülizm batağına batmış Trump’ın dünya kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından olumsuz karşılanan son kararının mantıklı bir açıklamasını yapmaya uğraşanlar fena halde zorlandılar.

***

Türkiye’nin siyaset arenasında oybirliği ile kınanan Trump’ın kararına gerekçe ararken ileri sürülenler içinde üzerinde en titizlikle durulması gerekeni, eski Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in Rusya’nın son başkanlık seçimlerine müdahalesi konusunda yalan söylediğini kabul edip mahkeme ile işbirliği yapmaya karar vermesi üzerine, içeride başı daha da sıkışan Başkan’ın basın ve kamuoyunda etkisi olan çevrelerde kendisine destek sağlayacak, dikkatlerin başka noktaya çekilmesine yol açacak bir girişime ihtiyacı olduğu savıdır.

İçeride sıkışmış olan Trump, Kudüs kozunu oynarken İslam dünyasında oluşacak tepkiler ve tırmanması beklenen terörün sansasyonel girişimleriyle bir düşman hayaleti de yaratmayı tasarlayarak, bütün popülist politikacıların tuttuğu yola girmiştir.

ABD Başkanı, Kudüs politikasının getireceği rantın kendisini rahatlatacağını düşünüyor.

Kudüs rantına bel bağlayan ikinci kişi yine içeride yolsuzluk suçlamalarıyla durumu sarsılan İsral Başbakanı Benyamin Netanyahu’dur.

Trump’ın kararı ve hele hele onu izleyerek kimi ülkelerin büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımaları halinde oluşacak olumlu havanın yaratacağı Kudüs rantı, Netanyahu’ya da rahat bir nefes alma imkânı sağlayabilir.

***

Bu iki lider gibi, kendi ülkesinde başı sıkışık durumda olan Türkiye’nin hâkimi Tayyip Erdoğan’ın da Kudüs rantına can kurtaran simidi gibi sarılacağı belli olmuştur.

Nitekim daha ilk dakikadan, “Ey Trump!..” seslenişleri Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını süsler olmuştur. Bunları “Ey Netanyahu!..”ların izleyeceğinden kimse kuşku duymasın!
Bu doğrultuda Ankara “Kudüs’ün Türkiye’nin kırmızı çizgisi” olduğunu açıklarken Kudüs rantına ne kadar bel bağladığını bir kez daha ortaya koyuyor ama bu arada ciddiyetinin sorgulanmasına neden olacak bir hata yapmakta olduğunu fark etmiyordu. Gerçekten de son birkaç yıldır uygulanan dış politika, artık Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin kof bir blöf olduğunu göstererek, bu tür açıklamaların kimse tarafından ciddiye alınmaması sonucunu doğurmuştur.

Yakında, uluslararası diplomasi sözlüğüne ciddiye alınmaması gereken boş tehdit anlamına gelen bir deyim olarak “Türkiye’nin kırmızı çizgileri” deyişi girerse kimse şaşırmasın!

Keşke devletlularımız “Kudüs kırmızı çizgimiz” demeselerdi. Belki o zaman bizi ciddiye alanlar çıkardı.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Déc 2017 23:53    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Getirirken iyiydi de şimdi mi kötü oldu?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 17 Aralık 2017



ABD’de Başkan Trump’ın Güvenlik Danışmanı ve Genelkurmay Başkanı Herbert Raymon McMaster, hafta içinde İngiliz meslektaşı Mark Sidwell ile birlikte katıldığı, Washington Policy Excahnge’in düzenlediği toplantıda, dünya için en büyük tehditlerden biri olarak gördüğü, terörizmin kaynağı olan radikal İslamcı ideolojinin Ortadoğu’daki iki sponsorundan biri olarak Türkiye ve Katar’ı göstermiş.

McMaster, Suudi Arabistan’ın yıllar önce, bölgede terörizmi desteklediğini söylerken bu aşamanın geçmişte kaldığını ima edip Riyad’ı akladığı konuşmasında, şimdiki destekçilerin başına Katar ve Türkiye’yi geçirmiş.
Türkiye derken hedef alınan kişinin Erdoğan olduğu da, “sivil toplum üzerinden etkin hale gelerek, gücü tek partinin elinde konsolide ediyorlar, bu üzücü” ifadesiyle belirtilmiş.

Haberi okurken, nereden nereye diye düşünmemek elde değil.
Eski İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, daha iktidara gelmeden, Washington’da ayağının altına kırmızı halılar serilirken, “ılımlı İslam” modelinin öncüsü olarak, başka ülkelere de örnek gösterilen, ABD için siyaset dünyasının yükselen yıldızı iken, şimdi teröre destek veren liderlerin ön safında yer almaktadır.

***

Tayyip Erdoğan, Ortadoğu liderleri arasında bu yolu yürümek durumunda kalan tek kişi değildir. İran ile sekiz yıl süren savaşı sırasında, ABD’nin maddi manevi her türlü desteğine sahip olan Saddam Hüseyin de saptanan yörüngeden sapınca, terör ihraç eden tehdit haline gelmiş, sonra da bütün Irak’ı yerle bir eden Washington tarafından öldürülerek saf dışı bırakılmıştı.
Þimdi de benzer bir durum söz konusudur.

Bir zamanlar dünya siyasetinin gelişmekte olan ülkeler içindeki yıldızı olan Tayyip Bey, simgesi olduğu “ılımlı İslam”ın öngördüğü uyumu, kâh istemeyerek, kâh da dürtülerinin kurbanı olarak isteyerek, sağlayamamış, çıkan sürtüşmeler de ayrılıkları derinleştirerek uçuruma dönüştürmüştür.
Tayyip Erdoğan’ın 15 yıllık AKP iktidarı döneminde, sürekli ve ısrarlı biçimde tırmanan otoriterlik grafiği AB gibi, ABD’nin de “Reis”in kimi zaman ima yoluyla kimi zaman da açık açık diktatör olarak tanımlanmasına yol açmıştır.
Bu arada Washington’ın dizaynında ve iktidara tırmanmasına katkıda bulunduğu modeli, artık saf dışı bırakmaya karar vermiş, bunun için düğmeye basmış olduğunu gizlemek gereğini bile duymamaktadır. Rıza Sarraf’ın başrolünde olduğu New York davasının da bu amaca yönelik olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın!

***

Þimdi, ABD’nin yaratmak istediği görüntü şudur:

Türkiye’de gittikçe diktatörleşen Tayyip Erdoğan, aynı zamanda bütün insanlık için tehdit olan radikal İslamcı terörün de sponsorlarından biridir. ABD, demokrasi ve barış adına, ona karşı özgürlükçü muhalefete destek olmaktadır. Burada “özgürlükçü muhalefet”ten neyin ya da kimin kastedildiği hususu net değildir. Þimdiye dek Reis karşıtı ittifakın daha çok Gülencilerle oluşturulduğu görülmektedir.

Durum karşısında nasıl bir tavır almak gerekir?

Önce tanının doğru konulması gerekir. Türkiye’de demokrasi ve dünyada veya Ortadoğu’da barış Washington’ın umurunda değildir. Hatta bu iki konuda en büyük tehdit ABD’nin kendisidir.

Amerika, Tayyip Bey’i yeterince uyumlu bulmadığı için değiştirmek istemektedir. Tıpkı Bülent Ecevit’e yaptığı gibi...

Bu gerçeği açıkça görmek gerek.

Ama burada bir başka gerçeği de görmezden gelemeyiz.

ABD ile yeterince uyumlu olmadığı için hedef tahtasına oturtulan her iktidar, illa ülkenin çıkarlarını, bağımsızlığını koruyan antiemperyalist bir konumda olmak durumunda da değildir.

Tabii bu arada, ABD’nin oyununa alet olacak her türlü davranıştan özenle kaçınırken, son günlerin ateşli antiemperyalist kesilen kimilerine de şu soruyu sormamak da elde değil:
-Getirirken iyiydi de, şimdi götürmeye çalışırken mi kötü oldu?



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 27 Déc 2017 1:36    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


PKK, PYD, ABD’ye gerek yok

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 26 Aralık 2017



Türkiye Cumhuriyeti yıllarca dünyanın iki netameli bölgesi, diktaların, darbelerin, komşu savaşlarının, din ve ırk çatışmalarının, ayaklanmaların, iç savaşların birbirini izlediği, bataklık olarak nitelenen Ortadoğu ile 19. yüzyıl sonundaki durumu ile parçalanmışlığı ifade eden “Balkanizasyon” deyiminin doğmasına yol açan Balkanlar arasında görece bir istikrar adası olarak kalmayı başarıp, bu iki ateşin birleşmesini önleyerek, bölge ve dünya barışına değerli katkılarda bulunarak her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu bir diyarda kendi varlığını sorunsuz sürdürebilmiştir.

Son yıllarda, bu durumu tehdit eden unsurlar belirmiştir.
Genişletilmiş Ortadoğu’da sınırların değişmesini öngördüğü bizzat Washington yöneticileri tarafından açıkça ilan edilen BOP’u ile ABD, ülke içinde eylemli bir kalkışmayı yaygınlaştırmayı iki kez denemiş, ama TSK tarafından iki kez de başarının eşiğinden döndürülmüş olan PKK ve şu anda Suriye bataklığında ABD’nin askeri alandaki en gözde müttefiki olup her türlü silah desteği verdiği PKK uzantısı PYD tehdit unsurlarının başta gelenleridir.


***

BOP’un bir alt ürünü olarak dizayn edilmiş olan, başlangıçta BOP’un eşbaşkanlığına talip olacak ve Türkiye’nin bütünlüğüne karşı olan ABD’yi stratejik ortak sanabilecek kadar aymazlık içinde bulunan ve eninde sonunda Türkiye’yi de olumsuz etkilemesi kaçınılmaz (nitekim etkilemiştir de) Suriye iç savaşında yangına benzinle koşan AKP iktidarı, sonunda ABD -Fethullah ve ABD - PYD ittifakları karşısında aymış ve bölgede görece sağduyulu bir çizgi izlemeye başlamıştır.

İktidarın çeşitli zikzaklardan sonra tehlikeyi fark etmesi herkes için sevindirici olurdu, eğer, bu tehditlerden daha tehlikelisini bizzat öz politikaları sonunda AKP’nin kendi yaratmamış olsaydı.

Ama ne yazık ki AKP o noktadan çok uzaktaydı.

AKP iç politikadaki biat etmeyen herkesi ötekileştirici gerginlik politikaları, bir aymazlık eğrisinin ifrat tefrit kutupları arasında gidip gelen Kürt politikası ile, sürekli gerginlik pompalar bir tutum içine girmiş bulunmaktadır.

Ötekileştirici, baskıcı, demokrasinin tüm kurumlarını ayaklar altına alıcı politikalar yolunda 15 Temmuz bir dönüm noktası oldu.

Her türlü legal prosedürden azade, yargısal denetimden münezzeh KHK’ler egemenliği, yani başka deyişle keyfilik saltanatı demek olan OHAL ile gerginleştirici ve çatıştırıcı politikalar daha da artmıştır.


***


Bu dönemde, devletin yasal ve yegâne olması gereken silahlı gücü TSK üzerinde FETÖ’nün başlattığı oyunlar bir ara tavsar gibi görünmesine karşın sürdürülürken SADAT ve benzeri özel silahlı kuvvetler girişimleri, endişeleri artırmıştı.

Türkiye’de sivil nüfusun silahlanma oranı da kaygıları yoğunlaştıran bir başka husustu.

Son olarak, yüksek yargıçlarla ilgili kadrolar tahsisinin ve tutuklu ve hükümlülere tek tip elbise giydirilmesi düzenlemelerinin yanı sıra “15 TEMMUZ VE DEVAMI NİTELİÐİNDEKİ olaylara müdahale eden sivillere dokunulmazlık” getiren KHK çok, ama çok vahim tehlikelere yol açabilecek niteliktedir.

Terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etmek suçlamasına yargıda sıkça rastlanan, yıllarca süren ötekileştirici gerginlik politikaları sonunda paranoyaklaşmış bir toplumda böyle bir düzenlemenin durumdan vazife çıkaracak olan kimileri tarafından, “elindeki silahları hiç korkmadan biat etmeyenlere karşı kullanabilirsin hadi koçum!” şeklinde algılanması tehlikesi söz konusudur.

Böyle bir gelişme iç savaş demektir.

İç savaşın kazananı yoktur, olamaz da.

İç savaştan, “Ben güçlüyüm, herkese dediğimi kabul ettiririm” diyerek gidenin de yenilerek çıktığı çok görülmüştür.

Bugün vardığımız noktada Türkiye’nin varlığının ve bekasının iç savaş tehdidi altında olması için, PKK’ye de, PYD’ye de, ABD’ye de, IÞİD’e de gerek kalmamaktadır.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 15 Jan 2018 0:45    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:




‘Sallandıracaksın 3-5 kişiyi!..’

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 09 Ocak 2018



İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçen gün okul önlerindeki uyuşturucu satıcılarıyla ilgili olarak “Beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler, o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmak polisin görevidir” sözleri muhalefet tarafından sert biçimde eleştirildi.

Kamuoyunun çoğunluğunun muhalefetin görüşünü paylaştığını sanmadığımdan Bakan’a destek açıklamaları bekliyordum.

Beklediğim destek Hıncal Uluç’un köşesinden geldi.

Yılların yazarı Soylu’nun çağrısının yaşama geçirilmiş olması temennisini şöyle dile getiriyordu:

- Dilerim polislerimiz mesajlarını almışlar ve o alçakların bacaklarını kırmaya başlamışlardır bile!

Hıncal Uluç’un şu ifadeleriyle, geniş kesimlerin feveranına tercüman olduğundan en ufak kuşkunuz dahi bulunmasın:
“... Çocuklarımızın yaşam hakları mı, yoksa o rezil, o alçak, o hain adamlarınki mi öncelikli? Okul önünde zehir satanların bacakları da kafaları da kırılacaktır... Uyuşturucu mafyası insan değil ki, insan hakları olsun!...”

***

Hıncal Uluç’un bu görüşleri halkın geniş kesiminin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.

Ne var ki halkın sesi her zaman Hakk’ın sesi olmadığından, üzerinde durulup irdelenmesi zorunludur.

Önce, demokrasinin ve çağdaş toplumsal yaşamın, yargı kararıyla kesinleşene kadar, herkesin masum olduğunu öngören masumiyet karinesi gereği, okul önünde yakalanan torbacı henüz suçluluğu kesinleşmiş olmadığından hâlâ masumiyet karinesinden yararlanmak durumundadır.
Bunun pratikte hoş olmayan, zaman zaman kamu vicdanını rencide edecek sonuçlar doğurduğu yadsınamaz. Ama masumiyet karinesinden vazgeçilmesinin doğuracağı sakıncalar çok daha büyük ve genelde daha vicdan sızlatıcı olacaktır.

Kaldı ki suçluyu, en rezil sıfatla donatarak, lanetlemek kişiyi ferahlatır, ama ne suçla mücadelede caydırıcılık ve de suçluyu ıslah açısından etkili sonuçlar verecek bir yöntemdir.

Caydırıcılık açısından en etkili olan, suçlunun mutlaka yakalanacağı ve suçun kesinlikle cezasız kalmayacağı konusunda yaygınlaşmış algı oluşmasıdır.
Uyuşturucu ile mücadelenin etkinliği, okul önündeki torbacıların bacağını kırmaktan çok, uyuşturucu baronlarının, çok çeşitli yollarla yakayı sıyırmalarının önüne geçilmesiyle mümkün olur ki bu alandaki yetersizliği bizzat Bakan Soylu da itiraf etmektedir.

Suçun, haklı olarak tiksinti ve nefret uyandırıcı, adi ve şen’i niteliği dolayısıyla şüphelinin insan sayılmaması ve insan haklarından yararlandırılmamasının masumiyet karinesine aykırılığını bırakalım bir yana.
Ama yalnız uyuşturucu ticareti değil, pedofili, kadın cinayeti gibi suçlar için de bu durumun söz konusu olmasına karşın toplumsal vicdanda böyle bir yankı bulamadıklarını hiç değilse bu konularda verilen yargı kararlarından anlıyoruz.

Demek ki toplumlar, suçların iğrençliği sıralamasında zaman zaman sübjektif davranıp yanılgıya, çifte standarda düşebiliyorlar.

Ayrıca, dönemin koşulları, özel durumlar, algı çeşitlilikleri dolayısıyla, kimi zaman kimi suçların iğrençlik etiketleri değişebilmekte olduğu gibi, bütün suçlar değilse bile birçoğunun uyuşturucu satıcılığı kadar rezil ve alçak olarak nitelenmesi mümkündür.

Hatta düşünce suçları alanında kimi düşünceler, ifadeler, kimilerince suç bile sayılmazken, kimilerince, kabul edilemez ölçüde alçakça ve adice olarak nitelenebilir, dolayısıyla da onlar için de, insan haklarının uygulanmaması gibi tehlikeli bir çağrıya yol açılabilir.

Bütün bunlardan dolayı, devletin güvenlik güçlerinin suçla mücadele ve asayişi sağlama çabalarında, suçluyu da içeren temel hak ve özgürlüklere saygılı kalarak, bacak kırma yöntemlerinden özenle kaçınmasında sayısız yarar vardır.

Hiçbir sorunun çözülmesini sağlamadığı halde, “sallandıracaksın üç beş kişiyi, bak bir daha oluyor mu” sihirli formülüne yıllarca bel bağlamış bir toplumda bacak kırma çağrısının tahminleri de aşan feci sonuçlar doğurması tehlikesi büyüktür.





.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Jan 2018 13:10    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Daha o zaman söylemiştik

Ali Sirmen - Cumhuriyet,
16 Ocak 2018



Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkmak gibi bir özellikleri vardır.
İstanbul 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin, Þahin Alpay ve Mehmet Altan’ın kişisel başvuruları sonucunda haklarında verilen tutukluluk kararlarının hak ihlali olduğu yolundaki Anayasa Mahkemesi kararını tanımamaları, bir gerçeğin yedi buçuk yıl sonra ortaya çıkmasına neden oldu.

2010 12 Eylül’üne doğru giden günleri anımsayalım. Türkiye’de yeni bir anayasa değişikliğinin referandum kampanyası sürmekteydi.
AKP’nin kampanyadaki sloganı müthişti:
- 12 Eylül Anayasası’ndan kurtuluyoruz! Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz!
Bir kısım siyasetçi, aydın ve yazar herkesi uyarmak için yırtınıyorlardı:
- Bunlar kandırmacadır! Kulak asmayın! Amaçları yargıyı ele geçirmektir.

Bu arada, özgürlüklerin sınırlarını genişletme savıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasını öngören bir değişiklik hükmü getirirken, onun yanı sıra da zaten var olan kimi hakların yeniden tekrarından başka anlam taşımayan, güya kadın haklarının alanını genişleten yeniliklikler de öneriliyordu iktidar tarafından.

***

Bıkmadan usanmadan uyarmaya çalışıyorduk:
- Kandırılıyorsunuz! Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz derken ondan bin beter bir sivil vesayet getirmeye çalışıyorlar!

O sırada olaya şaşı bakan sözde liberaller ve de kimi solcular da desteklerini haykırıyorlardı:
- Askeri vesayetten, Evren Anayasası’ndan kurtuluyoruz; “yetmez ama evet!”
Onları da uyarmaya çalışıyorduk:
- Aldanmayın! Halkın aldatılmasına da vesile olmayın! Bu değişiklikler olursa, iktidarın eline geçen yargı sizin de defterinizi dürer! (Nitekim sonradan öyle de oldu.)

Bütün bu hayhuydan sonra 12 Eylül 2010 günü sandıktan anayasada AKP’nin önerdiği değişikliklere “evet” çıktı.

AKP kendi isteği doğrultusunda olan sonuçları saygıyla karşıladı.
Kim demiş AKP milli iradeye ve yargıya saygılı değildir diye? O her zaman istediği doğrultudaki kararlara ve oylama sonuçlarına saygı göstermiştir!
Aradan yedi buçuk yıla yakın bir süre geçti. AYM’ye kişisel başvuru hakkının tanınmasının nasıl bir boş hüküm olduğu ortaya çıktı.
Gerçi kişisel başvuru hakkı tanınmıştı. Ama zerre kadar kıymeti yoktu. İktidar ve onun güdümündeki yargı, hak ihlallerinin giderilmesini isteyen AYM kararlarını tanımıyordu. Kararların tanınmaması halinde, kişisel başvurunun ne önemi kalıyordu ki?

Þimdi o günleri anımsatmak “biz size dememiş miydik” diye böbürlenmek değil, ama bedeli çok yüksek olan yeni aldanışlara düşülmesini önlemek amacına yöneliktir.

Þimdi bir kez daha uyarıyoruz:
- AYM’nin hak ihlali kararı doğrultusunda Þahin Alpay ve Mehmet Altan bir an önce tahliye edilmelidirler. Aksi, Türkiye’ye de, iktidara da yarardan çok zarar getirir.

Gerçekten de öyle olacak. Anayasanın 153. maddesinin açık hükmüne rağmen Þahin Alpay ve Mehmet Altan tahliye edilmezlerse, bu kez kuşkunuz olmasın ki AİHM hak ihlaline karar verecek.

Anayasanın 90. madde hükmü gereği bu karara Türkiye uymak zorunda olduğundan ilgililerin tahliyeleri şart olacak. Bu durumda, tazminat ödeyerek kararı uygulamamak uyanıklığı da mümkün olmayacak. Çünkü sürmekte olan ihlalin giderilmesi yolunu tutmak zorunludur.

İktidar, bu gerçeklere de kulaklarını tıkar, bildiğini okumaya devam ederse, içinde debelendiği yalnızlık çukurunun daha da derinleştiğini görecek, Türkiye Avrupa Konseyi’nden de dışlanacak.

Böyle bir durum, FETÖ ile gerçekten mücadele etmek isteyenler varsa, onların da işine yaramayacak, çünkü ortada görünen, yalnız FETÖ ile mücadele adı altında sürdürülen hukuksuzluklar, haksızlıklar ve zulüm olurken Fethullah Gülen sütten çıkmış ak kaşık misali Pensilvanya’daki köşesinde masum masum oturan bir piri fani olarak algılanacak.
Korkarım, gerçeğin böyle olmadığını anlatmaya çalışmak da yine bizlere düşecek.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Jan 2018 13:13    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


AKP milletin Kâbe’si olunca

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 18 Ocak 2018


AKP Sözcüsü Mahir Ünal 16 Ocak günü yaptığı açıklamada, CHP’yi sınırımızda bir terör devleti kurma peşinde olan ABD’nin iktidara yönelik kuşatma hareketinin içerideki temsilcisi olarak yanına marjinal gruplar ve HDP’yi alıp, isyan çağrıları yapmak ve iç karışıklık tehdidinde bulunmakla suçlamıştır.

Aynı Mahir Ünal ondan altı gün önce yaptığı açıklamada, “Kılıçdaroğlu CHP’sinin ve arkadaşlarının pozisyonlarının yerli ve milli olmadığını” söylerken partisinin son zamanlarda sürekli yinelediği nakaratı bir kez daha tekrarlıyordu.

Doğrusu, ABD’nin ikinci Irak operasyonu öncesinde, BOP’a Türkiye’de bir dayanak oluşturmak için Washington ve Walt Street tarafından dizayn edilmiş olan AKP’nin sözcüsünün, Kurtuluş Savaşı TBMM’sinin Birinci Grubu’ndan doğmuş olan CHP’yi milli olmamakla suçlayıp, bir zamanlar genel başkanının, tüm dünyaya seslenerek BOP eşbaşkanlığına adaylığını ilan ettiği bir partinin milli ve yerli olduğunu iddia edebilmesi için toplumsal izansızlığa sonsuz bir güven duyması gerekirdi.

***

AKP bu izan yoksunluğuna sonuna kadar güveniyor olmalı ki genel başkanı kendini milletin Kâbe’si olarak ilan etmekte ve “millet benim” demekten çekinmemektedir.

Bir BOP hazırlık projesi olarak şeriatçı - evanjelist ortak yapımı AKP, bir kere kendini milletin Kâbe’si olarak kabul ettirdikten sonra Reis’e biat etmeyen herkesi milli güçlere karşı, yabancıların ajanı veya ortağı olmakla suçlayabilecek, böylece iktidarını pekiştirme yolunda kendisi için şart olan düşmanı da halka gösterebilecektir.

Düşman kavramı doludizgin totalitarizme koşmakta olan rejimlerin “onsuz olmazı”dır.

Þu sırada ihtiyaç duyduğu dış düşmana sahip olan AKP, yalnız bununla da yetinemezdi, bir de iç düşmana mutlaka ihtiyacı vardı.

Bütün olası başarısızlıkların bahanesini, rejimi daha da sıkıştırmanın gerekçesini oluşturacak şamar oğlanı, günah keçisi herkes, örneğin son kararıyla, iktidarca kupunun hatalı kesildiğine hükmedilen, “ısmarlama elbise” AYM de olabilirdi.

Ama, şu sırada birçok çevrenin belki pek de haksız olmayarak, yetersiz ve etkisiz bulduğu CHP’nin, totalitarizmin yerleşmesi önünde engel olarak duran muhalefetin amiral gemisi konumunda olması “baş iç düşman” yaftasının ona yapıştırılmasına neden olmuştur.

Artık iç düşman bellidir: CHP. Ve de onunla savaşılacaktır.
CHP’nin yeni İstanbul İl Başkanı’na yönelik, herkese “ne oluyoruz” dedirten saldırılar da iç düşmanla İstanbul’da tutuşulacak sandık meydan muharebesinin ön ataklarıdır.

İç düşmana yönelik ön saldırıların dış düşmana yönelik ilk ataklardan daha önce başlamış olması da bir rastlantı değildir. Zaten iç düşman ile savaşın kendisi de dış düşmanla çatışmadan daha önce başlayacaktır.

***

Tabii bu öncelikte, “iç düşman”ın daha kolay yutulur lokma olarak görülmesinin etkisi de yabana atılmamalıdır.

Þu durumda gerçekten varlığına ve bekasına yönelik çok ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunan Türkiye için en büyük tehdit ise ana muhalefetin iç düşman konumuna yerleştirilmiş olmasıdır.

Çünkü iktidar “iç düşmanı!” ile savaşında, elde edeceği sonuç ne olursa olsun, dış düşmanının değirmenine su taşıyacaktır.

Zira Kâbe’si AKP olan ve biat etmeyen herkesin hain ve düşman olarak kabul edildiği bir millilik birleştirici değil, bölücü, dışlayıcı, parçalayıcı bir millilik olacaktır.

Yenilmeyen halklar ise böylesine bölücü bir milliliğin pençesinde kıvranan değil, birleşmiş sımsıkı kenetlenmiş olan halklardır.

Þimdi söyleyin bakalım asıl düşman kim?



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 26 Jan 2018 11:39    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Sanıldığından daha karmaşık

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 25 Ocak 2018



Afrin operasyonu önemli bir sorunla karşılaşmadan sürüyor. Uzmanlar, TSK’nin üstün ateş gücü ve arazinin durumu dolayısıyla PKK-PYD’nin ilk üç aşamada fazla dayanamayacaklarını, sorunun olsa olsa dördüncü aşama olan meskûn mahallerdeki çatışmalar sırasında ağırlaşabileceğini belirtiyorlar. Cepheden gelen haberler de hava saldırıları ve onları izleyen kara harekâtının planlandığı şekilde gelişmekte olduğunu bildirmektedir.

Cepheden gelen haberler derken, bir noktanın üzerinde durmak gerek. Barış Terkoğlu’nun odatv’de yazdığına (Emre Kongar da haberi çok yerinde bir davranışla köşesine almış) göre, Başbakan Yıldırım’ın Vahdettin Köşkü’nde medya yöneticileriyle yaptığı görüşmede operasyona ilişkin haber ve yorumlarda dikkat edilmesini istedikleri hususları sıralarken söyledikleri, ciddi bir sansür uygulanacağı izlenimini uyandırmaktadır.

Yabancı ajansların haberlerini yansıtırken Türkiye’nin milli menfaatlarının gözetilmesi, konuya dair Türkiye’ye karşı olumsuz yargı yaratacak kişilerden görüş alınmaması, yabancı basında yapılan operasyon haberlerinin ulusal basına aynen taşınmaması, PKK/PYD’nin moralini yükseltecek haberlerin yapılmaması, yurtiçinde PKK ve uzantısı siyasi oluşumların Afrin operasyonuna karşı düzenleyeceği eylemler ve açıklamaların ön plana çıkarılmaması gibi çok sübjektif değerlendirmelere yol açabilecek olan hususların ve hele hele operasyon sırasında görevlendirilmiş olan Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ ile AKP Sözcüsü Mahir Ünal ile temas kurularak doğru bilgiye ulaşılması (hadi Hükümet Sözcüsünü anladık da, AKP Sözcüsü de ne oluyor?) önerisinin tüm demokratik kamuoylarında sansür olarak algılanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu olay her yerde “Türk kamuoyu, operasyon konusunda sadece AKP iktidarının istediklerini öğrenebilecek” şeklinde yorumlanacaktır.

***

Görülüyor ki operasyon süresince basının durumu epey karmaşık olacaktır.
Suriye’deki gelişmeler için de durum pek farklı değil gibi görünüyor. Başbakan Yıldırım, Suriye operasyonunun Suriye’nin toprak bütünlüğü hedefine yönelik olduğunu açıkladıktan sonra, Suriye makamları ile dolaylı yoldan temas halinde olduklarını da “ihsas etmiştir.”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise şehit Piyade Astsubay Musa Özalkan’ın cenaze töreninde, Zeytin Dalı operasyonuyla ilgili olarak, “Bu operasyonu milletimiz ve ÖSO ile birlikte kazanacağız” derken, işin en can alıcı noktasına parmak basmıştır.

Burada “Operasyon başarıya ulaştıktan sonra, bu Özgür Suriye Ordusu birliklerinin mensupları ne olacaklar, Suriye’de kalmaya devam mı edecekler” sorusu geliyor gündeme. Önce ABD ile Türkiye’nin birlikte, sonra Türkiye’nin tek başına eğitip donattığı, Esad’ın sürekli olarak dinci terörist grup olarak suçladığı silahlı güçlerin ülkeye yerleştiği bir durumda Þam’ın denetimi tam olarak gerçekleşemeyeceğine göre, Suriye’nin toprak bütünlüğü nasıl sağlanmış olacak?

Böyle bir gelişmeye Esad ve Putin nasıl razı gelecekler?

Tarafların pozisyonları birbirlerine bu kadar zıt iken, Ankara ve Þam’ın temaslarından nasıl bir sonuç beklemek mümkün olacak?

Moskova ile Ankara’nın içeriği bilinmeyen görüşmelerinde Rusya’nın Afrin harekâtına yeşil ışık yakmasının karşılığı olarak, Türkiye’nin de Lavrov’un açıklamasında belirttiği Soçi’de masada Kürtlerin de bulunması oldu bittisine boyun eğdiği anlaşılmaktadır.

Bu gelişme Moskova’nın Ankara’yı hiç değilse şimdilik bölgedeki Kürt realitesini kabule ikna ettiği şeklinde yorumlanabilir.

Ama burada da durum sanıldığından daha karmaşıktır. Rusya ile Türkiye’nin Kürt realitesinden anladıkları ve çıkardıkları sonuçların birbirlerinden çok farklı olmaları, çok kırılgan bir duruma yol açıyor.

Bu durum, Zeytin Dalı operasyonunun sonunda ne kadar süreceği belli olmayan pamuk ipliğine bağlı bir dengenin doğmasına yol açmayacak mı?
Görülüyor ki, Suriye cephesinde her şey sandığımızdan daha karmaşık.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 14 Fév 2018 1:37    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Sevgililer Günü

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 13 Þubat 2018



Yıllar önce, bir arkadaş grubuyla Fransa’nın Bretagne bölgesinin, istiridyeleriyle ünlü sahil kasabası Cancal’in lokantasına gitmiştik. Beyaz sofra örtüleri kıtır kıtır lokantadan içeri girdiğimizde suratımıza çarpan manastır yatakhanesi sessizliğini çok yadırgamış ama aldırmamıştık. Sofraya oturunca, abartmadan gülüşüp söyleşmemiz, bir süre sonra tüm salonu etkiledi. Kısa sürede mırıldanma şeklinde başlayan masalardaki hareketlilik, gülüşmeye dönüştü, gecenin sonunda salonun orasında burasında kahkaha şimşekleri çakıyordu.

Gülmenin bulaşıcılığına Cancal’deki restoranda bir kez daha tanık olmuştum.
Sevgi de öyle, bulaşıcıdır.

Bu gözlemim zaman içinde “Sevgililer Günü”ne bakışımın değişmesine yol açtı. Hıristiyan dünyasında “Aziz Valentin Günü olarak da anılan, ama aslında Hıristiyanlıkla bir ilgisi olmayan bir Roma pagan şenliğinin 18. yüzyıl İngiliz şairi Chaucher’in bir şiirinden esinlenerek yeniden canlandırılmasının ürünü olan Sevgililer Günü”ne ülkemizde ilk moda olmaya başladığı yıllarda, kapitalizmin tüketimi arttırma manevralarından biri olarak, eleştirel açıdan yaklaşmıştım.


***


Zaman içinde toplumsal ve kişisel yaşamımızda sevginin ne denli değerli olduğunu anladığımda bu tavrım değişti. Sevgililer Günü varsın tüketimi arttırmak için uydurulmuş olsundu, yine de sevgi duygusunu harekete geçirmiş olması bakımından yararlıydı.

Her yeni doğan kız çocuğunun, birer çocuk gelin, birer kadın cinayeti kurban adayı olduğu bir ülkede kızlarımızı, kadınlarımızı yılda bir kez sevgi duygularının öznesi ve nesnesi haline getiren bir gün, gerekçesi ne olursa olsun, yine de iyiydi.

Erkek egemen toplumun, boyun eğmesiyle yetinmeyip mutlak itaatini beklediği kadınlarına yönelik olarak, yılda bir kez olsun sevgi sözcüklerine ve jestlerine önem vermesi, buyurgan magandanın “avradı”yla sevgi ortak paydasında buluştuğu, onu eşiti bir sevgili olarak algılaması hamervahlar topluluğu için yabana atılmayacak bir gelişme değil miydi?

Bu gelişmeyi sağlayan etken ne olursa olsun “Sevgililer Günü”ne yine de sahip çıkmak, pırlanta hediye olmadan da onun kadar değerli bir-iki sözcükle gönül alacak jestler yapmak gerekliydi.

Yarın yine 14 Þubat, yarın yine Sevgililer Günü.

Derim ki, Sevgililer Günü’ne ve sevgililerimize sahip çıkalım!

Sevgililerimize bize sevgi sundukları, bizde sevgi duygularını uyandırdıkları için, minnetlerimizi dile getirelim, Sevgililer Günü’nü ıskalamayalım.
Sonra kim bilir belki de geç olacaktır.

Belli mi olur, bir de bakarsınız ki, Sevgililer Günü de kuşkuyla karşılanacak, belki de yasaklanacaktır.

“Öyle de şey mi olurmuş, sevgi de mi yasaklanırmış” demeyin!
Nefretin şahlandırıldığı, egemene benzemeyen ve biat etmeyen herkesin hemen ötekileştirildiği, hikmeti kendinden menkul fetvacıların sol elle yemeyi günah ilan ettiği, çocukluğumuzun derin ve en temiz aşkı “Allah Baba” ifadesinin, Hıristiyan deyişi olarak cezalandırıldığı, yeni yılı neşeyle, umutla bekleme şenliğinin suçlandığı, ama kafası egemen ile aynı tornadan çıkmış yobazın çocuk tacizinin mazur görülüp kılıf altına gizlendiği bir ortamda, Sevgililer Günü’nün de Aziz Valentin bahanesiyle gâvurluk ve zındıklık olarak görülüp yasaklanmasından daha doğal ne olabilir?

Biat etmeyenin, aşağılandığı, horlandığı, dışlandığı, suçlandığı, ezildiği, yok edildiği, sevgiye sövüldüğü, ölümünün övüldüğü, nefretin şahlandırıldığı bir toplumda Sevgililer Günü’nün yasak, günah, suç sayılıp yasaklanmasında şaşacak ne var?

Yarın Sevgililer Günü. Ben yarın, minnetimi ifade etmek için, sevdiğime erken bahar müjdesi çiçekler sunacağım.

Size de tavsiye ederim, Sevgililer Günü’nü ıskalamayın!

Sonra belki bir daha fırsat bulamazsınız. Hiç belli mi olur!...



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Fév 2018 21:00    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Söyleminin esiri olmak

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 17 Þubat 2018



Türk - Amerikan gerginliğinin doruk noktasında Washington kastedilerek söylenen, “Bunlar hiç Osmanlı tokadı yememiş” sözü, yandaş medya ile son dönemlerde iktidarın hışmını çekmemek için ne kokar ne bulaşır çizgisini gittikçe daha da belirgin hale sokmaya uğraşan yayın organlarının çok hoşuna gitmiş ve hemen hemen hepsi, bu sözleri manşete çekmiş. Milliyet, Türkiye, Yeni Þafak, Akit, Takvim, Akşam, Star, Habertürk, Sabah, Vatan, Güneş, İstiklal, Milat hep aynı manşeti seçmişler, Karar biraz söylem değişikliğiyle, “Washington’a tokatlı cevap” derken güdümlü filotillanın amiral gemisi Hürriyet, yandaşların en keskinleriyle arasına mesafe koyma âdetini sürdürürek “Bunlar hiç Osmanlı tokadı yememiş” başlığına birinci sayfanın biraz alt bölümlerinde yer vermiş.

Medya bu tutumuyla, Afrin harekâtı başlarken, Başbakan Yıldırım’ın yayın kuruluşu yöneticilerini toplayarak, kendilerinden beklentilerini sıraladığı konuşmasında verdiği direktife uygun hareket etmiş ve istenen doğrultuda kamuoyu oluşturma, “kodu mu oturtur” iktidarın ABD’ye fırça çeken politikasıyla, kafa tuttuğu algısını oluşturma işlevini yerine getirmiştir.
Osmanlı tokadı çıkışının Washington’da pek de ciddiye alınmaması ve bu hususun küçümseyici bir eda ile açıklanmasının aslında kıymet-i harbiyesi yoktur.

***

Çünkü, kimilerinin ABD’ye yönelik olduğu yanılgısına düştükleri bu sözler aslında dış hedeflere yönelik değil, ama iç tüketime dönük TC sınırları dışında konvertibilitesi olmayan bir çıkıştır. Kimsenin hakkını yemeyelim, mahalle kahvesi diplomasisi ülkemize bu iktidarın getirdiği bir yenilik olmayıp, Ortadoğu politikasını bir koyup üç alma temeline oturtan Özal’a kadar uzanan, bir yandan ülkemizi komik düşürürken, bir yandan da ulusal çıkarlar açısından tehdit oluşturan bir davranıştır.

İçerideki kimi safındurların “aşkolsun!” diye övgü nidalarıyla karşıladıkları bu politikanın uluslararası kamuoyu ile siyaset ve diplomasi kulislerinde yarattığı izlenim ise şudur:
“Türkler, başlangıçta çok sert çıkışlar yapsalar da aldırmayın! Bağırıp çağırırlar ama sonra bir şey yapmazlar.”

Bir ülkenin hakkında böylesine bir kanaat oluşması yüzünden, kararlılığı, ciddiyeti konusundaki inandırıcılığını yitirmesi tabii ki onun ulusal çıkarlarıyla bağdaşmaz.

Bu durum, aynı zamanda, her defasında cafcaflı çıkışlarla coşan, dalgalanan iç kamuoyunda da ciddi travmalar yaratır. Filistin’e doğru afili afili yelken açan Mavi Marmara’nın uluslararası sularda uğradığı saldırı sonunda, yurttaşlarımızın korsan İsrail komandoları tarafından öldürülmeleri karşısında elimiz böğrümüzde kalakalmamız veya Ahmet Davutoğlu’nun “biz düşürdük!” diye şişine şişine ilan ettiği Rus uçağı olayının sonrasında, Moskova’nın hışmı karşısında sinişimiz ve özür sözcüğünü telafuz etmeden aslında pek de âlâ o anlama gelen, en yüksek düzeyde üzüntü beyanımızın yarattığı şoku gidermek amacıyla iktidar ile yandaş medya elverişli algıyı yaratmak için az mı uğraşmak zorunda kalmışlardı?

***

Tutarlı dış politikalarda kararlılık, sade vakur mesajlar ve azimli tavırlar ile bağırıp çağırmadan gösterilir. Diplomaside ağzını açıp gözünü yuman sallapati kahve üslubuna yer olmayıp, iki düşünülür bir konuşulur. Çünkü diplomaside her söylenen ülkeyi bağlar.

Þu bilge deyiş çok çarpıcıdır: “İnsan söylemediğinin efendisi, söylediğinin esiridir.”

Dış politikada söylemine esir düşmemeye özen gösterilir.

Eğer, bu kurallara uymazsanız, size “gelin el ele verip, PYD ile PKK’yi çatıştıralım” diye alayı çağırıştıracak ölçüde gayri ciddi öneriler yapanlara “Biraz ciddiyet lütfen!” demek hakkını kaybedersiniz, çünkü ciddiyetsizlik yolunu ilk siz açmış bulunmaktasınızdır.

Ama dilerseniz yine de Osmanlı tokadı çıkışının etkisine inanmaya devam edin!




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 21 Fév 2018 1:07    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


ABD ile dostluk artık imkânsız

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 20 Þubat 2018




Geçen hafta gerçekleşen üst düzey görüşmeler Türk- Amerikan ilişkilerinin tehlikeli noktalara doğru sürüklendiği sırada, durumu normalleştirmeye doğru bir adım oldu. Deneyimli gözlemciler, görüşmelerden doğan sonucu ihtiyatlı iyimserlikle karşıladılar.

Gerçekten de, görüşmelerden çıkan tek kesin sonuç, iki tarafta da ilişkileri düzeltme isteğinin güçlülüğünün kanıtlanması oldu.
Þimdilik hepsi bu.

Türkiye’nin PYD’nin Fırat’ın doğusuna yollanması ve Menbiç’in güvenliğinin Ankara ile Washington tarafından ortaklaşa sağlanması önerisinin yaşama geçirilmesi, ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda iyi bir başlangıç olabilir.
Ama Washington’un bu öneriye ne yanıt vereceği henüz kesinlikle belli olup olmamasının yanı sıra, oradaki çeşitli güç odaklarının Türkiye’ye karşı uygulanacak bir politika konusunda bir görüş birliğine varıp varmadıkları da henüz kesinleşmemiştir.

Buna karşılık ABD dış politikasında, yüzyılın imbiğinden damıtılıp süzülerek gelen bir ortak görüş vardır ki, o da bölgede sınırları değiştirme konusunda azimli olduğunu birçok kez açıklamış bulunan Sam Amca için Ortadoğu’da en akılcı yatırımın Kürtler olduğudur.

ABD’nin bölgedeki haritaları değiştirmek istediği uzun süredir herkesin malumu olduğundan, çok kişi bir zamanlar Ankara’nın BOP’un eşbaşkanlığına gönüllü adaylığının çok büyük şaşkınlıkla karşılamış, intiharla eşanlamlı bir girişim olarak yorumlamışlardı.

***

Bu durumda, şu anda Türkiye için en büyük tehdit, bölgeyi parçalamayı hedefleyen ABD’nin bizzat kendisidir.

Sam Amca elinde büyük koz olarak tuttuğu Kürt kartını oynadığında, kendi açısından hem İran, hem Irak, hem Suriye hem de Türkiye’yi dolayısıyla da tüm Ortadoğu’yu daha rahat denetleyecektir.

Komşularıyla hasmane ilişkiler içinde bocalayan, varlığı ile bekasını ancak Amerikan himayesi ve İsrail desteğiyle sürdürebilecek olan Kürtler Ortadoğu’da bağımsız büyük Kürdistan’ı yaşama geçirebildikleri takdirde, Sam Amca’nın gerçekten stratejik müttefiki haline gelerek, bölgede İsrail’den sonra bu konumdaki ikinci ülkesi olacaklardır.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, büyük Kürdistan’ın stratejik müttefikliği ABD için İsrail’inkinden daha az bedelli olacaktır. Öyle ya! Ortadoğu’da her şeyini ABD’ye borçlu olarak tümüyle onun güdümüne girecek olan Kürdistan’ın, ABD içindeki en güçlü lobiye sahip olan İsrail gibi ABD politikasını etkilemek, yönlendirmek olanağı olmayacağından, burada tek taraflı bir denetim mekanizması işliyor olacaktır.

***

ABD açısından bakıldığında en rasyonel seçim budur. Türkiye’nin güzel gözlerinin hatırına bu avantajlı yatırımdan vazgeçilmesi söz konusu olamaz.
Bu durum da, ABD’yi Türkiye’nin varlığı ve bekası açısından en büyük tehdit konumuna getirmektedir.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı ertesinde kendisi için en büyük tehdidin Sovyetler Birliği olduğu veya öyle algıladığı dönemde, ABD’yi bu duruma karşı en büyük güvence olarak görmüş, dış politikasını ABD ile yakın dostluk ilişkilerini geliştirerek aynı ittifak içinde yer alma çizgisine oturtmuştur. Her şeyin siyah-beyaz kontrastı içinde ele alındığı soğuk savaşın da geride kaldığı dönemde artık Amerikan dostluğu tarihe karışma konumundadır.
Bu durum NATO üyeliğimizi sorgulamak ve ABD’yi düşman olarak algılamak gibi gerçekçilikle bağdaşmayan bir noktaya savrulmamıza neden olmamalıdır.
Yapılması gereken, NATO içindeki konumumuzu korurken, ABD’nin oluşturduğu tehdit ortamında, her somut konuda uluslararası alanda yeni ve o konuyla sınırlı ittifaklar aramak, daha bağımsız bir çizgi izlemektir.
Bu yeni rotayı seçerken, bir yandan da günümüzün gerçekleri karşısında bölgedeki Kürt gerçeğine soğukkanlı yaklaşımı sağlayacak bir politikayı da bir an önce oluşturmak gerekir.




<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 21 Fév 2018 1:07    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


ABD ile dostluk artık imkânsız

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 20 Þubat 2018




Geçen hafta gerçekleşen üst düzey görüşmeler Türk- Amerikan ilişkilerinin tehlikeli noktalara doğru sürüklendiği sırada, durumu normalleştirmeye doğru bir adım oldu. Deneyimli gözlemciler, görüşmelerden doğan sonucu ihtiyatlı iyimserlikle karşıladılar.

Gerçekten de, görüşmelerden çıkan tek kesin sonuç, iki tarafta da ilişkileri düzeltme isteğinin güçlülüğünün kanıtlanması oldu.
Þimdilik hepsi bu.

Türkiye’nin PYD’nin Fırat’ın doğusuna yollanması ve Menbiç’in güvenliğinin Ankara ile Washington tarafından ortaklaşa sağlanması önerisinin yaşama geçirilmesi, ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda iyi bir başlangıç olabilir.
Ama Washington’un bu öneriye ne yanıt vereceği henüz kesinlikle belli olup olmamasının yanı sıra, oradaki çeşitli güç odaklarının Türkiye’ye karşı uygulanacak bir politika konusunda bir görüş birliğine varıp varmadıkları da henüz kesinleşmemiştir.

Buna karşılık ABD dış politikasında, yüzyılın imbiğinden damıtılıp süzülerek gelen bir ortak görüş vardır ki, o da bölgede sınırları değiştirme konusunda azimli olduğunu birçok kez açıklamış bulunan Sam Amca için Ortadoğu’da en akılcı yatırımın Kürtler olduğudur.

ABD’nin bölgedeki haritaları değiştirmek istediği uzun süredir herkesin malumu olduğundan, çok kişi bir zamanlar Ankara’nın BOP’un eşbaşkanlığına gönüllü adaylığının çok büyük şaşkınlıkla karşılamış, intiharla eşanlamlı bir girişim olarak yorumlamışlardı.

***

Bu durumda, şu anda Türkiye için en büyük tehdit, bölgeyi parçalamayı hedefleyen ABD’nin bizzat kendisidir.

Sam Amca elinde büyük koz olarak tuttuğu Kürt kartını oynadığında, kendi açısından hem İran, hem Irak, hem Suriye hem de Türkiye’yi dolayısıyla da tüm Ortadoğu’yu daha rahat denetleyecektir.

Komşularıyla hasmane ilişkiler içinde bocalayan, varlığı ile bekasını ancak Amerikan himayesi ve İsrail desteğiyle sürdürebilecek olan Kürtler Ortadoğu’da bağımsız büyük Kürdistan’ı yaşama geçirebildikleri takdirde, Sam Amca’nın gerçekten stratejik müttefiki haline gelerek, bölgede İsrail’den sonra bu konumdaki ikinci ülkesi olacaklardır.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, büyük Kürdistan’ın stratejik müttefikliği ABD için İsrail’inkinden daha az bedelli olacaktır. Öyle ya! Ortadoğu’da her şeyini ABD’ye borçlu olarak tümüyle onun güdümüne girecek olan Kürdistan’ın, ABD içindeki en güçlü lobiye sahip olan İsrail gibi ABD politikasını etkilemek, yönlendirmek olanağı olmayacağından, burada tek taraflı bir denetim mekanizması işliyor olacaktır.

***

ABD açısından bakıldığında en rasyonel seçim budur. Türkiye’nin güzel gözlerinin hatırına bu avantajlı yatırımdan vazgeçilmesi söz konusu olamaz.
Bu durum da, ABD’yi Türkiye’nin varlığı ve bekası açısından en büyük tehdit konumuna getirmektedir.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı ertesinde kendisi için en büyük tehdidin Sovyetler Birliği olduğu veya öyle algıladığı dönemde, ABD’yi bu duruma karşı en büyük güvence olarak görmüş, dış politikasını ABD ile yakın dostluk ilişkilerini geliştirerek aynı ittifak içinde yer alma çizgisine oturtmuştur. Her şeyin siyah-beyaz kontrastı içinde ele alındığı soğuk savaşın da geride kaldığı dönemde artık Amerikan dostluğu tarihe karışma konumundadır.

Bu durum NATO üyeliğimizi sorgulamak ve ABD’yi düşman olarak algılamak gibi gerçekçilikle bağdaşmayan bir noktaya savrulmamıza neden olmamalıdır.
Yapılması gereken, NATO içindeki konumumuzu korurken, ABD’nin oluşturduğu tehdit ortamında, her somut konuda uluslararası alanda yeni ve o konuyla sınırlı ittifaklar aramak, daha bağımsız bir çizgi izlemektir.
Bu yeni rotayı seçerken, bir yandan da günümüzün gerçekleri karşısında bölgedeki Kürt gerçeğine soğukkanlı yaklaşımı sağlayacak bir politikayı da bir an önce oluşturmak gerekir.




<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 01 Mar 2018 13:31    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Yargıçlar da ‘Baro’yu savunuyor

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 27 Þubat 2018




“Amorometre” mi (sevda ölçer) desem, yoksa “patriotometre” mi (yurtseverlik ölçer), almışlar ellerine bir aygıt, önlerine gelenin yurt sevgisini, Türklük derecesini ölçüyorlar; kiminin yurt sevgisini 250 gram noksan buluyorlar, kiminin light Türk olduğuna hükmedip, biraz daha Türklük hormonu takviyesi yapılmasını öneriyorlar.

Eskiden, yalnızca iman ölçerlerine başvurarak, Müslümanlık derecesi hakkında karara varırlardı. Artık yurtseverliğimiz ve Türklüğümüz de onların takdirine bağlı.

Kimse de bu saldırgan muktedirlere itiraz etmiyor, herkes bir telaş içinde “aman yurtseverliğimizi az bulmasınlar, aman Türklüğümün sulandırılmış olduğunu düşünmesinler” diye kendini ispat çabası içinde.

“Türklüğümü noksan, yurtseverliğimi yetersiz bulurlarsa ne olur?” demek kolay değil. Çünkü bu gibi hallerde unvanınızın başındaki Türk ve Türkiye sözcüklerini hak etmediğinize karar veriliyor ve Türklüğünüz KHK ile ilga ediliveriyor.

Bu gidişle yakında Müslümanlık, Türklük, yurtseverlik derecelerinin ölçüldüğü, gerekli ayarların verildiği “maneviyat muayene istasyonları” kurulursa şaşırmayın!

Cumartesi günü beş bin avukatı Ankara’da bir araya getiren Türkiye Barolar Birliği de bağımsız yargının “onsuz olmaz”ı baronun temsilcisi olduğundan, bu tür saldırıların göbeğinde.

***

TBB’nin iktidarın hışmına uğramasının görünürdeki nedeni Türklük derecelerinin yetersiz olması ve yurtseverlik ayarlarının tutmaması. Bu nedenle, TBB’nin, unvanının başındaki “Türkiye” sözcüğünün, hak etmediğinden kaldırılması gündeme geldi.

Aslında olay daha eskilere dayanıyor. 12 Eylül 2010 referandumunun yargıyı ele geçirme operasyonunun o günlerdeki yürütücüleri Fethullahçı kadrolar, daha o zamandan yargıyı tümüyle ele geçirmenin yolunun aynı zamanda, zorunlu olarak yargının karar ile birlikte ayrılmaz bir parçası olan, avukatların mesleğe atanmaları ve meslekten çıkarılmaları konusunda söz sahibi olan savunmanın örgütü baroların ele geçirilmesinden geçtiğini görmüşlerdi. Ne var ki kimi küçük taşra barolarının dışındaki büyük merkezlerin barolarının hukuk devletinden ve laiklikten yana olan kadrolarının aralarındaki kimi bölünmüşlüklere karşın, avukatların oylarıyla tasfiyesi imkânsızdı.

Bu durumda çare olarak yapılacak yasal bir düzenleme ile baroların yetkilerini avukatların mesleğe kabul ve ihraçları ve meslek kuralları ile ilgili yetkilerinin ellerinden alınıp Adalet Bakanlığı’na bağlanması ve savunmanın devlet memuru statüsüne sokulması, özgürlük bahanesi altında da her avukatın, kendi dilediği, yetkileri tırpanlanmış meslek kuruluşuna üye olmaları yoluyla baroların tasfiyesi sağlanmalıydı.

***

Þimdi yapılmakta olan da işte budur.

AKP iktidarında hukuk devletine, hukuk devletinin onsuz olmazı yargı bağımsızlığına yer yoktu. Artık matlup olan iktidara bağımlı yargıydı. Yürütmenin dümen suyunda bir yargıda da baro sıfatına sahip olan savunmanın bağımsızlığının güvence örgütü konumundaki barolara da yer yoktu.

O zaman baroların tasfiyesi gündeme gelecekti. Nitekim gelmiştir de.
Türkiye’nin bağımsız yargı yolunda mihnetle ilerlemeye çalıştığı dönemlerden kalan yargıçların oluşturduğu Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu da, olaya bu açıdan yaklaşmakta olduğunu ve konuyu yukarıda ele aldığımız şekilde algıladığını hafta sonunda yaptığı açıklamada ortaya koymuş, Barolar Birliği’ne saldıranların karşısında yer alarak savunmanları ve onlarla aynı zamanda hukuku savunmuştur.

Ama yargının içinde bulunduğu durum ve iktidarın hukuk tanımamakta kararlı tutumu göz önünde bulundurulunca, hukuku savunmadan yana olan yargıçları savunacak kimsenin kalmadığı görülmektedir.

Yargıçlar Sendikası hukuka ve bağımsız yargıya saygısından baroyu savunuyor.

Peki, onları kim savunacak?


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 04 Mar 2018 1:12    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Salih Müslim terörist mi?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 03 Mart 2018


PYD-YPG yöneticisi Salih Müslim’in Çekya’da gözaltına alınıp kelepçelenerek mahkemeye çıkarılması ve ardından da serbest bırakılması üzerine yine kıyamet koptu ve Ankara bir kez daha, bu defa Çekya’ya yönelik olarak, terör ile mücadelede tutarlı davranmama suçlamasını yöneltti. Olaylar geliştikçe öğreniyoruz ki terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle Ankara’nın talepte bulunmasına karşın, Salih Müslim konusunda Interpol kırmızı bülten çıkarmamıştır.

Salih Müslim’e Finlandiya ikamet izni vermiş, Belçika topraklarında basın toplantısı düzenlemesini kabul etmiş, Çekya da mahkeme kararıyla serbest bırakmıştır.

Bütün bunlar Salih Müslim’in Türkiye hariç, hiçbir yerde terörist olarak görülmediği izlenimini yaratıyor.

Peki, Salih Müslim terörist mi, değil mi?

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da belirttiği gibi Salih Müslim PKK’nin 2002’deki 8. Kongresi’ne katılmış, PKK’nin ve KCK’nin yürütme kurulu içinde yer almış, 2003 yılında Öcalan’ın talimatıyla PYD-YPG’nin yönetimini ele almak üzere Kuzey Suriye’ye geçmiş bir kişi.

***

Bu durumda PYD-YPG’nin terör örgütü olduğunu yadsımayan herkes Salih Müslim’in terörist olduğunu da teslim etmek zorundadır. Hadi Washington’ın bile PKK’nin yan örgütü olduğunu yadsımadığı PYD-YPG’yi bırakalım bir yana, Müslim’in salt hemen hemen kimsenin terör örgütü olduğunu yadsıyamadığı PKK’nin yürütme kurulu içinde yer alması onun terör örgütü üyesi sayılmasına yeter.

Türkiye bu konuda bilgi ve belgeleri, kanıtları bütün dünyaya sunuyor.
Ama şimdi denilecek ki “terörist olarak kabul etmemiz için yargı kararı gerek”. Pekâlâ o da var.

Nitekim Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Salih Müslim’in terör örgütü üyesi olduğu yolunda 17 Eylül 2014 tarihli bir kararı var.

Daha sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin aynı yönde, 21.05.2015 tarihli bir başka kararı daha var.

Bütün bu veriler, Salim Müslim hakkındaki terörist suçlamalarına dayanak oluşturmaktadır.

Ama, Türkiye’nin terörist olduğunu ileri sürdüğü PYD-YPG temsilcisi Salih Müslim’e karşı tavrı ne oluyor?

Hemen söyleyelim, 4 Ekim 2014’te (Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararından sonra) kendisini Ankara’da ağırlıyor ve bu ağırlama sırasında Müslim, hem MİT Başkanı Hakan Fidan ile hem de o zaman Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu ile görüşüyor. Bu görüşmeler sırasında, herhalde MİT Başkanı’nın Başbuğ’un açıkladığı 2002 tarihli PKK’nin

8. Kongresi’nden haberleri vardı ve herhalde Müslim ile görüşmeden önce Dışişleri Bakanı’na sunulan dosyada Mardin

2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki karar yer almaktaydı.

Türk devlet yetkililerinin, Müslim’in terörist olduğu yönündeki kendi istihbaratlarına ve kendi yargılarının kararlarına itibar etmedikten sonra, başka ülkeleri suçlamalarını ciddiye almak mümkün müdür?

***

Devletler zaman zaman istihbarat örgütleri vasıtasıyla herkes ile temasa geçerler. Ama bunun da belirli kuralları, prosedürleri ve sınırları vardır. Herhalde dışişleri bakanları terör örgütü yöneticilerini makamlarında kabul ederek görüşmezler.

Türkiye terörist olarak nitelediği, hakkında bu yönde kendi yargısının kararlarının olduğu Salih Müslim’i başkentinde kabul edip bakan düzeyinde görüşmeler yapıyor, sonra başka devletleri, onu yakalayıp kendisine iade etmediği için suçluyor.

Salih Müslim eğer terörist ise ona terörist gibi davranmak gerekmez mi?
Türkiye ona geçmişte böyle davranmış mıdır ki şimdi herkesin de öyle davranmasını istiyor ve davranmayanı suçluyor?

Devletlerin terör ile mücadeleleri ciddi bir iştir, tutarsızlık kaldırmaz. Eğer tutarsızlık olursa, kimse sizi ciddiye alıp, aldırmaz...

Burada eleştirilen, iktidarın terörle mücadele etmesi değil, bu işi gereken ciddiyetle yapmamasıdır.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 15, 16, 17 ... 19, 20, 21  Suivante
Page 16 sur 21

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.