520 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 520
Membre(s) : 0
Total :520

Administration


  Derniers Visiteurs

lalem : 6 jours
SelimIII : 8 jours
adian707 : 9 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Qui était vraiment Atatürk ?
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Qui était vraiment Atatürk ?

 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Tout & Rien
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 24 Aoû 2014 20:33    Sujet du message: Qui était vraiment Atatürk ? Répondre en citant

Je lance le topic en turc, en français et en anglais. Après avoir fait l'objet d'un culte de la personnalité, le commandant suprême, puis le professeur suprême, le père de tous les turcs est aujourd'hui accusé de tous les maux. Mais qui était-il vraiment? De nombreux contradictions et de mystères entourent le personnage.

Franc-Maçon? Sabbatéen? Alevi/Bektasi/Mevlevi/Melami???? j'aimerais lancer le débat et partager des articles que je trouve intéressants.

Je serais heureux si certains pouvaient réagir, partager leurs connaissances, voire contredire (je pense que l'article ci-dessous est un peu sujet à caution) cela pourrait faire avancer nos connaissances à son sujet sur un site qui porte bien son nom.

Car au-delà de tout jugement de valeur, je pense que comprendre la principale figure de la Turquie actuelle est une clé essentielle pour comprendre qui nous sommes en tant que turcs. Il me semble important aujourd'hui que le voile sur ces zones d'ombre soit levé et que l'on ait une vision plus complète du personnage qu'il était réellement.

Je commence avec cet article en Turc extrait de[url] http://www.haber7.com/guncel/haber/790883-kemal-ataturk-tasavvufun-piriydi [/url]

Citation:
'Kemal Atatürk tasavvufun piriydi'
Uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin İslam ve laiklik serüveni üzerine araştırmalar yapan Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas'ın Atatürk iddiaları ilgi çekiyor.


Eklenme: 03 Ekim 2011 10:40 / Güncelleme: 03 Ekim 2011 10:40 / 5,432 Okunma / 7 Yorum
Facebook'ta Paylaş


Yunanlı Araştırmacı Christos Retoulas Atatürk döneminde oluşturulan laiklik konseptinin Osmanlı'daki Vahdet-i Vücud felsefesi üzerine kurulduğunu belirtiyor. Atatürk'ün ailesinin Mevlevi ve Alevi/Bektaşi kökeninden geldiğini anlatan Retoulas, 'Mustafa Kemal tasavvufun piri, efendisiydi. Atatürk Melami'ydi' görüşünde.

Satır arası...

Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas, uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin İslam ve laiklik serüveni üzerine araştırmalar yapıyor. Ailesi mübadele sırasında İzmir Uzunada'dan Yunanistan'a göç eden Retoulas, Atatürk döneminde şekillenen Türkiye'nin laiklik konsepti üzerine çalışması ile Oxford Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın da doktora tezinde teşekkür edilen isimler arasında yer aldığı Dr. Christos Retoulas ile Türkiye laikliği ve Osmanlı'daki İslam'ı konuştuk. Retoulas'ın Vahdet-i Vücud felsefesinin Türkiye'deki laiklik üzerine etkisi üzerine etkisi ve Mustafa Kemal Atatürk'ün dinle olan ilişkisi hakkındaki görüşlerinin oldukça tartışılacağını düşünüyorum.

Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas'ın Anadolu'daki İslam ve laiklik anlayışı üzerine AKÞAM'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

- Osmanlı'daki İslam'ı nasıl tanımlıyorsunuz? Temelinde ne yatıyor?

Türk İslamiyet'inin temelinde Vahdet-i Vücud konsepti var. Araştırmalarım 18'inci yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı'nın baskın dini ideolojisinin Vahdet-i Vücud olduğunu gösteriyor. Osmanlılar bu tarihten sonra - özellikle Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerinde- önce Suudi Arabistan'da gelişen Vahabilik, daha sonra da doğrudan doğruya Batı'yla karşı karşıya geldiler ve çok büyük değişimler görüldü. Bu yaklaşım, o zamandaki Hindu-Müslüman Hindistan'dan gelen Nakşibend” etkisi. İmam-ı Rabban”'nin görüşlerine dayanır.

OSMANLI'NIN TEMELİ

- Çalışmanız açısından bu görüşün ayırıcı özelliği nedir?

Bu görüş Vahdet-i Vücud'a değil, Vahdet-i Þuhud'a dayanır. Yani, Vahdet-i Vücud gibi 'Varlık birliği' değil; 'Þehadet birliği' esasına dayanır. Bu durum, toplumun bazı kesimleri ve o dönemki Osmanlı elitleri arasında bir çatışma meydana getirdi. Daha önceleri Vahdet-i Vücud esasına dayanan ve Rumeli-Anadolu'da asırlarca süren Ahrar” Nakşibend”lik yerine, Vahdet-i Þuhud'u esas alan 'Müceddidiyye' ve onun 'Halidiyye' diye bilinen kolu etkin olmaya başladı. Vahdet-i Þuhud güçlenip, Vahdet-i Vücud düşüncesi zayıflayınca, Hıristiyan Ortodokslar Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya başladılar. Geç 18'inci ve erken 19'uncu yüzyıl ayaklanmaları tam bu döneme denk geliyor.

- Vahdet-i Vücud imparatorluğu bir arada tutan temel felsefe miydi?

Elbette, aynen öyle. Benim çalışmalarıma göre, Ortodoks Hıristiyanlık ve Vahdet-i Vücud felsefeleri Allah algısı, aşk, güç ve akıl, insan doğası, gibi meselelerde din felsefesi bakımından paralellikler, ortak anlayış gösteriyor. Bu nedenle, tarihte aynı kişinin hem Hıristiyan hem Müslüman olduğu sıra dışı örnekler görebilirsiniz. Mesela Güney Arnavutluk'ta hem Ortodoks Hıristiyan hem Bektaşi olan pek çok kişi vardır. Bu hiç bir zıtlık yaratmaz. 1930'larda İstanbul'da yaşayan Yunanlı bir Rum'un çok önemli bir Mevlevi olduğunu da ben araştırmalarım sırasında buldum.

- Atatürk zamanındaki laiklik konseptinin Batı laikliklerinden farkı neydi?

Batı ülkelerindeki laiklik, dinin devletten ayrılıp, kurumsallığının sona erdirilip, özelleştirilmesi anlamına geliyor. Ama Atatürk zamanında oluşturulan Türkiye laikliği modeline bakınca, yapısal değil ama kavramsal ayrım oldu. Bu çerçevede 'dünyevi işler' ve 'dini işler' olarak bir ayrım yapıldı. Tabii, bu kavramsal bir ayrım. Ama yapısal olarak bunu göremiyorsunuz. Çünkü din kamu hayatında kalmaya devam etti. Bunu en iyi göstergesi de Diyanet İşleri Başkanlığı.

- Ne kastediyorsunuz?

Diyanet, İslam'ın laiklik yoluyla yeniden kurulması, düzenlenmesinin işareti. Bu, din hem özel hem de kamu hayatında kalmaya devam ediyor demektir. Çünkü Diyanet yoluyla aynı zamanda cami hutbelerini de almaya devam ediyorsunuz. Yani, din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı ama din kamu yaşamında kalmaya devam etti. Kemalizm projesinde İslam'ı ulusal bir din haline getirme fikri vardı. Ama ne yapıldığına bakarsanız, bu Vahdet-i Vücud'u hayata geçirme projesiydi.

İSLAM VE KEMALİZM

- Atatürk, Osmanlı'daki Vahdet-i Vücud felsefesini mi canlandırmaya çalıştı laikleşme süreciyle beraber?

Evet, bu kesinlikle doğru. Kemalizm'in dini projesi Vahdet-i Vücud'du. Kemalizm laikliğine şekil veren, onun alt yapısı Vahdet-i Vücud'du. Ama aynı modeli dünyevilik konseptini ön plana çıkararak yaptı. Atatürk, o döneme göre ırkçılıkla asla ilgisi olmayan bir milliyetçilik anlayışıyla İslam'a ayrı bir yer verdi. Bu nedenle Avrupa'daki kanlı laikleşme sürecine kıyasla çok daha yumuşak bir laikliğe geçiş süreci yaşandı Türkiye'de.

- Bizde de karşı çıkan çok insan oldu gerçi...

Avrupa ile kıyaslayınca çok daha kansız bir süreç oldu Türkiye'de. Ayrıca, laikleşme sürecine karşı savaşanlar ya Batı aydınlanmasının etkisindeki aşırı liberaller, yani Batı'yı koşulsuz taklit edenler; ya da gerçek Osmanlı İslam'ı olmayan 18'inci yüzyıl İslam'ının takipçileriydi. Bu ikinci grup, aslında Vahdet-i Þuhud'un en sert anlayışının ve de İslam'ın sırf zahir ve tutucu anlayışının takipçileriydi.

- Ama Aleviler Diyanet'i Sünni İslam'ı temsil etmekle eleştiriyorlar...

Aslında bu hep böyle değildi. Atatürk zamanında Diyanet'in uygulamaları karşısında Alevilerin öyle bir şikayeti olmamış.

Atatürk'ün Alevi/Bektaşi olduğu doğru

- Atatürk'ün kendi dini anlayışıyla ilgili tespitleriniz neler? Dindar bir figür müydü?

Atatürk Vahdet-i Vücud tasavvufunun piri, efendisiydi. Bazı birincil Yunanlı kaynaklar Zübeyde Hanım'ın Selanik Mevlihanesi ile yakın bağları olduğuna kişisel tanıklık etmektedirler. Kendisinin anne tarafı Yunanistan'ın Sarıgöl bölgesindendir ve orası tümüyle Bektaşi etkisindedir. Atatürk'ün aslen Kocacık'lı olan baba tarafının Bektaşilik/Alevilik ve Mevlevilik'le dini bağlantıları vardır. Kendisi de çocukken Mevlevi ayinlerine katılmıştır.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın 'Hak dili Kuran dili' adlı Sünni Vahdet-i Vücud tasavvufuna kılavuz olan tefsiri yazmasını bizzat yönetmiş ve düzeltmiştir. Atatürk 3 tasavvuf geleneğine önem vermekteydi: Bektaşi/Alevi, Mevlevi ve Melamilik.

- Bunların hangisi daha ön planda yer alıyor?

Atatürk'ün dini kişiliğini anlamanız için Mevleviliğin Þems kolunu ve üçüncü devre Melamiliğin kurucusu Seyyid Muhammed Nurül Arabi'yi bilmeniz gerekir. Mevleviliğin Veled ve Þems olmak üzere iki kolu vardır. Veled kolu daha Zahir, Sünni'dir. Þems kolu ise görünürde Mevlevi ama fikir ve uygulamada Bektaşi/Alevi'dir. 1860'lardan itibaren Mevlevilikte Þems kolu daha etkin olmuştur, özelikle Bektaşi ve Melami etkisinde kalan İttihat ve Terakki'de. Tarihçi Mim Kemal Öke'nin ortaya çıkardığı 18 Mayıs 1911 tarihinde Atatürk'ün Abdülkerim Paşa'ya Gelibolu'dan gönderdiği bir mektup var. Bu mektupta Atatürk kendisini 'Selanik Meydan dedesi, bu fakir Kemal' ve Abdülkerim Paşa'yı da 'Kutbül-aktap' (Tasavvufta en büyük veli anlamına geliyor) olarak adlandırmıştır. İstiklal Savaşı'nın başında yazılmış bir diğer telgrafta ise, Atatürk ile Osmanlı Sarayı arasında arabuluculuk yapan Abdülkerim Paşa'yla haberleşiyor. Burada, Abdülkerim Paşa Atatürk'ten 'Kutbül-aktap' diye bahsediyor.

MELAMİLİK YASAKLANMADI

- Peki bu ne anlama geliyor?

Abdülkerim Paşa Atatürk'ün tasavvuftaki mürşidi. Bunun kanıtı da Mim Kemal Öke'nin yayınladığı mektupta mevcut. Ama onun din anlayışı tam olarak bilinmiyordu. Türkiye'de yaptığım araştırmalarda Atatürk'ün Melami olduğunu öğrendim çok eski bir Osmanlı tarikatının lideriyle yaptığım görüşmeden. Sonuçta, yaptığım araştırmalarda onun Melami mürşidinin Abdülkerim Paşa olduğunu ortaya çıkardım. Bu çok önemli. O dönem Melamilik'in üçüncü, yani yeni Melamilik dönemiydi. Atatürk de Melami'ydi.

- Atatürk'ün Bektaşi/Alevi olduğu yönündeki görüşler de çürüyor mu bu durumda?

Hayır, doğru. Melamilik tarikatlar üstü bir tarikat. Melami olabilmeniz için gerçekten tasavvufun içinde ve başka bir tarikat içinde yüksek bir yerde olmanız gerekir. Atatürk 'Selanik Fakir Meydan Dedesi' deyince, Þems kolundan olduğunu yani batıni olarak Alevi/Bektaşi olduğunu ortaya koyuyor. Bakın, Cumhuriyet kurulurken kapanmayan tek tarikat, Melamilik'tir.

- Ne kastediyorsunuz?

Bu belgelerde de var. Atatürk'ün ölümünün ardından, 1943 yılında yasal bir makamdan Diyanet'e sorulan bir soru var bu konuda ve Diyanet'in yazılı yanıtı şöyle: 'Melamilik bir tarikat değil, bir sohbet tarikidir' (bir sohbet yolu). Çünkü Melamilik'te diğer tarikatlardaki gibi bir özel kıyafet, zikir ritüeli yok. Onlarda zikir konuşmadır ve en yüksek batıni Vahdet-i Vücud geleneği burada yaşatılır.

HEDEF NAKÞİLERDİ

- O zaman Atatürk'ün Cumhuriyeti kurarken tarikatlara karşı yaptığı mücadeleyi nasıl açıklıyorsunuz?

Aslında savaşmıyor, tam tersine Vahdet-i Vücut fikrini teşvik ediyordu. Mesela, o dönemde çocuklar için yazılan dini kitapların Abdulbaki Gölpınarlı tarafından kaleme alındığını görürsünüz. Kendisi Mevlevi şeyhidir. Diyanet'in resmi hutbelerinde laikleştirilmiş Vahdet-i Vücud felsefesini görüyorsunuz. O dönemki temel isyancılar Osmanlı geleneklerinden çıkan ve aslında fikir açısından yabancı olan Nakşilerdi. Dönemin parlamento tartışmalarına bakarsanız tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunun ilk taslağına göre Mevlevilik, Bektaşilik'e ait unvanlar yasak değil. 'Neden onları da yasaklamıyorsunuz?' ya da 'Nesiniz? Bektaşi mi?'şeklindeki tepkiler nedeniyle ikinci taslakta hepsi eklenmiştir. Ama asıl hedef Nakşilerdir. Zaten Nakşiler Atatürk'e tepki göstermiştir, Alevi/Bektaşiler değil.

Vahdet-i Vücud nedir?

'Vahdet-i Vücud', tek vücut, tek varlık anlamına gelmektedir. İslam tasavvuf felsefesine göre evren tek bir varlıktır. Bu tek varlık Tanrı'dır. Ezel” ve ebed” olan, yani sonsuzdan gelip sonsuza giden Tanrı zaman ve mekan (yer) var olmadan önce vardır, hep var olacaktır. Bu düşünceye göre evren Tanrı'nın yoklukta yansıyan görüntüsüdür ve bu çerçevede insan da Tanrı'nın görüntüsünden, Tanrı'dan bir parçadır.

Batılılaşma ve İslamcılık hep el ele gelişti

- Bugünkü Türkiye'deki laiklik ve din ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

Ben bugünü araştırmadım. Endişem bugün Türkiye'de İslam'ın -Batı'ya eğilimli İslamcı cemaatler gibi- Katolik-Protestanlaştığı. Daha zahir, görev ve emre dayalı gibi görülüyor. Belki bu aşırı Batılılaşma ve küreselleşme ile de ilgili. İnsanlar giderek içine kapanıyor bireyselleşme ile ve daha çok tüketici haline geliyor. Bu tarz küreselleşmeye dayalı organizasyonlarda üretken akıl ve güç doktrinin temelinde yer aldığı için, temel yön güç ve para elde etmeye yönelik. Ruhani unsur daha geride kalıyor.

- Alevi/Bektaşi etkisinin pek hissedilmediğini görüyoruz ülkede. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?

Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Alevi/Bektaşi ve Sünni çatışmasına çözüm getiren laiklik anlayışının onlardaki ortak Vahdet-i Vücud anlayışı üzerine kurulduğunu ve Bağımsız Türkiye'de gerçekleştiğini anlamak çok önemli. Sembolleri, ritüelleri ve organizasyon yapıları gibi farklılıklara rağmen Sünni/Alevi birlikteliği özü itibariyla Osmanlı İslam'ının parçalarıydı. Atatürk ölünce, İnönü'yle beraber yine bir çeşit Cumhuriyetçi Tanzimat dönemi başladı ve aşırı derecede Batı etkisine girildi. Koşulsuz Batılılaşma ve İslamcılık Türkiye'de her zaman el ele gelişti. Mesela, Atatürk'ün takip ettiği Gökalp'ta Batılılaşma diye bir sözcük yoktur, modernleşme der. Cumhuriyet döneminde, Batılılaşma İnönü döneminin bir kavramıdır. Batılılaşma ile birlikte resmi Sünni İslam da yine politize oldu. Bugünkü sorun Sünni İslam'ın Vahdet-i Vücud'dan uzaklaşmasıdır.
[/quote][/code]
_________________
"C'est une maladie naturelle à l'homme de croire qu'il possède la vérité." Blaise Pascal
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11192
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 25 Aoû 2014 13:04    Sujet du message: Répondre en citant

le sujet a fait partiellement objet de débat ici dans diverses contributions.
Vous pouvez lire également la contribution : Atatürk > http://bit.ly/1ntgIB6
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
narine
Spammer
Spammer


Inscrit le: 24 Jan 2007
Messages: 684

MessagePosté le: 26 Aoû 2014 22:15    Sujet du message: Re: Qui était vraiment Atatürk ? Répondre en citant

Cyberturc a écrit:
Je lance le topic en turc, en français et en anglais. Après avoir fait l'objet d'un culte de la personnalité, le commandant suprême, puis le professeur suprême, le père de tous les turcs est aujourd'hui accusé de tous les maux. Mais qui était-il vraiment? De nombreux contradictions et de mystères entourent le personnage.

Franc-Maçon? Sabbatéen? Alevi/Bektasi/Mevlevi/Melami???? j'aimerais lancer le débat et partager des articles que je trouve intéressants.

Je serais heureux si certains pouvaient réagir, partager leurs connaissances, voire contredire (je pense que l'article ci-dessous est un peu sujet à caution) cela pourrait faire avancer nos connaissances à son sujet sur un site qui porte bien son nom.

Car au-delà de tout jugement de valeur, je pense que comprendre la principale figure de la Turquie actuelle est une clé essentielle pour comprendre qui nous sommes en tant que turcs. Il me semble important aujourd'hui que le voile sur ces zones d'ombre soit levé et que l'on ait une vision plus complète du personnage qu'il était réellement.

Je commence avec cet article en Turc extrait de[url] http://www.haber7.com/guncel/haber/790883-kemal-ataturk-tasavvufun-piriydi [/url]

Citation:
'Kemal Atatürk tasavvufun piriydi'
Uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin İslam ve laiklik serüveni üzerine araştırmalar yapan Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas'ın Atatürk iddiaları ilgi çekiyor.


Eklenme: 03 Ekim 2011 10:40 / Güncelleme: 03 Ekim 2011 10:40 / 5,432 Okunma / 7 Yorum
Facebook'ta Paylaş


Yunanlı Araştırmacı Christos Retoulas Atatürk döneminde oluşturulan laiklik konseptinin Osmanlı'daki Vahdet-i Vücud felsefesi üzerine kurulduğunu belirtiyor. Atatürk'ün ailesinin Mevlevi ve Alevi/Bektaşi kökeninden geldiğini anlatan Retoulas, 'Mustafa Kemal tasavvufun piri, efendisiydi. Atatürk Melami'ydi' görüşünde.

Satır arası...

Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas, uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin İslam ve laiklik serüveni üzerine araştırmalar yapıyor. Ailesi mübadele sırasında İzmir Uzunada'dan Yunanistan'a göç eden Retoulas, Atatürk döneminde şekillenen Türkiye'nin laiklik konsepti üzerine çalışması ile Oxford Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın da doktora tezinde teşekkür edilen isimler arasında yer aldığı Dr. Christos Retoulas ile Türkiye laikliği ve Osmanlı'daki İslam'ı konuştuk. Retoulas'ın Vahdet-i Vücud felsefesinin Türkiye'deki laiklik üzerine etkisi üzerine etkisi ve Mustafa Kemal Atatürk'ün dinle olan ilişkisi hakkındaki görüşlerinin oldukça tartışılacağını düşünüyorum.

Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas'ın Anadolu'daki İslam ve laiklik anlayışı üzerine AKÞAM'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

- Osmanlı'daki İslam'ı nasıl tanımlıyorsunuz? Temelinde ne yatıyor?

Türk İslamiyet'inin temelinde Vahdet-i Vücud konsepti var. Araştırmalarım 18'inci yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı'nın baskın dini ideolojisinin Vahdet-i Vücud olduğunu gösteriyor. Osmanlılar bu tarihten sonra - özellikle Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerinde- önce Suudi Arabistan'da gelişen Vahabilik, daha sonra da doğrudan doğruya Batı'yla karşı karşıya geldiler ve çok büyük değişimler görüldü. Bu yaklaşım, o zamandaki Hindu-Müslüman Hindistan'dan gelen Nakşibend” etkisi. İmam-ı Rabban”'nin görüşlerine dayanır.

OSMANLI'NIN TEMELİ

- Çalışmanız açısından bu görüşün ayırıcı özelliği nedir?

Bu görüş Vahdet-i Vücud'a değil, Vahdet-i Þuhud'a dayanır. Yani, Vahdet-i Vücud gibi 'Varlık birliği' değil; 'Þehadet birliği' esasına dayanır. Bu durum, toplumun bazı kesimleri ve o dönemki Osmanlı elitleri arasında bir çatışma meydana getirdi. Daha önceleri Vahdet-i Vücud esasına dayanan ve Rumeli-Anadolu'da asırlarca süren Ahrar” Nakşibend”lik yerine, Vahdet-i Þuhud'u esas alan 'Müceddidiyye' ve onun 'Halidiyye' diye bilinen kolu etkin olmaya başladı. Vahdet-i Þuhud güçlenip, Vahdet-i Vücud düşüncesi zayıflayınca, Hıristiyan Ortodokslar Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya başladılar. Geç 18'inci ve erken 19'uncu yüzyıl ayaklanmaları tam bu döneme denk geliyor.

- Vahdet-i Vücud imparatorluğu bir arada tutan temel felsefe miydi?

Elbette, aynen öyle. Benim çalışmalarıma göre, Ortodoks Hıristiyanlık ve Vahdet-i Vücud felsefeleri Allah algısı, aşk, güç ve akıl, insan doğası, gibi meselelerde din felsefesi bakımından paralellikler, ortak anlayış gösteriyor. Bu nedenle, tarihte aynı kişinin hem Hıristiyan hem Müslüman olduğu sıra dışı örnekler görebilirsiniz. Mesela Güney Arnavutluk'ta hem Ortodoks Hıristiyan hem Bektaşi olan pek çok kişi vardır. Bu hiç bir zıtlık yaratmaz. 1930'larda İstanbul'da yaşayan Yunanlı bir Rum'un çok önemli bir Mevlevi olduğunu da ben araştırmalarım sırasında buldum.

- Atatürk zamanındaki laiklik konseptinin Batı laikliklerinden farkı neydi?

Batı ülkelerindeki laiklik, dinin devletten ayrılıp, kurumsallığının sona erdirilip, özelleştirilmesi anlamına geliyor. Ama Atatürk zamanında oluşturulan Türkiye laikliği modeline bakınca, yapısal değil ama kavramsal ayrım oldu. Bu çerçevede 'dünyevi işler' ve 'dini işler' olarak bir ayrım yapıldı. Tabii, bu kavramsal bir ayrım. Ama yapısal olarak bunu göremiyorsunuz. Çünkü din kamu hayatında kalmaya devam etti. Bunu en iyi göstergesi de Diyanet İşleri Başkanlığı.

- Ne kastediyorsunuz?

Diyanet, İslam'ın laiklik yoluyla yeniden kurulması, düzenlenmesinin işareti. Bu, din hem özel hem de kamu hayatında kalmaya devam ediyor demektir. Çünkü Diyanet yoluyla aynı zamanda cami hutbelerini de almaya devam ediyorsunuz. Yani, din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı ama din kamu yaşamında kalmaya devam etti. Kemalizm projesinde İslam'ı ulusal bir din haline getirme fikri vardı. Ama ne yapıldığına bakarsanız, bu Vahdet-i Vücud'u hayata geçirme projesiydi.

İSLAM VE KEMALİZM

- Atatürk, Osmanlı'daki Vahdet-i Vücud felsefesini mi canlandırmaya çalıştı laikleşme süreciyle beraber?

Evet, bu kesinlikle doğru. Kemalizm'in dini projesi Vahdet-i Vücud'du. Kemalizm laikliğine şekil veren, onun alt yapısı Vahdet-i Vücud'du. Ama aynı modeli dünyevilik konseptini ön plana çıkararak yaptı. Atatürk, o döneme göre ırkçılıkla asla ilgisi olmayan bir milliyetçilik anlayışıyla İslam'a ayrı bir yer verdi. Bu nedenle Avrupa'daki kanlı laikleşme sürecine kıyasla çok daha yumuşak bir laikliğe geçiş süreci yaşandı Türkiye'de.

- Bizde de karşı çıkan çok insan oldu gerçi...

Avrupa ile kıyaslayınca çok daha kansız bir süreç oldu Türkiye'de. Ayrıca, laikleşme sürecine karşı savaşanlar ya Batı aydınlanmasının etkisindeki aşırı liberaller, yani Batı'yı koşulsuz taklit edenler; ya da gerçek Osmanlı İslam'ı olmayan 18'inci yüzyıl İslam'ının takipçileriydi. Bu ikinci grup, aslında Vahdet-i Þuhud'un en sert anlayışının ve de İslam'ın sırf zahir ve tutucu anlayışının takipçileriydi.

- Ama Aleviler Diyanet'i Sünni İslam'ı temsil etmekle eleştiriyorlar...

Aslında bu hep böyle değildi. Atatürk zamanında Diyanet'in uygulamaları karşısında Alevilerin öyle bir şikayeti olmamış.

Atatürk'ün Alevi/Bektaşi olduğu doğru

- Atatürk'ün kendi dini anlayışıyla ilgili tespitleriniz neler? Dindar bir figür müydü?

Atatürk Vahdet-i Vücud tasavvufunun piri, efendisiydi. Bazı birincil Yunanlı kaynaklar Zübeyde Hanım'ın Selanik Mevlihanesi ile yakın bağları olduğuna kişisel tanıklık etmektedirler. Kendisinin anne tarafı Yunanistan'ın Sarıgöl bölgesindendir ve orası tümüyle Bektaşi etkisindedir. Atatürk'ün aslen Kocacık'lı olan baba tarafının Bektaşilik/Alevilik ve Mevlevilik'le dini bağlantıları vardır. Kendisi de çocukken Mevlevi ayinlerine katılmıştır.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın 'Hak dili Kuran dili' adlı Sünni Vahdet-i Vücud tasavvufuna kılavuz olan tefsiri yazmasını bizzat yönetmiş ve düzeltmiştir. Atatürk 3 tasavvuf geleneğine önem vermekteydi: Bektaşi/Alevi, Mevlevi ve Melamilik.

- Bunların hangisi daha ön planda yer alıyor?

Atatürk'ün dini kişiliğini anlamanız için Mevleviliğin Þems kolunu ve üçüncü devre Melamiliğin kurucusu Seyyid Muhammed Nurül Arabi'yi bilmeniz gerekir. Mevleviliğin Veled ve Þems olmak üzere iki kolu vardır. Veled kolu daha Zahir, Sünni'dir. Þems kolu ise görünürde Mevlevi ama fikir ve uygulamada Bektaşi/Alevi'dir. 1860'lardan itibaren Mevlevilikte Þems kolu daha etkin olmuştur, özelikle Bektaşi ve Melami etkisinde kalan İttihat ve Terakki'de. Tarihçi Mim Kemal Öke'nin ortaya çıkardığı 18 Mayıs 1911 tarihinde Atatürk'ün Abdülkerim Paşa'ya Gelibolu'dan gönderdiği bir mektup var. Bu mektupta Atatürk kendisini 'Selanik Meydan dedesi, bu fakir Kemal' ve Abdülkerim Paşa'yı da 'Kutbül-aktap' (Tasavvufta en büyük veli anlamına geliyor) olarak adlandırmıştır. İstiklal Savaşı'nın başında yazılmış bir diğer telgrafta ise, Atatürk ile Osmanlı Sarayı arasında arabuluculuk yapan Abdülkerim Paşa'yla haberleşiyor. Burada, Abdülkerim Paşa Atatürk'ten 'Kutbül-aktap' diye bahsediyor.

MELAMİLİK YASAKLANMADI

- Peki bu ne anlama geliyor?

Abdülkerim Paşa Atatürk'ün tasavvuftaki mürşidi. Bunun kanıtı da Mim Kemal Öke'nin yayınladığı mektupta mevcut. Ama onun din anlayışı tam olarak bilinmiyordu. Türkiye'de yaptığım araştırmalarda Atatürk'ün Melami olduğunu öğrendim çok eski bir Osmanlı tarikatının lideriyle yaptığım görüşmeden. Sonuçta, yaptığım araştırmalarda onun Melami mürşidinin Abdülkerim Paşa olduğunu ortaya çıkardım. Bu çok önemli. O dönem Melamilik'in üçüncü, yani yeni Melamilik dönemiydi. Atatürk de Melami'ydi.

- Atatürk'ün Bektaşi/Alevi olduğu yönündeki görüşler de çürüyor mu bu durumda?

Hayır, doğru. Melamilik tarikatlar üstü bir tarikat. Melami olabilmeniz için gerçekten tasavvufun içinde ve başka bir tarikat içinde yüksek bir yerde olmanız gerekir. Atatürk 'Selanik Fakir Meydan Dedesi' deyince, Þems kolundan olduğunu yani batıni olarak Alevi/Bektaşi olduğunu ortaya koyuyor. Bakın, Cumhuriyet kurulurken kapanmayan tek tarikat, Melamilik'tir.

- Ne kastediyorsunuz?

Bu belgelerde de var. Atatürk'ün ölümünün ardından, 1943 yılında yasal bir makamdan Diyanet'e sorulan bir soru var bu konuda ve Diyanet'in yazılı yanıtı şöyle: 'Melamilik bir tarikat değil, bir sohbet tarikidir' (bir sohbet yolu). Çünkü Melamilik'te diğer tarikatlardaki gibi bir özel kıyafet, zikir ritüeli yok. Onlarda zikir konuşmadır ve en yüksek batıni Vahdet-i Vücud geleneği burada yaşatılır.

HEDEF NAKÞİLERDİ

- O zaman Atatürk'ün Cumhuriyeti kurarken tarikatlara karşı yaptığı mücadeleyi nasıl açıklıyorsunuz?

Aslında savaşmıyor, tam tersine Vahdet-i Vücut fikrini teşvik ediyordu. Mesela, o dönemde çocuklar için yazılan dini kitapların Abdulbaki Gölpınarlı tarafından kaleme alındığını görürsünüz. Kendisi Mevlevi şeyhidir. Diyanet'in resmi hutbelerinde laikleştirilmiş Vahdet-i Vücud felsefesini görüyorsunuz. O dönemki temel isyancılar Osmanlı geleneklerinden çıkan ve aslında fikir açısından yabancı olan Nakşilerdi. Dönemin parlamento tartışmalarına bakarsanız tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunun ilk taslağına göre Mevlevilik, Bektaşilik'e ait unvanlar yasak değil. 'Neden onları da yasaklamıyorsunuz?' ya da 'Nesiniz? Bektaşi mi?'şeklindeki tepkiler nedeniyle ikinci taslakta hepsi eklenmiştir. Ama asıl hedef Nakşilerdir. Zaten Nakşiler Atatürk'e tepki göstermiştir, Alevi/Bektaşiler değil.

Vahdet-i Vücud nedir?

'Vahdet-i Vücud', tek vücut, tek varlık anlamına gelmektedir. İslam tasavvuf felsefesine göre evren tek bir varlıktır. Bu tek varlık Tanrı'dır. Ezel” ve ebed” olan, yani sonsuzdan gelip sonsuza giden Tanrı zaman ve mekan (yer) var olmadan önce vardır, hep var olacaktır. Bu düşünceye göre evren Tanrı'nın yoklukta yansıyan görüntüsüdür ve bu çerçevede insan da Tanrı'nın görüntüsünden, Tanrı'dan bir parçadır.

Batılılaşma ve İslamcılık hep el ele gelişti

- Bugünkü Türkiye'deki laiklik ve din ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

Ben bugünü araştırmadım. Endişem bugün Türkiye'de İslam'ın -Batı'ya eğilimli İslamcı cemaatler gibi- Katolik-Protestanlaştığı. Daha zahir, görev ve emre dayalı gibi görülüyor. Belki bu aşırı Batılılaşma ve küreselleşme ile de ilgili. İnsanlar giderek içine kapanıyor bireyselleşme ile ve daha çok tüketici haline geliyor. Bu tarz küreselleşmeye dayalı organizasyonlarda üretken akıl ve güç doktrinin temelinde yer aldığı için, temel yön güç ve para elde etmeye yönelik. Ruhani unsur daha geride kalıyor.

- Alevi/Bektaşi etkisinin pek hissedilmediğini görüyoruz ülkede. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?

Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Alevi/Bektaşi ve Sünni çatışmasına çözüm getiren laiklik anlayışının onlardaki ortak Vahdet-i Vücud anlayışı üzerine kurulduğunu ve Bağımsız Türkiye'de gerçekleştiğini anlamak çok önemli. Sembolleri, ritüelleri ve organizasyon yapıları gibi farklılıklara rağmen Sünni/Alevi birlikteliği özü itibariyla Osmanlı İslam'ının parçalarıydı. Atatürk ölünce, İnönü'yle beraber yine bir çeşit Cumhuriyetçi Tanzimat dönemi başladı ve aşırı derecede Batı etkisine girildi. Koşulsuz Batılılaşma ve İslamcılık Türkiye'de her zaman el ele gelişti. Mesela, Atatürk'ün takip ettiği Gökalp'ta Batılılaşma diye bir sözcük yoktur, modernleşme der. Cumhuriyet döneminde, Batılılaşma İnönü döneminin bir kavramıdır. Batılılaşma ile birlikte resmi Sünni İslam da yine politize oldu. Bugünkü sorun Sünni İslam'ın Vahdet-i Vücud'dan uzaklaşmasıdır.
[/code][/quote]



Avez-vous une idée où peut-on trouver un bon dictionnaire ottoman-turc vers le turc ?
L'article est bien dans l'ensemble mais j'ai eu du mal à m'accrocher au début faute d'utilisation des mots du turc ottoman (ou farsi ou arabe!?)

Citation:
Benim çalışmalarıma göre, Ortodoks Hıristiyanlık ve Vahdet-i Vücud felsefeleri Allah algısı, aşk, güç ve akıl, insan doğası, gibi meselelerde din felsefesi bakımından paralellikler, ortak anlayış gösteriyor.


Citation:
Endişem bugün Türkiye'de İslam'ın -Batı'ya eğilimli İslamcı cemaatler gibi- Katolik-Protestanlaştığı. Daha zahir, görev ve emre dayalı gibi görülüyor. Belki bu aşırı Batılılaşma ve küreselleşme ile de ilgili. İnsanlar giderek içine kapanıyor bireyselleşme ile ve daha çok tüketici haline geliyor.


Citation:
Batılılaşma ile birlikte resmi Sünni İslam da yine politize oldu. Bugünkü sorun Sünni İslam'ın Vahdet-i Vücud'dan uzaklaşmasıdır.


Le chercheur grec essaye de dire qu’à la place de la laïcité occidentalisé avec des religions institutionnalisées (l’Eglise catholique/protestante et l’islam sunnite avec Diyanet),
Atatürk (en tant que disciple de la philosophie de Vahdet-i Vücud qui a une compréhension commune avec la chrétienté orthodoxe) essayait de mettre en place une certaine laïcité musulmane qui empêcherait les différences Alevis/Bektâchî et Sunnites !

C’est ce que je résume en gros, je me trompe ?


Citation:
'Vahdet-i Vücud', tek vücut, tek varlık anlamına gelmektedir. İslam tasavvuf felsefesine göre evren tek bir varlıktır. Bu tek varlık Tanrı'dır. Ezel” ve ebed” olan, yani sonsuzdan gelip sonsuza giden Tanrı zaman ve mekan (yer) var olmadan önce vardır, hep var olacaktır. Bu düşünceye göre evren Tanrı'nın yoklukta yansıyan görüntüsüdür ve bu çerçevede insan da Tanrı'nın görüntüsünden, Tanrı'dan bir parçadır.

Il est vrai qu’on se rapproche d’un concept du «Père qui est aux cieux » et des créatures faites à « l’image de Dieu » avec 'Vahdet-i Vücud' si sa philosophie est ce qu’elle prétende être!

Maintenant à voir à quel niveau ?

Puisqu’on a un gars arrogant et grossier comme T. Erdogan élu illégitimement président de la république avec 52% qui est capable d’affirmer le soir de son élection depuis son balcon qu’« au début Mohammed aussi avait des opposants » !
A vous d’identifier les occidentaux et les arabes qui seront présents même protocolairement pour féliciter T. Erdogan le soir du 28 Aout.
67 pays envoient des représentants et c’est quelque chose quand même le partage des richesses ici-bas dans 'Vahdet-i Vücud' ! Smile
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 28 Aoû 2014 22:45    Sujet du message: Répondre en citant

Voici un autre article en Anglais… sur la thèse du dönme avec quelques brèves mais concises explications sur le sabbatéisme

Citation:
Source: Kulanu quarterly newsletter, Summer 1999, Volume 6 Number 2

(Kulanu is an organization which reflects the community of interests of individuals of varied backgrounds and religious practices dedicated to finding and assisting lost and dispersed remnants of the Jewish people)

The Turkish – Israeli Connection and Its Jewish History.

By Joseph Hantman

Mustafa Kemal Atatürk Jewish
Mustafa Kemal Atatürk Jewish
“One of the most significant developments in recent Middle East affairs is the close relationship which now exists between Turkey and Israel in military, political, economic and intelligence matters. This change in the power structure is usually attributable to the old Arab maxim “the enemy of my enemy is my friend.” Since both Turkey and Israel count Syria and Iraq as their strongest threats, the close ties between Turkey and Israel are quite logical.

However, there is good evidence of a less widely known but absolutely fascinating story behind this relationship. Turkey, which has a population almost exclusively Muslim, has a government which by law is committed to being totally secular. This goes back to modern Turkey’s founding father, Mustafa Kemal (Ataturk), 1881-1938, leader of the Young Turk Movement which took over after World War I and the collapse of the Ottoman Empire.

Ataturk and his followers moved rapidly to end religious domination and many religious practices in the daily life of the country. They decreed a change from the Arabic alphabet to the Roman, and they outlawed the fez and the veil. They opened schools to both boys and girls, and their main goal was to Westernize Turkey and secularize its practices. The Turkish army has been the main enforcement agent of this secular policy in times of rising fundamentalism among some groups.

Some Background Data:

In the 18th and early 19th century Salonika (now Thesalonika), under Turkish rule in Greece, was the unofficial capital of Sephardic Jewry. Of the three groups in the city, the Jews were larger than the combined Greek Orthodox and Muslim population.

The Jews dominated the commerce of the city and controlled the docks of this major seaport. There were great synagogues and academies of rabbinic study. Moslem shops closed on Friday, Greek Orthodox on Sunday, and most shops and businesses were closed on Shabbat. Ladino, the beautiful mix of Spanish and Hebrew, was the lingua franca of the city and “Shabbat Shalom” was the universal Saturday greeting among all. In the late 19th and early 20th century the city declined as a result of conflict between Greek Orthodox and Muslims, and Jewish dominance of the city decreased.

Fall of the Ottoman Empire:

With the fall of the Ottoman Empire after World War I and the decision at the Treaty of Lausanne in 1923 to create an independent Greek state, the decision was made to transfer populations. All Muslims in Greece had to move to Turkey and all Orthodox Greeks in Turkey had to move to Greece. In all, about 350,000 Muslims and one million Greeks were involved in the move. Jews were permitted to remain wherever they lived.

At this time a group of Muslims went to the authorities supervising the population shift and explained that they were not really Muslims but were in fact really Jews posing as Muslims . The authorities would not entertain such a claim so the group then went to the Chief Rabbi, Saul Amarillo, to verify their Jewish status. Rabbi Amarillo states, “Yes, I know who you are. You are momzarim (very loosely translated as [Edited Out]s) and as such not acceptable in the Jewish community.” These people were the Doenmeh, the Turkish word for converts, and their existence had been known for over 200 years. They were called momzarim because of the bizarre sexual practices that were part of their religious rituals, which made it impossible to trace parentage and lineage. The Doenmeh were forced to leave Salonika for Turkey, which, considering the tragic fate of Salonika’s Jews during the Holocaust 20 years later, undoubtedly saved their lives.

Atatürk's Jewish Atatürk's Jewish Atatürk's Jewish Atatürk's Jewish Atatürk's Jewish
Atatürk’s Jewish Family
Who Were the Doenmeh? (Dönme):

One of the best known names but least known historical figures in Jewish history is Shabbtai Zvi, the “false messiah” (1626-1687). Born in Smyrna, Turkey, of a Sephardic father and an Ashkenazi mother, he was a brilliant child and Talmudic student, and an ordained rabbi in his mid teens. He went on to study and became a master in Kabbalah and other Jewish mysticism. His oratory was captivating and he soon acquired a following. However, he exhibited odd characteristics, including periods of illumination where he was believed to be communicating with God and periods of darkness when he was wrestling with evil. Soon he began to hint that he was the Messiah. This blasphemy caused him to be expelled from a number of congregations. He took up a pilgrim’s staff and with some followers roamed the Middle East, gathering many to his messianic preaching, especially during his periods of light. In Gaza he was welcomed by Rabbi Nathan, who had for years been preaching that the arrival of the Messiah was imminent. This combination led to a great outpouring of belief in Shabbtai Zvi as the Messiah. Word spread throughout the Jewish world, from Poland, Amsterdam, Germany, London, Persia, and Turkey to Yemen. Multitudes joined his ranks – educated rabbis, illiterates, rich and poor alike were swept up in the mass hysteria.

Among his inner core, they accepted his theory that all religious restrictions were reversed. The forbidden was encouraged and the commandments of the Torah were replaced by Shabbtai’s 18 (chai) commandments. This led to feasting on fast days, sexual relations with others than one’s spouse, and many more. The high point was in 1665-66, when Shabbtai, with his followers, marched on the Sultan’s palace expecting to be greeted as the Messiah. This of course did not happen. To shorten this story, Shabbtai was given the choice “convert to Islam or die.” To the consternation of his followers, he chose conversion. Most of his followers return to their homelands where, after penitence and sometimes flagellation, they were received into the congregations. However, some hundreds of families of his inner circle considered his apostasy as part of his overall plan of reaching the depth before attaining redemption. They too converted to Islam, although for about 200 years they lived as Muslims but secretly passed on their secret quasi-Jewish Shabbatean beliefs and practices to their children. They continued learning and praying in Hebrew and Ladino. As the generations passed, the knowledge of Hebrew was reduced to reciting certain prayers and expressions by memory in a barely understood Hebrew. They were known in Turkish as Doenmeh, meaning “converts”; to the Jews they were Minim, meaning “heretics.” They referred to themselves as Ma’aminim, the “believers.” They were never really accepted by the Turks nor by the Jews.

As we get into the middle and late 1800′s and education and enlightened thinking spread through parts of the region, young Doenmeh men who were dissatisfied with their status as “neither-nor” turned to secular nationalism to establish their identity. They neglected all forms of religious belonging and saw in the “Young Turk movement” their emancipation.

Atatürk’s Jewish Roots:

In 1911 in the Hotel Kamenetz in Jerusalem, Itamar Ben Avi, a newspaperman and writer who was the son of Eleazer Ben Yehudah (credited as the main proponent of the establishment of Modern Hebrew) met with a young Turkish Army officer. After enjoying a good quantity of Arak, the officer, Col. Mustafa Kemal, turned to his drinking partner and recited the “Shema” in fluent Hebrew and indicated that he came from a Doenmeh family. They met again on a few occasions and Kemal filled in more of his background. This man was of course to become General Kemal Ataturk, founder of modern Turkey.

Remnants of Doenmeh still exist. There is an unidentifiable building known as the Jewish Mosque where Doenmeh still meet. During World War II, when Turkey was close to Germany, there were separate tax lists for different religious categories, and the “D” list was for Doenmeh. During his lifetime and continuing today, there have been whispered rumors among Islamic activists that Kemal Ataturk and other Young Turks were of Jewish origin.

However, there is little doubt that 300 years after the death of Shabbtai Zvi, his influence and twists and turns of his Doenmeh followers provided the activist secular basis which is one of the underlying principles of modern Turkey – without which the Turkish-Israeli connection would have been most unlikely.

To bring this story up to date and possibly complete the circle, we now learn that some Doenmeh living in Turkey have made inquiry of American Jewish religious organizations about the possible re-entry of Doenmeh into today’s Jewish world.”

_________________________________

ADDITIONAL SOURCES:
_________________________________

WHEN KEMAL ATATURK RECITED SHEMA YISRAEL

“It’s My Secret Prayer, Too,” He Confessed

By Hillel Halkin

ZICHRON YAAKOV – There were two questions I wanted to ask, I said over the phone to Batya Keinan, spokeswoman for Israeli president Ezer Weizman, who was about to leave the next day, Monday, Jan. 24, on the first visit ever made to Turkey by a Jewish chief of state. One was whether Mr. Weizman would be taking part in an official ceremony commemorating Kemal Ataturk. Ms. Keinan checked the president’s itinerary, according to which he and his wife would lay a wreath on Ataturk’s grave the morning of their arrival, and asked what my second question was.

“Does President Weizman know that Ataturk had Jewish ancestors and was taught Hebrew prayers as a boy?”

“Of course, of course,” she answered as unsurprisedly as if I had inquired whether the president was aware that Ataturk was Turkey’s national hero.

_________________________________

The Associated Press news agency, citing the Grand Vizier of Turkey, mentions in an item of the 3rd of July, 1920:

“Mustafa Kemal, (the Turkish nationalist leader) whom the great vizier presents as a Jew, was born a Turk and his parents were from Saloniki and were Deonmes, that is converts, as were the parents of Talat and Djavid”.

_________________________________
Joachim Prinze (1902-1988), who was president of the American Jewish Congress from 1958 to 1966, writes:

“Among the leaders of the revolution which resulted in a more modern government in Turkey were Djavid Bey and Mustafa Kemal. Both were ardent doenmehs. Djavid Bey became minister of finance; Mustafa Kemal became the leader of the new regime and had adopted the name of Ataturk. His opponents tried to use his doenmeh background to unseat him, but without success. Too many of the Young Turks in the newly formed revolutionary Cabinet prayed to Allah, but had as their real prophet Shabtai Zvi, the Messiah of Smyrna”.

_________________________________

“Scholars have firstly pointed out the fact that Mustafa was born and raised in a city, Salonika, the majority of the population of which was Jewish in the mid-nineteenth century. Actually, Salonika was the only city in the world at the time (until Tel-Aviv was founded in 1909) with a majority Jewish population. If we add to the city’s Jews the dönmeh population, who were traditionally counted among the Muslims, then the Jews and converted Jews (the dönmeh) would make up an absolute majority of the population. This is why Salonika was called the Jerusalem of the Balkans then.”

- Vivendi Centre Publications, 2011.

_________________
"C'est une maladie naturelle à l'homme de croire qu'il possède la vérité." Blaise Pascal
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Cyberturc
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 22 Avr 2006
Messages: 1004
Localisation: Paris

MessagePosté le: 28 Aoû 2014 22:57    Sujet du message: Répondre en citant

Et en voilà un autre texte affirmant qu'il serait peut-être arménien…




Citation:
Ataturk était-il Arménien ?
Publié le : 29-08-2012


Info Collectif VAN - www.collectifvan.org - Le Collectif VAN vous propose une traduction de Gilbert Béguian d'un article en anglais mise en ligne sur le site de NAM (Nouvelles d'Arménie Magazine) le 29 août 2012.



NAM

par Orhan Kemal Cengiz

Le quotidien Radikal a commencé une discussion tout à fait intéressante sur les origines de la famille de Mustafa Kemal Ataturk, le fondateur de la République turque. Selon Radikal, citant le livre dont l’édition est attendue, “ De Mustafa à Kemal : le Grand Secret d’Ataturk “ par Fatih Bayhan, les origines de la famille d’Ataturk ne sont pas à Thessalonique, comme on le croit communément, mais plutôt dans la province de l’est de Malatya. Bayhan prétend que la famille d’Ataturk s’est installée à Thessalonique venant de Malatya.

Selon cette nouvelle version de sa vie, le père et la mère biologiques d’Ataturk étaient des gens vivant à Malatya et la mère adoptive d’Ataturk, Zubeyde Hanim, était en réalité sa tante. L’auteur prétend qu’Ataturk fut envoyé à Thessalonique lorsque son vrai père mourut et fut adopté par Zubeyde Hanim lorsque sa mère mourut. Le livre se dit fondé sur des enregistrements et des documents officiels qui sont prêts à être rendus publics pour la première fois.

Je ne veux pas vous ennuyer avec tous ces détails plus que cela. Cette allégation reste évidemment à prouver. Cependant, je ne serais pas étonné qu’elle soit confirmée. En grande partie, l’histoire de la Turquie est fondée sur beaucoup de mensonges et de légendes, tous créés dans le but de nier quelques faits fondamentaux de notre passé. Les “ auteurs “ de l’histoire officielle turque n’ont jamais hésité à déformer l’histoire en fonction des besoins de notre idéologie officielle et les soi-disant “ intérêts supérieurs “ de l’état.

Malatya était l’une des provinces densément peuplées d’Arméniens par le passé. Si cette nouvelle version des origines d’Ataturk est vraie, la première question qui se pose concerne les raisons pour lesquelles les auteurs de l’histoire ont fabriqué la version bien connue de sa vie. Ont-ils écrit la version officielle pour dissocier Ataturk des Arméniens d’Anatolie ? Si cette nouvelle histoire est vraie, il doit y avoir une raison.

Les faits de l’histoire turque sont encore entourés de nombreux tabous, dont quelques uns ont causé des morts d’homme. Vous savez comment les événements tragiques qui ont conduit à l’assassinat de Hrant Dink ont commencé. Il a simplement osé dire que la fille adoptive d’Ataturk Sabihah Goksen était selon toute évidence une orpheline arménienne. Et cette révélation a été suivie d’une campagne de lynchage après laquelle il a été abattu.

De nos jours, les murs autour des tabous de notre histoire tendent à s’affaiblir. Ayhan Aktar ne cesse d’écrire sur les tabous de notre histoire. L’une des histoires qu’il raconte concerne les batailles des Dardanelles. Selon Aktar, l’un des héros de cette bataille fut le capitaine Sarkis Torosyan, un citoyen de l’Empire Ottoman d’origine arménienne. L’histoire de Torosyan fait partie de celles qui brisent le cœur. Torosyan était un artilleur très décoré, blessé en défendant les Dardanelles. Il fut plus tard transféré dans le secteur où sa famille avait été déportée, en Palestine actuelle. Là, il retrouva sa sœur vêtue de loques et apprît que sa fiancée était en train de mourir de la tuberculose. Il apprît que ses parents avaient été abattus sur la route. Tandis qu’il se battait pour son pays jusqu’à la mort, sa famille et ses bien-aimés avaient été brutalement évincés de chez eux.

Cette histoire n’est évidemment pas écrite dans les manuels d’histoire, elle n’est pas connue de beaucoup de gens en Turquie. Certains peuvent penser que cette histoire n’est qu’un minuscule détail dans l’histoire turque, mais elle est importante et à mon avis pleine de signification. L’histoire vraie d’un capitaine arménien qui s’est battu dans une guerre des Dardanelles héroïque pèse lourd dans la conscience turque. C’est le résultat d’un simple événement, capable de nous rappeler la perte de nos voisins de longue date et notre passé.

Comme je l’ai répété dans ces colonnes auparavant, les peuples font face à leur passé en ouvrant leur cœur aux histoires des autres, en éprouvant la peine et la douleur dont ils ont souffert - un processus qui a déjà commencé en Turquie et qui sera très long.

Traduction Gilbert Béguian pour Armenews

mercredi 29 août 2012,
Jean Eckian ©armenews.com

_________________
"C'est une maladie naturelle à l'homme de croire qu'il possède la vérité." Blaise Pascal
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Tout & Rien Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Page 1 sur 1

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.