Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - 17 ve 25 Aralik'i, unutmayalım, unutturmayalım!
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 21 Oct 2014 0:32 Sujet du message:
Bakiyorum da Mehmet Y. Yilmaz burada yazan kisilerin, ben dahil, çok okudugu bir yazar... Gerçekten kibarca ama gayet gerçekci yaziyor...
Yolsuzlugun uzerinin, bana gore simdilik, ortulmesi ile ilgili yazini benden once koyan olmamis hayret !
Citation:
Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet 20.10.2014
Bu, savcının işi olmamalıydı
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ilgili olarak savcılığın verdiği karar çok tartışılacak, buna kuşku yok.
Savcı takipsizlik kararı verirken, delillerin "yasadışı" olduğunu belirtiyor.
Þuna hiç kuşku yok ki usul, esastan önemlidir. Usulüne uygun yapılmayan soruşturmaların, hukuki sonuç doğurmaması genel kabul görmesi gereken bir durumdur.
Zaten bununla ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı da mevcut.
Bunun tartışılacak bir yönü yok.
Burada tartışılması gereken konu, savcılığın bu kararı verebilip, veremeyeceğidir.
Bu kararı, yani delillerin usulüne uygun olarak toplanmamış olması ile ilgili kararı vermesi gereken makam mahkeme olmalıydı.
Savcı mütalaasında bu durumu belirtip, beraat isteyebilirdi.
Savcı takipsizlik kararını verirken, şüpheliler hakkındaki dinleme kararı alınması sırasındaki tek delilin "imzasız ihbar mektupları" olduğunu söylüyor.
Telefon dinleme kararlarının iddia edilen eylemle ilgili olmadığını, ortada bir suç örgütünün bulunduğunu gösterir delil olmadığını belirtiyor.
Evet, olabilir.
Ama sonuç olarak dinlemeler mahkeme kararıyla yapılmış, bu mahkeme kararlarının hukuk dışı olduğuna karar vermek savcının değil, yine bir mahkemenin işi olmalıydı.
Belli ki savcı, o delillerin mahkeme sırasında ortalığa saçılmasına engel olmak istemiş.
Buna engel olmasaydı, "hükümete darbe" diye yutturulmaya çalışılan şeyin, büyük bir yolsuzluk soruşturması olduğunu saklamak kolay olmayacaktı tabii.
Bakalım bu kararı veren savcı bey, bunun ödülünü nasıl alacak?
Milletvekili olarak mı, Adalet Bakanlığı'nda güzel bir görev mi, Yargıtay'da bir üyelik mi?
Bekleyip göreceğiz, beşer unutur ama arşiv asla unutmaz!
17 Aralık'ta ne öğrenmiştik?
SAVCILIÐIN takipsizlik kararı, 17 Aralık günü ortaya çıkan şeylerin gerçek olmadığını değil, o gerçeği kanıtlayan delillerin usulüne uygun olarak toplanmadığı ile ilgilidir.
Savcılık, bu delillerin "uydurma" olduğunu iddia ediyor değil.
Savcı diyor ki, "Bu deliller hukuki olarak sonuç doğurmaz, çünkü usulüne uygun olarak elde edilmedi"!
Yani öğrendiklerimiz gerçek, ama gerçekleri öğrenirken uyulması gereken kurallara uyulmamış!
Buyurun, kısa bir 17 Aralık hatırlatması yapalım, neler öğrendiğimize bakalım.
1 – Halkbank Genel Müdürü'nün evinden ayakkabı kutularına istiflenmiş halde 2.5 milyon dolar ve 2.5 milyon Euro bulundu.
2 – Zamanın İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlunun evinden boyum büyüklüğündeki yedi çelik kasada 93 bin dolar, 325 bin Euro ve 395 bin lira bulundu.
Bakan bu paranın "ev satın almak için" bulundurulduğunu söyledi ama sonradan telefonda oğluna "danışmanlık işi yaptığını söylemesini istediği" ortaya çıktı.
3 – Muammer Güler'in, polis tayin ettirmek, koruma sağlamak, oturma izni ayarlamak gibi işler karşılığında Reza Zarrab'dan 10 milyon dolara yakın para aldığını öğrendik.
4 – Zamanın Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın kod adı, Reza Zarrab'a ait bir listede yer alıyordu, Bakan'ın 52 milyon dolar civarında bir parayı Zarrab'dan aldığı bu listede yazılıydı.
Bakan ayrıca Reza Zarrab'dan 700 bin lira değerinde bir saat de almıştı. Zarrab'ın uçağıyla ailecek umre ziyaretine gittiği anlaşılmıştı.
5 – Zamanın AB Bakanı Egemen Bağış'a, Reza Zarrab tarafından ayakkabı kutusunda, elbise torbasında ve çikolata tepsisinde her seferinde 500'er bin dolar verildiği ortaya çıktı.
6 – Zamanın Þehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın, Başbakan'ın talimatıyla bazı müteahhitlere rant yaratmak amacıyla Bakanlığının yetkilerini kullandığı ortaya çıktı.
7 – Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, oğluna evdeki paraları "sıfırlama" talimatı verdiğini, ancak bütün gün dağıtılmasına rağmen geriye hala 30 milyon Euro'nun kaldığını öğrendik.
Bütün bunlar belki hukuki bir sonuç doğurmayacak artık.
Ama şunu biliyoruz: Hukuki değilse bile ahlaki bir sorun ortada duruyor.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 28 Oct 2014 3:56 Sujet du message:
Citation:
Milli iradeye 'Hadi git işine' dediler!
27.10.2014 Pazartesi
M.Y. Yilmaz
DÖRT bakan ile ilgili yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını yürütecek komisyonun üç kişilik bir grubu, İstanbul'da, Reza Zarrab, onun adamı Abdullah Habbani ve Muammer Güler'in oğlu Barış Güler'i "tanık olarak" ifade vermeye çağırdı.
Savcılık takipsizlik kararı vermemiş olsaydı, bu kişiler aslında aynı davanın sanığı olarak mahkemede yargılanacaklardı, şimdi "tanık" sıfatını kazandılar.
Bu "tanıkların" hepsi, komisyona ifade vermeyi reddetti.
Hiçbir şey söylemeden çekip gittiler.
Baktım, AKP sözcüleri "milli iradeden" dem vuracaklar mı diye, tıs yok!
Milli iradenin temsilcisi TBMM komisyonu ifade almak istiyor, bunlar "Hadi işinize gidin, size ifade mifade yok" diyorlar!
Benim açımdan bu işin ilginç olan yönü Barış Güler'in tanık olarak ifade vermeyi kabul etmemiş olması.
İfade verseydi, hangi bilgisiyle Reza Zarrab'a "danışmanlık" yaptığını açıklamak zorunda kalacaktı, bu bir.
Evinde çıkan kasaları, para sayma makinesini ve 93 bin dolar artı 325 bin Euro ve artı 395 bin liranın kaynağını açıklaması da gerekebilecekti.
Babası "oğlum bir gayrimenkul alımı için o parayı evde bulunduruyordu" demişti, o parayla nereyi alıp ya da satacağını da açıklaması gerekecekti.
Bir de tabii çelişkileri açıklaması lazımdı.
Para madem gayrimenkul alımı için evde bulunuyordu, babası ona evde arama sürerken telefonda neden "Danışmanlık işi de, akrabamdan alacağım vardı de" diye talimatlar yağdırmıştı, bunun da açıklanmaya ihtiyacı vardı.
Madem babası masumdu, kendisinin bu işlerde bezi yoktu, neden tanıklık edip bütün iddialar ile ilgili tatmin edici bir açıklama yaparak babasını kurtarmayı denemedi, gerçekten çok merak ettim!
Reza Zarrab da aynı şekilde kendisine devlet koruması sağlanması ile ilgili ayrıntıları açıklamak zorunda kalacaktı.
Kendisini rahatsız eden bir komiseri sürdürme işini de tabii!
Bakanın kendisine neden "Önüne yatarım" dediğini de sanırım komisyon merak eder ve sorardı.
Tabii sadece bunları değil.
Zafer Bey'in saatinin faturasının neden onun adamı üzerine kesildiğini, neden Zafer Bey'in kod adının rüşvet listesinde geçtiğini, Egemen Bağış'a neden ayakkabı kutusunda, elbise torbasında ve çikolata tepsisinde 500'er bin dolar para verdiğini de anlatırdı belki.
Ama kısmet değilmiş demek ki!
Bakarsınız, bakanlar "sanık" olarak sorgulanırken, onlar açıklarlar bu soruların yanıtlarını.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 28 Oct 2014 3:57 Sujet du message:
Citation:
'Dünün' şakası!
DÜN en çok şu tweet'e güldüm, "Çapulcu Ayyaş" isimli bir kullanıcı atmış:
"Saatlerin geri alınacağını duyunca fenalaşan Zafer Çağlayan'a durum izah edilmeye çalışılıyor."
Daha önce de söylemiştim...
Bu tür şakaları daha çok duyacaksınız Zafer Bey, alışmaya çalışın, sinirlenmeyin!
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 19 Nov 2014 2:34 Sujet du message:
Citation:
Bu başarı ödülü hak etti
ADLİ Tıp, 17 Aralık soruşturması sırasında elde edilen ses kayıtları ile çözümlerinin (tape diyorlar bu işleme) birbirleriyle uyumlu olduğunu tespit etti.
Yani, telefon konuşmalarındaki sözler, anlamları değiştirilmeden, ekleme, çıkarma yapılmadan olduğu gibi kâğıda aktarılmış.
Sadece basit imla hataları varmış ki bu polislerin değil, Türk eğitim sisteminin bir sorunu olarak değerlendirilmeli.
Bu haber dün Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet'te yayımlandı. Demek ki çok da özel bir haber değil, işini takip eden gazetecilerin ulaşabileceği bir bilgi.
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bu haber havuz medyasında kendisine küçük de olsa bir yer bulamadı!
Demek ki yandaş medyada, paralel sızmaya karşı iyi önlemler alınmış, böyle "zararlı" bir haberin gizlice sayfalara sızması engellenmiş!
Bu başarı doğal olarak ödülü de hak ediyor, her başarının ödüllendirilmesi gerektiğine inanırım çünkü.
Ve büyük ödül "dilli kaşarlı" bu kez havuz medyasının tümüne birden gidiyor, kutluyor, başarılarının devamını diliyorum!
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 11 Déc 2014 2:45 Sujet du message:
Yarasi olan gocunur derler !!!
Citation:
Erdoğan, 'Hırsız' manşetini üstüne alındı dava açtı
BirGün gazetesinin Osmanlıca harflerle "hırsız" yazılı manşetine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaretten soruşturma başlatıldı.
cumhuriyet.com.trYayınlanma tarihi: 10 Aralık 2014
BirGün gazetesinin dünkü “hırsız” manşetine soruşturma açıldı. BirGün gazetesi Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Osmanlıca “hırsız” yazdık, isim vermedik ama Cumhurbaşkanı Erdoğan üstüne alındı! Savcı dünkü manşetimiz için soruşturma başlattı” diye soruşturmayı duyurdu.
ERDOÐAN 'HIRSIZ' MANÞETİNİ ÜZERİNE ALINDI
BirGün gazetesinde yer alan haberde ise “BirGün gazetesinin AKP hükümeti tarafından getirilen liselerde Osmanlıca dayatmasına ilişkin attığı Osmanlıca ‘Hırsız’ manşeti ve gazetenin sekizinci sayfasındaki ‘Osmanlıca öğretilecek’ başlıklı haberi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından BirGün’e “Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ten soruşturma açıldı.
Savcı H. Hasan Bölükbaşı tarafından açılan soruşturmada gazetenin imtiyaz sahibi ve sorumlu yazıişleri müdürü şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Soruşturma tebliğinde yedi iş gününde ifadeye gelinmemesi halinde ‘zorla getirilme’ kararı alınacağı bildirildi” ifadesine yer veridli.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 18 Déc 2014 1:30 Sujet du message:
Tevfik Fikret'in siiri bugunlerde çok moda. Youtube'de bir arama yapin isterseniz...
Buradaki versiyon 17 Aralik için, bir de Cem Karaca'dan ayarlama bir montaj var ki o AKP TUrkiye'sine yakisir...
10 ton, bulaşık makinesi deterjanı
7 ton, bulaşık makinesi parlatıcısı
8 ton, ön yıkama maddesi
2.5 ton, leke çıkarıcı
8 ton, yağ sökücü
3 ton, kireç sökücü
3 ton, sebze-meyve dezenfektanı
1 ton, el dezenfektanı
1 ton, yüzey dezenfektanı
1 ton, diğer dezenfektanlar
5 ton, elde bulaşık yıkama sıvısı
700 kilo, köpüğü ayarlı deterjan
250 kilo, çamaşır yumuşatıcısı
500 kilo, oksijen bazlı ağartıcı
500 kilo, çamaşırda yardımcı madde
350 kilo, klor bazlı ağartıcı
1.5 ton, cam temizleme malzemesi
10 bin litre, cilasız yüzey maddesi
2 bin litre, cilalı yüzey maddesi
2 bin litre, cila sökücü
500 paket, arındırıcı
10 bin litre, banyo temizleyicisi
5 bin litre, ahşap lamine temizleyicisi
10 bin litre, çamaşır suyu
5 bin litre, oda spreyi
2 bin litre, oda şampuanı
1500 adet, mobilya parlatıcısı
1500 adet, metal parlatıcı
500 litre, toz toplama maddesi
2 bin litre, sert zemin cilası
10 bin litre, köpük sabun
4 bin litre, el dezenfektanı
5 bin litre, el yıkama sıvısı
*
Nedir bu derseniz?
TBMM’nin yıllık temizlik gideri.
*
Ve, hala merak ediliyor, yolsuzluk komisyonundan acaba ne çıkacak filan?
*
Kardeşim…
Baksana şu listeye bi daha.
Leke mi kalır?
*
Yıkar, paklar, aklar.
T’emizler
B’akanlarımızı
M’illetvekillerimizi
M’is gibi yapar.
VELEV ki Anayasa Mahkemesi, yeryüzünün en taraflı, en güvenilmez, en kasıtlı, en önyargılı, en tuzakçı mahkemesidir.
Haklıysan, dürüstsen, masumsan, en küçük bir yamuğun yoksa...
O mahkeme sana ne yapabilir ki?
*
-Rüşvet olarak aldığını iddia ettikleri o saatin parasını son kuruşuna kadar cebinden ödemişsen...
-Çikolata tepsisinde geldiğini iddia ettikleri o dolarları cebine indirmemişsen...
-Para sayma makineleriyle saydığını söyledikleri paraları alnının teriyle kazanmışsan...
Ayakkabı kutusuna istiflediğin paralar, gerçekten de hayır hasenat parasıysa...
Yeryüzünün en taraflı mahkemesinde, yeryüzünün en kasıtlı yargıçları tarafından yargılansan kaç yazar!
*
Çıkarsın o mahkemeye...
Þak diye koyarsın belgelerini...
Takır takır yaparsın savunmanı...
Böylece...
Yüce Divan'ı onurunu, haysiyetini ve şerefini kurtarmanın bir platformu haline getirirsin.
*
Haklıysan, dürüstsen, tertemizsen, paksan, aksan, masumsan...
Hangi çılgın seni Yüce Divan'la korkutabilir ki?
*
Hem neden korkasın?
-Sahipsiz değilsin ki... Arkanda kapı gibi hükümetin var.
-Sesini duyurmaktan aciz değilsin ki... Sesine ses katmak için hazırda bekleyen ağır bir propaganda makinesi emrine amade.
-Önyargılarla kuşatılmış değilsin ki... Sana inanmaya hazır en az yüzde 50 var.
-Mahkemede katakulliye maruz kalacak değilsin ki... En küçük bir hak gaspı karşısında yeri göğü inletecek dostların var.
-Zavallı Ergenekoncular gibi marjinal kalacak değilsin ki... Þimdiden sana kol kanat geren yüzlerce gönüllü avukatın var.
-Araçsız, vasıtasız kalacak değilsin ki... Bir haykırsan en az 40 televizyon canlı yayına geçer.
*
Bu ahval ve şerait içinde...
"Beni sakın Yüce Divan'a yollamayın" diye ağlaşmak yerine...
"Yollayın beni Yüce Divan'a da Yüce Divan tuzağını başlarına geçireyim" diye haykırman gerekmez miydi?
Numara yapıyorlarmış
BAKANLARIN Yüce Divan'a gidip gitmeyeceğini belirleyen soruşturma komisyonu, AK Parti'nin önerisi ve oylarıyla kurulmuştu.
*
Yani AK Parti...
"Bir komisyon kuralım, o komisyon bakanların Yüce Divan'a gidip gitmeyeceğine karar versin" demişti.
*
Aynı AK Parti'den isimler, komisyon kararını vermeden önce dediler ki:
"Biz Yüce Divan'a güvenmiyoruz."
*
İnsan ister istemez soruyor:
Madem güvenmiyordunuz...
Ne diye sonunda Yüce Divan'a gitme ihtimali olan bir komisyonun kurulmasına önayak oldunuz ki?
Yoksa tiyatro mu çeviriyordunuz?
Yargılanacak olanlar CHP'liler olsaydı
CHP'li önemli isimlerin yolsuzluk nedeniyle Yüce Divan'a gitmeleri söz konusu olsaydı...
Ve CHP de...
-"Biz bu mahkemeye güvenmiyoruz" deseydi...
-"Biz bu işi kendi içimizde çözeceğiz" deseydi...
-"Mahkemenin başkanını gözümüz tutmuyor" deseydi...
AK Parti nasıl bir tutum alırdı?
*
Sahi nasıl bir tutum alırdı AK Partililer?
"Adamlar çok haklı canım... Gerçekten de o mahkemeye güvenilmez" mi derlerdi?
Yoksa...
"Yürü servi revanım, yürü Yüce Divan'a" diye kafa mı yaparlardı?
Sen mahkemeye güvenmezsen
"GÜVENİLMEYEN mahkemenin huzuruna çıkmama hakkı" diye bir şey varsa...
Aynı hak, neden generallere tanınmadı? Neden koca generallerin, hiç güvenmedikleri mahkemelere kellelerini teslim etmelerine göz yumuldu?
*
"Haksızlığa uğrama" ihtimali, mahkemenin huzuruna çıkmama gerekçesi olacaksa...
Generaller, "Paralellerin Mahkemesi"nde neden yargılandılar? Egemen Bağış'ın canı can da İlker Paşa'nın canı patlıcan mı?
*
Sen Anayasa Mahkemesi'ne güvenmemeyi kendinde hak görürsen...
Neden vatandaş da asliye ceza mahkemesine güvenmemeyi kendine hak görmesin?
*
Sen "üstünsün" diye senin hukukun geçerli olacaksa...
Ne diye yıllarca "üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü" diye beynimizde boza pişirdin?
İşte 'güvenmiyoruz' dedikleri mahkeme
TOPLAM üye sayısı: 17
*
Turgut Özal tarafından atanan üye sayısı: 1
*
Ahmet Necdet Sezer tarafından atanan üye sayısı: 4
Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures Aller à la page Précédente1, 2, 3, 4, 5Suivante
Page 2 sur 5
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum