Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Türkiye'de Adalet
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 15 Nov 2013 11:31 Sujet du message:
Yargisiz bir ulke oldu Turkiye anlasilan... Asagidaki yaziyi okuyunca baska ne dusunebilir insan !?
Citation:
Sedat ERGİN
hurriyet.com.tr -13.11.2013
Yargıtay kararı ardından kanserli bir Balyoz portresi
YARGITAY Cumhuriyet Başsavcılığı, önceki gün 30 günlük yasal bekleme süresini geride bıraktıktan sonra Dokuzuncu Ceza Dairesi’nin Balyoz davasıyla ilgili verdiği kararda sanıkların “aleyhine” düzeltme talebinde bulunmadı.
Başsavcılık itiraz etmeyince, Balyoz dosyasının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na getirilerek yeniden görüşülmesinin yolunun önü kapanmış oldu.
Aslında başsavcılığın önünde bundan sonraki aşamada isterse bazı sanıkların “lehine” itiraz etme yönünde bir seçenek bulunuyor. Ama bu çok zayıf bir ihtimal.
Bu durumda Balyoz davasının Yargıtay aşamasının büyük ölçüde kapandığını söyleyebiliriz. Balyoz’da bundan sonraki aşamada mahkûmlar açısından gidilebilecek tek yol olarak Anayasa Mahkemesi’nde bireysel başvuru hakkının kullanılması seçeneği kaldı. Orada da bir sonuç alınamazsa çalınabilecek son kapı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
* * *
Yargıtay’ın toplam 237 sanığı büyük ölçüde dijital deliller üzerinden mahkûm eden bu kararının kesinleşmesi vesilesiyle dosyadan ilginç gördüğümüz bir durumu okurlarımızın dikkatine getirmek istiyoruz.
Konumuz Deniz Kurmay Albay Ayhan Türker Koçpınar. Davanın 241 numaralı sanığı olan Koçpınar, hükümeti devirmeye teşebbüs suçunu işlediği gerekçesiyle 16 yıl hapis cezasına mahkûm olmuştur. Koçpınar hakkında hepsi dijital olan toplam üç delil söz konusudur.
Bunlardan birincisi, 11 numaralı CD içinden çıkan “Öncelikli ve Özellikli Görevlendirme Listesi” başlıklı bir word dosyasıdır. Bu dosyanın üst kimlik bilgilerinde, oluşturulma tarihi olarak 6 Ocak 2003, son kez kaydedilme tarihi olarak 20 Þubat 2003 yazıyor. Bu belgede, darbede görev alacağı öne sürülen Deniz Kuvvetleri mensubu 111 personelin ismi yer alıyor. Koçpınar’ın adı 74’üncü sırada geçiyor.
İkinci belge, “Güven.doc” başlıklı bir word dosyası. Bu belgede, “Darbe planında reaksiyonların gösterilmesine engel olan komutanların geçici/sürekli olarak tevkif edilmesi veya yetki devri içeren tebligatın yapılması maksadıyla personnel görevlendirilmesi ilgi ile emredilmiştir” deniliyor. Devamında “Görevlendirilen personele MP-5 Makinalı tabanca tahsis edildiği, yemin ettirilerek muhtıra imzalatıldığı” belirtiliyor.
10 Ocak 2003 tarihini taşıyan bu belge, 9 Ocak 2003 tarihinde oluşturulmuş görünüyor. Son kez kaydedilme tarihinin karşısında 16 Ocak 2003 yazıyor.
* * *
Üçüncü belge, “EK.tefrik.doc” başlıklı bir word dosyası. Bu belgede “Hassas komutanlar” ve onları “Tevkifle Görevli Personel”in isimleri yer alıyor. Belgede Hücumbot Filo Komutanı Tümamiral (sonradan Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu) E. Murat Bilgel’in isminin karşısında tevkifle görevli iki subayın adı yazıyor. Biri, Deniz Kurmay Yüzbaşı A. Türker Koçpınar. Koçpınar, o tarihte TCG Tayfun hücumbotunun ikinci komutanı.
Bu belgenin oluşturulma tarihi 10 Ocak 2003, son kez kaydedilme tarihi ise 16 Ocak 2003 görünüyor.
* * *
Bu dijital belgelerden ne anlıyoruz? Koçpınar’ın darbe faaliyetlerine karıştığına işaret eden belgelerin 6 Ocak, 9 Ocak, 10 Ocak, 16 Ocak ve 20 Þubat 2003 tarihlerini taşıdığını görüyoruz. Mahkeme, bu belgelerden hareketle sanığın atılı suça katıldığı sonucuna varmış, savunmasına itibar etmemiş ve 16 yıl hapis cezası vermiştir. Yargıtay da aynı kanaate vararak bu mahkûmiyet kararını onaylamıştır.
* * *
Þimdi dava dosyasından sanığın savunmasında yer alan başka resmi belgeler üzerinden, mahkûmiyete yol açan söz konusu dijital belgelerin oluşturulduğu tarihlerde Koçpınar’ın nerede, ne yaptığına bakalım. Elimdeki resmi belgeler, kendisinin bu tarihlerde kanser tedavisiyle meşgul olduğunu gösteriyor. Ana başlıklarını özetlemek gerekirse:
3 Ocak 2003: Kasımpaşa Askeri Hastanesi’nde yapılan muayenesinde tümör tanısı konuyor.
6 Ocak 2003: Aynı hastanede yapılan ameliyatla tümör alınıyor.
8 Ocak 2003: 20 gün istirahat ile taburcu ediliyor, patoloji raporu ile kontrolü uygun görülüyor, bu amaçla ayrıntılı tetkik için GATA Haydarpaşa Hastanesi’ne sevki yapılıyor.
18 Þubat 2003: GATA’daki tetkiklerde kronik iltihaba bağlı doku hasarı tespit ediliyor.
26 Mart 2003: Yapılan ikinci bir ameliyatla lenfler alınıyor.
24 Mayıs 2003: GATA Sağlık Kurulu kararı ile görevine devam kararı veriliyor.
* * *
Koçpınar, iyileştikten sonra görevine dönmüş, 2011 yılında kurmay albaylığa terfi etmiş, ardından Balyoz davasında yargılanarak mahkûm olmuştur. Darbe hazırlıklarına katıldığı söylenen tarihlerde kanser tedavisi geçirdiğini mahkemede belgeleriyle ortaya koymasına karşılık, mahkeme heyeti, daha sonra da Yargıtay, savunmasına itibar etmemiştir. Mahkûm olmasaydı 2016 yılındaki Yüksek Askeri Þûra’da Koçpınar’ın amiralliğe terfisi görüşülecekti. Halen Hasdal Askeri Cezaevi’nde bulunuyor.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 11 Déc 2013 19:27 Sujet du message:
Citation:
Böyle tanığa böyle iddianame
RAHMETLİ Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili olarak açılan davada “gizli tanık” ifade vermesi için bulunamamış.
Meğerse verdiği adres de, T.C. kimlik numarası da doğru değilmiş!
Öte yandan gizli tanığın “Tuğgeneral Levent Ersöz bu evde Turgut Özal suikastını bana anlattı” dediği adresin de doğru olmadığı ortaya çıkmış. Söz konusu adreste Ersöz ailesine ait bir villa tespit edilememiş!
Söz konusu dava, sadece bir gizli tanığın ifadesine dayanılarak açıldı ve Tuğgeneral Ersöz için ömür boyu hapis cezası isteniyor!
Böyle önemli bir iddia var ama savcılık gizli tanığın T.C. kimlik numarasını bile kontrol etmeye gerek görmeden ifadesini almış, iddianamesini yazmış.
Gizli tanığın beyanının doğruluğunu kontrol etmek için de kılını kıpırdatmamış, “Ersöz bu evde anlattı” dediği adresi bile kontrol etmemiş.
Bütün bunlar şimdi yargılama aşamasında yapılıyor!
Böyle bir iddianamenin mahkeme tarafından nasıl olup da kabul edildiği bir yana.
Savcı, işini doğru düzgün yapmamış. Sanığın aleyhine olduğu kadar, lehine olan delilleri toplama yoluna bile gitmemiş.
Gizli tanığın ifadesinde anlattığı bazı olguların doğru olup olmadığını kolayca tespit edebilecekken bunu da yapmamış.
Oysa bunu yapmış olsa belki de tanığın güvenilirliği konusunda şüpheye düşebilir, davayı açmak için daha kuvvetli kanıtların peşine düşebilirdi.
Ortaya çıkıyor ki entipüften bir iddia, bir insanın ömür boyu hapis istemiyle, tutuklu olarak yargılanmasına yetiyor.
Böyle bir yerde haktan, hukuktan söz edebilmek mümkün mü?
Mehmet Y. YILMAZ / Hürriyet 11 Aralık 2013 in Fabrikasyon ‘belge’ meselesi
Artik bu tip haberler Zaman Gazetesinde de çikiyor...
Citation:
Çanakkale’de geçen 3 Haziran’da Gezi Parkı gösterileri sırasında düzenlenen bir yürüyüşte, İnönü Caddesi’nde yola sprey boya ile ‘Hükümet İstifa’, ‘Faşizme Ölüm’, Demokrasi Caddesi’nde ise kaldırıma İngilizce ’F…. the police’ yazıları yazılmıştı. Polis kameralarının çektiği görüntülere göre yazıları 13 yaşındaki ilköğretim sekizinci sınıf öğrencisi B.T.İ.’nin yazdığı ileri sürüldü. Savcının sevk ettiği Adli Tıp uzmanı, suçunun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğu kanaatine varıp, B.T.İ.’nin cezai ehliyetinin olmadığını belirten rapor hazırladı. Buna karşın Cumhuriyet Savcısı Ozan Kaya’nın hazırladığı iddianameyle 1’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde ‘kamu malına zarar vermek’ suçundan 2 yıldan 6 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 10 Mai 2014 17:13 Sujet du message:
Citation:
Mehmet Y. YILMAZ
9 Mayıs 2014 Hurriyet
Adalet cephesinde yeni bir şey yok!
ADANA’da MİT’e ait olduğu söylenen TIR’ları durdurup arama yapan 13 asker için savcılık, ömür boyu hapis cezası istemiş.
Suçları “casusluk”!
Savcılık açıklamasında şöyle deniliyor:
“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis talebi ile; ve ‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla açıklama’ suçundan müebbet hapis cezası istemi ile Adana 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır.”
Böylece tek suçu, o sırada Adana Jandarma Alay Komutanlığı’nda askerlik yapmak ve kendisine verilen emirlere uymak olan gariban askerlerin de “casusluk” yaptığını öğrenmiş oluyoruz.
Her Türk erkeği askerlik anılarını anlata anlata bitiremez, belli ki bu erlerinki hiç bitmeyecek!
“Casusluk” dediğimiz meslekte öğrendiğiniz bir bilgiyi, bundan yarar sağlayacak bir üçüncü kişiye vermeniz (ya da satmanız) gerekir.
Savcılığın açıklamasından bunu anlayamıyoruz ama.
Bu bilgi kime satılmış (ya da verilmiş) bilemiyoruz.
Savcılığın da bildiğini, bunu kanıtlayabileceğini tahmin etmiyorum, çünkü bu konuda elinde bir bilgi olsaydı, açıklamada onu da belirtirdi.
Mesela şöyle bir cümle: “Sanıklar, elde ettikleri gizli bilgileri bilmem hangi devletin filanca ajanına sattılar.”
Böyle bir şey yok, ama casusluk suçlaması var!
Neden var derseniz, sebebi açık: Çünkü Başbakan bunun bir casusluk olduğunu düşünüyor!
O zaman savcılık da durumdan vazife çıkarıyor ve davayı casusluktan açıp sanıklar hakkında ömür boyu hapis cezası istiyor.
“Eski” Türkiye’de de böyleydi, “paralel yapı” adliyeye hâkim olduğunda da böyleydi, “yeni” Türkiye’de de böyle!
Adliye cephesinde değişen bir şey hiçbir zaman yok.
Delilden yola çıkmak, suçu somut deliller ile destekleyip iddianameyi öyle yazmak pek rastlanan bir durum değil.
Hayali suçlamalarla yazılmış iddianameleri kabul edip yargılama yapmak da bizim adalet sistemimizin ezeli hastalığı, ebediyete kadar da sürecek gibi görünüyor.
Paralelciler gidiyor, dombracılar geliyor, tas aynı, hamam aynı, sadece suyu döken değişiyor.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 22 Juin 2014 23:54 Sujet du message:
Anayasa mahkemesinin kararlari sonucu Balyoz davasi gibi bir çok davadan hukum giyenleri ozgurluklerine kavusmalarindan sonra Ali Sirmen :
Citation:
- Bu karar ile Türk yargısı aklanmıştır.
Bu karar ile Türk yargısı falan aklanmamıştır.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin sahte deliller ve eksik soruşturmayla verilen mahkûmiyetleri onaylayan kararı hâlâ orada durmaktadır.
O Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 12 Eylül döneminde Askeri Yargıtay’ın, silahlı diktatör Evren’in karşısında gösterebildiği görece bağımsızlığı bile bu dönemin külahlı diktatörü karşısında gösterememiştir.
Balyoz davası sanıkları çıktılar. Benzeri diktaların çoğunda görüldüğü gibi, demokrat ve özgürlükçü insanların hepsi sevindi. Ama yargı aklanmış değil. Çünkü hâlâ kimse “Türkiye’de hâkimler var!” diyerek, huzur içinde yargıya güvenebilecek durumda değil. Hâlâ hangi mahkemeden ne hukuksuzluk çıkacağı meşkuk.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 22 Juin 2014 23:57 Sujet du message:
Citation:
AKP’nin Ters Tepen Silahı: AYM
Emre Kongar - 22 Haziran 2014
Anayasa mahkemeleri bir ülkede demokrasinin ve hukuk devletinin güvencesidir.
Nitekim Türkiye’de de 27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra, 1961 Anayasası ile demokratik ve laik hukuk devletini korumak, iktidarın çoğunluk diktatörlüğüne kaymasını önlemek için kuruldu.
Türkiye’nin ikinci 12 Eylül felaketi olan 2010 referandumu ile Anayasa Mahkemesi de yeniden düzenlendi ve bireysel başvuru hakkı, aslında haksızlık ve hukuksuzluğa uğrayanların AİHM’ye gitme yollarını uzatmak, zorlaştırmak için tanındı.
O sıralarda henüz AKP-Gülen Cemaati ittifakı bozulmamıştı...
Üye atamaları bu ittifakın gözetim ve denetiminde yapıldı; iktidar böylece, AYM’yi de denetim altına aldığını düşünüyordu...
Hesaplamadıkları olasılık, bu yargıçların hukuka bağlılıklarıydı.
Ben daima, yargıç, savcı ve avukatlar arasında, ahlak değerlerinin daha yaygın ve sağlam olduğunu düşündüm ve yazdım...
Okurlarımın bir bölümü bu güvenimin yanlış, umutlarımın boş olduğunu söyledi...
Ne yazık ki Danıştay, Yargıtay, HSYK, YSK gibi üst mahkeme ve karar organları açısından da pek haksız çıkmadılar...
Ama sistemin tepesinde oturan AYM hakkındaki düşünce ve umutlarımın hiç de temelsiz olmadığı anlaşıldı.
***
Silivri davaları başlayalı beri, hemen hemen her pazar, sistematik olarak haksızlıklar ve hukuksuzluklar konusunda yazdım.
Amacım hem bunları gündemde tutarak toplum tarafından unutulmalarını ya da olağanlaştırılmalarını engellemek, hem de dört duvar arasındakilere, yalnız olmadıklarını anımsatmaktı.
Þimdi, içerdekilerin çok büyük bir kısmının salıverilmesiyle bu davalarda yeni bir aşamaya gelindi, ama sorunlar sürüyor; örneğin, çeşitli nedenlerle henüz tahliye olamayanlar, casusluk davası gibi, devam eden garip davalar var...
Ve elbette Silivri davalarının yeniden görülmesi ve bu kumpasları kuranların saptanarak yargılanması aşamaları da var...
Ama sanıyorum, artık her pazar sistematik olarak Silivri davalarını yazmama gerek kalmadı.
(...)
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 24 Juil 2014 16:05 Sujet du message:
Citation:
Böyle bir camiadan adalet beklenir mi?
HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu için seçimler 12 Ekim’de yapılacak.
Bununla ilgili gazetelerde yayımlanan haberleri okurken doğrusunu isterseniz dehşete kapılıyorum.
Bağımsız vicdanlarıyla, sadece Anayasa ve kanunları gözeterek karar vermek durumunda olan savcı ve yargıçların, siyasi düşünceler içinde parçalandıklarını gördüğümde, ülkemizin geleceği için endişeleniyorum.
Çünkü yargısı tamamen siyasileşmiş, kamplaşmış bir ülkede adaletin asla sağlanamayacağını, gücü eline geçirenin güdümündeki bir yargıdan bağımsızlık beklenemeyeceğini biliyorum.
Gazetelerdeki haberlerden öğreniyoruz ki HSYK seçimleri için herkes bir liste oluşturuyor.
Adalet Bakanlığı bir “Yargıda birlik platformu” kurmuş, hükümete yakın yargıçları ve savcıları örgütlemiş.
Karşı tarafta YARSAV ve Yargıçlar Sendikası da var.
“Cemaatçiler” de ayrı bir grup, onlar da birlikte hareket edecekler, HSYK içinde güç elde etmeye çalışacaklar.
Ve sonra böyle oluşmuş bir HSYK’nın atayacağı hâkim ve savcılara kendimizi emanet edeceğiz, adalet bekleyeceğiz!
Yargıçlar, tanımları gereği bağımsız olmak, bağımsız hareket etmek durumunda olan kişilerdir, öyle olmalıdırlar.
Yukarıda da yazdığım gibi onları bağlayacak tek şey vicdanları olmalı, Anayasa ve kanunlar olmalı.
.
Grup çıkarları için bir araya gelmek, bunun ardında ne kadar yüce siyasi fikirler olursa olsun, yargıçlardan beklemememiz gereken bir durumdur.
Yargıçlar ve savcılar elbette örgütlenmek hakkına sahiptirler ama sadece özlük hakları ile ilgili olarak! Daha fazlası değil.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13633 Localisation: Paris
Posté le: 27 Sep 2014 1:02 Sujet du message:
Ve su siralar Turkiye'de adalet denilen kurumun zaten paramparça olmus durumunun toz edilip yurutmeyle uyumlu hale getirilmesi çalismalari var.
Ileri demokrasi, yeni Turkiye iste boyle birsey, hakimler ve savcilar yurutmeyle yani iktidarla uyumlu olacakalar, yani iktidarin dediklerini yapacaklar.
AKP demokrasinin tanimini da degistiriyor artiK
Ve hatta rezalet oylesine ayyuka çikmis ki AKP'li bir adam çikip HSYK seçim sonuçlari istedigimiz gibi çikmazsa bu sonuçlari gayrimesru ilan eder kanun yapar herseyi degistiririz diyebiliyor açik açik... Normal reisi mahkeme kararini begenmeyince "sikiysa yiksinlar, açacagim, oturacagim" dediydi...
Iktidara toz kondurmakmak için herseyin bir olumlu yanini bulmaya çalisan Taha Akyol bile pes etmis artik...
Citation:
Hürriyet
24.09.2014 Çarşamba
HSYK seçimleri
YARGITAY Büyük Genel Kurulu HSYK için üç asil ve üç yedek üye seçti.
HSYK seçimlerini etkilemek için Adalet Bakanlığı ve hükümet yanlısı bazı gazeteler günlerden beri kampanya yürütüyordu.
Yargıtay'daki Daire Başkanlıkları seçiminde de bazı Yargıtay üyeleri Adalet Bakanlığı'na çağırılıp ne yönde oy kullanmaları gerektiği konusunda "tavsiyeler"e muhatap olmuşlardı!
Hatta kendilerine "kanunu değiştirip Yargıtay'a 100 yeni üye daha atamak" gibi uyarılar bile yapılmıştı.
HSYK'yı yürütme erkinin tercih ettiği üyelerle doldurmak için yapılan faaliyet bu kadarcık değil.
Bakan, müsteşar, müsteşar yardımcıları, Adalet Bakanlığı'nın yüksek bürokratları bir süredir illeri dolaşarak hükümetçe desteklenen "Yargıda Birlik Platformu" (YBP) lehine oy kullanılmasını istiyorlar.
'YÜRÜTMEYLE UYUMLU'
Hâkim ve savcılarla yapılan bu toplantılara, yerine göre, müsteşar, müsteşar yardımcıları, hâkim ve savcılar hakkında gerektiğinde soruşturma yapacak başmüfettişler ve müfettişler katılıyor! "Seçilirsek yürütmeyle uyumlu çalışacağız" diye beyanat veriyorlar.
YBP gerçekten "yürütmeyle uyumlu" bir kadroya da sahip: Adalet Bakanlığı tarafından atanan HSYK Başmüfettişi, HSYK Genel Sekreteri, Genel Sekreter Yardımcısı, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, Hukuk İşleri Genel Müdür Yardımcısı...
Hükümeti destekleyen medyada da YBP sözcülerinin çarşaf çarşaf açıklamaları çıkıyor, üstelik siyasi sloganlarla...
Hâkim ve savcılara maaş zamları, sicil afları, yurtdışı eğitim gibi vaatlerde bulunuyorlar. Hükümet de hemen tarihi belirsiz bir maaş zammını ilan ediyor.
HUKUKÇUNUN ONURU
Hoşlanılmayan hâkim ve savcılar "kripto haşhaşi, paralel" diye damgalanıyor... Amaca uygun siyasi demeçler veren yargı mensupları ise baş tacı!
Kanunun aradığı şekilde gerekçeli karar yazarak, delilleri değerlendirerek "tutuklamanın kaldırılmasına" karar veren ağır ceza mahkemesi üyeleri "haşhaşi" diye hücuma uğruyor.
Böyle damgalanan bir hâkim veya savcının zedelenen onurunu düşünün!
Fakat Adalet Bakanlığı, hâkim ve savcılar hakkında böyle uluorta suçlamalar yapılmaması, elde bilgi ve belge varsa yetkililere iletilmesi konusunda tek satırlık açıklama yapmıyor. Bakanlığın bir görevi da hâkim ve savcıların onurunu korumak değil mi?
Yargı camiası, HSYK'ya kendi yönetmeliğini çiğnettirerek yaptırtılan hâkim ve savcı atamalarını da görüyor tabii.
Bu baskı havası ve bunaltıcı kampanya yargı camiasında tepki çekiyor. Yargıtay'da yapılan Daire Başkanlıkları ve HSYK seçimleri böyle bir sonuçtur.
MAHKEME KAPISI
En ağır kararları verebilecek olan yargı mensupları çocuk mudur ki, onlara veli veya vasî tavrıyla "şöyle yapma, böyle yap!" denilebilsin!
Yargıda olup da cemaatin emriyle karar veren hâkim veya savcı da, hükümetin gözüne girmek için davranan hâkim ve savcı da adaleti katletmektedir! İdeolojik düşüncelerle davranan hâkim ve savcı da adaleti katletmektedir!
İnsanoğlunun ezeli ve ebedi ideali olan adaleti, düştüğü yerden kaldırıp yükseltecek olanlar, çok büyük çoğunluğu oluşturan namuslu ve gerçek hukukçu hâkim ve savcılardır.
Dilerim 12 Ekim'deki HSYK seçimlerinde bütün hizipler liste olarak kaybetsin, ortaya çoğulcu, bu sebeple bağımsız ve tarafsız bir HSYK çıksın. Yargı ancak o zaman hakkın, adaletin karargâhı olur.
Yargıtay'ın en saygın başkanlarından Merhum Recai Seçkin'in elli yıl önceki şu sözleri, onun bütün hukukçulara vasiyetidir:
"Son kapı olan mahkeme kapısı gayet sağlam bir kapı olmalıdır ki, haksızlık oradan içeri sızmasın!"
ve
Citation:
Hürriyet
26.09.2014 Cuma
Gayrimeşru sayarız!
İKTİDAR partisinin grup başkanvekili, HSYK seçimleri için "Kazanırlarsa gayrimeşru sayarız" diyor!
Hayrete düştüğümüzde küçük dilimizi yuttuğumuzu söyleriz ya, ben büyük dilimi yuttum!
Anayasa'ya göre bağımsız bir kuruluş olan HSYK için, yine Anayasa'ya göre yapılacak olan seçimleri iktidar partisi nasıl gayrimeşru sayabilir?!!
Evvela, "milli irade", iktidar partisinden ibaret değildir. Yürütme, muhalefet dahil yasama ve bağımsız yargı, üçü birden milli iradedir.
İnsanlığın son iki yüz yılda belki binlerce eser yazarak geliştirdiği kuvvetler ayrılığı ve demokrasi fikrinin temeli budur.
Uzun boylu anlatmaya gerek yok, çünkü sorun bilgi eksikliği değil, HSYK'yı "yürütmeyle uyumlu" hale getirme hırsıdır. İşte bu hırsla, tepeden tırnağa bütün yürütme gücü HSYK seçimleri için 13 bin hâkim ve savcıya baskı yapıyor. Sanki 13 bin hâkim ve savcı çocuktur ve "yürütmeyle uyumlu" bir HSYK'nın kendileri için ne menem bir şey olacağını görmüyorlar!
HSYK'DA ÜÇ İSİM
Karalama kampanyasının HSYK'daki baş hedefleri 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, 2. Daire Başkanı Nesibe Özer, 3. Daire Başkanı Ahmet Hamsici... Nice zamandır "paralel, kripto, haşhaşi" diye saldırıya uğruyorlar. Bunların hiçbirinin cemaatçi olması mümkün değildir. Ne hayat tarzları ne kişilikleri buna müsaittir.
Ahmet Hamsici'yi bir tek defa Afyon'da yapılan bir panelde gördüm, tanıştık. Benden "hâkim ve savcıların tarafsızlığının önemi hakkında konuşmamı" rica etmişti. Sohbetimizde tamamen bağımsız, bağlantısız Karadenizli bir hukuk adamı görmüştüm.
Peki, Hamsici falanca soruşturmayı niye açtı, ötekini niye açmadı? Dosyalarda ne var, yasal usuller nedir, biliyor muyuz? Bilmeye gerek yok, "Kripto" der, geçeriz!
Nesibe Özer'le CNN Türk'teki program vesilesiyle tanıştım. Yargı bağımsızlığı konusunda bir hukukçuda olması gereken bütün hassasiyetlere sahip bir hukuk insanı. Program boyunca yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını savunmuştu.
ÇEKİLMEZSEN YIPRATILIRSIN!
İbrahim Okur da "kripto(!)" imiş. Yargıtay'daki seçimleri Okur organize etmiş, istediklerini kazandırmış!
Bir de "solcu fakat kripto paralel" diye bir kategori varmış! Yargıtay Üyesi Mustafa Ateş böyle "solcu fakat kripto paralel" biriymiş! Yargıtay'daki seçimlerde İbrahim Okur onu da desteklemiş. Fakat Okur diğer üç adayı 200 civarında oyla kazandırırken solcu Mustafa Ateş 32 oyda kalmış!
İzah hazır: "Okur, son anda Ateş'i çizmişti!"
Demek ki, hepsi birinci sınıf hâkim olan Yargıtay üyeleri, Okur'un "son anda" verdiği emre uymuş!
Böyle bir şey hayal bile edilemeyeceği gibi, İbrahim Okur, "son anda" denilen gece Mustafa Ateş'i onurlu duruşu için kutlayan bir tweet atmıştı! Halen duruyor o tweet.
İbrahim Okur, yüksek güç sahiplerinin "Adaylıktan çekil, çok memnun olursun; çekilmezsen yıpratılırsın" şeklindeki sözlerine boyun eğmeyen bir hukuk adamı olduğu için hedef tahtası yapıldı.
'YÜRÜTMEYLE UYUMLU'
Bugüne kadar hiçbir yazımda hâkim ve savcıların şahıslarını konu edinmedim. Sadece, kararlarına baktım. Fakat HSYK'yı "yürütmeyle uyumlu" hale getirmek için yürütülen kampanyada hâkim ve savcıların şahsiyetleri, itibarları adeta linç ediliyor.
Damgalanan bu insanların basın toplantısı yapmaları da mümkün değil, gazetelerde manşet atmaları da...
13 bin hâkim ve savcının iradesini "gayrimeşru" sayabilecek böyle bir gücün HSYK'yı "yürütmeyle uyumlu" hale getirmesi ihtimali, yargıda ciddi endişe yaratıyor; sağcı, solcu fark etmiyor bu endişede. Bu tabloyu görmek yerine, ona buna "kripto" denilmesi endişeleri büsbütün artırıyor.
'LİSTE' SORUNU
Yargıdaki Cemaat sorununu çözmek başkadır, yargıyı "yürütmeyle uyumlu" hale getirmek başka.
Anayasa Mahkemesi HSYK ile ilgili son kararında, iktidara "tek adaya tek oy" diye kanun çıkarma imkânı vermişti.
Bu yapılsaydı, hiçbir hizbin listesi HSYK'ya hâkim olamaz, oylar dağılır, çoğulcu yani bağımsız bir HSYK ortaya çıkardı. Fakat iktidar böyle yapmadı, "listeye oy" diye kanun çıkardı.
Belli ki seçimleri dizayn edebileceklerini düşündüler. İşte böyle dizayn ediyorlar!
Ne Cemaat'in ne iktidarın ne de siyasi muhaliflerin listesi... HSYK, dünya görüşleri ne olursa olsun, özgür irade sahibi hukukçulardan oluşmalıdır.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13633 Localisation: Paris
Posté le: 27 Sep 2014 1:04 Sujet du message:
Citation:
Mehmet Y. Yılmaz
Hürriyet
26.09.2014
Citation:
Tek dertleri yargıyı ele geçirmek!
AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, HSYK seçimleri ile ilgili bir konuşma yaptı.
Ünal'ın sözleri, bu partinin "demokrasi" anlayışı ile ilgili olarak açık seçik bir mesaj veriyor.
O da demokrasinin sadece kendileri için olduğudur.
Yargıtay'da yapılan HSYK üyelikleri seçimini "hükümetin oluşturduğu" grup kazanamayınca şöyle diyor:
"Bir grubun ya da zümrenin yargıyı ele geçirmek için oluşturduğu bu örgütlü koordinasyon isterse bu seçimleri kazansın, bizim için gayrimeşrudur. Çünkü biz sandıktan milletin oyları ile çıkmış milletin iradesini temsil eden seçilmiş hükümetiz. Milletin iradesi dışında birtakım ayak oyunları ile pazarlıklarla hareket edenlere, milletin temsilcileri olarak hükümet izin veremez."
Sonra da seçimler istedikleri gibi sonuçlanmaz ise ne yapacaklarını açıklıyor:
"Meclis açıldığında bu parlamento üzerine düşeni yapacaktır. Ne gerekiyorsa yaparız."
Ne demek istediği çok açık.
Eğer HSYK seçimlerini hükümetin oluşturduğu birlik kazanamazsa, yeniden kanun değişecek, seçim şartları değiştirilecek. Ta ki tüm yargı sistemi, AKP tarafından ele geçirilene kadar!
Mahir Ünal'ı aslında tebrik etmemiz de gerek, açıksözlülüğü için!
Kendi istemedikleri biçimde sonuçlanacak bir seçimi gayrimeşru kabul edeceklerini söylüyor, merak ettim acaba buna genel ve yerel seçimler de dahil mi?
Yargının, bugün "paralel yapı" diye tanımladıkları cemaat tarafından ele geçirilmesinde başrolü bu parti oynamıştı!
O zaman listelerin Adalet Bakanlığı'nda hazırlandığını, müsteşarından tutun da daire başkanlarına kadar Adalet Bakanlığı'nın yargıyı ele geçirme planının bir sonucu olduğunu onlar unutmuş olabilir, ama biz hatırlıyoruz.
Þimdi yine benzer bir hesap içindeler ama bu kez "cemaat" de olsun istemiyorlar!
Biz de istemiyoruz!
Yargıyı ne cemaat ele geçirsin, ne hükümet ne de şu ya da bu ideolojik görüş etrafında toplaşanlar.
İstiyoruz ki yargı gerçekten bağımsız olsun, çivisi tamamen yerinden oynamış bu ülkede, bağımsız ve tarafsız bir anayasal güç olarak dengelerin yeniden kurulmasını, fren mekanizmalarının çalışmasını sağlayabilsin!
Bunun yolu sonucunu beğenmediğiniz seçimi gayrimeşru ilan etmekten değil, yargıyı bu tür gruplaşmalardan tümüyle kurtaracak şekilde kanunu yeniden düzenlemekten geçiyor.
HSYK seçimlerinde "liste usulünü" ortadan kaldırarak işe başlayabilirler!
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 21 Oct 2014 15:57 Sujet du message:
Cinayet kurban gitti...
Yine Mehmet Y. YILMAZ'dan
Citation:
Gel de adalete inan!
H 21/10/14
ADALET Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek, geçtiğimiz ramazan ayında İstanbul'da bir iftar yemeği vermişti.
Bu yemeğe İstanbul'da görevli hâkim ve savcıların yanı sıra HSYK üyeleri, HSYK Genel Sekreteri de katılmıştı.
Kenan İpek, iftarda konuşma yapmış, şunları söylemişti:
"Darbeler tarihine yarım kalmış bir müdahale başlığı daha eklenmiştir. 17 ve 25 Aralık süreçlerinde yaşananların, ileri sürülen gerekçelerle ilgili olmadığını hepimiz biliyoruz."
İpek, Adalet Bakanlığı Müsteşarı sıfatıyla, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun da doğal üyesi. Bu kurul, yargıç ve savcıların tayinlerini, özlük işlerini, disiplin soruşturmalarını yürütüyor. Yani karşısına alıp "17 ve 25 Aralık bir darbe girişimiydi" diye diskur verdiği yargıç ve savcıların kaderi, onun iki dudağının arasında. İpek, yemekte bu konuşmayı yaptığı zaman şöyle yazmıştım:
"Böyle bir tabloda, gerçekten adil bir soruşturma ve yargılamanın yapılabileceğine nasıl güveneceğiz?
Çünkü kendisi, yolsuzluk soruşturmalarını engellemek için savcıya baskı yaptığı ortaya çıkan bir kişilik zaten.
İzmir'deki yolsuzluk soruşturmasını durdurması için Başsavcı Hüseyin Baş'a telefonla talimat verdiği tutanaklar ile belirlenmişti.
O savcının başına neyin geldiğini bizler gibi, iftara katılan savcı ve yargıçlar da biliyor."
Aradan iki ay geçtikten sonra İstanbul Cumhuriyet Savcısı,
17 Aralık soruşturması için takipsizlik kararı verdi.
Mahkeme kararıyla yapılmış dinlemelerin "yasadışı delil" olduğunu söyleyerek, kendisini mahkemenin yerine de koydu.
Ve bizden bu kararın "hukuki gerekçelerle alındığına" inanmamız bekleniyor!
Hadi canım sen de!
Savcıların görevi yolsuzluk örtmekmiş
SIEMENS şirketi, uluslararası ihalelerde rüşvet verdiği için Amerika ve Almanya'da ağır cezalar ödemek zorunda kaldı. Almanya'daki soruşturma sırasında, şirketin tepe yöneticilerinden biri, Türkiye'de de bir telekomünikasyon ihalesinde rüşvet verildiğini itiraf etti.
Bunun için şirketin üst düzey bir yetkilisi Türkiye'ye de gelmiş, bir aracının marifetiyle buluştuğu bir bakan ile yemek de yemiş, işi bağlamıştı.
Söz konusu ifade Alman savcılığı tarafından 7 Aralık 2006'da alınmıştı. Türkiye'nin bundan haberi 2008 yılının ağustos ayında Metin Münir'in Milliyet'teki köşesinde yazdığı yazıyla oldu. Sonra da ben düzenli olarak bu soruşturmanın Türkiye'deki akıbetini sordum.
Israrlı sorularıma ilk ve tek yanıt 29 Mayıs 2013 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Nuri Yiğit'ten gelmişti. Savcı Yiğit'in belirttiğine göre Siemens rüşvet skandalı ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nda bir soruşturma yürütülüyordu. Soruşturmanın sonuçlanmamış olmasının nedeni ise Federal Alman makamlarıyla yapılan yazışmaların o tarihte tamamlanmamış olmasıydı.
Bu yanıttan beri aradan bir yıldan fazla zaman geçti.
Rüşvetin Türkiye'de de dağıtıldığı ile ilgili ilk haberin yayınlanmasının üzerinden de 6 yıl. Hâlâ bir ilerleme yok ve artık bir ilerleme olamayacağını da biliyoruz.
Almanya'dan gelen rüşvet belgeleri, bir savcının ofisindeki dolapta tozlanmaya terk edilmiş olmalı. 17 ve 25 Aralık rüşvet soruşturmalarının başına gelen, bu dosyanın da başına geldi gibi görünüyor. Ortaya çıkıyor ki Cumhuriyet savcılarının bir işi de bundan böyle bakanların yaptıkları yolsuzlukları örtbas etmek olacak!
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 23 Mar 2015 13:57 Sujet du message:
Karsi laf soyleyeni, muhalefet edeni artik adaleti de kullanarak susturmak istiyorlar. Ama karsilarinda dirençli insanlar / kadinlar var. Iste ornek :
Attığı bir Twit yüzünden 10 yıl hapis cezasıyla yargılanan Gazeteci Sedef Kabaş, gazetecilere yapılan baskılar ve ayaklar altına alınan basın özgürlüğü nedeniyle 'Yargılanıyorum' başlıklı yazı kaleme aldı.
Citation:
1 tweet attığım için 5 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyorum…
Evime arama yapmaya gelen polisleri, avukatımla konuşmak için 5 dakika beklettiğim için 5 yıl 4 ay hapis istemi ile ikinci bir davada daha yargılanıyorum… Yani bir tweet nedeniyle gıyabımda toplam 10 yıl 4 aya varan bir hapis istemi var… Yani savcı bey, bir tweet için 3770 gün hapis yatmamı talep ediyor…
Gelin şöyle bir bakalım, ben nasıl bir ülkede yargılanıyorum…
Eski Ulaştırma Bakanı’nın “Sedef Kabaş’ın attığı Tweet’i görmedim ama sosyal medya küfür ve hakaret yeri değildir” diyerek sanki küfür ve hakaret etmişim gibi bir algı yaratmaya çalıştığı, öte yandan AK troller denilen bir grubun sabahtan akşama her kesimden insana hoyratça, rahatça ve fütursuzca hakaret ve küfür edebildiği bir ülkede yargılanıyorum…
Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en derin yolsuzluk dosyasının kapatılmasına karşı çıktığım için yargılanıyorum...
Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet evrensel suçlardır… Bu suçların işlendiği yönünde ciddi ve kuvvetli deliller, kayıtlar, ifadeler ve belgelerin olduğu bir soruşturmayı kapamak, elbette tarihe geçecek bir karardır dediğim için yargılanıyorum…
17 Aralık yolsuzluk dosyasını kapatanları “asla unutmayın” dediğim için yargılanıyorum…
Hırsızların, rüşvet alıp-verenlerin, yalan söyleyenlerin ve gözümüzün içine baka baka kul hakkı yiyenlerin bırakın yargılanmayı, mahkemeye bile gitmediği ya da gönderilmediği bir ülkede yargılanıyorum…
*
Kitapların bomba, twitter’ın baş belası, soru soran gazetecinin edepsiz, entelektüellerin monşer, anayasal hak olan protesto hakkını kullananların çapulcu, hırsızlıkları ortaya çıkaran polislerin darbeci, soruşturma açan savcıların vatan haini ilan edildiği bir ülkede yargılanıyorum…
Yolsuzluk, rüşvet ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından ağır şüpheli durumdakilerin seçim sonrasında balkondan zafer işareti yaptığı, mitinglerde “her şey milletimiz için”, “verilmeyecek bir hesabımız yok” diye haykırabildiği bir ülkede yargılanıyorum…
Gayr-i hukuki, gizli kapaklı işlerine, rüşvet trafiğine çocuklarını alet ettiği yönünde güçlü iddialar bulunan kimileri için “bakan olmuşlar ama acaba iyi bir baba olabilmişler mi” diye sorduğum bir ülkede yargılanıyorum…
Çaldınız mı sorusunu soranlara “darbeci”, “paralelci”, “siyonist”, “terörist”, “vatan haini” diyen ama bir türlü çalmadık diyemeyenlerin yönettiği bir ülkede yargılanıyorum…
Halkımızın bir bölümünün “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diyerek oluk oluk oy verdiği, bu vatandaşlarımızın hangi değerler sistemine ve ahlaka göre çocuk yetiştirdiğini gerçekten merak ettiğim bir ülkede yargılanıyorum…
30 yaşında korkunç bir serveti nasıl elde etiği meçhul bir kişinin arkasına Türk Bayrağı’nı da alıp, oturduğu bir TV programında ülkemizin bütçe açığının yüzde 15’ini kapattığını iddia ettiği ama kira gelirleri dışında tek kuruş vergi vermediği bir ülkede yargılanıyorum…
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının baş kahramanı kişinin şarkıcı eşinin “çocuğum için üzülüyorum” diyerek yarışma programlarında göz yaşı dökerken alkışlandığı, evladını kaybeden bir annenin ise meydanlarda yuhalandığı, vicdanını yitirmiş bir ülkede yargılanıyorum…
*
Yalan haberleri daha inandırıcı kılma çabası ile devasa puntoların kullanıldığı, o da olmayınca tam sayfa haberlerin yapıldığı, o da olmazsa bizzat neyin haber olup, neyin olmayacağının tek elden söylendiği, “milli irade” dedikleri halkın gerçekleri öğrenmemesi için başta yolsuzluk dosyaları ve hatta Soma dahil son 4 yılda 150’den fazla yayın yasağı getirilmiş bir ülkede yargılanıyorum…
Mide bulandıran bir fanteziden ibaret olan ve ortalama zekanın altındakilerin bile inanmayacağı sakillikteki Kabataş yalanını manşet manşet yazanların, meydan meydan haykıranların, “camide içki içtiler”, “ibadethanelerimize saldırdılar” diyerek halkı birbirine düşürme hevesinde olduğu ve bu iftiralar ile ilgili tek bir hukuki girişimin yapılmadığı bir ülkede yargılanıyorum…
Kamera görüntüleri olmasına rağmen Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin “esnaf gerekirse polistir” denerek korunmaya çalışıldığı, Berkin Elvan’ın katillerinin bir türlü yakalanamadığı, herkesin gözü önünde yakılan Gezi çadırları için bile delil yok denilip takipsizlik kararı verildiği ama Gezi’de yaralı gençlere yardım eden doktorlarımız için suç duyurusu yapılan bir ülkede yargılanıyorum…
Yapılan açıklamalarda bizdeki özgürlük dünyada yok denilen ama eve polis baskını, gazeteye polis baskını, sendikaya polis baskını, parti binasına polis baskını, bankaya polis baskını yapılan, 13 yaşındaki bir öğrencinin Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle sınıfından polislerce çıkartılan bir ülkede yargılanıyorum…
*
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kendi eşlerinin mağduriyetini anlata anlata bitiremedikleri ama aynı topraklarda ister başı açık, ister başı kapalı olsun kadınlara yönelik şiddetin son 10 yılda yüzde 1400 arttığı, 13 yaşındaki kız çocuklarının tecavüzcüsü ile evlendirildiği, daha sonra öldürüldüğü, tecavüz edenlerin beraat ettirildiği ve son olarak “6 yaşındaki çocuklar evlenebilir” diyen kişiye takipsizlik kararı verilen bir ülkede yargılanıyorum…
Yolsuzluğun, talanın, yalanın, işsizliğin, kadın cinayetlerinin, çocuk gelinlerin, medyaya sansürün, basın yasaklarının zirve yaptığı ama hâlâ tek çözümün, bağımsız yargıyı sıfırlayacak tek adam formülü olduğu dayatmasının yapıldığı bir ülkede yargılanıyorum…
Ülkenin önce laik ve dinsiz, sonra Türk-Kürt, sonra Sünni-Alevi en son AKP’li-Cemaatçi, hatta son celsede Gülcü mü, yoksa Tayyipçi mi diye sınandığı, kimliklerimizi bölüp, parçaladıkça, aslında ülkenin geleceğini tuz buz edenlerin en büyük suçu işlediği ülkede yargılanıyorum…
Bir karış toprağı korumaktan aciz olanların, Trablusgarp, Çanakkale Savaşı, Kafkas Cephesi, Filistin Cephesi ve Kurtuluş Savaşı’nda savaşmış, dünya çapında bir strateji dahisi kabul edilen, Mareşal rutbesine sahip, bu ülkenin tartışmasız kurucusu ve tek gerçek dünya lideri olan Mustafa Kemal Atatürk’e sataşmanın, laf etmenin hatta hakaret etmenin prim yaptığı ve bu kişilerin nedense yargılanmadığı bir ülkede yargılanıyorum…
* * *
Ben 30 Nisan’da o mahkemeye çıkacağım…
Sn. Egemen Bağış, Sn. Zafer Çağlayan, Sn. Muammer Güler ve Sn. Erdoğan Bayraktar, sizleri de beklerim… Gelin Türk Adaleti’ne güvenelim, gelin Türk Hukuk sistemine güvenelim… Partinizin isminin AK olması hiçbir şey ifade etmez… Alnınız AK olacak, alnınız…
Beyler, itibar saraydan değil, demokrasiden gelir; dindarlık namazdan değil, vicdandan gelir; güç mevkiden değil, dürüstlükten gelir…
Ben bu ülkede özgür, tarafsız, adil, vicdanının sesini dinleyen nice hakim, savcı ve avukat olduğuna inanıyorum…
Adalete güveniyorum…
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13633 Localisation: Paris
Posté le: 24 Mar 2015 1:31 Sujet du message:
Citation:
Dinle hakim amca
18 Mart 2015 Çarşamba
Dinle hakim amca
Yaşadıklarıyla herkesi ağlatan tecavüz mağduru Z.C.’nin beraat kararını veren hakime mektup yazdığı ortaya çıktı. Küçük kız, ‘İlişkide rıza var’ diyen hakime ‘15 yaşında 38 kiloydum. Gücüm nasıl yetsin?’ diye sordu.
BÜLENT ÞANLIKAN - HABER MERKEZİ
Karaman'DA 15 yaşındaki Z.C.'ye tecavüz ettiği iddia edilen 8 şüphelinin "İlişkide rıza olduğu" gerekçesiyle beraat etmesi vicdanları sızlattı. Mahkemede kendini ifade edemeyen Z.C.’nin davanın hakimine, "Hakim Amca" diye başlayan bir mektup yazdığı ortaya çıktı. Mektupta, Z.C. duygularını şöyle anlatıyor: Hâkim amca ben yaşadıklarımı utandığım için bir de polisler ve siz bana inanmıyor gibi davrandığınız, alay ettiğiniz için anlatamıyorum. Her erkeğin bana tecavüz edeceğini sanıyor, korkuyorum. Hakimsin bir daha bana bağırma. Beni azarlamayın. 15 yaşında 38 kilo bir kızım. Benim gücüm bu adama yetmez ki karşı koyup onu yeneyim. Polisler de siz de beni suçladınız. 'Neden karşı koymadın' diye. Bu adamın benim üç katım kilosu ve gücü var. Bir erkekle benim gücümü nasıl bir tutuyorsunuz.
SİZİ VİCDANINIZLA BAÞ BAÞA BIRAKIYORUM
Z.C. mektubunu şu sözlerle bitirdi: Canlı cenaze gibiydim. Tek düşündüğüm bir an önce ölmekti. İntihar edecektim, beceremedim. Bu son ifademdir. Bana inanmayan dalga geçer gibi davranan aşağılayan mahkemenize gelmeyeceğim. Sizi adalet ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3005 Localisation: Paris
Posté le: 03 Sep 2015 22:33 Sujet du message:
Citation:
Akbil jetonu düşünce
YARGITAY'ın yeni başkanı İsmail Rüştü Cirit, ilk adli yıl açılış konuşmasında Yüce Divan görevinin Yargıtay'a verilmesini istedi.
Cirit'in bu fikri ortaya attığı konuşmasında, Yargıtay'ın üzerindeki ağır yükten söz ettiğini de hatırlatayım önce.
Başkan bunu şu sözleriyle ifade etti: "Yargıtay'ın ağır iş yükü; yargının geleceğinin iyi planlanmaması nedeniyle gerçekleşmektedir. Yargıdaki pek çok sorunun temelinde planlama ve vizyon eksiklikleri vardır."
Başkan'ın önce ağır iş yükünden söz edip bu yetmiyormuş gibi bir de Yüce Divan görevine talip olması ilginç.
Başkan Cirit'in Yüce Divan görevine talip olurken açıkladığı hukuki gerekçe makul olabilir. Sonuç olarak Yargıtay da bir yüksek mahkeme ve bir tür ceza yargılaması olan Yüce Divan görevi için daha uzman sayılabilir.
Anayasa hukukçuları içinde bu fikri benimseyenler çıkabileceği gibi, karşı çıkanlar da olacaktır.
Başkan Cirit'in bu konuşmasını dinleyen ve okuyanlarda tabii hemen jeton düşmedi, Başkan neden bu göreve talip oluyor diye!
Ama sonra birçok insanda Akbil jetonu "trink" diye düştü.
Başkan, Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı dönemindeki Akbil iddialarından kurtulmasını sağlayan kararı veren yargıçtı çünkü.
Þu anda da Yüce Divan, Demokles'in kılıcı gibi bazı eski bakanların başında sallanıp dururken, bu çıkış manalı bulunmuştu.
Bu iddiaları düşünmek ve ihtimal vermek istemiyorum.
Çünkü bir yargıcın böyle hesaplar içinde olabileceğini düşünmek dahi sinirlerimi bozuyor.
Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures Aller à la page Précédente1, 2, 3, 4, 5, 6Suivante
Page 4 sur 6
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum