Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Bekir Coskun'dan...
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11192 Localisation: Nancy / France
Posté le: 23 Mar 2006 1:54 Sujet du message: Bekir Coskun'dan...
Citation:
Aylığını bordro üzerinden alan vatandaşların, henüz ödenirken haberleri
olmadan aylıklarından kesilen ve çok kazananlar ile zenginlerin asla
vermedikleri paranın adı:
Vergi...
İşte böyle yoksulların çoluk-çocuklarının rızkından kesilen ve adı "vergi"
olan paraların toplandığı yer:
Hazine...
Sonra o parayı ele geçirmek için açıkgözlerin kurdukları anayasal örgütlere
verilen isim:
Siyasi parti...
Açıkgözlerin en açıkgözü:
Lider...
"Vergi"lerin toplandığı "Hazine"yi ele geçirmek için, "Lider" başkanlığında
itişip kakışmalarının ve tepinmelerin genel adı:
Siyaset...
O itişip kakışma ve tepinme sonunda "vergi"lerin toplandığı "Hazine"yi ele
geçiren taraf:
İktidar...
O itişip kakışma sonunda "vergi"lerin toplandığı "Hazine"yi elinden kaçıran
ve durmadan "Bu nasıl iktidar?" diyen öbür taraf:
Muhalefet...
*
Sonrasını zaten biliyorsunuzdur.
"Vergi"lerin toplandığı "hazine"yi ele geçiren "iktidar", işin rezilliğini
çıkartır.
Ve bir gün tekrar vatandaşa "peki, malı kim götürsün?" sorusunun sorulması
gerektiğine karar verilir.
O nedir:
Seçim...
Malı kimin götüreceğine karar veren ortak eğilimin adı:
Milli irade...
"Vergi"lerin toplandığı "Hazine"nin etrafında kopan bu kızılca kıyametin
geneli:
Demokrasi...
Pekiii...
Verdiği "vergi"lerin toplandığı "Hazine"nin her seferinde "iktidar"
tarafından "demokrasi" içinde soyulmasına canı sıkılan ve her seferinde
"Bunlar da hırsız çıktı" diye zıplayanlara ne denir:
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3006 Localisation: Paris
Posté le: 18 Oct 2011 9:50 Sujet du message:
Cumhuriyet 15.10.2011
Bekir Coşkun
Hıyarın Yükselişi
Zam; aslında bir şeyin ederinin arttırılması...
Dünkü rekor; hıyardı...
Değerli oldu...
Daha doğrusu siz değer verdiğiniz için hıyar yükseldi...
Diyelim ki dönüp bakmasaydınız, önem vermeseydiniz, hıyar diye tutturmasaydınız, peşine düşmeseydiniz...
Öyle değerli olmayacaktı hıyar...
Ekonomistler buna “arz - talep etkisi” diyorlar...
Hıyarın değerini siz arttırdınız yani...
O zaman ne yaptı?..
Zam...
*
Ben size bu zamları anlatayım:
Bu zamlar ÖTV...
Özel Tüketim Vergisi...
Yani bir mala; üretim maliyeti, kalitesi, girdileri, ulaşım giderleri nedeniyle zam gelmiş değil... Bu zamlar, iktidarın yeni vergi gereksiniminden dolayı...
Nereye lazım vergi?..
Açığı kapatmaya...
*
Açık?..
Misal; Libya’yı kurtarmak için üç bavulla para gönderip, sonra dördüncü uçak olarak alınan Airbus A330 ile “Libya kurtuldu mu?” diye bakmaya gitmek gibi diyelim...
Ya da; çok çocuk başına altın ödülü, bayramlarda bedava otobüs, uzunluk yarışı iftar sofraları, seçimlerde nohut, kömür giderleri gibi...
Ya da ya da; devlete yıllık 3 milyar dolar geliri olan telefonu, 1.3 milyar dolar taksitle elin Arap’ına satmak gibi...
Açığın nedeni sayılacak gibi değil...
*
Zaten Bakan “zam değil güncelleme” dedi...
Neyse ki...
İnsan korkuyor ne de olsa, zam oldu sanki...
Söyleyen Bakan olduğuna göre...
Zamcık...
*
“Hani hıyar bunun neresinde?” diyeceksiniz...
Ben de onu anlatmaya çalışıyorum...
Arz - talep meselesidir...
“Hıyar” diye tutturursanız...
Alır başını gider, durduramazsınız...
Yine kalkıp da “ama zamlanan arabanın, şarabın, rakının, sigaranın, telefonun içinde hıyar yok” derseniz...
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 08 Fév 2012 12:05 Sujet du message:
Laflarin git gide sertlestigi, biçak gibi kestigi ortamda yazilmis bir yazi...
Citation:
'Tinerciler' Kurdu Cumhuriyeti!..
Başbakan Erdoğan 'Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyorum' sözlerine tepki gösterenlere "dindar olmayıp da "tinerci" mi olsunlar diye seslendi. Bekir Coşkun bugünkü yazısında Erdoğan'a seslenerek ' "Tinerciler" Kurdu Cumhuriyeti!' dedi.
Bekir Coşkun - Cumhuriyet 8 Þubat 2012
Cumhuriyet- “Dindar nesil” yetiştirmeye kalkman da iyi bir şey...
“Dindar” olmayıp da “tinerci” olacaklarına...
*
Biber gazını tanıdı bu nesil...
Çekmeyen yok...
Sayende tavşan gibi burunlarını oynatıp, biber gazı çeşitlerini sayabiliyor gençler:
“Nato biber gazı”, “Hardallı”, “U-2 sprey”...
*
“Dindar” olmayanları “Tinerci” saydığına göre... “Dindarın adaletini” de öğretirsin artık yetiştireceğin nesle:
17 yaşında “parasız eğitim” istedikleri için... Ya da köyün deresini korumaya kalktıkları için, tekme yiye yiye çıkartıldıkları mahkemede “silahlı terör örgütü üyesi” olmak suçundan hapse atılabileceklerini bilsinler...
Silah; şemsiye sapı...
Þemsiyeden uzak duruyor nesil...
Þeytan doldurmasın...
*
“Dürüstlük” de sana kaldı o zaman...
Bilmeceleri var çocukların misal:
“İki fener arasındaki fark?..”
Sen bil hadi...
*
“Vatan sevgisi” mesela...
Numunelik yetiştirilmiş “dindar nesilden” iki mahdum, askerlikten yırttıktan sonra, eşitlik bakımından 30 bini veren zenginler de tüyüyorlar...
Söylemeye gerek yok:
Son avuç bulgurunu askerine yedirerek ve son oğlunu şehit olmaya göndererek, tinerciler kurdu bu Cumhuriyeti...
*
Dindar nesil “saygısı” da vardır sende...
Ayağa kalkmayanı “Niye kalkmadın” diye hücreye...
Güven Park’ta oturdu mu “Niye oturdun” diye cop...
İkisinin ortası yan yatsan... “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek paşama 134 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis...
“Tinerci” yapmamıştı bunu...
*
“Ahlak” dersen...
Bir tek orasını merak ediyorum...
İnsanların özel hayatları didiklenip telefonları dinlenirken... Gözetlenen yatak odalarının görüntülerinin ortalığa saçılmasını “ahlak” ile nasıl bağdaştıracaksın?..
*
Bu arada sen de öğren ama:
“Adam” olmak için “dindar” olmanın şart olmadığını...
Çakal...
04 Ocak 2012 Çarşamba
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun yönetimine getirdikleri kişi, “Atatürkçü olmayı hakaret sayarım” dedi ya...
Demek ki görevinin bilincinde...
Atatürkçü olsa niye orada olsun?..
*
Ben şaşırmadım...
Dört yıl önce “O benim cumhurbaşkanım değil” dediğim Abdullah Gül’ün,Atatürk kültürünü, dilini ve tarihini “Atatürkçü olmayı hakaret sayan”birisine teslim etmesi çok da normal geldi bana...
İyi ki “O benim cumhurbaşkanım değil” demişim...
Ben Atatürkçüyüm çünkü...
O gün bu gündür Atatürkçüler itilip kakıldılar...
Hapishaneler bizlerle dolu...
Ölenler hücrelerde öldü...
Kalanlar hasta...
Zindanda arkadaşlarımız...
Çocukları gidip sarıldıklarında, babaları küf ve çimento kokuyor...
*
Atatürkçü olsaydı hapisteydi...
Normaldir; Atatürk’ün dil, tarih, kültür mirasını emanet ettikleri birisinin“Atatürkçü olmayı hakaret kabul ederim” demesi...
Þimdi bir Atatürk kurumunun başında oturup, Atatürkçülerden nefret etmek gibi enteresan bir görevi var...
Bu bir yıkımın...
Bir istilanın...
Bir intikamın...
Bir kinin...
Bir nefretin...
Bir yokedişin görevlisi...
*
Geri kalanı sadece çakalın hikâyesidir...
Çakal, ava çıkmış yırtıcıları izler...
Yırtıcı avının peşinden giderken, çakal saklanarak arkasındadır...
Yırtıcı avını parçalayıp yok ederken, o sinip bekler... Kanlı kavgadan geri kalacak atıklarla karnını doyurmaya bakar sadece...
Çakal...
*
Atatürkçülük; bağımsız, özgür, demokrat, saygın, çağdaş, modern, gelişmiş bir ülkenin bireyi olma idealinin adıdır...
Adam olmaktır Atatürkçülük...
Sana hakaret olur...
Sen olma...
Yakışmaz...
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 18 Mai 2012 1:14 Sujet du message:
Citation:
Paşa...
Bekir Coşkun -29 Nisan 2012 - Cumhuriyet
Sahipsiz kurt, o gece boyalı kulübenin önünden geçerken gördü onu... Çok bakımlı, şişman, keyfi yerinde, kulübesinin içinde öyle oturuyordu aynı soydan gelen köpek..
Selam verdi:
“Merhaba...”
“Merhaba...”
“Adın ne?...”
“Paşa...”
*
Merak etti:
“Þu önündeki şey ne Paşa?..”
“Yemek tabağım...”
“İçinde ne var?..”
“Kemiğim...”
“Þu ne?..”
“Su tasım...”
“Ya şu yumuşak koltuk gibi olan?...”
“Minderim... Üzerinde oturayım diye...”
“Kim veriyor bunları?..”
“Sahibim...”
*
Kulübenin içindeki Paşa sordu bu kez:
“Peki sen ne arıyorsun?..”
“Yiyecek...”
“Yiyecek aramakla bulunur mu?..”
“Zor ama bulunabilir... Çok koşturmak lazım... Gece gündüz dolanacaksın... Kimi zaman bulamadığımda o gün aç geçer... Ama mücadele etmezsen ölürsün...”
*
Kulübenin köpeği Paşa akıl verdi:
“Bir sahibin olsa, sana baksa ya... Karnını doyurur, suyunu verir... Hiç yorulmazsın adamım... Aç da kalmazsın, susuz da...”
“Tasım da olur mu?..”
“Olur...”
“Oturmak için minder de mi verirler?..”
“Verirler tabii...”
*
Kurt sordu:
“Peki şu omuzunda parlayan ne?..”
“Tasmam...”
“Ne işe yarar?..”
“Sahibim beni yönettiğine göre bu lazım... Nereye çekerse oraya...”
“Ya onun istediğini yapmak istemezsem?..”
“Karşılığında yapacaksın... Onca şey veriyor yani...”
*
Döndü gitti öbürü...
Giderken, kulübedeki Paşa’ya seslendi:
“Hiçbirisini istemem... Ben özümde kalayım daha iyi...”
B.C. bir zamanlar defol git deyen Basbakan bu yazisindan sonra "kaleminde kir akiyor" deyip, Pasalarin Mahkemeye basvurmasi gerektigini soylemisti. Eh Genelkurmay da gelen emri dinleyip suç duyurusunda bulunmus.
Inscrit le: 12 Jan 2008 Messages: 13627 Localisation: Paris
Posté le: 22 Sep 2012 4:09 Sujet du message:
Citation:
Bekir Coşkun
senişinebak.com...
Terörü Apo ile görüştüler, yol haritası bile hazırladı bunlara...
Ama TÜSİAD sorunca kızdı:
“Sen işine bak...”
*
Terörü Norveç’te görüşmüşler mesela...
Oslo’da, gözlemci İngiliz...
Kandil’de görüşüldü...
Habur’da görüşüldü...
İmralı’da görüşüldü...
Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanıp terör sorununu görüşmesini istediklerinde yine kızdı imam:
“Sen işine bak...”
*
Çinlilerle bile görüştüler...
*
Medyaya “sen işine bak” dediği için, 10 askerin şehit olması, 70’inin yaralanması büyük gazetelerin eteklerine ancak üç, dört sütun girebildi...
Medya işine baktı...
Yukarıda manşete “İşsizlik azaldı”yı koydular.
Bu kadar genç ölünce, haliyle azaldı tabii...
*
Nurten Hanım sadece “sen işine bak”ı dinlemedi...
Bulaşıkları kurulayıp çöpü kapının önüne koyduktan sonra acele bayrağı alıp şehit cenazesine yetişti...
Þehit tabutu Trabzon Havaalanı’nda uçaktan indirilince ağladı...
Bayrağını salladı...
Gözyaşlarını silip dövündü...
Dayanamadı, herkesin yaptığı eleştiriyi “Teröristleri siz alıp dağdan getirdiniz, bu hükümetin....” der demez...
Þehit yakınları dövdüler Nurten Hanım’ı...
Yatırıp üzerine oturdular:
“Sen işine bak...”
*
Bir millet razı tüm bu olanlara...
Mikrofon tutup sorun isterseniz:
“Þu Oslo ne?..”
“Þampuan” diyen de olur...
“Çocuk bezi..” diyen de...
*
Yeryüzünün herhangi bir ülkesinde, herhangi bir siyasi iktidar terör örgütü ile otel odalarında gizli gizli görüşüp ödün vererek seçimler geçinceye kadar ateşkes sağlamış olsaydı...
Sonra peş peşe sıralanan gaflet ve basiretsizliklerle ülkesini parçalanma aşamasına getirseydi...
Kimi bölgeler terörün denetimine geçseydi...
Sadece son 60 günde 150 gencinin tabutları dağdan indirilseydi...
Orada bir gün oturamazdı...
*
Ama ne yapalım ki bu millet uykudadır...
Uyanmadı...
Uyanmıyor...
*
Bir gün sırası gelip kendi canı yandığında ona söylersiniz artık:
Senin “ayyaş” dediğin insanlar, at sırtında üzerine oturduğun cumhuriyeti kurdular...
Sen ayık kafa ile otuz saniye duramadın ya atın üzerinde...
*
Sen ayran iç...
Bizim liderlerimiz rakı içerdi...
“Yalan” sözcüğünü devlete sokmadılar...
Özleri, sözleri doğruydu...
Bir tek dediklerinin tersini yapmamış, bir tek gün sözlerinden dönmemişlerdi...
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir” sözünü sen söylemiş olsaydın var ya...
Zikzak, strateji ortağı, danışma, beysbol sopası derken...
Bakmışsın ordu Polatlı’dan dönmüş geliyor...
*
Söyledikleri her söz tarih kitaplarına geçti “ayyaş”ların...
Birçok ülkenin duvarlarına yazdılar vecizelerini...
Çinli çocuklar hâlâ onların sözlerini ders kitaplarından okur...
Sen ayran iç...
Ayranla bu kadar söylenir ancak:
“Men dakka dukka...”
*
Müslümanlar son asırlardaki tek şanlı zaferini “kıyak kafa” ile kazandılar, her biri kurşun altında...
Kantin subayı değildi “ayyaş”lar...
Oğulları askerlikten tüymedi...
*
Rakı içtiler...
Yaşamlarında kin yoktu...
Ne nefret...
Ne intikam...
Onun için Çanakkale’de savaştıkları Anzak askerlerinin ailelerine “Müsterih olun, onlar artık bizim çocuklarımız” demişti...
Avustralya’da o sözleri anıtlarına yazdılar...
Kendi şehit çocuklarına saygın yok...
Dedin zaten:
“Kelle...”
*
Bu topraklarda yaşayanlardan tek millet yarattılar onlar kıyak kafayla; Türk’ten, Kürt’ten, Lazdan, Tatardan, Abazadan, Boşnaktan, Çeçenden, Çerkezden, Süryaniden, Zazadan...
Ayranı fazla çekince demek ki...
Dağıttın...
Paramparça vatan...
*
Sen ayran iç...
Ne kadar koyun, ne kadar inek...
O kadar ayran...
Inscrit le: 30 Aoû 2007 Messages: 3006 Localisation: Paris
Posté le: 27 Sep 2013 19:00 Sujet du message:
Ibretlik yazi, ama anlamayana davul zurna az...
Citation:
Bekir Coşkun
Her Yeri Oynayan Adam...
Kimisi elini tutamaz...
Kimisi sözünü tutamaz...
Kimi göz koyar; gözünü tutamaz...
Kimi yer; boğazını tutamaz...
Kimi kaçar...
Demek ki ayağını tutamadı...
Kimi dilini tutamaz...
*
Bu hiçbir yerini tutamıyor...
*
Eli; Suriye’de...
Kolu; Mısır’da...
Parmağı; Afrika’da...
Bir ayağı; Amerika’da...
*
Öbür ayağı boşta kaldı...
“Gazze’ye inşallah Amerika dönüşü gideceğim” dedi...
Gidemiyor tabii...
Tek ayakla...
Matematik; 5 saat...
Seçmeli dersi de koyarsan; din iman 6 saat...
Çağdaş eğitimi görüyor musunuz?..
*
Sonra köprü yapmak için Japonları, kafana bomba düşmesin diye Almanları, kayıp pilotunu bulsunlar diye Amerikalıları, petrolünü çıkartsınlar diye Kanadalıları, uydu televizyonunda gözükmen için Fransızları, inekler süt versin diye Hollandalıları, üşümemek için Rusları, su içmek için İtalyanları çağırırsın...
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11192 Localisation: Nancy / France
Posté le: 22 Oct 2020 23:34 Sujet du message:
Bekir Coskun da gitti. Insani, hayvani, dogayi seveni ve koruyani Yaradan da sever...
Pis gazete, dincilik uzerine yine pislik akitmis olunun arkasindan. Muslumanin diyene bak sen...
Benim en hosuma giden yazi Baris Terkoglu'nun ki oldu...
Citation:
Erdoğan kaybetti, Bekir Coşkun kazandı
Barış Terkoğlu - Cumhuriyet, 22 Ekim 2020
İnsan kendi yurdunda, kendi aşkında, kendi yaşamında sürgün edilir mi? Bir ağaca tutunup bırakmasa bile altındaki toprak, yüreğindeki duygu, hayatındaki insanlar çekilip başka bir ömür yaşamak zorunda bırakılabilir mi?
Cumhurbaşkanı’nın “medyamız en modern altyapıya sahip ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” sözleri, Bekir Coşkun’un ölüm haberinin tam üstüne geldi. Tabutuna bırakılmış Sözcü gazetesine bakıp “sürgündü” diye iç geçirdim.
Hayır, memleketinden ayrı ölmedi. Daha doğrusu, her şey yapıldı da o gitmedi. O günü hatırladım. 2007’de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na çıkışının ardından Hürriyet’te “O benim ‘cumhurbaşkanım’ olmayacak...” başlıklı yazısını yazmış, Erdoğan çok kızmıştı. “Önce vatandaşlıktan çıkması lazım” demiş ve “çek git” kampanyasını başlatmıştı. Devamını Bekir Ağabey şöyle anlatıyordu:
“Dinci medyada ağır hakaretler... Benim ve eşim Andree’nin boy boy fotoğraflarını yayımlıyorlardı. Evimizin adresi-yeri verilerek hedef gösteriliyorduk. Hemen peşinden bilgisayarıma gelen maillerde ‘Cuma günü akşam ezanına kadar ölmüş olacaksınız’ diyenlerden, kafamın kesileceğine kadar akıl almaz tehditler vardı...”
“Çek git” işi faşist bir kalkışmaya dönüşmüştü. Bekir Ağabey nereye vardırdıklarını haber veriyordu:
“O sırada marinaya birisinin telefon açtığını bildirdiler. İktidara yakın memurlardan birisi marina personeline ‘Teknesini alıp bu sulardan götürsün’ demişti. Yunanistan’a götürmemi ima ediyorlardı, karşı sahil Midilli Adası’ydı çünkü. Teknemi seviyordum, biraz eski, 1986 model, 11 metre boyunda; adı Pako... Onu batırmasınlar diye koşup evin önündeki kıyıya getirdim.”
Gitse, neden gitti diyebilir miydik? Gitmedi, aksine “git” diyene az ve öz cevabını verdi:
“Ben bu ülkeyi severim. Amerika’da okuyan kızlarım yok. Oğluma Washington’da iş vermediler. Kimse benim için yabancılara gidip ‘Delikten aşağı süpüreceğinize kullanın’ da demedi, dedirtmedim. (...) Ama Başbakan ‘Çek git’ diyor. Gidemem. Benim gidecek başka yerim yok...”
Perdelerini kapattığı evi, kıyıdan birkaç metre açıldığı teknesi, beşinci kattaki çalışma odası onun sürgünüydü.
Boğaza dolanan tel
Sonra sansür başladı. Bekir Ağabey aldığı telefonu anılarında hâlâ yaşar gibi aktardı:
“2009 yazı... Ağustos ayı... O gün öğleden sonra (dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi) Enis Berberoğlu telefonla aradı. ‘Sana bir şey söyleyeceğim, Kayseriliye bir süre dokunma...’ dedi. (...) ‘Geçenlerde de bana Manisalıya dokunma (AKP’nin üçüncü adamı Bülent Arınç’a) demiştin… Manisalı, Kayserili, Rizeli... İyi de bu Urfalı ne yapacak bu gidişle devamlı kedileri mi yazacak?”
O telefonu aldığı gün protesto edip yazı yazmadı. Ama Kayseriliye, Manisalıya, Rizeliye dokunmaya devam etti Urfalı Bekir Abi. Kaleminin ucundaki sivrilik onun daimi sürgünüydü. “Yazılması gerekeni yazma saplantısı” dediği şeyi her yazısında “şapka hatası” bulan babası kafasına koymuştu.
Hürriyet’ten sürgün edildi. İktidarın elindeki tel, patronun boğazına dolanmıştı:
“Aydın Doğan sıkıntılı ve üzgündü. Çok kötü şeyler olduğunu hemen anladım. Sigarayı bırakmıştı, bana ‘Kendine bir sigara yak’ dedi. Tüm bunlar kötü işaretlerdi. (…) Siyasi iktidarın baskısından bıkmış ve bezmişti. Aydın Bey’e bir ara ‘Size tasfiye edileceklerin listesi geldi mi?’ diye sordum. ‘Geldi’ dedi. Listede ikinci sırada ben vardım, üçüncü sırada Oktay Ekşi... Anladım ki Cumhuriyetin tüm kurumlarını yerle bir etmek isteyen iktidar ‘boğma telini boynuna dolamıştı’ patronun.”
Referanduma kadar yazma
Bu kez Habertürk onun sürgün yeri oldu. Sözleşme günü Fatih Altaylı’ya tek sorusu vardı: “Ya Tayyip Erdoğan ve adamları telefon açıp ‘Susturun şunu’ derlerse...”
Demeseler sürpriz olurdu.
AKP-FETÖ ittifakının yargıyı ele geçirmek için gittiği 12 Eylül referandumuna sayılı günler kalmıştı. En “hayır”lı yazıları Bekir Ağabey yazıyordu. Beklediği telefon geldi:
“İstanbul’dan Doğan Satmış aradı. Sesi kötüydü eski arkadaşımın. ‘Sana bir şey söyleyeceğim, aramızda kalsın’ dedi. Kötü bir şey olduğunu anladım. ‘Ne oldu?..’ ‘Referanduma kadar yazı yazma istersen...’”
Duyacaklarını telefon çalmadan biliyordu. Nereden mi? Öncesinde aldığı başka bir telefondan:
“Sebebini bilmiyorum ama patronunuz Turgay Bey Ankara’ya giderek Başbakan ile görüşmüş perşembe günü. O görüşmede senden söz edilmiş. Başbakan ‘Senin gazetenden bana devamlı küfür ediliyor’ demiş. Daha sonra ne konuşuldu bilmiyorum. Ama Ciner ona seni göndereceğini söylemiş. Bunu birinci ağızdan ama tamı tamına birinci ağızdan aktarıyorum...”
Habertürk’e imza attığı gün Fatih Altaylı sevinç gözyaşı dökmüştü. “Başaramadım, engellemeye, durdurmaya çalıştım ama olmadı, üzgünüm” diye patronun kararını haber verdiğinde yaşlar bu kez üzüntüden akıyordu.
“Mezarlardakilerin kalkıp oy kullandığı referandum”da çıkan “evet”, Bekir Ağabey’i yine sürgüne göndermişti. Zaten o Habertürk günlerini “buranın bir ‘saçak altı’ olduğunu yazdığımı fark ettim... İçeriye girememiştim, bir geçici sığınak...” diye anlatıyordu.
Kovulduğunu yolda, Eskişehir-İnegöl arasında, otobüsteyken öğrendi. Hemen aramıştık. “Her yerde kovulmuştum ama Eskişehir-İnegöl arasında ilk kez kovuluyorum...” demiş, gülmüştü. Kovulmak sözcüğü kabaydı ama “bu rezil kavram, baskı rejiminin utanç verici medya politikasını anlatan en iyi kelime” diyordu.
Bekir Coşkun kazandı
Sonrasını biliyorsunuz...
“Bir muhabir maaşı versinler, bir sandalye, bir masa yeter” dediği Cumhuriyet sürgünü, birer birer kovulan arkadaşlarının gittiği Sözcü sürgünü...
Sessiz sedasız gitti Bekir Ağabey. Tam kendisini anlattığı gibi:
“Urfa’da düğün evinin avlusunun dört bir yanına, örtüler, yastıklarla süslenmiş tahtadan ‘taht’lar kurulurdu. Davulcu ile zurnacı ortada dolanırlar, halaylar çekilir, lorkeler oynanır, havaya atılan şekerler ve bozuk bahşiş paraları etrafa saçılırdı. Çevrede deliler gibi koşuşturan biz çocuklar o avluya girdiğimizde, arkadaşlarım tahtlarda oturmuş ailelerinin yanına koşardı. Ben hemen tahtların altına girerdim... Ben böyleydim... Ortaya atılmak, öne çıkmak bana göre değildi...”
Şimdi çocukluğunda gizlendiği tahtların yakınında, Urfa’daki baba evinin biraz uzağında, toprak altında. Hep “git” dediler, gitmedi. Yurdunda, evinde, gazetesinde, bir kuş gibi saçak altlarında sürgün yaşamayı seçti.
“Sürgün”ü uğurluyorduk. Medyanın yarısını damadının ailesine, yarısını ihale dağıttığı şirketlere veren Cumhurbaşkanı ise “fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemedik” diye sitem ediyordu. Eminim dalkavukluktan başka bir şey bilmeyen, purosunu, saatini, arabasını yarıştıran adamlarla gidilecek yolun sonunu o da görüyordu. Sahip olmak istediği bütün oyuncakları önündeyken oynayacak oyun bulamayanlara özgü bu ruh hali sebepsiz değildi.
Kâh ateşte yanarken kâh sürgüne giderken kâh eziyet çekerken... İnancını göğsündeki sıcak ekmek gibi yağmurdan koruyarak taşıyanları düşündüm.
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum