408 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 408
Membre(s) : 0
Total :408

Administration


  Derniers Visiteurs

lalem : 5 jours
SelimIII : 7 jours
adian707 : 8 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Osmanlica !
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Osmanlica !

 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:04    Sujet du message: Osmanlica ! Répondre en citant

Gündem degistirmek, halki oyalamak ve bolmek, steril tartismalar çikarmak ve de "parantezi kapamak" için AKP iktidari iyi oynuyor. Osmanlicanin zorunlu ders haline getirilmek istenmesi de bundan !

A. Hakan bunu açikca yazmis ki bana gore bu konuda hakli. Daha derin içerikli bir yaziyi da Ali Sirmen kaleme almis ki burada tuzaga dusup Osmanli dusmani olmamak da gerekir.

Türkçeye bagli biri olarak bu konudan kendimi soyutlamam olanaksizdi. Buraya Osmanlicanin zorunlu ders olarak okutulmasina muhalif olanlarin yazilarindan bir dosya olusturmayi uygun gordum.

Isteyen forum ziyaretcisi de bu zorunlu dersin faydalarini irdeler.

Ama simdiden "mezar tasi okumak" argumanin çok bayat ve de çok sig bir onaylama nedeni oldugunu hemen soyleyeyim.


Dernière édition par murat_erpuyan le 09 Jan 2015 23:33; édité 3 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:06    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Osmanlıca tartışmasının sonucunu açıklıyorum

Ahmet Hakan, Hürriyet, 11.12.2014


NE çıkacak şu meşhur Osmanlıca tartışmasından?

*

-Osmanlıcayı sular seller gibi öğrenebilen yeni bir nesil mi çıkacak?
-Ağdalı Osmanlıca metinlerini leblebi çekirdek yapmış yeni bir liseli tipi mi çıkacak?
-Osmanlıcayı hakkını vererek öğrenmişlerin bile okumakta zorlandıkları tarihi mezar taşlarını bir bakışta okuyabilecek yeni bir gençlik mi çıkacak?
-Fuzuli'yi, Þeyh Galib'i, Nedim'i idrak edebilmiş yeni bir altın nesil mi çıkacak?
-Henüz ayrı yazılması gereken de'leri, da'ları ayrı yazamayanlardan, bin türlü istisnai kurala sahip olan Osmanlıcayı mükemmel bir şekilde yazabilen bir irfan ordusu mu çıkacak?

*

Hayır. Hayır.
Adım gibi eminim:
Osmanlıca tartışmasından bunların hiçbiri çıkmayacak.

*

Çıkmayacak, çünkü:
-BİR: Eski Osmanlı metinlerini okuyup anlayabilecek bir Osmanlıca bilgisi edinmek, lisede bir-iki dersle mümkün olacak bir iş değildir, çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
-İKİ: Çocuklarımızı "okuduğunu anlama" konusunda dünya ölçeğinde en son sıralara yerleştiren eğitim sistemimizin, bu işi başaracak takati, yetkinliği ve performansı yoktur.

*

Osmanlıca tartışmasından "Osmanlıca öğrenimi" çıkmayacak.
Peki ne çıkacak?
Þunlar çıkacak:

*

-Miting meydanlarında "Bunlar dedemiz Fatih'in, dedemiz Kanuni'nin konuştuğu dilin öğretilmesine karşı çıktılar" şeklinde mükemmel ve etkili bir propaganda cümlesi çıkacak.

*

-Siyasi tartışmalarda "Bunların alayı Osmanlı düşmanı" şeklinde, zaten sıkı olan parti saflarını daha sıklaştırmaya yarayacak muhteşem bir propaganda cümlesi çıkacak.

*

-Ekran kapışmalarında "Biz Osmanlı'dan yanayız, siz kimden yanasınız" tarzında gayet işe yarar bir polemik cümlesi çıkacak.

*

-Yaklaşan seçimler için "ecdat" üzerinden yeni bir kutuplaştırma fırsatı çıkacak.

*

Kısacası...
Osmanlıca tartışmasından...
İktidarın işine yarayacak ne varsa çıkacak.
*

Ama bu çıkanların hiçbirinin...
Osmanlıcaya bir faydası olmayacak.
Tabii Türkiye'ye de...


Elindeki o büyük belgeyi açıkla Başbakanım açıkla

SAYIN Başbakan...
Diyorsunuz ki:
-Paralel Yapı ile PKK ortak çalışıyor.
-Elimizde bunların belgeleri var.

*

Bu açıklamanızı işitenler, hemen başlıyorlar mavraya:
-Vaktiyle Ergenekon vardı, her şeyi ona yüklerlerdi.
-Þimdi de Paralel var, her şeyi ona yüklüyorlar.
-Hep Paralel, hep Paralel... Nereye kadar.

*

Sayın Başbakan.
Toplumda her geçen gün daha da artan oranda "Bunlar da her taşın arkasında Paralel görüyorlar" diye bir algı oluşmakta.
İşte bu algıyı darmadağın edecek bir fırsat geçmiş durumda elinize.

*

Sayın Başbakan...
Elinizde "PKK" ile "Paralel Yapı" arasındaki ortaklığın belgelerinin olduğunu söylüyorsunuz ya...
Eğer o belgeleri açıklarsanız...
"Hep Paralel, hep Paralel..." algısını "güm" diye gömersiniz yerin dibine.

*

Hadi açıklayın o belgeyi Sayın Başbakan...
Açıklayın ki...
Toplum öğrensin neyin
ne olduğunu.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:07    Sujet du message: Répondre en citant

murat_erpuyan a écrit:
Citation:


Osmanlı’dan Çok ‘Osmanlıcı’

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 11 Aralık 2014



İpe sapa gelmez zorunlu Osmanlıca dersi tartışmasında düşülebilecek en büyük yanlış, “Osmanlıcı”ya kızıp Osmanlı’ya sövmek olsa gerek.
Osmanlı’dan çok Osmanlı yandaşı olan “Osmanlıcı”nın amacı aslında Osmanlı ile ilgilenmek değil.

Onun derdi Osmanlı değil, laik Cumhuriyet.

Cumhuriyet ile hesaplaşmak için Osmanlı’nın kanadı altına sığınmaya çalışıyor o.

Aslında laik Cumhuriyeti içine sindiremeyen o kafa Osmanlı’ya da doğru ve iyi bakmıyor, Osmanlı’nın İlber Ortaylı’nın deyişiyle “İmparatorluğun en uzun yüz yılı”nı kavrayamıyor.

Oysa biz Osmanlı’yı iyi kavramak zorundayız. Çünkü Osmanlı bizim geçmişimiz.

En uzun yüzyılında artık iktidarın dizginlerinin hanedanın elinden çıkıp bürokrasinin denetimine geçtiği bu geçmişi iyi anlamazsak, ne bugünümüzü kavrar ne de yarınlarımızı oluşturabiliriz.

Osmanlı’ya, artık en uzun yüzyılında kendisinde kalmamış vasıfları izafe ederek, tarihte olmamış bir ihtişamın aptal böbürlenmesine düşmek ne kadar hatalıysa, kendisine ulema diyen kimilerine bakarak, Mithat Paşa’larıyla Tevfik Fikret’leriyle tüm geçmişimizi gerici olarak nitelemek de aynı derecede abestir.

***

Osmanlı daha en şaşaalı döneminde üstünlüğü, büyük keşifler ve icatları Reformu, Rönesansı yaşamış Batı’ya kaptırmasının sonucunda artık varlığını emperyalizmin lütfuna borçlu hale düşünce, son yüzyılında sürekli bu durumdan kurtulmanın, modernleş-menin hamleleri içine girmiştir.
Saray da farkındaydı geri kalmışlık gerçeğinin, iktidarın dizginlerini elinde tutan bürokrasi de, sayıları az olan ve arkalarında üretici burjuvazi olmayan aydınlar da.

Azgelişmişliğin yazgı değil, sebep sonuç ilişkisinin sonucu olduğunu Osmanlı da anlamış, bu durumun üstesinden gelip çağa uyak uydurma gerekliliğini kavramış, birbirini izleyen reformlarla, azgelişmişlik çemberini kırmanın girişimini Cumhuriyetten önce Osmanlı başlatmıştır.
Bu çabaları, niteliklerini, Osmanlı döneminde yaşadığımız olayların içyüzlerini bilmeden Cumhuriyete geçişi göremeyiz, Cumhuriyeti de, Mustafa Kemal’i de anlayamaz, ulus devleti keyfi bir tercih, laikliği buyurgan bir fantezi olarak niteleyenlerin yaptığı yanlışı yaparız.
Osmanlı’nın modernleşme çabalarının vardığı noktayı belirleyen tek etkenin Osmanlı toplumunun yöneticileri olduğu yanılgısına da düşmeden bakmalıyız geçmişimize.

***

Evet, hatasıyla sevabıyla o geçmiş bizimdir, bugünkü bizi biz yapan o geçmiştir.

Onun yanlışlarından ders alarak, özverilerine yenilerini katarak ve zaferleriyle sevinerek bugünlere geldik.

Tarihe doğru baktığımızda, Mithat Paşa’nın kişiliğinde, eserlerinde Cumhuriyeti müjdeleyen kıvılcımları görmemek; Cumhuriyete giden yolu anlatırken, Meşrutiyet’in bu yılmaz mücahidini anmamak mümkün mü?
Nihayet hangimiz inkâr edebiliriz Cumhuriyetin kurucusu, modernleşmenin en başarılı önderi, laikliğin banisi Mustafa Kemal’in Osmanlı’nın okullarında yetişmiş, cephelerinde pişmiş, kentlerinin havasında olgunlaşmış bir Osmanlı paşası olduğunu?

Osmanlı’nın çağdaşlaşma çabalarının da ürünü değil midir Cumhuriyet?
Meselemiz Osmanlı değil, Osmanlı’nın kanatları altına sığınıp laik Cumhuriyete saldıran “Osmanlıcı”.

O Osmanlıcı ki, Osmanlı’dan daha çok Osmanlı yandaşı görünür, avantası için geleceği ipotek altına atmaya çalışır.

2006’da kaybettiğimiz Ertuğrul Osman Bey, 1912’de sarayda doğmuş son Osmanlı şehzadesiydi.

Bakınız kendisi Atatürk, laik Cumhuriyet, saltanat, hilafet konusunda neler diyor:

-Ben dahil bütün Türkler Atatürk’e borçluyuz. O olmasaydı Allah bilir ne olurdu. Cumhuriyeti ilan etti, iyi etti... Gençler laikliğe ve vatanın bütünlüğüne sahip çıksınlar. Padişahlık, monarşi, hilafet, şeriat geride kalmıştır.

II. Abdülhamid’in torunu şehzade Mehmet Burhanettin Efendi’nin oğlu, Osmanlı’nın hası böyle diyor.

Peki, sen ne diyorsun, Osmanlı’dan çok “Osmanlıcı”?



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:16    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



‘Osmanlıca’yı Dayatanlar...

Emre Kongar - Cumhuriyet, 11 Aralık 2014


“Osmanlıca” dersini dayatanlar, “İsteseniz de istemeseniz de öğreneceksiniz” diyenler, acaba “Osmanlıca”nın ne olduğunu gerçekten biliyorlar mı, yoksa bambaşka bir amacın mı peşindeler?
Bilseler, Türkçenin bile doğru dürüst okutulamadığı ve öğretilemediği okullarımızda, birkaç saat dersle bu işin olabileceğini düşünürler miydi?
Bu yazıda “Eskimez Türkçe” deyimi veya “Mezar taşlarını okumak” üzerine anlamsız tartışmalara girmek istemiyorum...

***

Evet “Osmanlıca” neredeyse ayrı bir dildir:
Arap alfabesiyle yazılan, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı, genellikle saray çevrelerinde kullanılan, halka yabancı bir dildir.
“Eski yazı”yı veya Arap alfabesini bilmek ise asla ve asla “Osmanlıca”yı okumak ve anlamak için yeterli değildir.

***

Anne ve babam, “Eski Türkçe” döneminde yetişmiş iki felsefe ve edebiyat öğretmeniydi.

İkisi de eski yazıyı ve eski dili çok iyi bilirlerdi.

Özellikle babamın inci gibi bir “Eski Türkçe” yazısı vardı...
Sonra aynı yazı stilini “Yeni Türkçe”ye de taşımıştı; adeta düz çizgi çeker gibi muntazam ve zarif bir biçimde yazardı.

***

Annem, genç yaşta bir dağ kazasında yitirdiğimiz, Türkiye’nin ilk dağcı şehidi ağabeyime “Eski Türkçe” öğretmişti; ağabeyim, “eski yazıyla”, hâlâ sakladığım bir anı defteri tutuyordu.

Ben de sonradan hem annemin yardımıyla, hem de kendi çabamla eski yazıyı söktüm.

Ama işte o zaman fark ettim ki, “Eski Türkçe” alfabeyi bilmek, Osmanlıca metinleri okumak için yeterli değil:
Eski yazının mantığında sesli harfler pek kullanılmadığından, bir kelimeyi okuyabilmek için önce o sözcüğü bilmek, sonra da cümlenin tamamını ve konuyu anlamak gerekir...

Örneğin “Türk”, “Trak” ve “Türük” sözcükleri aynı imla ile yazılır; sizin okuduğunuz metinde hangisi söylenmektedir acaba?

Bu örneği, öğrenciliğimde, Þerif Mardin’in bir çalışması için Meclis Kütüphanesi’nde araştırma yaparken, oradaki “Eski Türkçe” uzmanı kütüphanecinin bir kitabın ismini bir türlü okuyamaması sırasında bizzat gözlemleyerek öğrenmiştim.

***

Ayrıca “Eski Türkçe”de kitap yazısı el yazısından farklıdır.

Üstelik, zaten anlamları muğlak olan ve çok kişinin bilmediği ağdalı Arapça ve Farsça sözcüklerin özel imlaları da vardır:
Rahmetli Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin, öğrencisi Prof. Günsel Renda ile ziyaretine gittiğimizde, Renda’ya yol göstermek için bunlardan ilginç örnekler verir, bizi şaşırtırdı.

***

Sözün kısası: “Osmanlıca” dayatması yapanlar, ya ne bilmediklerini bile bilmiyorlar, ya amaçları farklı, ya da ikisi birden!


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:27    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:




Kaba Softa, Ham Yobaz
Özgür Mumcu - 10 Aralık 2014


En ufak bir konunun dahi sert bir tartışmaya döndüğü, hemen her şeyin güçlü bir sembol olduğu bir dönemdeyiz. Osmanlıca konusu da böyle. Başka bir zamanda farklı koşullar altında sadece eğitimciler ve dilbilimcilerin ilgileneceği bir hadise ortalığı kasıp kavurabiliyor.

Osmanlıca sadece Osmanlıca değil. Mevcut iktidarın Tanzimat’tan bu yana süregiden Batılılaşmaya karşı kullanmak istediği bir silah.

Ulus devlet kurulurken, çoğu zaman milleti de yeniden kurmak gerekir. Dil de bunun en önemli araçlarından biri. Eski sömürgeler devletleşirken ilk yaptıkları işlerden biri dillerini eski sömürgecilerin sözcüklerinden arındırmak. Yeni oluşan dille yeni devletin ideolojisini yayarak toplumu kenetlemeye çalışmak. Sadece eski sömürge devletleri değil, özellikle imparatorluklardan çıkıp dünyaya atılan yeni devletlerde de benzer bir durum söz konusu.

“Yabancı” kelimeler atılırken de yenilerini tarihin derinliklerinde arayıp gerekirse oradan ilhamla uydurmak çokça seçilen bir yol.

Öz Türkçe akımı da bu yolu izledi. İlk ve tek örneği değildi. Yunanistan bağımsızlığının ve aydınlanmasının önderlerinden Adamantios Korais, öz Yunancanın devlet politikasına dönüşmesine yol açtı.

Sadece Türkçeden değil Bizans etkisinden de kurtulmaya çalışan antik Yunancaya dayanan bir arılaşma hareketiydi.Özdilcilik komşuda bizden önce başladı. Bizde de Çağataycaya kadar uzanarak yeni kelimeler dile katıldı.

Ayarsızlıkları, dengesizlikleri oldu. Sonra su yolunu buldu.
Buna benzer örnekleri dünyanın her yerindeçoğaltmak mümkün. Özellikle köhne imparatorluklar ya da sömürgeler dağılırken ortaya çıkan devletlerde sıklıkla rastlanan bir hal.

Osmanlıca da işte bu sebeple terk edildi. Ne dilde arılaştırmayı ilk deneyen bizim memleketimiz ne de alfabesini değiştiren.

Bazen bütün tuhaflıklar sadece bizim başımıza geliyormuş gibi bir “istisna” olduğumuz fikrine kapılıyoruz. Elbette her memleketin özgünlükleri var. Ancak tarihten, coğrafyadan ya da sosyal koşullardan azade sadece kendine biricik bir memleket yok dünyada.

Osmanlıca, iktidarın İslamlaşma, yerlileşme ve Osmanlılaşma için bulduğu sembollerden biri. Tek başına Osmanlıca dersi olarak değil, Eğitim Þûrası’nda tartışılan diğer konularla ele alınınca bu sembol vazifesi iyice belirginleşiyor.

Cumhurbaşkanı’nın 5. Din Þûrası’nda yaptığı konuşma da bu hali iyice taçlandırdı.

Yeni Türkiye’nin bir toplum rüyası var. Bu toplumu gerçekleştirmenin en önemli unsurlarından biri eğitim. Dindar nesiller yetiştirilecek ki mesela Gezi’de ayağa kalkan orta sınıfın bir kısmı 2023 sonrası yerini yeni nesle bıraksın. Mevzu dindarlık da değil aslında. Üzerine din şalı serilmiş bir kindarlık.

Bütün sorunların kaynağında 200 senelik Batılılaşmayı gören eski püskü bir reaksiyonerlik. Davutoğlu’nun restorasyon vurgusu da bunun işareti.
Daraldığı yerde yeni fikirler üretemeyen iktidar en hamından bir İslamcılığa sığındı.

Olan da Osmanlıcaya oldu.

Keşke Batılılaşmayı böyle palas pandıras bir intikam hissiyle tartışmayacak kadar özgüvenli bir iktidar olsaydı.

Korkak ve donanımsız bir kabadayının nara atması seviyesiyle bu işler zor. Bir entelektüel olan Bakan Nabi Avcı’nın da sınavı bu. Kabadayı Cumhurbaşkanı’nın höt zötünden meşru gerekçeler damıtmak.
Kızarak değil üzülerek izlenecek bir tablo.

Osmanlıcayı zenginlik katacak bir hazine değil kin içinde düşmanlarının kafasına atılacak bir tuğla olarak gören bu anlayış Osmanlı’yı da sevmiyor. Yetersizliğinin suçunu tarihe atmış, kininden kör olmuş, kâinatı kavrayacak kadim bir bilgiye dayandığını zannederken “kaba softa, ham yobaz” olmuşların anladığı Osmanlı ne olabilir ki?



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 12 Déc 2014 2:46    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Osmanlı, Osmanlıca’ya karşıydı

Soner Yalçın - Sozcu, 10 Aralık 2014



Goethe, “eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur” demişti.
Erdoğan ve şürekası idealize ettikleri Osmanlı’yı her fırsatta övüyorlar. Övsünler. Biz de överiz; ve niye övünmeyelim; Osmanlı atamız.

Ama: Överken bilmek de gerekir.

Cehaletin panzehiri bilgi’dir.

Erdoğanlar Osmanlı’yı bilmiyor. Hiçbir bilimsel temeli olmayan bir hayal içindeler. Baksanıza, Osmanlıca’yı liselerde zorunlu dil dersi olarak okul müfredatına sokacaklar. Öyle ya…

Sanıyorlar ki, Türkiye bir günde Osmanlıca’yı bırakıp Latin Alfabesi’ne geçti!

Bu cehalet, Osmanlı dönemindeki Osmanlıca tartışmalarını bilmiyor!..
II. Abdülhamit döneminde üç kez Maarif Nazırlığı’na (Eğitim Bakanlığı’na) getirilen ve yaklaşık 9 yıl bu görevi sürdüren Münif Paşa’yı (1830-1910) tanıdıklarını ise hiç sanmıyorum!..

Münif Paşa aynı zamanda; Osmanlı Devleti’nin ilk sivil bilim kurumu olan “Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye”nin kurucusuydu. Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Þam’da, Kahire’de ve Berlin’de öğrenim gördü.

Osmanlı’nın “aydınlanma merkezi” Babıali Tercüme Odası’nda yetişti.
Voltaire gibi “aydınlanma çağı” filozoflarını Osmanlıca’ya çevirdi.

Yani… Dil konusunu teoride ve pratikte bilen bir Osmanlı münevveri ve devlet adamıydı.

Osmanlıca’nın ıslahı konusunu ilk dile getirenlerden biri de Münif Paşa idi.

İyi de…

Osmanlıca neden artık sorun olarak görülüyordu?

İşte meselenin bam teli de burasıydı…

Tartışma matbaayla başladı

Osmanlıca’nın sorun olarak görülmesi 18’inci yüzyıl başında oldu. Çünkü…
Matbaa 1727’den itibaren günlük yaşama girdi. Fakat matbaa okur yazar sayısında artışa neden olamadı. Bunun sebebi; hem Osmanlıca’nın okumada ve yazmada doğurduğu güçlükler hem de, Türkçe’nin ses varlığına uygun olmayışıydı.

Ardından… Geri kalmışlığına çare olarak mektepler açmaya başlayan Osmanlı, “dil sorunuyla” bir kez daha yüzleşti: 6-7 yıl bu dili öğrenmeye harcayan çocuklar bir mektubu bile okuyamıyordu! İşin garip yanı, öğretmenlerin durumu da aynıydı!

Osmanlıca alfabe okumayı güçleştiriyordu.

Arap harfleri, Türkçe kelimeleri ifadede yetersiz kalıyordu.

Hareke (ünlü işaretleri) konulmayan kelime beş-on şekilde okunuyordu ve kuşkusuz bunların anlamları çok farklıydı! (Örneğin, kef, vav, re ile yazılan sözcük; kürk, kürek, gevrek, körük, görk, görün diye okunabiliyordu.)
Mevcut harflerle özel isimleri yazıda belirtmek çok güçtü.
Osmanlıca tamlamalara vs. hiç girmeyeyim…

Ahmet Cevdet Paşa “Kavaid-i Osmaniyye” adlı eserinde, Türkçe’de bulunup da Arap harfleriyle gösterilemeyen sesleri belirtmek için bir yol bulunmasının elzem olduğunu yazdı.

Konu, devletin ilim kurulu olan Encümen-i Daniş’in gündemine geldi ve bazı harfler üzerine işaretler konulmasına karar verildi ama bu da sorunu çözmedi.

Bir parantez açmalıyım; Osmanlıca ayrıca matbaa basımını da zorlaştırıyordu. Latin harfleriyle 30-40 cins karakterle basım yapılırken; Osmanlıca normal bir yazı için en az beş yüz cins ve keza Osmanlıca yazı türü ta’lik için ise bunun üç katı harf karakterine ihtiyaç vardı! Yani, kitap basımı çok güçtü.

Osmanlı Devleti, Osmanlıca sorununu çözmek istiyordu. Bu nedenle “yeni harflere geçmek” gerektiğini vurgulayan Münif Paşa’yı üç kez Maarif Nazırlığı’na getirdi.

Her seferinde II. Abdülhamit cahillerden korkup onu görevden aldı.

Çünkü…

Münif Paşa camilerde verilen vaazlarda bile gavurluk getirmekle itham edildi!

Oysa sorunun dinle hiç ilgisi yoktu; teknikti…

200 yıllık sorun

Yeni harflere geçmeyi resmi olarak ilk kez 1863’te Sadrazam Fuat Paşa’nın huzurunda dile getiren Azerbaycanlı yazar Mirza Feth Ali Ahundzade oldu. (Saray’da kimileri Latin Alfabesi biliyordu. Örneğin, 18. yüzyılda Sultan 3. Selim döneminde ünlü Fransız sanatçı Melling Kalfa ile Hatice Sultan arasındaki mektuplaşmalar, Latin harfleriyle Türkçenin günümüze kadar gelmiş ilk örneğidir.)

Evet… Osmanlı Devleti sorunu ve çözümünü biliyor ama korkuyordu: “İslam alfabesi nasıl terk edilebilir”di!

Ancak… Dil sorunu tartışmaları Osmanlı’da bitmedi. Örneğin…
Namık Kemal şöyle yazdı: “Bizim çocuklar beş-altı yaşında mahalli mektebine verilip, iki-üç senede bir hatim indirdikleri ve birkaç sene dahi tecvid ile hatimler tekrar okunduğu ve beş-altı yıllar sülüs ve nesih karaladıkları halde; ellerine bir gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir tezkere kaleme almak nerede?” (Hürriyet, 5 Temmuz 1869)
Gazeteler bile birbirine düştü; “Latin harflerine geçilsin” diyen Terakki ile Ceride-i Havadis arasındaki tartışma günlerce sürdü.

Osmanlı döneminde ilk, Arnavutlar Arap Alfabesi’ne son verdi. Keza…
1879’da İstanbul’da Abdül ve Þemsettin Sami Fraşeri kardeşler, Latin ve Yunan harflerinin karışımından oluşan İstanbul Alfabesi’ni oluşturdu. Bu alfabeyle bir gramer ve bir dizi okul kitabı yayınlandıysa da çok yaygınlık kazanamadı.

Daha sonra… Maarif Nezareti’ne bağlı İmla Komisyonu, kimi aydınlar tarafından kurulan Islah-ı Huruf Cemiyeti ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığındaki Islah-ı Huruf Encümeni, Osmanlıca’ya sesli harflerin eklenmesi, harflerin ayrı yazılması gibi düzenlemeler yaptı ise de başarılı sonuç alınamadı.

Osmanlı’nın 200 yıllık Osmanlıca’nın dil sorununu Cumhuriyet, 1928’de çözdü; okuması ve yazması kolay öğrenilen Latin Alfabesi’ne geçildi.
Bugün Erdoğan tarihi geriye çevirmek istiyor; hepsi bu.

Goethe, “cahiller, akıllı insanların bin yıl önce yanıtladığı soruları sorarlar” demişti!


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 13 Déc 2014 23:16    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Mezar taşı okumaya Osmanlıca yetmez
Soner Yalçın - Sozcu 12 Aralık 2014


“Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Efendi” ve “Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi 2” kitap çalışmalarım döneminde mezarlıklar gezdim. Mezar taşları ve konuyla ilgili kitaplar okudum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Atalarının mezar taşlarını okumaları” için öğrencilere zorla Osmanlıca öğretmek isteyince aklıma halk arasında söylenen bir söz geldi:

“Mezar taşıyla iftihar edilmez.”

Bu sözü çok kişi farklı yorumluyor; bana kalırsa, “mezardaki insanı rahat bırakın” demektir! Yani, mezarı siyasete alet etmeyin!

Fakat…

Mezar taşının tarihi anlamı büyüktür: Döneminin inançlarının, adetlerinin, sanat geleneklerinin, doğal, iktisadi ve sosyal şartlarının ortak ürünüdür. Yakın gelecekte, “mezaroloji” adı verilen bir bilim dalının doğmasına sebep olacak kadar; tarih, şehircilik, taş işçiliği, yazı ve süsleme sanatları, etnografya ile dinler gibi pek çok alanda önemli veriler sunar!
Mezar taşı arşiv belgesidir!

Ve fakat; bunu sadece Osmanlıca bilerek kavrayamazsınız.

Hadi “dili” öğrendiniz ve gramer meselesini vs. hallettiniz; dilin yapısını ve tarihi gelişim çizgisini bilmemiz gerekir. Yani…

Bir deryadır o taş üzerinde yazılanlar!

Büyük bir kültür saklıdır üzerinde:
“Kurgan” nedir; “Balbal” nedir; “Oboy” nedir, “stupa” nedir?
“Hatık” adı verilen mavi renkli bezler ne anlama gelir?

Keza:

Dikey mezar taşı “şahide”nin Göktürk dönemine ait olduğunu bilmek gerekir.

Þebeke, pehle, lahit nedir bilmek gerekir.

Türklerde mezara taş koyulmasının ve bir takım sözler yazma geleneğinin İslam’dan çok önce başladığını bilmek gerekir.

Türklerin Müslüman olduktan sonra -İslam’da olmamasına rağmen- mezar taşı geleneğini sürdürdüğünü; fakat resim-heykel yapmadığı mezar taşına artık Arapça -sevap kazanma düşüncesiyle sure- yazmaya başladığını bilmek gerekir.

Ancak bu da zamanla değişti. Þöyle…

Türk aşağılanıyor

16’ncı yüzyıldan itibaren Osmanlı mezar taşları yazımında büyük değişiklik oldu.

Mezar taşları sözleri artık çoğunlukla eski Türkçe (Osmanlıca) yazılmaya başlandı.

Örneğin... “Ruhuna Fatiha” ilk kez bu dönemde sıklıkla yazıldı.

Örneğin… Çoğunlukla aruz vezniyle yazılan manzum sözlere yer verilir oldu. En önemlisi…

İslam düşüncesinin resim ve heykele getirmiş olduğu kısıtlama, yazının bir sanat dalı olarak doğmasına ve genişlemesine yol açtı. Bu mezar taşlarına da yansıdı.

Mezar taşlarında Osmanlıca’nın; kufi, nesih, sülüs ve talik gibi yazı stilleri ve bunların değişik normları kullanıldı. (Selçuklular ve İlhanlılar -Göktürk Alfabesi’ne benzeyen- Kufi yazı stiliyle yazdı. Osmanlı ise Kufi’yi pek tercih etmedi. Vs.)

Mesele sadece yazı değildi; mezar taşı geleneği çok boyutlu.

Yani…

Çocuk mezar taşını okudu diyelim; mezar taşı üzerindeki kılıç-bıçak ya da at-koyun-kuşun anlamını bilir mi?

Çocukları geçelim, Arapça bilen Erdoğan, Hemşin’deki koç heykelli mezar taşının ne anlama geldiğini bilir mi? Ne gezer! Mezar taşı üzerinde makas görünce atasının terzi olduğunu sanır herhalde! Þaka bir yana…
Mezar taşı üzerindeki süslemelerin veya sembollerin sırrı vardır.
Mezar taşındaki ay- güneş ve diğer astrolojik simgelerin derin anlamları kavranmadan mezar taşı anlaşılamaz!

Osmanlıca öğrendiğini varsaydığımız çocuk, mezar taşı üzerindeki sarıkları- kavukları-takkeleri nasıl açıklayacak? Yeniçeri’nin dardağan serpuşlarını ya da ne bileyim Mevlevi külah çeşitlerini bilmeden mezar taşını anlayabilir mi? Hayır.

15’inci yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan yuvarlak, oval veya köşeli şekilleri bulunan sütun biçimindeki taşların kaynağı nedir, bilebilir mi? Kaç bezeme, kaç motifin manasını bilebilir?

Uzatmayayım:

Mezar taşı okumak için tek başına “dil” yeterli değildir! Kimseyi kandırmayınız…

Eklemeliyim: Hâlâ göçebeliğin bulunduğu Türkiye’de ezici çoğunluk büyük dedesinin mezarını bilmez. O halde…

“Atalarımızın mezar taşı” derken Erdoğan tarihi nereden başlatıyor; Tonyokuk (725), Kül Tigin (732), Bilge Kağan (735) vd. buna dahil mi? Çocuklarımız Yenisey- Orhun Yazıtları’nı okuyabilecek mi? Yoksa sadece Arapça-Osmanlıca mezar taşları olanlar mı bizim atamız sayılacak! Türk kendi ülkesinde hiçbir dönem bu kadar aşağılanmadı…

Bir gerçeği daha yazmalıyım…

Cumhuriyet’le yaygınlaştı

Türkiye’de üzerinde Arapça-Osmanlıca yazı bulunan mezar taşı sayısı çok azdır.

Hele yoksul Anadolu’da pek yoktur.

Yazılı mezar taşı sayısının çoğalması Cumhuriyet’le yaygınlaştı.

Ve keza:

Selçuklu-Osmanlı mezar taşına sahip çıkan da yine Cumhuriyet oldu…
Mezar taşı üzerine ilk çalışmaları Halkevleri başlattı ve bu makaleler Halkevi dergilerinde yayınlandı. İlk kitap çalışmasını S. Nüzhet Ergun 1932’de yaptı.

DP, 1954-60 yılları arasında mezar taşlarını (Diyarbakır vs) şehir kanalizasyon inşaatlarında kullanırken neredeydi bu dinciler?

Bakınız…

Erdoğan mezar taşı geleneğini yeni hatırladı! 1991 ve 1998’de iki kez mezar taşı sempozyumu düzenledi. AKP döneminde 12 yıldır bir tek sempozyum düzenletmedi!

Neymiş, “atalarımızın mezar taşları imiş!” Peki…

Erdoğan rahmetli annesini Karacaahmet Mezarlığı’na defnedebilmek için Osmanlı dönemine ait mezarları kaldırtmadı mı? “Taşınmaz Kültür Varlıkları” kapsamındaki bu mezar taşları kaybedilmedi mi? (Yetmemiş olacak ki, Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’ndaki rahmetli babasının mezarını da 23 yıl sonra Karacaahmet Mezarlığı’na taşıdı!)

Demem o ki; “mezar taşı okuma” hikaye!

Erdoğan ve AKP düşman yaratmadan seçim kazanamaz!

Osmanlıca polemiği bu amaçla çıkarıldı.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 13 Déc 2014 23:55    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Osmanlı
Ataol Behramoğlu? 13 Aralık 2014


Namık Kemal’in “Vatan Þarkısı” adlı şiirinin kim bilir ne zamandan anımsadığım iki dizesi son günlerde belleğimde sıklıkla yineleniyor:
Gavgaada şahadetle bütün kâm alırız biz Osmanlılarız can veririz can alırız biz Oynandığı dönemde büyük ses getiren ve yasaklanan, kimilerinin dalga geçmek için adını “Vatan yahut Sakarya” biçiminde de deyimleştirip geveledikleri ünlü “Vatan Yahut Silistre”de geçen bir şiirdir bu…

Beşer dizelik her kıtanın son iki dizesi olarak yinelenen yukarıdaki dizelerden başka, “Osmanlı” sözü bir yerde daha geçiyor:

“Osmanlı adı her duyana lerze-resândır
Ecdadımızın heybeti ma’rüf-i cihândır” vb...
İtiraf ederim ki bu iki dizeden ilkinde söyleneni anlamak için, benim de Osmanlıca-Türkçe bir sözlüğe bakmam gerekti…

Farsça bir sözcük olan “lerze”, “titreme” demekmiş… (Sonradan C. Þahabettin’in “Elhan-ı Þita”sından anımsadım…) Bende hiçbir çağrışımı bulunmayan ve yine bir Farsça sözcük olan “resan” ise “getiren” anlamında bir tamamlayıcı sözcükmüş...

“Müjderesan/müjde getiren” / “şerefresan/ şeref getiren” gibi… Böylece Namık Kemal’in dizeleri de anlaşılmış oluyor. Acele bir çeviriyle: “Osmanlı adı her duyana titreme getirir / Atalarımızın heybeti(gücü,büyüklüğü,yüceliği)dünyaca bilinir”... gibi…

***

Þimdi dürüstçe, açık yüreklilikle, yalansız dolansız soralım: Çocuklarımızın bu şiiri ve (Farsça ve Arapçayla çok daha ağırlaşmış) başkalarını okuyup anlamaları için (ciddi bir Farsça ve Arapça bilgisi gerektiren) Osmanlıcayı ve Arap alfabesini öğrenmeleri mi gerekiyor?

Yoksa lise edebiyat derslerinde, en iyi örneklerinden yola çıkarak ve sözlük yardımıyla, en önemli birkaç şairi ve şiirini inceleyip öğrenmek yeterli değil mi?

Ya da bu çocuklar, edindikleri bilgilerle, söz gelimi Ali Kuşçu’nun XVI. yüzyılda yazdığı Arapça bir geometri kitabı olan “Tazif’ul-Mezbah”ı; yine söz gelimi Tokatlı Lütfi’nin “Mevzuatul’-ulum ve l’-metalibu’l-İlahiye” (Bilimlerin Konuları ve Allahın İstedikleri) adlı kitabını mı okuyup inceleyecekler? (Bunlar ve başkaları için bkz. Prof. Þ. Turan, Türk Kültür Tarihi)

Can sıkıcı konuyu başkaca sorularla daha da ağırlaştırmadan sonuca gelelim: Neredeyse anaokullarından başlayarak çocuklarımıza Osmanlıca ve Arap dili alfabesi dayatılması, onların kişiliklerinin gelişmesine, geleceklerine hiçbir olumlu katkıda bulunmayacağı gibi, kafalarını karıştıracak, zihinlerini bulandıracak, öğrenme heveslerini bütünüyle yok edecek, zaten çok büyük değer yitimi yaşamakta olan eğitim sistemini daha da içinden çıkılmaz duruma getirecektir.

Bunlar uzmanlık, uzmanlaşma konularıdır ve kuşkusuz her alanın olduğu gibi bu alanların da uzmanları vardır ve olacaktır.

İsteyen herkes istediği dili ve alfabeyi, uzmanlık alanları bu olan eğitim kurumlarında ya da resmi eğitim kurumları dışındaki olanaklarla öğrenir ve zaten öğrenmektedir de…

Çocuklarımızdan elimizi çekelim… Onları “mezar taşı” okumaya değil, bilime, felsefeye, sanata, yaşam bilgisi ve yaşama sevinci öğrenmeye yöneltelim…

Osmanlıcadan önce Türkçeyi doğru okuyup yazmalarını, güzel konuşabilmelerini, dilde ve her alanda çağdaşlık bilincine ulaşmalarını sağlayalım.

İçimizdeki, beynimizdeki karanlıkla, geleceğimizin ışıklarını karartma çabasından vazgeçelim…

***

Osmanlı aydınlanmacısı Namık Kemal ve kuşakdaşları kendilerine “Osmanlı” deseler de dış dünya onları “Genç Türkler” diye tanıdı…
Osmanlıyı kurtaramadılar fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine çelikten ve çimentodan bir harç oluşturdular.

Günümüz Osmanlıcılarının, gülünç ve zavallı “yeni saraylı”larının onların adlarını anmamaları, andıklarında da “jakoben” diye karalamaya çalışmaları bundandır…

Çünkü dertleri Osmanlıyla değil, Türkiye Cumhuriyeti’yledir.
Osmanlıyı geri getiremeyeceklerini, bunun olamayacağını herhalde bilmektedirler.

Amaçları, hedefleri, Osmanlının diriltilmesi değil, bu yöndeki çabalar, yalanlar, tehditler, akıl karıştırmalar ve zihin bulandırmalarla, aslında Namık Kemal’ler gibi ilerici, yurtsever Osmanlı aydınlarının da harcında emeği, alın teri bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yok etmektir...

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13627
Localisation: Paris

MessagePosté le: 30 Déc 2014 1:01    Sujet du message: Répondre en citant

Bre Murat Osmanlica forum isterik !!!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13627
Localisation: Paris

MessagePosté le: 30 Déc 2014 1:01    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Hakarete uğradığına inanmanın psikolojisi

29.12.2014 Pazartesi

(...)


Müteferrika kaç kitap bastı?

ARAP alfabesinden Latin alfabesine geçiş ile birlikte "muazzzam bir kültür birikimini kullanamamaktan" söz edenlerin, uydurmacı olduğunu yazmıştım. (Bununla ilgili son yazım 26 Aralık 2014 tarihli Hürriyet'te yayımlandı.)

Geçen gün evde bir kitap ararken, elime 13 Nisan 2008'de yapılan bir müzayedenin kataloğu geçti.

Çok ilginç bir katalog bu, Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından basılmış, meraklıları Milli Kütüphane'de bulabilirler.

Hayat ve Ses dergilerinin kurucusu rahmetli Þevket Rado'nun "Hat ve Kitap Koleksiyonu" satılmış.

Koleksiyonun çok değerli bir bölümü ise Türkiye'ye matbaayı getiren İbrahim Müteferrika'nın matbaasında bastığı "bütün eserler"!

Koleksiyon şu anda kimdedir, bilemiyorum tabii ama katalogdan ilginç şeyler öğrendim.

Önce sizinle bir bilgi yarışması yapalım: İbrahim Müteferrika kaç kitap basmıştır? Bastığı kitapların tirajı nedir?

Yanıtlarınızı bir kâğıda yazın ve yazının devamını ondan sonra okuyun lütfen.

Müteferrika, ilk önce Marmara Denizi, Karadeniz, İran ve Mısır'ı gösteren dört harita basmış.

Yayınladığı ilk kitap Vankulu Lügati olarak bilinen Arapça–Türkçe sözlük. Bu kitap bin adet basılmış.

Matbaasında basılan toplam kitap sayısı 17! Matbaanın el değiştirmesinden sonra basılanlarla birlikte sayı 23'e çıkıyor.

Bunların bazıları 300 adet, bazıları 500 adet, bazıları da bin adet basılmış.
Polonyalı Cizvit rahibi Krusinski'nin İran ve Afgan tarihine ilişkin kitabı ise en yüksek tiraja ulaşmış: 1200 adet!

Son bir not: Müteferrika'nın bastığı kitaplar daha çok sözlüklerden, anılardan ve ilk Türkçe Atlas'tan oluşuyor.

Felsefe kitabı hiç basmamış!



http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/mehmet-y-yilmaz_148/hakarete-ugradigina-inanmanin-psikolojisi_27858286
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Jan 2015 23:40    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

“Müjde! Artık Dedelerimizin Mezar Taşlarını Okuyabileceğiz!”


(-Gül, Gel, Kel, Kül)…

Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamadığımız için, çocuklarımıza Osmanlıca öğretecekmişiz!

İyi iyi!

Demek bu alanda yaşanacak yoğun başarısızlıktan sonra, Latin Harfleri ‘ne geçişimizin ne denli önemli olduğunu bütün ülke olarak yaşayarak anlayacağız…

Böylece Atatürk’e saldırırken kullandıkları; “Bir gecede alfabeyi değiştirdi. Böylece bütün tarihimizle bir anda bağlantımız kesildi!” propagandası da suya düşmüş olacak…

Gerçekten bu karar çok iyi oldu; çünkü Atatürk’ün yazı devrimiyle birlikte ne büyük bir iş yaptığını daha iyi anlayacağız…

Ve fellik fellik Osmanlıca’dan kaçarak, nur alem nur olan yeni yazımıza daha sevgiyle bakacağız…

Takke düşecek, kel görünecek yani…

Alfabe devrimini içlerine sindiremeyenler, insan aklına zarar gerekçeler üretiyorlar.

İşin teknik boyutuna, Arapça harflerden ve ona eklenen bir kaç Farsça sesten oluşan Osmanlıca denilen karma alfabenin Türkçe’yi yazı olarak anlatmaya yetmediğine bir türlü değinmiyorlar…

Konuyu daha iyi anlatmak için, kafaları biraz karıştıralım:

Buyurun okuyun:“mkml”Ne bu?

Anlaşılmadı değil mi?


Bir de tersine çevirelim harfleri:

“Lmkm”Þimdi anlaşıldı mı?

Yok, hayır!

Þimdi de Arapça harfleri bilenler için sırasıyla yazalım.

Lam, mim, kef ve mim..

İşte en son yazdığımın Arapça harflerle açılımı…

Yani eski yazıda yazı sağdan sola yazılır ve m, k, m ve m harfleri, onu mükemmel olarak yazıp okumanız için yeterlidir…

Lam, “la” okutur; mim “m” okutur, kef “g,k,n” okutur; mim, malum yukarıda dedik..

Buyurun okuyun; Harf devrimi yaptığı için Atatürk’e hakkını helal etmeyenler? Sizin hem onda bir hakkınız olduğu tartışılabilir de; onun sizin üzerinizde hakkı olduğu kesin!

Ne bu şimdi?

Tekrar yineliyorum, buyurun okuyun?

Okuyamadınız…

Söyleyelim: “Mükemmel” sözcüğü, eski Osmanlıca’da hiç bir ünlü konulmadan araya m,k,m ve l harfleri yan yana konulup birleştirilir; ve buyurun size mükemmel bir “mükemmel”

İkinci örnek:

Benim adım Kemal…

Kef, kefin yanına m, sonra elif, ardından lam harfini koyun…

Kural:

Kemal, Arapça bir sözcük olduğu için, araya hiç bir ünlü konulamaz.
Daha doğrusu, Osmanlıca denilen Alfabe’de, bizim bildiğimiz ünlüler kullanılamaz.

Buyrun bir şey çıkarabildiniz mi?

Son örnek:

Kef ve Lam yan yana konulsun

Hem günümüzdeki gibi değil, tersine tabiî ki.. Bunu unutmayalım.
Yineliyorum; kef ve Lam… yan yana ama şimdiki yazı gibi soldan sağa değil, sağdan sola:

Lam ve Kef

Kısacası

LK

Bu nasıl okunur biliyor musunuz?

Dort türlü:
“Gül” okuyabilirsiniz; bu biirrr…
“Gel” okuyabilirsiniz, bu ikiii…
“Kel” okuyabilirsiniz, bu üççç…
“Kül” okuyabilirsiniz bu döörtt

Neymiş?

Demek ki Osmanlıca yazıyı okurken, sözcükleri büyük ölçüde tahmin ederek gitmek zorundaymışsınız…

Kef ve Lam harfi, bunlardan hangisini anlatmak için kullanmıştır, bunu anlamanız olanaksızdır.


Bunlardan birisi, ancak hangisi?

Bir yazıyı tahmin ederek okumak, ne denli günün gereksinimlerine yanıt verebilir?

Çoğu Arapça harflerden oluşan Osmanlıca Alfabe ile, Türkçe ünlü ses ağırlıklı bir dil olduğu için, okumak kolay değildir.

Dikkat edin:

“Çoğu Arapça harflerden oluşan” dedim..

Niçin?

Çünkü, Osmanlıca bütünüyle Arapça harflerden oluşmuyor. Çünkü Arapça harfler, Türkçe yazmaya yetmiyor. Örneğin, “cim” var da Arapça’da, “çim” var mı?

Kısacası, Osmanlı bakmış ki Arapça harfler yetmiyor kendine, yeni harfler türetmiş…

Bu yazıyla okumak çok zor, okuyanlar da yanlış yapmadan okuyamadıkları için, Anadolu’da ta II. Mahmut zamanından beri ibtidai, yani ilkokul zorunlu olduğu halde, okuma yazma oranları, %5’in üzerine çıkamamış.

Kızlarda ise bu oran, %2’lerin bile altında…

Pekala, gelelim latin harfleriyle oluşan Türk “a,b,c” sine!

Beyim!

Okuyup yazmanızda bir sorun var mı?

Yazdığınızı okuyamamak gibi bir sorun çıkıyor mu?

İmla yanlışlarınız varsa, o sizin bu konuda kendinizi yeterince yetiştirememenizden.

Var mı, latin alfabesi ile okuma yazma sıkıntısı olan var mı?

Yookkk

Pekala, bu harflerin hepsi latin alfabesinden mi alınmış?

Hayır!

ö,ü,ç gibi harfler; oluşturulan bir komisyon tarafından alfabeye eklenmiş, denemeleri yapılmış…

Bir öneri:

Þunu yapın:

Arapça harfleri biliyorsanız, bir Osmanlıca hatırat alın elinize, okuyun bakalım; başarabilecek misiniz?

Bunu söylüyorsunuz ya; neden Arap harfleri kaldırıldı, neden latin harflerine geçildi?

Lütfen beyler, lütfen!

İşi bilenler açısından söylüyorum; “gülünç duruma düşüyorsunuz!”

Ha yazı devrimini eleştirenlere de son sözüm şu olsun:

Kendi konuştuğunuz Türkçe’nin içinde, Cumhuriyet döneminde türetilmiş sözcüklerin ne oranda olduğunu bir araştırın! Sonra da çok heveslisiniz ya; 1930’dan önce yazılmış kitaplardaki Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı nedir; onunla bir karşılaştırın; ardından da o eski metinleri, anlayıp anlayamadığınızı bir tartın!

Þunu göreceksiniz:

Ne kadar karşı olsanız da dil ve yazı devrimi, sizi de içinizden sarmış; isteseniz de vazgeçemezsiniz…

Prof. Dr. Kemal Arı


http://www.mevzuvatan.com/haber/mujde-artik-dedelerimizin-mezar-taslarini-okuyabilecegiz_h393.html
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Jan 2015 23:45    Sujet du message: Répondre en citant

Baskin Oran "akil" adamdi ama simdi bir baska!!! Neyse o da Osmanlica'ya bindirmis!

Citation:


Osmanlıca yerine Türkçe öğretsek?

BASKIN ORAN - 9/1/2015


“İsteseler de istemeseler de…” türünden bir “yerseniz” üzerine patlak veren bu ucube tartışma fazla uzadı. Üç şeyi açıklığa kavuşturalım da artık bitsin: 1) Erdoğan’ın asıl derdini; 2) Lise öğrencisine Osmanlıca öğretmenin mümkün olmadığını; 3) Bu ucube yerine ne yapılması gerektiğini.
ERDOÐAN’IN DERDİ

Osmanlıca öğretmek falan değil, din adına oy toplamaya devam etmek. Bizzat kendisi söylüyor:

“(…) İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek. Bu dinin bir sahibi var. Sahibi bu dini dünya var oldukça muhafaza edecektir. Bize düşen emanetin hakkını vermektir. Emanetin hakkını verebilirsek mezhepler arası çatışma sona erecektir.” (link)
Üstelik bir de, “Mezhepler arası çatışmayı sona erdirmek” diyerek, “din” dediği Sünniliği, Aleviliği silmek için kullanacağını açıklıyor. Hayret bişey.
LİSELİYE OSMANLICA ÖÐRETEMEZSİNİZ

Olayın saçmalığını görmek için Osmanlıcanın tanımından başlayalım:

“Türkiye Türkçesinin Osmanlı döneminde yüksek sınıf ve aydınlarca yazı dili olarak kullanılan biçimine verilen ad.” (AnaBritannica, Hürriyet baskısı, cilt 24, s. 329).

Yani Erdoğan, her ağzını açışta saydırdığı “yüksek sınıf” ve “aydın”ların geçmişte kullandığı “yazı dili”ni, bugün şampiyonluğunu yapmak sayesinde yükseldiği alt sınıflara konuşturacak. Bu ikisi nasıl bağdaşıyor?
Bağdaşmadığı için de, Osmanlıca liseli çocuğa falan öğretilemez. Sadece ve sadece, uzman olup arşivlere girecek bir avuç insana öğretilebilir. Bu da ihtiyaca tamamen yeterlidir. 15 yıldır Osmanlıca ders veren sahaf Ethem Coşkun’u dinleyelim:

“(…) Hakkıyla Osmanlıca bilmek için biraz Farsça, biraz Arapça bilmek şarttır. (…) Osmanlıcada 18 yazı türü var. Hangisini öğreneceksiniz? Divane mi, rik'a mı, talik mi, sülüs mü, kûfi mi? Bunlardan birini bilmiyorsanız mezar taşını okuyamazsınız.”

OKUMA BAÞKA, YAZMA BAMBAÞKA

“Herkes okur ama yazamaz. (…) Örneğin Arapça ve Farsça kelimeler kendi kaidelerine göre yazılır. Bilmezseniz yazamazsınız. Osmanlıca yazmak için de ayrı bir eğitim gerekir. Okuyan kişi Arapça ve Farsça bilmiyorsa sıklıkla yanlış okuma yapılır. Yazmak için de ayrı bir eğitim gerekir. Osmanlıca bilenler Kuran-ı Kerim'i de anlayamazlar. Bunun için Klasik Arapça bilmek gerekmektedir.”

Devam ediyor, uzun anlatıyor, özetliyorum: Osmanlı alfabesi 31 harften oluşur. Ama kelimenin başında, ortasında ve sonunda farklı yazıldıkları için 93 harf ezberlemek gerekir. Ezberlesen de, yan yana koyarak sadece basılı eserleri okuyabilirsin; o da başlangıç seviyesinde.

Aslında bütün bu uyarıları nakletmek bile gereksiz; malum Nasreddin Hoca fıkrası yeter: Hoca’ya birisi demiş ki, bana bir mektup yazsana. Nereye yollayacaksın deyince, Bağdat’a, demiş. Hoca, oraya kadar gidemem demiş. Adam, sen gitmeyeceksin ki, mektup gidecek deyince Hoca, iyi amma demiş, benim yazdığım mektubu okumak için bizzat gitmem gerek.
Çocukluğumuzda bu fıkrayı, Hoca’nın yazısı eğri-büğrü diye anlatmışlardı. Oysa olay başkaymış: Osmanlıcada yazılı kelimeyi önceden bileceksin ki okuyabilesin. Çünkü yazarken sadece sessizler vardır. Okumak istiyorsan; bunların önüne, arasına, sonuna sesliler koyarsın, hangi sesliyi koyacağını bilmek için de yazarın hangi anlamı kastettiğini ve ayrıca o Arapça ve Farsça kelimenin Türkçe anlamını bilmek zorundasın.

EÞEK YAZIP MERKEP OKUMAK MÜMKÜN

O kadar da değil tabii ama, fazla abartma da sayılmaz. Þapka (^) işaretini uzatma olarak kullanarak birkaç örnek vereyim. (Bunları okurken unutmayalım: Uzmanlardan değil, lise öğrencilerinden bahsediyoruz. Onların neyi okuyup nasıl anlayacaklarını düşünerek okuyunuz):
HKM yazdınız. Okuyacak çocuk bunu 1) hüküm; 2) hakem; 3) hikem (hikmet’in çoğulu) biçiminde okuyabilir. Hatta, genç olduğundan, 4) hâkim ve 5) hakîm (filozof) diye de belki. MDN yazdınız. Bu, 1) medenî; 2) mâdenî diye okunabilir. Hatta, (altın, elmas) madeni diye de. KFR yazdınız. Bu aslında sadece “küfür” diye okunur ama, uzman olmayanlar 1) Kafir; 2) Kefere; 3) Kâfuru biçimlerinde de okuyabilirler.

Birkaç olasılıktan bahsedeyim: 1) Erdoğan bunları bilmeden liselere zorunlu Osmanlıca istiyorsa, vah vah; 2) Bilerek istiyorsa daha vahim, hepimizi ebleh yerine koyuyor; 3) Eğer bütün bu saçmalıklardan eskiye dönüş umuluyorsa, çoktan geçmişler ola. Zaten “yersen” diyenler de biliyor geriye herhangi bir dönüş olamayacağını ama, kitleleri intikamcılığa teşvik ederek oy toplamaktan vazgeçmek zor...

Neden dönülemez, birkaç istatistik: 1923’te okur-yazar oranı yüzde 2,5 idi (Gayrimüslimler dahil!) 1927’de yüzde 10,5’a yükselmişti, 1935’te de
yüzde 20,4’e (link). Bugün bu oran yüzde 93 (link).
1729-1928 arasında (yani 2 asırda) 30.000 eser basılmıştı, 1928-2000 arasında (yani 72 yılda) 300.000 tane basıldı (link). Diğer yandan, 1928 öncesi yazılıp da yeni harflerle basılmayan ne kaldı acaba? Ömer Seyfettin? Recaizade Ekrem? Namık Kemal?

TÜRKÇE VAHİM DURUMDA

Çok meşgulsünüz, biliyorum. MEB’e bağlı bütün okullara “Ölüm nimettir, hayat yükünden kurtulmaktır” (link) diye kitapçık dağıtmakla, her okula ve fuara mescit açmakla (link), ilkokul 1’lere bile zorunlu din dersi kararı aldırtmakla (link), 2003’te 450 olan imam-hatip lise sayısını bugün 952’ye, 71.100 olan öğrenci sayısını da 474.096’ya çıkarmakla (link), “Türkçe felsefe yapılmaz” (link) diye dili aşağılamakla meşgulsünüz.

Bu arada vakit bulursanız, bir de Türkçe ne durumda diye baksanız?

Türkçe felaket durumda. Çığırından çıktı:

Bilgi seviyelerinden geçtim, nema, meta deyip duruyor insanlar, a’yı uzatmadan. Unvan yerine ünvan diyorlar. Paniklemek veya panik yaşamak yerine panik olmak, şok geçirmek yerine şok olmak diyorlar. Koordineli diyorlar yahu, koordine veya eşgüdümlü yerine! Aklıselim sahibi’ni aklıselim diye sünnet ediveriyorlar da, bin yıllık muhatap’a harf yapıştırıp muhattap yapıyorlar. Onun da sonuna sümük gibi bir t yapıştı, bin yıllık restoran’a restorant, hatta bastıra bastıra res-tau-rant deniyor.
İslamcılık yapacağınıza biraz da Türkçe öğrettirseniz? İsim tamlaması ile sıfat tamlaması farkını duyursanız? Utanmadan Sultanahmet Camiisi deniyor. Öğretmenleriniz anlatsalar ya, sıfat tamlamasında malikiyet eki kullanılmaaaz: Mavi Cami. İsim tamlamasında kullanılııır: Sultanahmet Camii (veya, camisi).

Hepsini bırakın, “epey” yani “bir miktar” anlamına gelen o rezil oldukça
kelimesi “çok” yerine kullanılır oldu, mevzu kapandı. Allah kahretsin!
-de, -da eklerinden hiç bahsetmiyorum çünkü gözümü kan bürüyor: “İçinde” anlamı taşıdığı zaman bu ekler bitişik yazılır: Masada sürahi var. Özel isim söz konusuysa kesme işaretiyle ayrılır, o kadar: Hasan’da iş kalmadı. “İçinde” anlamı yoksa, ayrı yazılır: Masa da kırıldı, sürahi de. Öğretsenize bunları?

–ki eki zamir ise bitişik yazılır: Benimki bugün gelmeyecek. Bağlaç ise, ayrı yazılır: Anladım ki gelmeyeceksin.

Türkçe öğrettirmek sizin programınızda yok mu? İsteyenlere Kürtçe öğrettirmek hiç olmaz o zaman.

NEYİ ÖÐRETMEK LAZIM?

İllaki (buradaki “ki” istisnai olarak bitişik yazılır çünkü “illa” tek başına anlam taşımaz; mademki, oysaki, halbuki, sanki de öyledir), evet, illaki Osmanlıca diyorsanız, oturun da, Türkçede kullanılan Arapça bileşik kelimeleri kökünü bulmak suretiyle anlayabilmemizi sağlayın.

Daha geniş biçimi “vezin meselesi” adıyla bilinen bu konunun önemli bölümünü yaşlı babam laf arasında biraz öğretmişti bana: Sülasi. “Üçlü” demektir. Aklınızı başınıza toplayın da bunu tam öğrettirin. Örnekler vereyim:

Temdin etmek. Medenileştirmek demektir; to civilize, civiliser. Sülasi’yi yani sondaki üç sessiz harfi (MDN) aldık, münasip sesliler ekledik, kökü çıktı. Temdin’i bilmeyebiliriz ama medeni’yi biliriz.

Tevkif, VKF, vakıf’tan gelir. Devletin/padişahın şerrinden korumak için, insanlar mallarını tevkif etmişlerdir, tutuklamışlardır, kamuya yararlı hale getirmek suretiyle ellerinde tutmuşlardır. Dinsel bir müessese olduğu için de padişah dokunamamıştır.

Bunları ben Mülkiye’de hocayken ders arasında anlatırdım; talep eden olursa ders notu halinde yollarım.

Tavattun. VTN’yi alın, vatan edinmek, yerleşmek. Mahsub: HSB; hesaba geçirilmiş. Mazbut: ZBT, zaptedilmiş, yazıya dökülmüşüne zabıt/tutanak diyoruz. Meşrut’en tahliye: ÞRT, şartlı tahliye. Meşrutî rejim: ÞRT; şartlı (anayasalı) yönetim. Müselles: SLS, sülasi, üçgen diyoruz artık. Takabbuz etmek: KBZ; kabızlık çekmek. Tebyiz etmek: BYZ; beyaz, temize çekmek. Teslih etmek: SLH; silahlandırmak. Müsellah: SLH; silahlı. (Buradan anlayabiliriz ki; t’yle başlayan kelimeler fiildir, m’yle başlayanlar isim veya sıfattır). Müstekreh: KRH; kerahet’ten, kerh’ten geliyor; hani, kerhen yapmak. Tiksinti verici, demek.

BİRKAÇ PRATİK KURAL

İsterseniz, yukarıdakileri daha iyi anlayabilmek için, yaşlı babamın öğrettiğinin üzerine benim yıllar içinde çıkarsadığım basit-genel kurallara geçerek devam edelim. Yalnız, tekrar söylüyorum, bunlar Türkçedeki Arapça bileşik kelimeleri anlamaya yardım için yazdığım amatörce şeylerdir; bir sürü eksiği, çapağı vardır. Ama fikir verici ve ufuk açıcıdır, orası kesin.

1) Yukarıda söyledik; son 3 sessiz harf (sülasi) alınır, bu genellikle anlamadığımız bileşik kelimenin köküdür ve genellikle bildiğimiz bir kelimedir.

2) Son üç sessizde yan yana iki aynı harf varsa, tek harf muamelesi görür: Tekeffül etmek: KFL; kefil olmak.

3) Sülasi alırken sondan üçüncü harf t ise, dördüncüye atlayın: İhtirab: HRB; harp, savaşmak. Onun için, çıkan sülasiye bazen t eklemek gerekir: İştihar: ÞHR; şöhret, ünlenmek. Bu arada: y sesli harftir; zaten Fransızcada adı igrek=Yunan i’sidir.

Bu sülasi işi fevkalade yararlıdır; Türkçe öğretir. Ben bir “alaylı”dan ibaretim. Kulaktan bu kadarını öğrenebildim. Siz Eyyy İslamcılaştırıcılaaaar, mecburi (CBR, cebir’den) Osmanlıca dersi hayali kuracağınıza oturun da biraz sülasi öğrettirin Türkçe derslerinde. Tabii, öğretmen bulabilirseniz.

Üstelik, çapraz bulmaca gibi eğlencelidir; öğrenci eğlenceli şeyi kolay öğrenir ve hiç unutmaz. Çocukların öğrenmekte olduklarını da nereden anlarsınız, bu kuralları kullanarak espri üretmeye başlamalarından. Alın mesela: teşaşür ve müsakeşe. Ama özellikle ikincinin sülasisini almasam daha iyi!




http://www.radikal.com.tr/yazarlar/baskin_oran/osmanlica_yerine_turkce_ogretsek-1268190

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10188/osmanlica-yerine-turkce-ogretsek
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 09 Jan 2015 23:55    Sujet du message: Répondre en citant

Bir ögrencim sayesinde Osmanlicayi savunmak isteyen bir yazi buldum. Evlere senlik ornek olsun diye buraya koyuyorum.

Citation:


Osmanlıcaya kimler neden karşı çıkıyor?

Süleyman ÖZIÞIK 10 Aralık 2014 internethaber.com

Osmanlıcanın zorunlu ders olmasına gelen tepkilere anlam vermek mümkün değil. Her bir kesim ayrı bir hezeyan içinde...

Hani konuya vakıf olmasanız, iktidarın Türkçe'yi kökten yasaklayıp yerine Osmanlıcayı getirmeye çalıştığını sanırsınız.

Osmanlıca sadece seçmeli ders olacak oysa ki...

İnanın pek çoğu konunun ne olduğunu dahi bilmiyor. Söyledikleri tek şey var: "Ben Osmanlıca dilini istemiyorum"

"Osmanlıca dediğin ayrı bir dil değil, bozulmamış haliyle has Türkçedir. Alfabesi Osmanlıcadır. Biz Cumhuriyet kurulduğunda dilimizi değiştirmedik, alfabemizi değiştirdik" diye saatlerce anlatıyorsun, verdiği tek cevap şu:

"Ben Arapça konuşmak ve yazmak istemiyorum"

İşin komik olan tarafı ne biliyor musunuz? "Osmanlıcayı istemiyorum" diyenler, içinden Osmanlıcanın çıkarıldığı Nutuk'u görse nutku tutulur! İstiklal Marşı'nı içindeki Osmanlıca cümleleri çıkararak önüne koysan, "Abi ben Çince bilmiyorum" der, kalır!

İşte bizim eğitim sistemimizin temeli bu!

Türkiye hariç, dünyanın hiç bir yerinde çocuklar geçmişine küfretmek için yetiştirilmiyor. 90 yıldır bu ülkenin çocukları, "Osmanlı İmparatorluğu şöyle berbattı, böyle kötüydü. Onlar bizim ecdadımız değil" denilerek yetiştirildi.

Ondan dolayıdır ki bugün Türkiye'nin tanıdığı yazarlar ve sanatçılar bile Osmanlı dendiğinde Fatih Sultan Mehmed'i gören Büyük İskender'in torunları gibi irkiliyor. Duvarlara "Zulüm 1453 yılında başladı" demelerinin temelinde bu eğitim sistemi var.

Bir ülkenin dilini değiştirmek, o ülkeye yapılacak en büyük zulümdü ve o zulüm bundan 90 yıl önce yapıldı.

Çin'de tarihin en büyük devrimine imza atan ve eski Çin adına ne varsa tarihe gömen Mao, bir tek Çin yazısının değişmesine müsade etmedi.

Çin'in geldiği yer belli...

Bir Japon çocuğu küçük yaşta hem standart formların toplamı olan Bopomofo, hem de latin harflerini kullanabiliyor. Çünkü Meiji herşeyi yaptı ama, Japon yazısını değiştirmedi.

Onların geldikleri nokta da belli...

Dünyada modernleşme rüzgarına kapılan hiçbir millet kendi geçmişini ve özellikle dilini terketmedi. Türkiye bu anlamda dil soykırımına uğrayan tek ülkedir.

Þuna adım gibi eminim ki AK Parti iktidarı "Kısa sürede Türkçe'den vazgeçiyor, Osmanlıcaya geçiyoruz" dese, bugün kendisine oy veren bütün kitleler karşısına dikilip, "Yapamazsın, izin vermiyorum" der. Bu ve buna benzer konuları siyasete meze edecek hiçbir iktidar milletten geçer oy alamaz.

Bunu yapan AK Parti olsa dahi...

Zaten amaç latin harflerini rövanşist bir tutum sonucu kaldırmak değil, bu ülkenin gelecek nesillerini her iki alfabeyi de rahatlıkla kullanabilecek yeteneğe kavuşturmak. Kimse Türkiye'ye geçmişte yaşatılan dil soykırımını yeniden yaşatmak gibi bir heves içinde değil.

Benimsediğimiz rejimin adı demokrasiyse, o demokrasi içinde hiçbir devlet vatandaşına birşeyi zorla dayatamaz. Ama Ahmet'in Bertan'a, "Ben istemiyorum, sen de bunu öğrenemezsin" deme hakkı da olamaz.

Kürt halkının kendi dilini okullarda seçmeli ders olarak seçebilme hakkı olmasını yıllardır savunan biri olarak, Osmanlıca ile gelecek bu yeni dil zenginliğini de sonuna kadar savunuyorum.

"Kanki önce maridana buluşuyoruz, sonra gece bup clupda coşuyoruz. Çok cool bir gece olacak. yes Okey? Iz ı haaa?" diyerek yıllardır Türkçe'nin ırzına geçenlerin "Türkçe'mi seviyorum" adıyla başlattıkları kampanyalara da aldırış etmiyorum.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 19 Juin 2016 2:12    Sujet du message: Répondre en citant

Bir Osmanlıca harikası:

Sarıklı hoca, medresede ders anlatırken, genç mollalardan biri parmak kaldırmış:

"Susadım hocam!"

Hoca sinirlenmiş: "Öyle denmez... Derûnum âteş-i nâr ile püryân
idigünden, bir kadeh lebrîz âb-ı hoşgüvâr, nûş eyleyerek, teskîn-i
âteş ve bu sûret ile iktisâb- ı ferâh-ı bî-şumâr eylemeliyim...
demeliydin...

Cahiller gibi susadım, demek olur mu?"



Aradan zaman geçmiş, bir gün sınıftaki mangaldan sıçrayan bir
kıvılcım, gelip hoca efendinin sarığının kıvrımına girmiş...

Genç molla hemen parmağını kaldırmış: "Ey hâce-i bî-misâl, v'ey
üstâd-ı zî-kemâl, bu şâkird-i pür-ihmâl, şol vechile arz-ı hâl eyler
ki; bu hikmet-i müte’âl, nâr-ı mangaldan bir şerâre-i cevvâl pertâb
ile ser-i âliyyü’l âlinizdeki sarığı iş'âl eylemiştir."

Hoca, elini sarığına atar atmaz, sarık tutuşur, hemen pencereden
fırlatır: "Bre mel'un, sarığın tutuştu desene!"

Genç molla da: "Aman hocam, cahiller gibi, yandı, tutuştu denir mi?" demiş.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Page 1 sur 1

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.