272 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 272
Membre(s) : 0
Total :272

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 19h01:30
murat_erpuyan : 19h03:54
SelimIII : 1 jour, 08h28:26
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - İslamofobi! Neden?
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

İslamofobi! Neden?
Aller à la page 1, 2  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 10 Jan 2015 20:16    Sujet du message: İslamofobi! Neden? Répondre en citant

Paris'te Charlie Hebdo'ya yapilan saldiridan sonra "Islamofobi" kavrami biraz daha on plana çikti.

Sorumlu, kendini bilen herkes yapilan kallesce saldirinin yanlis yorumlanmamasi vurguladi.

Bundan yola çikarak neden islamofobi sorusunu tartismaya açmak istedim.


Dernière édition par murat_erpuyan le 10 Jan 2015 20:24; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 10 Jan 2015 20:19    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Komployu bırak kapının önüne bak

Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet 10.01.2015

DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Paris'teki katliamı açık ve net ifadelerle kınadıktan sonra, bu terör eyleminin İslam hakkında bir olumsuz yargı yaratmaya yönelik olduğunu söyledi.

"İslami simgelerin açık ve aleni bir şekilde bu eylemi gerçekleştirenler tarafından kullanılması, bir algı manipülasyonudur. Algı mühendisleri, katillere dinimizin simgelerini telaffuz ettirerek akılla alay ediyorlar" dedi.
Başkan'a göre "eylemi gerçekleştirenlerin amacı Müslümanların en temel kavramlarını zapt etme, çarpıtma ve dönüştürme".

Başkan Görmez'in bu tespiti, "İslam'a karşı kurulan bir komplo"dan kuşkulandığını ortaya koyuyor.

Belki "kuşku" demek bile eksik kalabilir, neredeyse böyle bir komplodan emin gibi.

Yani birileri var, hadi buna moda deyişle "üst akıl" diyelim, bunlar bazı tipleri İslamcı militan kılığında eylem yapmaya ikna ediyorlar ve onlar da gidip İslamofobi yaratmaya zemin oluştursun diye insanları katlediyorlar!
"Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez" diye bir söz var ama Başkan'ın bu yaklaşımı, tipik bir komplo teorisidir.

Başına gelen kötülüklerden başkasını sorumlu tutmak şeklinde ortaya çıkan bir komplo teorisi bu.

Oysa bakın eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Taha Akyol'a ne söylüyor:
"Olayı ötekinin oyunu ve provokasyonu olarak görmeye başlarsak, kendi mahallemizde olup biteni sağlıklı biçimde anlayamayız ve analiz edemeyiz. Halbuki bugün İslam coğrafyasının değişik muhitlerinde verilen dini eğitimin, İslam adına üretilen dini bilginin bu tür nefret ve şiddetleri besleyip beslemediğini soğukkanlı şekilde araştırmamız gerekiyor. Kapımızın önünü görüp gözetmek, bir kirlenme varsa onu temizlemek zorundayız"

Yapılması gereken budur.

Başkan Görmez, Kuran-ı Kerim'deki bazı ayetlerin, din adına girişilecek şiddeti meşrulaştırmak ve haklı kılmak için neden kullanılamayacağını, bu yorumların neden din dışı olduğunu anlatmalıydı.

Bununla da kalmamalı, camilerde verilecek vaazların da içeriğini bu bakışla gözden geçirmeliydi.

Sapık İslamcı akımların şiddetinden kendimizi uzak zannetmeyelim.
Paris'teki baskının ardından Türkiye'deki internet sitelerine yazılan bazı yorumlar, içimizde bu şiddeti meşru görenlerin sayısının hiç de az olmadığını gösteriyor.

Tehlike kapımızı çalmadan aklımızı kullanmaya başlasak iyi olacak.
(...)


Not : Ali Bardakoglu'nun sözleri, baslattigim konunu ana temasi olmasi nedeniyle benim tarafimdan vurgulanmistir.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 12 Jan 2015 2:04    Sujet du message: Répondre en citant

murat_erpuyan a écrit:
Citation:


Charlie Hebdo Fransa’dır

Cumhuriyet - 10 Ocak 2015 Cumartesi



Bu saldırı çok önemli bir sembol. Nasıl Dünya Ticaret Merkezi, İslamcıların gözünde “kapitalist ve emperyalist” Amerika’yı temsil ediyorsa, “Charlie Hebdo” da dine (ama hiçbir dine) saygısı olmayan, her dogmanın eleştirilebileceğine, ti’ye alınabilmesi gerektiğine inanan Fransa’yı temsil ediyor.

Fransa’da yapılan saldırılar hem genelde Müslümanların büyük bir sorunu hem de Fransa’nın özel durumunun bir meyvesi. Sonuçlarına gelmeden bu iki çerçeveyi çizmek gerek. Genelden özele gidelim.

Müslümanların sorunu zira Müslüman toplumlar iki kutuplu dünyanın çökmesinden itibaren yakın tarihte görülmemiş bir bağnazlık ve dogmatiklik dönemine girdi. Bu duruma çözüm olarak geliştirilen “ılımlı İslam”, “İslamda reform” vs. gibi fikirler göreceli olarak iflas ettiler. Genel olarak bütün İslam dünyası gittikçe koyulaşan bir sofuluk sürecine girmiş durumda. Bu sofuluk hem İslamın derin ruhani yorumlarını ikinci plana atıp yüzeysel bir dindarlık ortaya çıkarıyor hem de kendilerinden, kimliklerinden ve hatta inançlarından emin olmayan bu yüzeysel İslamcılar her türlü eleştiriye tam bir “ergen tepkisi” verip bütün tartışmaları “İslamofobi” kilidi ile kapatmak istiyorlar. İslamofobi kavramı, Avrupa’da yaşayan Müslüman azınlıklara ait bireylerin ayrımcılığa uğramaları ile mücadeleden çok, İslamın kutsallarının tartışma dışı, eleştiri dışı, hiciv dışı bırakılmasına odaklı kullanılıyor. Bu, tam bir can simidi.

*

Müslüman dünyasının genel muhafazakârlığına, azınlıktaki Müslümanların özel durumlarını eklemek gerek. Azınlıklar çelişkili bir durumdadırlar hep. Bir taraftan kendilerini tehlikede hissettiklerinden tabularına daha bir kemikleşmiş bir biçimde sarılırlar. Diğer taraftan azınlık oldukları için ister istemez çoğunlukla etkileşim halindedirler. Bu etkileşimden sürekli yeni sorunlar, yeni sorular çıkar ve bu sorunlara cevap bulamayanlar radikalleşir, kendilerini toplumun çeperlerine koyar ve sık sık da çoğunluk tarafından marjinalleştirilirler. Bu hep iki taraflı bir oyundur.

Fransa’da 5 ila 6 milyon birey İslamla bir şekilde ilişkili. Hepsi inançlı olmasa da, önemli bir kısmı tamamen seküler olsa da aidiyet açısından hem çoğunluk tarafından “Müslüman” olarak algılanıyorlar hem de kendilerini böyle tanımlıyorlar. Zira gene 1990 sonrası dünyasında dinsel kimlik, sınıfsal kimliğin önüne geçmiş durumda. Kitleler sosyal kimliklerinden ziyade dinsel kimlikleri aracılığı ile çok daha kolay mobilize edilebiliyorlar. Sınıfsal ortaklığın yerini, kutsallıklar, semboller, davranış biçimleri alıyor. Böyle bir durumda hiçbir yerden hiçbir yere göç etmemiş, Fransa doğumlu Fransa’da büyüyüp sosyalleşmiş, Fransa vatandaşı Müslümanlar hâlâ “göçmen” yani gayrimeşru olarak görüldüklerinde rahatlıkla Müslüman dünyasındaki şekilciliği, hoşgörüsüzlüğü ithal edip, içinde yaşadıkları topluma nefretle bakabiliyorlar. Tek varoluş biçimi radikal İslam ve onun meşrulaştırdığı şiddet oluyor. Bu marjinalleşme sürecinin Müslüman cemaatinden de uzaklaşma olduğunun altını çizelim. Terör saldırılarında bulunan, şiddete eğilimli ya da Fransa dışında örneğin Suriye’de cihat savaşçılarına katılan bireylerin hemen hemen hepsi cemaatle, aileleriyle ve özellikle de camilerle ilişkilerini kesmiş insanlar. Toplumsal frenler ve çerçevelemenin azalmış olduğu ortamlarda, tabiri caiz ise kendi kendilerine küçük gruplar halinde, özellikle de sosyal medyayı kullanarak radikalleşiyorlar.

*

Ancak Fransa’nın başka bir özelliği daha var. 1789 ve 1968 devrimlerinden geriye kalan en önemli değerlerden biri, Fransa’yı Fransa yapan vazgeçilmez unsurlardan biri düşünce, inanç (ve inançsızlık) ve ifade özgürlüğü. Bu kavram kendi içinde üç aşamadan oluşuyor: Düşünceyi oluşturabilmek için gerekli bilgilere ulaşabilmek; her türlü düşünceyi -en aykırı olanları bile- korkmadan inşa edecek ortam; ve gene en aykırı düşünceleri bile kamuya açık bir şekilde ifade edebilecek araçlar ve bu ifadeyi koruyan yasal çerçeve. İşte burada “Charlie Hebdo”nun Fransa’yı ne kadar güçlü bir şekilde temsil ettiğini görmek gerek. 1968 devriminin hemen ertesinde kurulan Charlie Hebdo, 1960’ta kurulan “Harakiri”, 1915’te kurulup 1968’de bugünkü formatına giren Le Canard Enchainé ya da apolitik mizahın kalesi Fluide Glacial gibi hiçbir dogmayı kabul etmeyen bir dergi. Ama “Charlie Hebdo”nun başka bir özelliği daha var. Dergi “Droit au Blasphème” yani bütün dinsel kutsallıkları alaya alma, eleştirme hakkına en çok sahip çıkan yayın organı. Hedefleri en çok Katolik kilisesi, Papalık, Ortodoks Yahudilik, İsrail, Fransız milliyetçi sağ partileri ve son zamanlarda Selefi ve şiddet yanlısı İslam. Herkesi çok kızdırsa da Fransız toplumu bu saygısız mizahın varlığını özgürlüklerinin bir garantisi olarak görüyor. O yüzden de bu saldırı çok önemli bir sembol. Nasıl Dünya Ticaret Merkezi, İslamcıların gözünde “kapitalist ve emperyalist” Amerika’yı temsil ediyorsa, Charlie Hebdo da dine (ama hiçbir dine) saygısı olmayan, her dogmanın eleştirilebileceğine, ti’ye alınabilmesi gerektiğine inanan Fransa’yı temsil ediyor. Halbuki Charlie Hebdo ırkçılık, yabancı düşmanlığı, göçmen düşmanlığı gibi konularda da hep acımasız oldu.

Mizahı sert, şaşırtıcı, komik, şoke edici oldu hep. Ve bütün ideolojik hiyerarşilerle dalga geçti. Fransa devleti dahil. İşte tam da bu yüzden aynı Charles de Gaulle’ün Fransa’nın Cezayir politikalarını eleştiren Jean Paul Sartre’ın tutuklanması talep edildiğinde “Sartre aynı zamanda Fransa’dır” (Sartes, c’est aussi la France) dediği gibi, bugün de sokaklarda yüz binler “Charlie Fransa’dır” diye haykırıyorlar.

Bu saldırının orta ve uzun vadede sonuçları olacağı kesin. Elbette herkesin de anladığı gibi en büyük zarar Fransa Müslümanlarına verildi. Zaten varoluş meşruiyeti arayışı içindeki yeni nesillerin Fransız milliyetçileri tarafından hedef gösterileceği kesin. Aynen bu gençler arasında saldırıya hayranlık duyup toplumdan intikam almak için radikalleşeceklerin olacağı gibi. Ancak iki durumun da Fransız toplumunda (Fransız Müslümanlarının bu toplumun ayrılmaz parçaları olduklarını düşünüyorum.) küçücük bir yere tekabül ettiklerini ve tam aksine bu elektroşokun bütün Fransızların özgürlük, eşitlik ve kardeşlik mottosuna daha sıkı sarılmalarını sağlayacağını düşünüyorum.

Prof. Dr. SAMİM AKGÖNÜL Strasbourg Üniversitesi



Kirmizi bolum Murat'in baslattigi konuyla alakali!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 13 Jan 2015 0:28    Sujet du message: Répondre en citant

Her ne kadar Islam Dunyasinin içinde bulundugu durumda Batinin sorumlulugu da yadsinamaz ise de yukaridaki yazilarda da irdelendigi uzere "sorun bende degil" de açmaz olusturuluyor.

Asagidaki Fransizca yazi da bu yonde degerlendirilebilir.



yazinin butunu için :
http://huff.to/1ASIgek



.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 14 Jan 2015 1:53    Sujet du message: Répondre en citant

Konuya benden baska giren olmadi!!!
Crying or Very sad

Yukaridaki filozof Bidar'in analizine birkaç "bemol" getirmek gerek!

Soyleki,
- Fransa'da Charlie Hebdo'ya saldiranlar Fransa'da okumus yetismis insanlar, her ne kadar Magrep kokenli olsalar da!
- Islam adina siddet uygulayanlarin onemli bir kisminin yaraticisi da basta Amerika olmak uzere Bati.

Afganistan'da Ruslara karsi savasiyorlar diye kizlari okula gondermeyen, kadin ogretmenin kafasini kesenlerer "combattant de la liberté" diyen ve de silahlandiran Amerika ve muttefikleri!

Ben Laden'i yaratan da. Ve bundan akillanmayan Suriye'de Esadi devirecegim diye Allah adini agizlarina alip kafa kesenleri beslyen de...

ANCAK, Islam dunyasinin açmazlari ve içinde oldugu durumu da belirten sozlerinde filozofa hak vermemek kolay mi?

Bu Islam dunyasi içinde Atatürk'le yasama baslayan TC bir farklilik elde edecekken onu da engelleyen basta ABD olmak uzere Bati degil mi?

Hosgoruye, otekilestirmemeye ozen gosteren, her canliya saygi duyan, Yunuslarin, Mevlanalarin, Haci Bektaslarin sevgiye dayali Anadolu Islamina ivme kazandiracak bir Cumhuriyet'i tokezleten Bati.

Tabii, kaba tabirle rakibe pas atarsan, penalti yaparsan atarlar sana golu.

Bugun TC "parantezi kapaniyor" ve Islam dunyasinda çagdaslasmayla, gosterissiz saygiya sevgiye dayali Islami yaratan / yaratacak olan bir ornekde yok oluyor.

Yolsuzluklara, yalanciliklara, dusmanliga, otekilestirmeye gozlerini kapayan gosteris ibadetine dayali bir Islam anlayisinin hakim oldugu bir toplum yaratilmaya çalisiliyor.

Sorun burda.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 14 Jan 2015 1:56    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Þimdi 'ama' diyeceğim

Mehmet Y. Yilmaz - Hürriyet 13.01.2015


FRANSA'daki terörist saldırıyı, bir avuç fanatik dışında herkes kınadı. İnsanların yaşam hakkının, düşünce ve ifade özgürlüğünün yanında olduğunu haykırdı.

Bütün bir İslam dünyasına çağrılar yapıldı, cihatçı şiddet ile aralarına bir mesafe koymaları öğütlendi. İslam dünyasına hâkim olan şiddet havasını sorguladık, bunu çözecek olanın da en başta Müslümanlar olduğunu söyledik, dinledik.

İnsanlığın büyük bölümü "ama" diyerek, terörü haklı çıkaracak değerlendirmelerden uzak durdu, böyle yapanlar kınandı.
Görüşlerimde bir değişiklik yok, son terörist saldırıdan önce de böyle diyordum, şimdi de böyle düşünüyorum.

Ancak bir "ama" hâlâ orta yerde duruyor ve müsaadenizle "ama" deme hakkını da kullanmak istiyorum.

Bu, terörü mazur gösterecek, teröristlerin hareketlerine bir anlam kazandıracak bir "ama" değil tabii.

Batı dünyasına hâkim olan çifte standart ile ilgili bir "ama" hakkımız var çünkü.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, demokratik Batı dünyasında da ırkçılar var ve onların günümüzde nefretlerini en çok ortaya koyabildikleri insanlar Müslümanlar.

Aslında Müslümanlardan nefret ettikleri kadar, Afro–Amerikanlardan da, Yahudilerden de nefret ediyorlar ama o kamuoylarında bu nefretlerini ortaya koymaları kolayca mümkün olamıyor.

Yahudi düşmanı tasarımcı Galliano'nun başına gelenleri hatırlayalım. Yahudiler ile ilgili sözlerinin benzerlerini Müslümanlar için söylemiş olsaydı, normal hayatına devam ediyor olacaktı. Buna kuşku yok.

Amerika'daki ırkçılar, Müslümanlar ile ilgili olarak yaptıkları şakaların yarısını Afrika kökenliler için yapamazlardı, söylediklerinin yarısını söyleyemezlerdi. Yapan aşağılanır, toplum dışına itilirdi. Zaten böyle bir şeyi yapmayı içinden deli gibi istese bile aklından geçiremezdi.

Düşünce ve düşündüğünü açıklama özgürlüğü elbette herkes için geçerli ama bunun da artık genel kabul gören sınırları var ve bu sınırların varlığının düşünce özgürlüğünü zedelediğinden kimse söz etmiyor.
Sınır belli: Irkçılık yapmayacaksın, şiddeti yüceltip teşvik etmeyeceksin.
Ben de bir tane ekleyeyim: Afrika kökenli Amerikalılar ya da Yahudiler için söyleyemeyeceğin sözleri, çizemeyeceğin karikatürleri Müslümanlar için de yapmayacaksın.

Müslümanları aşağılamak için çizilen Hz. Muhammed karikatürlerinin hangisinin "ince bir mizah ürünü" olduğu söylenebilir?

"Latife latif gerektir" diye bir söz var, bunu aklından çıkarmayacaksın.
Bunu yaptığın için şiddete uğrarsan elbette o şiddeti gerçekleştirenlerin karşısına dikileceğiz.

Ama bu, senin haklı olduğunu kabul ettiğimiz sonucunu da çıkarmana yol açmasın.


'Ama' böyle düşünenler de az değil

PARİS'teki katliamı protesto etmek için gösteri yapanlara bazı kişiler müdahale etmişler.

Bu sırada gözaltına alınan iki kişi "Müslüman kanları dökülüyor, siz hâlâ burada bağırıyorsunuz" diye bağırmış.

Benzeri bir olay Fransız konsolosluğu önündeki gösteri sırasında da yaşanmış, "Fransa'da 12 kişi öldü diye mi yapıyorsunuz bunları" diyen bir kişi gözaltına alınmış.

Bunlar tekil örnekler gibi duruyor ama İslam dünyasında, Paris'teki cihatçı terörü meşru bulan büyük bir kitlenin olduğuna da kuşku yok.

Çünkü İslam'ı böyle yorumluyorlar, bu tür terör eylemlerinin dine uygun olduğunu, bir "savaşın" sonucu olduğunu düşünüyorlar.

Bakın şimdi okuyacağınız bölümü dün Faruk Köse'nin Yeni Akit'te yayımlanan yazısından aktarıyorum. Yazının başlığı da şu: "Kim demiş 'İslam barış dinidir' diye?"

Birlikte okuyalım, bundan sonraki bölüm o yazıdan, ben sadece Diyanet İşleri Başkanı'nın bu konuda bir açıklama yapmasının yararlı olacağını söylemekle yetineyim:

"Þimdi 'İslam barış dinidir' deniyor. 'Senin ne işin var savaşla, otur oturduğun yerde' demeye getirilen bu söz, bu haliyle kesinlikle doğru değil. Körün fili tarif etmesi gibi, İslam'ı bir ucundan, özellikle de kendi 'işine gelen tarafı'ndan tutarak 'İslam tanımlaması' yapmaya, 'İslam'a alan tahsis etme'ye, 'İslam'a rol biçme'ye, bununla birlikte 'Müslüman'a tarz dikte etme'ye yönelik bir algı operasyonundan ibaret.

Başlığa dönersek, evet, İslam sadece barış dininden ibaret değildir; aynı zamanda 'İslam savaş dinidir' de... Tıpkı, aynı zamanda 'ahlak dini', aynı zamanda 'Allah'a ibadet / kulluk dini', aynı zamanda 'devlet / siyaset / idare dini', aynı zamanda 'hukuk / adalet dini' vs. olduğu gibi. Ancak tüm bunların bir arada, bir bütünlük içinde, bütünlüğün diğer unsurlarıyla birlikte yürürlükte olduğu zaman 'İslam'dan' olduğu gerçeğiyle birlikte... Yani 'İslam bütüncül bir hayat programıdır ve 'barış'la da, 'savaş'la da ilgili hükümleri vardır' demek daha doğru olur.

'İslam barış dinidir' söylemi, 'İslam barışı önerir / önceler'in önemini vurgulamaya yönelik değil. Bu tür söylemleri genelde 'Müslüman olmayanlar'ın veya 'gayrimüslimlere hoş görünmek isteyenler'in kullandığına dikkat etmenizi isterim. Bu, 'cihad ve kıtâl ayetleri olmayan bir uysallaştırılmış ve vicdanlara hapsedilmiş İslam' tarifinden başka bir anlama gelmiyor.

İslam sadece 'barış dini' ise, Kur'ân-ı Kerim'deki 'savaş ve cihad ayetleri'ne oluyor? Kur'an'da 'Savaş' anlamına gelen 'kıtâl' kelimesi 13 yerde, 'karşılıklı savaş' anlamındaki 'mukatele' ve türevleri 57 yerde, bu kavramların kökü olan 'katl' kelimesi ve türevleri 170 yerde, 'harb' kelimesi ve türevleri 11 yerde, 'cihad' kelimesi ve türevleri 41 yerde geçiyor. 'Barış' anlamındaki 'silm' kelimesi ise, 'barış' anlamında sadece 6 yerde geçiyor.

Bu noktada sormak istiyorum: Müslüman Kur'an'ın tamamına muhatapken, savaşmayan bir Müslüman tipi, Kur'an'ın önerdiği bir Müslüman tipi olabilir mi?

"Bu Kur'ani gerçeklerin yanında, 'Ben rahmet ve savaş peygamberiyim' buyuran Rasulullah (sav)'in, 10 yıllık Medine hayatında 25 kez bizzat savaşa iştirak ettiği, 50 de seriyye gönderdiği biliniyor.
Hal böyleyken 'İslam barış dinidir' sözünün ne anlama geldiğini; nasıl bir 'Müslüman tipi' çizdiğini, dünyanın her yanında Müslüman kanı akıtılırken Müslümanlara nasıl 'uysal koyun' olmak öğütlendiğini görmek, bunun arka plânında oluşturulan 'İslam' ve 'Müslüman' tipolojisinin farkına varmak lazım."

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 15 Jan 2015 0:03    Sujet du message: Répondre en citant

Soner Yalçin sadece Batinin daha dogrusu ABD'nin sorumluluguna odaklanmis bir yazisi:

Citation:


Zavallı dinciler

Soner Yalçın - Sozcu, 14 Ocak 2015


Charlie Hebdo saldırısı suikast mi, provokasyon mu?

Yani…

Amaç, Hz. Muhammed gibi dini önderleri karikatürler çizerek aşağılayan bir dergi çalışanlarını öldürmek mi? Yoksa…

Amaç, Fransa’yı ve dünyayı şoke ederek -tıpkı 11 Eylül 2001 ABD saldırısından sonra olduğu gibi- yapılacak “icraatlara” destek bulmak mı?

“Birincisi” diyorsanız; olayın polisiye kısmıyla ilgileneceksiniz.

“İkincisi” diyorsanız; saldırıya daha geniş açıdan bakmak zorundasınız! Bunun için de ilk yapacağımız, ikiyüzlüleri ayıklamak olacaktır.

Örneğin…

Ahmet Davutoğlu’nun özgürlük mitinginde ne işi var?

Bu yaz Gazze’de iki bin Filistinli’yi öldüren Binyamin Netanyahu’nun özgürlük mitinginde ne işi var?

Mali’de Müslümanları 2003’te Fransız Ordusu’yla birlikte katleden Başkan İbrahim Keita’nın özgürlük mitinginde ne işi var?

Nijer’deki Fransız kukla rejiminin başkanı Mahamadou Issoufou’nun özgürlük mitinginde ne işi var?

Alman Merkel, İngiliz Cameron gibi dünyayı kana bulayanların Paris’teki özgürlük, kardeşlik, eşitlik mitinginde ne işi var?

Basın özgürlü için yürüyenlere bakın siz…

WikiLeaks belgelerini sızdırarak pisliklerini ortaya çıkaran Julian Assange’a, yaptıklarını unuttuk mu?

Belge sızdıran Onbaşı Bradley Manning Chelsea’ye yapılanları unuttuk mu?

Amerikan askerlerinin Bağdat’ta öldürdükleri Reuters muhabirlerini unuttuk mu?

El Cezire’nin bürosuna düzenlenen füze saldırısını unuttuk mu?

2014’te 138 gazeteci öldürüldü. Suriye’deki savaşta 19 gazeteci hayatını kaybetti.

Basın özgürlüğü istiyormuş bu ikiyüzlüler!

Peki…

Bir illüzyon var; bunu biliyoruz.

O halde şunu düşünmemiz gerekiyor:

Bunlar Fransa’ya ve dünyaya “ne” yutturmaya çalışıyor?

Faşistlere yaradı

Charlie Hebdo, ‘68 Hareketi’nin doğurduğu mizah dergisiydi. Solcu-anarşist idi. 1982’de kapandı. Soğuk Savaş bitince 1992’de yeniden yayın hayatına döndü. Hiçbir konuda provokasyondan kaçınmama politikası izleyen dergi, neoliberalizmin “etnik kaşıma” politikasına uygun olarak, İslam’a ağır hareketlerde bulundu.

Bunlar Fransa’da sağcı ırkçı hareketlerin büyümesini kolaylaştırdı.

Ne tesadüf…

Müslümanları aşağılayan Charlie Hebdo, 1894’te patlak veren ünlü Dreyfus Davası sırasında Fransa’da anti-semitik ajitasyonu teşvik eden ucuz ırkçı yayınları hatırlatıyordu. O dönemde, Musevi subay Dreyfus, Yahudilerden nefretin aracısı yapılmış ve kamuoyunu tahrik eden karikatürlere konu edilmişti. Amaç, düşmanlık yaratarak Fransa’nın sömürge politikasına Fransız halkını ortak etmekti!

Bir ekleme yapmalıyım: Bush yönetimi 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ABD baskısıyla savaşa mecbur bırakıldı.
Bir hafta önce… Fransız Hükümeti, Afrika ve Ortadoğu’da artan askeri müdahalelere kamuoyundan yeteri kadar destek bulamıyordu? Ya bugün?
Fransız halkı, Charlie Hebdo şokuyla bambaşka bir ruh haline sokuldu. Hollande’ın, saldırıdan önce yüzde 15’lerde olan kamuoyu desteği, saldırıdan sonra yüzde 51’e fırladı!

Artık… Tıpkı 11 Eylül 2001’de Amerikan halkının yaşadıklarını yaşıyor Fransızlar; “terörü kaynağından vurmak lazım!” diyorlar.

Evet saldırıyla, Washington liderliğindeki “teröre karşı savaş” için Fransız katılımı sağlandı! Fransız Başbakan Manuel Valls “radikal İslam ile savaş” için deklarasyon yayınladı.

Hedef belli oldu; Asya, Afrika, Ortadoğu Müslümanları!…

Ne yazmıştı Samuel Huntington; 21’inci yüzyıl “Medeniyetler Çatışması”na sahne olacak!

Bir yanda terörü desteklerler, diğer yanda “medeniyetler çatışması” diye Müslüman halkları sömürürler!

Unutmayınız, vahşi kapitalizm itibarıyla emperyalizme hep bir düşman gerekir!

Bizim topraklarımızda 200 yıldır emperyalizmin kuklası olan dincilerin, bugün Charlie Hebdo saldırısını takdir etmesine şaşırmamak gerek. Dogmatizm kör eder!..

Washington planı

Dünkü… Hitler’in Reichstag Yangını provokasyonunu hatırlayınız!..

Dünkü… CIA kontrolündeki El Kaide’nin; New York, Londra, Madrid, İstanbul vs. yaptığı saldırıları hatırlayınız!..

Bunlar sadece ülkelerin dış politikasını değil iç siyasetini de etkiledi.
Fransa düne kadar; 11 Eylül’ün hemen ardından ABD’de çıkarılan iç güvenlikle ilgili Patriot Yasası’na soğuk bakıyordu. Le Monde’un yazdıklarına bakarsanız Fransa’da yakında “Patriot Yasası”nı hayata geçirecek…

İki dünya savaşı ve sayısız devrimci mücadele yaşamış Fransa, tarihinin en anti-demokratik yasalarının çıkarmak için düğmeye bastı. Bunu ABD’de olduğu gibi “özgürlük” kılıfı altında yapacak.

Ah ne tesadüf! ABD tarihinin ilk siyahi başsavcısı Eric Holder, siyahi Müslümanların Paris saldırısı ardından hemen Fransa’ya gelip yeni güvenlik yasalarıyla ilgili bilgi verdi! (Keza; İtalya İçişleri Bakanı Angelino Alfano benzer yasaları çıkaracaklarını dün açıkladı! Acilen toplanan AB güvenlik zirvesi CIA eski Başkanı Michael Hayden’den akıl aldı!)

Hollande’ın, Elysee Başkanlık Sarayı’nda faşist Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’i davet etmesi, politik ortaklığa işaret ediyor.

İnsanlığı çürütüyorlar.

Tabii ki meseleleri terör değil!

Vahşi kapitalizm 2008’den beri Avrupa’da çöküyor.

Avrupa’nın son sosyal devleti vahşi kapitalizmle tamamen teslim alınacak.
Kimse çıkıp soramayacak; saldırgan Kouachi kardeşler gibi binlerce Müslüman’ın yaşadığı Fransa banliyölerindeki yoksulluğu; yüzde 40 gibi yüksek işsizlik oranını ve insanların üç kuruşa çalıştırıldığını?

Sömürdükleri ülke insanlarının mecburen kaçıp Fransa’ya gelmelerinde, asıl suçlunun kendileri olduğunu hiç konuşmayacaklar.

Konuşanları, soru soranları, karşı çıkanları “Patriot Yasası” ile hapse atacaklar.

Sonuç:

Fransa, Charlie Hebdo saldırısıyla Washington tarafından teslim alınmıştır; yeni Soğuk Savaş’taki yeri ABD’nin yanıdır!




http://sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/zavalli-dinciler-709351/
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 15 Jan 2015 16:06    Sujet du message: Répondre en citant

Bedri Baykam'in 13 Ocak 2015 tarihli makalesi ektedir..

İSLAMOFOBİDEN ÞİKAYET EDİYORSUN AMA.... Bedri Baykam

Dünya sarsıldı. Önce şoka, ardından paranoya ve onu atlatıp tepki dönemine girdi. Charlie-Hebdo benim yıllardır okuduğum, Türkiye'deki demokrasi dozu ve faşist yönetimlerin pek kaldıramayacağı ele avuca sığmayan bir "siyasi-hiciv" dergisi. Canlı izlediğimiz o saldırı ve ardından yaşananlar için "Fransa'nın 11 Eylül'ü" denildi. Ben ise Pazar günü yapılan büyük yürüyüşe bakarken tabii ki sevgili Uğur Mumcu'nun cenazesini düşündüm. Bugün "Je suis Charlie" afişiyle dolaşan gençler doğduğu günlerde, bizler Mumcu ve Sivas cenazelerinde yürüyorduk. Fransa bizim o günlerimizi yeni yaşamaya başladı. Ne umutlarımız vardı o soğuk Ocak günlerinde... Sanıyorduk ki bu yeri doldurulmaz dev kaybımızdan sonra ülke hatalarından dönecek. Maalesef, ne gezer! Verilen ödünler giderek arttı ve Türk demokrasisi bugünkü iflas noktasına kadar geriledi.

Bakalım Fransa daha neler yaşayacak... Önce daha türban krizinin artan temposuyla muhatap olacaklar, sonra da bitmez tükenmez TV tartışmalarıyla bizim 90'larımızı yaşayacaklar. Gerek bu, gerek başka olaylarda “bu olay provokasyon kokuyor, dinciler yapmamıştır” diyenler çıkacak. Hatta belki bizdeki gibi “ana işi” bu haline gelen eski istihbarat şefleri orada da kaynağından türeyecek!

Yine basınımızda çirkin yayın yarışları oldu. “Adrese teslim provokasyon” yazanlar, “bu işte bir gavurluk var, 12 kişi öldürdüler, ellerini kollarını sallayarak kaçtılar. Hedef çok manidardı” diyenler oldu. “Saldırının İslamofobinin arttığı günlerde olması dikkat çekti” diye sorumluları gözden kaçırmaya çalışanlar oldu. Arınç demecinde teröristlerin yolu tıkayan arabasına kimsenin müdahale etmemesine şaşırdığını söyleyerek daha da şaşırttı. Acaba ne bekliyordu? Arkadan birinin gelip etrafı makinalı tüfekten geçiren saldırganlara yaklaşıp klaksona basarak, “hadi kardeşim, çek şu arabanı, işimiz gücümüz var!” demesini mi? Fesupanallah!

Terörün dini yoktur, lanetliyoruz” dedikten sonra “ama” diye başlayanlar, suçu ya ırkçılara ya da emperyalizme atma peşinde... Hepsine hatırlatırım ki ABD 239 yıldır var, halbuki köktendincilik 7. yüzyıldan beri adam doğruyor. Konuları birbirine karıştırmamak lazım. Öte yandan o şanssız Cuma günü, Türkiye -iyice düşündükten sonra- gecikmeli kınama mesajları attı. Bu sözlerin inandırıcılığına bakmak için, aslında bu iktidarın ifade özgürlüğüne, sanatçılara ve karikatüristlere olan tavrına bakmak lazım. Orada da notun yerlerde gezindiğini ne yazık ki biliyoruz.

Þimdi dünyada, Müslüman siyasi, yazar ve kitlelerin ana kaygısı bu saldırının İslamofobi ve ırkçılığı körüklemesi... Davutoğlu da dün zaten Merkel’e basın önünde yine bu mesajı iletti. İyi güzel de, orada net bir ayrım var: “Gerçek İslam’da terör yoktur, olamaz” diyen Müslümanlar, acilen naklen kafa kesen yobaz sürüsü ile ayrımlarını en net şekilde ortaya koymalılar. Yoksa, Müslümanlara karşı oluşacak tepkileri önleyemezler (Bakınız Murdoch önyargıları). Bir karikatür nedeniyle Avrupa’yı birbirine katarak ağır tepkiler verebilen Müslüman kitlelerin, her gün sözde dinleri adına insan öldürenleri kınamak için büyük bir gösteri düzenlediklerini henüz göremedik! Mesela Nijerya’da Boko Haram’ın 2000’i aşkın masum insanı katletmesine karşı gereken tepkiyi verebilen hükümet, basın organı veya dini sözcüye ben rastlamadım. O da tabii ayrı bir konu... Batılı olmayan insanlar, o kadar mı değersiz ki bu dev katliam, Paris olaylarının onda biri kadar yer işgal ediyor medyada? Size bir not: Boko Haram, “Kitap haram” sözünden geliyor. Yani Latince alfabeye açılan bir savaş var bu terör örgütünün kökeninde. Bilmem size neler hatırlattı...

Öncelikle bu konuda acil sonuçlar alınamazsa, “farklı siyasi veya dini liderlerin beraber verecekleri mesajlar”ın hiç bir önemi kalmaz. Öncelikle Kuran’ı bir terör saldırı anlaşması niyetiyle okumaya kalkanlara karşı, çağdaş din alimlerinin nihai ve kalıcı bir yorum getirip, bu vahşi oyuna dur demeleri lazım. IÞİD’e veya El Kaide’ye karşı birleşemeyen ve sokağa dökülmeyen, yazı yazmayan hiç bir Müslümanın İslamofobi kavramından şikayet etme hakkı yoktur!

Açık konuşalım: Dünya acilen Atatürk’ü tekrar keşfedip, onun bizim coğrafyamızda getirdiği laik-demokratik rejimin içine özenle ve saygıyla yerleştirdiği laik-din anlayışını yeniden fark edip, bunun Müslüman ülkeler için olmazsa olmaz model olduğunu kabul ettiremezse, getirilecek her çözüm çöker ve toplumları uyuşturup kandırmaktan öteye gidemez. Terör de ihya olmaya devam eder! Bağlantılı Tunus konumuzu umarım haftaya devam edebiliriz...
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Jan 2015 18:24    Sujet du message: Répondre en citant

Babasina yetisiyor... Bu yazisini begendim!

Citation:


Sizin Peygamberiniz Hangisi?

Özgür Mumcu - Cumhuriyet Gazetesi17 Ocak 2015

Uğruna Kalaşnikoflarla bir mizah dergisinin basılmasından ve savunmasız insanların korkakça öldürülmesinden tatmin olacak peygamber mi? Yoksa bu katliama ağlayan ve her şeyi affeden peygamber mi?

Peygamber bunlardan hangisi?

Soru bu kadar basittir. Sizce hangisi İslamın peygamberi? Katillerin peygamberi mi yoksa Charlie Hebdo’nun peygamberi mi?

Charlie Hebdo katliamdan sonraki ilk sayısında nefret tuzağına düşmedi. Bir katliama ağlayan peygamberden bahsetti. Cumhuriyet de ifade özgürlüğünün yanında durdu. Peygamberini katillere rehin veren din tüccarlarına asla unutmayacakları bir ayna hediye etti.

Tanrıtanımaz Charlie Hebdo’nun yazarı, bütün dostları öldürüldükten sonra, “Zannediyor musun, şayet Allah varsa, senin zevzekliğinin bu insanların parlak zekâsını yok etmesine izin verirdi?” diye isyan ediyor.
Derginin öldürülen genel yayın yönetmeni, İslam adına cinayet işleyenlerin hesabının Müslümanlardan sorulmasının saçmalığından bahsediyor.
Bir cinayete üzülen peygamberi de, Allah’ın bu katliama izin vermeyeceğinden bahseden satırları da, Müslümanları manyak katillerden ayıran duruşu da Charlie Hebdo’nun son sayısında görebilirsiniz.
Cumhuriyet işte bunu yayımladı.

Evet ifade özgürlüğünün cinayetlerle katledilmesine karşı durdu. Aynı zamanda da İslamı katillerin tekeline veren zavallılara belki bir gün anlayacakları bir mesaj verdi.

Doğrudur, katilin kimliğine ve iddiasına bakılarak bir din ve onun mensupları mahkûm edilemez. Terörün dini yoktur. Ama bu cümle eksiktir. İfade özgürlüğünün de dini yoktur. Hiçbir din bir başka dine göre ifade özgürlüğünün karşısında kendinin kayırılmasını talep edemez. Bunu talep eden iman sahipleri imanlarının sağlamlığıyla övünmeyip zayıflığıyla dertlenseler yerinde olur.

Onlar bu koca dünyada bir özürleri varmış gibi özel bir muamele peşinde koşabilir. Kusura kalmasınlar, bu özgüvensizliği ve ezikliği herkes savunmak zorunda değil.

Kimse Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ya da Zerdüşt diye, sadece o dine mensup diye aşağılanamaz. Zaten Charlie Hebdo da bunu yapmıyordu. Ancak bir din eleştirilebilir. İslam da diğer dinler de. Bu karikatür yoluyla da yapılabilir.

Hak ve özgürlükler dünyasında rencide olmama özgürlüğü yoktur. Her yazılıp çizileni beğenme hakkı da yoktur.

Charlie Hebdo son sayısını Libération gazetesinin bürosunda hazırladı. Libération, Mavi Marmara saldırısından sonra İsrail’e “Korsan Devlet” manşetiyle bağırmış bir gazete. Yani okuduğundan çok yazan ezberine hayran havuz zavallılarının çalıştıklarına göre daha cesur ve hakkaniyetli bir gazete.

Tarih bizi bazen ani sınavlarla sınar. Cumhuriyet bu sınavdan alnının akıyla çıkmıştır.

Korkmuyor muyuz? Elbette korkuyoruz. Ne yapalım ki cesaret ancak korkmaya rağmen direnilince cesarettir.

Cesur olmak zorundayız. Başkasının özgürlüğü ne kadar eksikse bizim özgürlüğümüzün de o kadar eksik kalacağını biliyoruz.
Ağalar, beyler, hanımefendiler. Lafı gevelemeyin.
Soru basittir.

Tekrar edelim.

Katillerin peygamberi mi yoksa katliama üzülen peygamber mi?

Sizin peygamberiniz hangisi?
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Jan 2015 18:31    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Ahmet Hakan - Hürriyet 17.01.2105

(...)

Karikatürist katliamının yedi sonucu

BİR: En fazla 50 bin satabilen bir mizah dergisinin, aniden 5 milyon satmasına yol açtı.

İKİ: Avrupa'da yaşayan Müslümanların hayatlarının daha da çekilmez olmasına neden oldu.

*

ÜÇ: "Barış dini" İslam'ın, bir "korku dini" olarak algılanmasına muhteşem bir katkı sundu.

*

DÖRT: Dikkate alınmasa kimsenin dikkatini çekmeyecek o bayağı ve aşağılık karikatürlere küresel ölçekte bir ilgi uyandırdı.

*

BEÞ: Ortadoğu'da terör estiren Netanyahu'ya, Paris'te teröre karşı şov yapma fırsatı verdi.

*

ALTI: Dünyanın dört bir yanındaki azgın İslam karşıtlarına mükemmel bir malzeme temin etti.

*

YEDİ: Müslümanların "Peygamber'e yönelen hakaret" karşısında nasıl bir tutum alacakları konusunda bir müşterek tutuma sahip olmadıklarını açığa çıkardı.

Bu nasıl İslamofobi kardeşler (2)
FRANSA Cumhurbaşkanı Hollande diyor ki:
"İslamofobi'nin Yahudi düşmanlığından farkı yok. İslam karşıtlığına da tıpkı antisemitizm gibi tepki gösterilmeli ve cezai yaptırım uygulanmalı."

*

Katolik ruhani önder Papa Francis diyor ki:
"Düşünceyi ifade etmenin bir sınırı vardır. Eğer arkadaşım Gasparri, anneme küfrederse bir yumruk yemeyi bekleyebilir. Bu çok normaldir. İnsanların inançlarıyla dalga geçemezsiniz."

*

"Batı'da İslamofobi aldı başını gidiyor" diye tespit yapan Müslümanlara sordum, yine soruyorum:
Bu nasıl İslamofobi'dir böyle?

Böyle olur bizde köktenci dediğin
CUMADAN çıkmışlar.
Eylem yapıyorlar.

*

Ellerinde bir pankart tutuyorlar.
Paris'te yürüyüşe katılan dünya liderlerinin fotoğraflarından bir kare var pankartta.
Altında ise "Hepiniz İslam düşmanısınız" yazıyor.

*

Almanya Başbakanı, Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Başbakanı falan...
Hepsi fotoğraftalar.
Fakat o da ne?
Bizim Başbakanımız Ahmet Davutoğlu yok fotoğrafta.
Çünkü fotoğraf, biraz dar kadrajlanmış.
Böylece Davutoğlu, korumaya alınmış.

*

Ellerin memleketlerinde "radikal" dediğin, "köktenci" dediğin, "cihadist" dediğin...
Elini, sözünü ve gözünü hiç sakınmaz.
Önünü gelene atar bin tekme.
Kimsenin gözünün yaşına bakmaz.
Fakat bizim memleketin radikali bile fazlasıyla politik, fazlasıyla hesapçı, fazlasıyla riyakâr, fazlasıyla tarafgirdir.
En sert eyleminde bile bin bir hesap yapar.

*

Bizi hiçbir şey yıkmasa bile...
Bu hesapçılık, bu tarafgirlik, bu delikanlılıktan uzaklık, bu riyakârlık yıkacak.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
KralAuriverde
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 04 Juil 2011
Messages: 1085

MessagePosté le: 17 Jan 2015 19:43    Sujet du message: Répondre en citant

Ahmet Hakan'in besinci noktasina hiç mi hiç katilmiyorum, çünkü Netanyahou $ov yapmaktan ziyade, nerdeyse altina edecekti, gözleri sürekli evlerin pencerelerine bakiyordu korkudan, acaba ne zaman suikaste kurban olucam diye.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 18 Jan 2015 18:08    Sujet du message: Répondre en citant

Ben de buraya "Opinion d'un Israélien" olarak, arkadasim Stef Juffa'nin bir yazisini koyuyorum, ama frenkçe......

http://www.menapress.org/

Nous nous vîmes cinq millions en arrivant au port (info # 011601/15)
Chronique juridique
vendredi, 16 janvier 2015



Par Stéphane Juffa



Le monde n’est pas noir ou blanc, il est en couleurs et en nuances. Mercredi 7 janvier, un jour frappé à jamais du sceau de l’infamie, pour paraphraser Franklin Roosevelt au lendemain de l’attaque japonaise sur Pearl Harbor, la rédaction de la Ména regrettait qu’en novembre 2011, suite à l’incendie criminel qui ravagea les locaux de Charlie, la France n’avait pratiquement pas réagi ; si elle l’avait fait, on aurait peut-être évité la dernière tragédie.



Nous écrivions, à chaud : "Nous nous attendîmes franchement alors à assister à un sursaut de conscience, à voir, le lendemain, un million de personnes, journalistes et politiciens en tête, tous courants confondus, descendre les Champs-Elysées. Non pas pour fustiger l’islam et les musulmans, mais pour faire savoir aux terroristes parmi eux à quel point la France n’avait pas peur et pour montrer sa détermination à protéger ses valeurs, parmi lesquelles le droit à la libre parole, à la laïcité et à l’humour politique".



Dans le même article nous disions attendre, "avec curiosité et espoir, d’assister cette fois-ci, ce soir ou demain, au rassemblement de centaines de milliers de Français, reconnaissant l’agression armée dont ils sont désormais les victimes, manifestant afin d’exprimer à leurs ennemis qu’ils ont pris leurs repères et qu’ils ne se laisseront pas faire, suivant en cela les courageux journalistes de Charlie Hebdo".



Il n’est pas dans nos habitudes de nous citer nous-mêmes, mais ici, c’est pour exprimer que ce sursaut s’est enfin produit et précisément dans les formes que nous appelions de nos vœux et même au-delà, au niveau de l’ampleur des manifestations.



Celles-ci ont été suivies, mardi dernier, par un discours de Manuel Valls à l’Assemblée Nationale française, dans lequel il ne manquait rien. Ni le fait que la France se trouvait désormais en guerre avec l’islam radical et le djihadisme, ni celui qu’il est inadmissible que les Juifs de l’Hexagone soient condamnés à vivre au jour le jour la peur au ventre



Valls fut applaudi debout par l’entièreté de l’hémicycle qui entonna en chœur la Marseillaise. Ce fut un moment émouvant, même pour les Israéliens que nous sommes ; la France retrouvait son âme et son esprit, et la planète entière participait à ce réveil. Même si cela est loin d’être suffisant au niveau de la prise de conscience, et même si, à bien y réfléchir, cela ne signifie pas grand-chose au-delà de l’expression universelle de notre sympathie : nous "étions tous Charlie".



C’était bien, c’était ce qu’il fallait sur les plans symbolique et émotionnel, qui font partie intégrante de la politique et de la vie. Encore ne faut-il pas se laisser complètement envahir par ces sentiments, car trop de symbolique cache toujours des lacunes, des disputes et des actes manqués.



L’unité retrouvée est un phénomène éphémère et il est bien qu’il en soit ainsi, car l’unité politique durable participe surtout d’un mélange paralysant. Ayant exprimé ce qui précède, nous restons très éloignés des envolées lyriques sur la France ayant retrouvé sa grandeur et son rang, comme dans les éditos enflammés de Christophe Barbier dans l’Express, qui prend Zola, de Gaulle et le Capitaine Dreyfus à témoins.



Nous jugeons sage de laisser Pathos et Camisole au grenier, et de regarder les choses avec modération. C’est plutôt des ouf de soulagement qui nous viennent naturellement à la bouche ; pour dire que, si elle n’avait pas réagi comme elle l’a fait, si l’on n’avait pas retrouvé suffisamment de ce plus petit dénominateur commun pour faire descendre les gens dans la rue, la France en tant que nation aurait cessé d’exister. Et la France a eu chaud, car ce réflexe salutaire était tout sauf prévisible.



Encore qu’il soit nécessaire de décortiquer ce plus petit dénominateur commun, même si ce que l’on va trouver à l’intérieur n’est pas de nature à réconforter. Je discerne trois éléments prépondérants au fond du sac : premièrement, la crainte ; la peur de voir avec quelle facilité l’ennemi peut massacrer des journalistes au cœur de Paris, tirer sur la police et prendre la poudre d’escampette ; la peur de se découvrir un ennemi, aussi bien armé, résolu, difficile à repérer et, bien sûr, la peur que, dans ces conditions, cela puisse survenir encore et que je puisse compter cette fois parmi les victimes.



Deuxièmement, le besoin d’ "en être", de faire partie d’un grand tout, parce que cela procure du courage, même s’il ne protège pas des balles. Et pour les marginaux parmi les Charlie, les musulmans, les communistes, les propalestiniens, les confrères qui ont stigmatisé Charlie, ceux qui ont montré de la compassion pour l’islam radical, les antisémites, ceux qui ont prétendu que l’islamisme n’existait pas ou qu’il n’était pas dangereux, de montrer, par leur présence, qu’ils font bien partie, malgré tout, du consensus national afin qu’on ne se méprenne pas sur leur sort.



Et enfin, mais tous les leaders politiques du monde en auraient fait autant, les récupérateurs d’émotions intéressés ; ceux qui en font de trop afin de redorer leur blason et d’augmenter leur popularité, quitte à raconter n’importe quoi qui surfe bien sur la vague Charlie.



Quitte à, comme François Hollande, ne pas savoir où s’arrêter, lorsqu’il déclare que les musulmans sont les premières victimes de ce drame. Nous qui étions restés sur l’impression que les premières victimes de ces massacres étaient les dix-sept personnes qui y ont trouvé la mort ainsi que leurs familles, nous en sommes pour nos frais.



La symbolique n’a jamais réglé le moindre problème, et cela s’est remarqué très vite ; avec, par exemple, la présence d’un représentant de la monarchie saoudienne, défilant pour la liberté d’expression au moment précis où, à Djedda, on infligeait 50 coups de fouet à Raëf Badaoui, un blogueur qui avait osé lancer un débat sur l’islam et la laïcité. Badaoui a été condamné à vingt séances de flagellation, qui, s’il n’en décède pas avant, lui seront infligées chaque vendredi après la prière.



Avec la présence du 1er ministre turc Davutoglu ainsi que des émissaires de l’émir du Qatar dans le rassemblement de dimanche, on quitte le domaine du raisonnable, sachant que ces pays financent l’Etat Islamique, et que, partant, ce sont peut-être eux qui ont payé les armes que les assassins ont utilisées au siège de Charlie et à Vincennes.



Tout le monde était bienvenu dans la cité des lumières pour montrer sa solidarité avec la France en deuil. Du côté de l’Elysée, on n’allait pas se montrer tatillon, sauf dans le cas d’Israël. Hollande avait fait savoir à Jérusalem qu’il n’était pas intéressé par la présence du 1er ministre de l’Etat hébreu à la manif. On fera l’économie des détails sordides ayant présidé à la venue de Netanyahu à Paris, car cela a été abondamment abordé ailleurs.



Mais pas de la discussion au fond ! Le président français aurait voulu que l’assassinat des Juifs demeure une affaire franco-française. Il désirait également imposer une distinction artificielle entre les islamistes qui s’en prennent à la France, et à la rigueur à l’Europe, et ceux qui tuent les civils dans les abribus de la capitale israélienne.



Cela n’a pas fonctionné, et cela ne tient en rien à la présence de M. Netanyahu à Paris, ni à son appel permanent invitant les Israélites à immigrer. C’est dû à la décision unanime et totalement indépendante des familles des quatre morts de l’Hyper Cacher de les ensevelir au mont des Oliviers. En agissant ainsi, en faisant de leurs proches des citoyens israéliens à titre posthume et permanent, ils ont indiqué à ceux qui en doutaient encore, que le lien entre les Juifs et Israël est inaliénable, et que lorsque l’on s’en prend à un Juif, n’importe où sur la planète, on s’en prend également à Israël.



Deux Juifs sont également tombés lors de l’agression contre Charlie, Elsa Cayat, la psy qui signait toutes les deux semaines la chronique "Charlie Divan", et le dessinateur Wolinski, tous deux natifs de Tunisie.



Six tués israélites sur dix-sept, cela fait plus d’un tiers des victimes. Et Hollande voulait que le chef de l’exécutif israélien ne participe pas aux commémorations ? Les vraies questions que l’on peut se poser seraient plutôt, à notre avis : de quoi aurait eu l’air ce deuil si les représentants de la nation israélienne en avaient été exclus ? Si Bibi avait respecté le désir du président français de ne pas l’y voir ?



Manuel Valls l’avait pourtant répété : l’antisémitisme et l’antisionisme, c’est kif-kif. Dès lors, qui y a-t-il de plus naturel que la participation du 1er d’entre les sionistes à l’évènement commémorant une agression spécifiquement dirigée contre des Israélites ? Dans l’ordre naturel des choses, Netanyahu aurait dû marcher en compagnie d’Hollande en tête du cortège, et les autres chefs d’Etats auraient dû suivre à distance respectable. Lors, quand les Français ont relégué le chef du Conseil de Jérusalem au second rang, il a eu raison de se frayer un passage jusqu’à la première rangée. Il n’était pas un invité comme un autre. Il avait fait le voyage parce que six de ses frères avaient été assassinés ; qu’ils n’étaient pas turcs, qataris, ni même britanniques ou allemands.



Au sujet de la sécurité de la communauté juive, la symbolique Charlie n’a rien résolu non plus. Et ce n’est pas en accroissant la protection policière des lieux et institutions israélites que les mères n’auront pas, quotidiennement, un nœud à l’estomac en envoyant leurs enfants à l’école, et que les ménagères ne seront pas inquiètes en se rendant à l’épicerie juive. Combien de temps une communauté peut-elle vivre dans cette atmosphère, surtout si elle a une autre option à sa disposition ?



Nombre d’Israélites hésitants auront fait le choix d’Israël après Vincennes, et une agression supplémentaire aurait des effets désastreux sur les irréductibles Français-juifs, Bibi ou pas Bibi.



Et puisqu’il est tant question, ces jours, de la liberté de la presse, moi de citer une phrase du Canard enchaîné : "La liberté ne sert que si l’on s’en sert". Pour dire que Charlie Hebdo est un électron libre parmi les media français, et qu’il se situe totalement en marge, non représentatif du main stream de la presse hexagonale, ce qui lui a valu d’ailleurs bien des déboires avec la justice et le pouvoir, tant de critiques vitriolées de la part des confrères aujourd’hui tous "Charlie", que tout le monde a soudain oubliés.



Même depuis mercredi, combien de titres ont-ils publié les plus caustiques des dessins de l’hebdo satirique ? Ceux qui lui ont valu la rancune des musulmans pas forcément islamistes ? Les plus anticléricaux ? Les plus érotiques ? D’où notre propre crainte, ni plus ni moins celle de voir le massacre perpétré par les terroristes djihadistes contre Charlie, couronné de succès.



Car les media tricolores, contrairement à ce qu’ils entendent laisser croire, ne s’illustrent ni par leur courage ni par leur indépendance, ni par leur ardeur à nager à contre-courant. Quel sera le confrère francilien, ces prochains mois, qui aura les couilles pour critiquer les excès de l’islam ? Qui acceptera de risquer sa vie afin de perpétuer l’œuvre de Charlie ? Permettez qu’à Métula, l’on nourrisse des doutes.



Nous répétions que la presse bleu-blanc-rouge a sa part dans l’entretien de l’antisémitisme musulman. Nous redisons aussi que s’il veut garder quelques Juifs, Valls ferait bien d’ouvrir à ce propos un débat urgent avec les barons de ses media. Aucun titre main stream n’a encore donné la parole à la Ména au sujet de la Controverse de Nétzarim, 14 ans après les faits ; selon la chaîne publique France 2, les soldats de Tsahal continuent de tirer quotidiennement à tirs tendus sur les agriculteurs de Gaza, et Richard Prasquier, président du CRIF lorsque l’ "info" fut diffusée, avait été traité par les "journalistes" de second ambassadeur d’Israël pour avoir dénoncé la dangereuse explosivité de ce genre d’accusations controuvées ; l’AFP continue d’inventer impunément des militaires juifs roulant sur des ouvriers palestiniens à l’aide d’un tracteur et de sa remorque. C’était en 2012, dans le village d’Al Dirat, quant à la "victime", Mahmoud Abou Q’beita, merci de vous soucier de sa santé, il se porte comme un charme, El Soudi l’a rencontré.



Et beaucoup plus récemment, le 10 décembre dernier, comment ne pas réagir quand tous les correspondants français dans la région avaient imputé à Israël la mort du ministre palestinien Ziad Abou Ein, emporté par une crise cardiaque ?



Comment imaginer que ces caricatures monstrueuses et incessantes des Juifs ne suscitent pas la haine et l’extrémisme parmi les musulmans de France ? Cela tiendrait du miracle ! Dieudonné, Merah, les assassins d’Ilan Halimi, et maintenant ceux de l’Hyper Cacher, ne sont pas nés antisémites. Ne pas discerner la relation de cause à effet, au moins partielle, entre l’image propagée par les media français et cette envie frénétique de tuer du Juif procède de l’irresponsabilité aggravée.


La quasi-totalité des journalistes tricolores, y compris leurs syndicats, se défendront d’être antisémites et de fausser intentionnellement le narratif des évènements du Proche-Orient. La quasi-totalité des Israélites français – les cibles principales de l’antisémitisme islamiste – soutiennent le contraire. Cela ne justifie-t-il pas que l’on remette en cause certaines certitudes ?



Mais n’est-il pas trop tard pour se poser ces questions, car l’islam radical vous a déclaré la guerre à votre tour. C’est comme les Belges, qui se sont réveillés ce matin sans comprendre pourquoi dix terroristes djihadistes, puissamment armés, s’apprêtaient à mettre Bruxelles à feu et à sang. Alors que personne ne prétend que les Belges occupent la moindre parcelle de la terre d’islam, alors que les islamistes ne font valoir aucune revendication, n’émettent aucune proposition pour parvenir à une Houdna, une trêve.



Cinq millions de personnes qui achètent le numéro spécial de Charlie, qui tirait à 45 000 et voyait revenir des milliers d’invendus, cela a quelque chose de fragile, non ? Des gens qui ignorent ce qu’était Hara-Kiri, et qui, dans leur gigantesque majorité, n’avaient jamais vu un dessin de Reiser, de Wolinski ou un roman-photo du Professeur Choron, et qui cherchent le réconfort là où il n’a jamais été censé se trouver, ou qui se forcent à rire devant des caricatures qu’ils n’ont aucune chance de comprendre.


On appelle cela religion ? Il fallait pourtant tout l’excès et le talent de la bande à Cavanna et Bernier pour faire réagir le public, lui faire se demander si la compatibilité peut exister entre ceux qui mettent Allah au centre du monde et ceux qui y placent l’homme. Eux y plaçaient l’homme. Ce n’est pas gagné. Le seul espoir est que le monde n’est pas noir ou blanc.
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 19 Jan 2015 0:11    Sujet du message: Répondre en citant

Non je n'ai pas apprécié ce texte Juffa, tout est par rapport au sentiment juif et antipathie de l'islam.

Je fais partie de ces gens qui trouvent que le PM turc est dans la contradiction avec sa présence à Paris et cela s'est confirmé d'avantage au retour de Turquie par ses propos indigne d'un PM à l'égard du quotidien Cumhuriyet qui a publié Charlie Hebdo.
Mais la présence de Netanyahu était aussi dérangeant même des Français de religion juive ont été victimes de l'attaque lâche.

Le policier abattu alors qu'il gisait sur le trottoir était aussi un Français, lui était musulman et a été livré à la terre en France alors que les victimes Français de religion juive ont été enterrés en Israel!

Je refuse l'idée que la France est dangereuse pour les juifs plus que les autres...

Franchement ce texte m'a agacé que je n'ai pas lu les dernières lignes...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 15 Déc 2015 10:54    Sujet du message: Répondre en citant

Eh "administateur"umuz de hem Fransizca hem Turkçe yazdigina gore sorun yok! Very Happy

Diyanet isleri baskanin "Laiklik dünyayı savaşa soktu" sozlerinden sonra bunu tartismaya açacak bir konu ararken buraya dustum.

Gerçi D. Baskan'i bu sozu Cumhuriyet'te cimbizla seçilmis gibi ama kesin olan laiklige karsiliktan çok çozumsuzluk goruluyor.

Baskan "laikligin" içinde oldugumuz bunalimlari çozemedigini soyluyor ama dinlerin de çozum getiremedigini itiraf ediyor. Sonuç ve sebeb iliskisinde sebebleri de dogru durust gostermiyor !!!

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/448320/Diyanet_isleri_Baskani_Gormez__Laiklik_dunyayi_savasa_soktu.html
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Déc 2015 1:33    Sujet du message: Répondre en citant

Bak, Ilber Ortayli'dan tepki gelmis!

Citation:

(...)

Sosyal medyada Görmez’i eleştirenler, laikliğin de dinin devletten ayrılması anlamına geldiğini ve Türkiye’nin laik bir düzene sahip olduğunu vurguladılar. Görmez’i haklı bulanlar ise laiklik ile sekülerizmin farklı kavramlar olduğunu, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinin çarpıtıldığını savundular.

İşte bu tartışmalarla ilgili değerlendirmelerde bulunan ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise Görmez’e tepki gösterdi. Çağdaş Ses’ten Erman Çimen’e konuşan Ortaylı; Diyanet İşleri Başkanı’nın bu şekilde demeçler vermesini fevkalade mahzurlu bulduğunu belirterek “Bu gibi konular ile ilgili bu statüde birinin açıklama yapması çok yanlış. Diyanet İşleri Başkanı’nın görevi değil bu! Doğrudan doğruya bir din işleri veren bir kurumun başında bir devlet memuru kendisi… O yüzden bu açıklamaları fevkalade mahzurlu buluyorum” diye konuştu.

İşte İlber Ortaylı’nın Çağdaş Ses’ten Erman Çimen’e yaptığı o açıklamalar:

“Diyanet İşleri Başkanı’nın bu şekilde demeçler vermesini fevkalade mahzurlu buluyorum… Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bir ruhani makamın, bir dini cemaatin fonksiyonunu ve görevini üstlenemez… Yani bu gibi konularda bu statüde açıklama yapması çok yanlış. Diyanet İşleri Başkanı’nın görevi değil bu! Doğrudan doğruya bir din işleri veren bir kurumun başında bir devlet memuru kendisi..

Daha evvel üniversitede iken kendisinin hiç böyle bir yazısını da okumadım… Biraz sabrederse daha sonra yazabilir.. Tartışılabilecek bir konu ama Diyanet Başkanı olarak değil… Þu an bir memur çünkü… Onun statüsünü aşan bir konu… Bunları konuşması çok yanlış…”




http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/448698/ilber_Ortayli_dan_Diyanet_isleri_Baskani_Gormez_e_tepki.html

.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page 1, 2  Suivante
Page 1 sur 2

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.