269 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 269
Membre(s) : 0
Total :269

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 22h33:02
murat_erpuyan : 22h35:26
SelimIII : 1 jour, 11h59:58
Salih_Bozok : 4 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Turban. Siyasi simge ?!
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Turban. Siyasi simge ?!
Aller à la page 1, 2  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 05 Fév 2008 1:59    Sujet du message: Turban. Siyasi simge ?! Répondre en citant

Vatan Gazetesinden
Mine G. Kırıkkanat
16.01.2008


Başbakan bilmiyor


Yalakalık, yukarıdaki başlığı "Başbakan yanılıyor..." diye atmayı gerektirirdi. Ama ben yalaka değilim. Yanılmak için, bilgiyi yanlış değerlendirmek gerekir.

Oysa Sayın Erdoğan'ın İspanya'da türbana dair: "Bir siyasi simge olarak takmayı da suç kabul edebilir misiniz? Simgelere yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?" sorgulaması, "hayır" ve "yoktur" yanıtlarını çağıran kurgusuyla bir yanılgı değil, düpedüz bilgisizliktir.

Ama daha vahimi, siyasal simgelerin yasaklanamayacağı ana fikrini içeren böyle bir teşhis, Başbakan'ın hem "siyasal simge", hem de tarih bilgisinin eksikliğini göstermektedir.

Başarılı bir politikacı olan Sayın Erdoğan'a "siyasal"ın anlamını öğretmek haddim değil. Ama "simge"nin tanımından başlayabiliriz:

***

Sembol ya da simge, soyut bir kavramın somut temsilidir. Örneğin yürek biçimi, sevgiyi temsil eder vb.

Siyasal sembollere gelince, özelinde Türkiye, genelinde dünya tarihi yasaklı, hatta bazen ölüm cezasıyla yasaklı siyasal simgelerle doludur.
Herkesin anlayacağı ve anımsayacağı bir örnek vermek gerekirse, komünizmin siyasal sembolü orak/çekiç figürünü duvarlara çizmek bile SSCB yıkılana kadar Türkiye'de kaç genç ömrün hapislerde çürümesine neden olan, hem de ağır cezalık "suç" sayılmıştır.

Nazizmin siyasal sembolü Gamalı Haç'ın bir bayrak, bir parti, kamusal ya da özel bir kuruluş alameti farikası üzerinde yer alması, Avrupa'da 1944'ten beri yasaktır. Almanya, 2007 yılının Ocak ayında AB'ye Gamalı Haç'ın sadece kurumsal değil, bireysel yasaklar kapsamına alınmasını önermiş, bu önergeyle neonazilerin duvarlara, yayınlara çizdigi ve gösteri yürüyüşlerinde taktığı kolluklara, afişlere "suç" tanımı, dolayısıyla ceza yaptırımı getirmeye çalışmıştır. Almanya'nın bir siyasal simge yasağını genişletmeye yönelik bu önerisi, halen Avrupalı Sikh'lerin muhalefeti dolayısıyla bir karara bağlanamamıştır. Neden mi? Çünkü Gamalı Haç, aslında 5 bin yıllık Hint Svastika'nın 45 derece eğimlisi olup, başta Sikh'ler pek çok Hintli için Tanrı Kali'nin sembolüdür...

***

Avrupalı Sikh'ler, Gamalı Haç'a yönelik kamusal yasakların bireysel kullanıma yayılmasını şimdilik önlüyor. Ama yazılı olmayan yasaklar da vardır ve onlar çok daha etkilidir bazen: Denemek isteyen, alnına bir Gamalı Haç çizip dışarı çıksın bakiim, okula mı girebilir, belediyeye mi gidebilir, yoksa sokakta rahat dolaşabilir mi Avrupa'da, bir görelim...
Naziler, kuşkusuz Tanrı Kali'yi simgeliyor diye siyasal sembol yapmadılar Gamalı Haç'ı. Bu sembol, Yunanca'da "Samanyolu" anlamına geliyordu ve Nazi Almanyası'nın 45 derece eğik siyah Samanyolu figürü "nasyonal"i çerçeveleyen beyaz halka Ari ırkı, kırmızı halka da "sosyal"i temsil ediyordu.

Acaba Başbakanımız merak etmiş midir, hiç olmazsa tarihin en kanlı siyasal sembolü, Gamalı Haç'a dair bu bilgilere sahip midir?
Siyasal simgeler yasaklanamazmış ha?

***

Sayın Başbakan, hazır İspanya'ya gitmişken Kral Juan Carlos ya da Başbakan Zapatero'ya sağ elini, sıkılmış yumruğu yere bakar biçimde uzatsaydı, olacaklar karşısında çok şaşırırdı.

Kuşkusuz yabancı konuk olduğundan tutuklanamaz, hakkında takibat başlatılamazdı. Ama önce derin bir sessizlikle karşılaşır, ardından alelacele terk etmesi gerekirdi konuk olduğu sarayı ve ülkeyi.
Çünkü bizzat İspanyol muhatabı Başbakan Zapatero ve hükümetinin meclisten geçirdiği ve 2008 başında yürürlüğe giren "Tarihsel Bellek" yasasıyla, artık İspanya'da Frankist rejime ait bütün siyasal semboller, yukarıda tarif ettiğim şekliyle Falanjist selam, bayrak, mühür, arma ve motiflerin kullanımı, hatıra plakaları dahil olmak üzere kanunla yasaklı! Ayrıca Frankist rejimi övmek ve Franko başta Frankist rejim ölülerinin ardından, "methiye" yazmak, yayınlamak da yasak! Başka bir deyişle, Başbakan Erdoğan "Dünyanın neresinde siyasal simge yasağı var?" diye sorduğu zaman, tarihi çok uzun siyasal simge yasaklarına en sonuncu, en taze ve kapsamlısını ekleyen ülkenin toprakları üzerine basıyordu. Ama ne kendisi, ne de kendisinin veciz ifadelerini kaydeden ilgililerden hiçbiri, ne yaşadıkları, ne de gezdikleri ülkelerin tarihlerini biliyorlar ki, "Tam üstüne bastın Sayın Başbakanım, burada var!" diyebilsin...

Bu konu daha çok su kaldırır, devamı cumaya.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
narine
Spammer
Spammer


Inscrit le: 24 Jan 2007
Messages: 684

MessagePosté le: 05 Fév 2008 5:00    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:
Tam bağımsız yargı, yargıç ve adalet

Yargı, yargıç ve adalet milletin vicdanıdır. Adalet sistemi; yaşamın ve de devletin temelidir. Demokratik bir ülkede her şeyden önce “hukuk-adalet” sistemi gerekli ve zorunludur...
Demokrasinin işleyişinde “Yasama, Yürütme ve Yargı” üç temel unsur olup sac ayağından biri olan yargı çökerse sac ayağının üzerindeki kazanın da devrilmesi kaçınılmazdır.

Erkler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı hukuk devletinin temelidir. Bağımsız yargı, anayasa gereği kendine tanınan egemenlik yetkisini kullanır.
Ülkeleri bağımsız yargı ayakta tutar. Çünkü “Adalet, mülkün (devletin) temelidir.” Temeli çöken bir bina ayakta kalamaz.
Ülkelerin felaketi, “çok hukuklulukla” başlar. Bunun sonucu ise başka hukuk sistemleri arayışı başlayabilir..
İnsanların ve toplumun adalete olan güveninin sarsılması, devletin temelinin sarsılması anlamına gelir. Adalet tüm bireylerin vazgeçilmezidir. Herkes yargıya güvenmeli ve adaletten korkmamalıdır
Her uygar toplumun olmazsa olmazı; hukuk üstünlüğüne dayalı, çoğalan demokrasiyle yönetilme ve insan haklarına duyulan saygıdır.
Yargının bağımsızlığı kadar, tarafsızlığı da önemlidir.

Ülkemizde, egemenliğin bir bölümünü kullanan yasama, bir başka bölümünü kullanan yargıya güvenmiyor. AKP’li Komisyon Başkanı Burhan Kuzu; “dokunulmazlıklarla ilgili dosyalarda yargıya güvenmediklerini, bu ortamda kaldırılmasının doğru olmadığını” söyleyebiliyor.
Yargı, ülkede yaşayan her ferdin güvencesi ve hukukun teminatıdır. Ancak bu, erkler ayrılığı prensibinin işletilebilmesi halinde geçerlidir. Yargı erkini kullananlardan bazıları bu gücünü yürütmenin egemenliğinde kullanırsa hukukun üstünlüğü prensibi rafa kalkmış olur.
Yüksek Yargı kurumlarının iktidara yönelik yasal uyarısı üzerine, yukarıda belirtilen aleni ihsas-ı rey karşısında suskun kalan Başbakan Erdoğan, “ Kimse ihsas-ı reyde bulunamaz. Yargı, ihsas-ı rey makamı değildir” diyor ve “Kimse kendini yasama ve yürütmenin üzerinde görmesin” diyerek yargı organlarını adeta azarlıyor.
Başbakan RTE, “Danıştay verdiği kararlarla icraatımızı engelliyor” diyerek yüce mahkemenin kararını eleştirmiştir. Kendisi diğer bir erki eleştirmektedir.
Evet, kimse yüzde 90 oy da alsa “kanun benim” deme hakkına sahip değildir. Laik, demokratik bir cumhuriyette “Siyasi simge olsa ne olur?” denilebilir mi?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının görevi; siyasi partilerin faaliyetlerini izlemek ve anayasal sınırların aşılıp aşılmadığını izlemek, denetlemek ve uyarmaktır. Devlet siyasallaştırılmaya kalkışılırsa karşı taraf da resmi uyarma görevini yapma hakkına sahip olur.
Ayrıca bu açıklamayla da şimdiye kadar inanç üzerinden yürütülen ve dikte edilen türbanın siyasi kimliği resmen sahiplenilip adeta tescil ve ilan edilmiştir.


“Vatandaşın bireysel tercihine karışmayın” ifadesi, milletin yargıya tavrı konusunda değerlendirilirse çok vahim gelişmeler doğurabilir.
Uyuşturucu, eşcinsellik vs. milletin tercihi olarak değerlendirilebilir mi? Bu taleplerin de bireysel özgürlük olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? O zaman toplum yaşamı kaosa sürüklenmez mi? “Ne olmuş Türkiye uyuşturucu ülkesi olsa?” denilebilir mi? Böyle bir mantıksal yaklaşım kabul edilebilir mi?

Ayrıca Başbakan Erdoğan, “İkide bir Anayasa’yı karşımıza çıkarmasınlar, Anayasa’yı biz de biliriz” diyor. YÖK Başkanı’nın, türban konusunda yasaları görmezden gelin çağrısı Anayasa’da mı yazıyor? Bu zatın yargılanması için hukukun gereğini yerine getirilecek mi? Çünkü hukukla idare edilen ülkelerde “hukukun üstünlüğü” ilkesi tartışılmaz, kesin bir olgudur.
“Bir rektör çıkıyor darbe çağrısı yapıyor. Kimsin sen? Otur oturduğun yerde. Ordu ne yapacağını senden çok daha iyi bilir” diyor Başbakan R. T. Erdoğan. Evet, Başbakan Erdoğan çok haklı. Tarihte görülmüştür ki, bu Ordu ne zaman ne yapacağını ve nasıl yapacağını çok iyi bilir.

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, “Yargıç ve Savcı adayları sınavını Adalet Bakanlığı’nın yapmasının yargı bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmayacağını” kaydetti ve “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunda bir siyasal parti mensubu olan Bakan’ın ve onun buyruk ve direktifleriyle hareket eden Müsteşar’ın yer alması yargı bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedeler. Bugünkü sistem içinde Yargı bağımsızlığı zedelenmiş bir bağımsızlıktır” demiştir.
İngiltere’de adalet işlerini yöneten bakan, bakanlar kurulu toplantılarına katılıyor ama bakanlar kurulu üyesi değil. Yani başbakandan emir almıyor. İşte yargı erkine duyulan saygı bu ölçüdedir.
Dönemin Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok, “Adalet Bakanlığı, yakın geçmişte görülmediği kadar yargıya nüfuz ediyor! Bakanlık savcılara talimatlar gönderiyor” diyordu. Yargı, yürütmenin emrine alınmak isteniyor. Sonra sıra hukuk sistemine gelecektir. Hani Başbakan “tarafsız yargı” istiyordu!
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu ve 60 baro başkanının yapmış olduğu toplantıdan ise, “Hiçbir gerekçe yargı bağımsızlığından ödün verilmesini haklı kılamaz!” uyarısı çıkmıştır.
Oysa adli bağımsızlık kolay kazanılmamıştır.
İsmet İnönü diyor ki:
“Lozan Konferansı’nın bir zor meselesi de, adli kapitülasyonların kaldırılması müzakeresi olmuştur. Müzakere başladıktan sonra, konferansın iki devrinde dokuz ay müddetle adli kapitülasyonların kaldırılması için bütün müttefiklerle mücadele ettik.
Türk hakimlerinin istiklal ve itibarını kurtarmak Lozan Antlaşması’nın başka bir konusu olmuştur.”
Hukukla, hukuksuzluk yapılıyorsa, kanun hakimiyeti yoksa, başka hakimiyetler ortaya çıkar.

Rektör Yücel Aşkın ile ilgili olarak Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Duygun Yarsuvat, “Mahkeme arama kararını 7 Temmuz 2005’te vermiş. Savcının bunu talep tarihi ise 8 Temmuz 2005. Her şey bir oyun yani. Talepten önce karar var. Buna deliriyoruz” demiştir.
İşte bu bir tükenişin sesidir.
Ziya Paşa feryat ediyor ;
“Kadı ola davacı, muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?”
Kadının davacı olduğu, mübaşirin de şahit olduğu mahkemenin adaletinden kuşku duyulmaz mı diyor Ziya Paşa.
Burada diğer kurumların ve siyasal muhalefetin sorumluluğu yok mu? Adaletsizliği seyredenler, işleyenden daha sefildir.
Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “YAÞ kararları yargı denetimine açık olmadığı için muhalefet ediyorum diyerek Anayasa’nın bir hükmünü yok kabul etmeniz mümkün değildir” ve devamında “Bu YAÞ’ta hukuk ihlali oldu mu?” sorusuna ise Büyükanıt, “Evet oldu” demiştir.

Hukuk ihlalinden bahsedenler, Anayasa ihlali yapmaktalar.
Adalet her şeyin üzerinde olmalıdır. Yasalar genel nitelikli olup her kurum ve kişiyi bağlar.
“Hukukun üstünlüğünü kabul eden bir devlette, hiçbir kurum ve kişi eleştiri dışında kalamaz” diyor Yargıtay 4. Dairesi.

10 Þubat 2005 tarihinde TCK’yla ilgili bir panelde dönemin Yargıtay Başkan Vekili, “Mahmut Esat Bozkurt dönemi kapanmıştır” diyebiliyor.

2 Mart 2005’te bir basın toplantısı düzenleyen dönemin Yargıtay Başkanı Osman Arslan, “Yargıtay’da adalet dağıtanların Mahmut Esat Bozkurt tarafından ülkemize getirilen çağdaş hukuk eğitimi alarak yetiştiklerini, Bozkurt’a karşı olmalarının düşünülemeyeceğini ve bu tür söylemlerin kabul edilemeyeceğini” belirtmiştir.
“Mahmut Esat Bozkurt dönemi bitti” diyenlere yanıt olarak Başsavcılık girişindeki duvara, Mahmut Esat Bozkurt’un aşağıdaki şu sözleri Yargıtay Başsavcılığınca pirinç harflerle yazdırılmıştır.
“Cumhuriyet Savcıları, Meriç kıyısında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da, bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakasını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz mesulsünüz”
Yüksek Yargı’nın özel günleri, “hükümete mesaj” günü haline gelmeye başlamışsa, yargıda sorun var demektir.
Yapılan yasalar hukuka ve toplum vicdanına uygun olmalıdır. Kişilere özel yasa yapılmamalıdır. Vatandaşlar siyasetçilerden değil, hukuktan medet ummalıdır
Türkiye de artık yasalar değil, Batının dayatmaları geçerli hale gelmiştir. AB en son olarak da 301 ve 221’i dayatmaktadır. Türklüğe hakaret ve bölücüye af bu milletin vicdanında bir yanardağa dönüşmektedir.
25 Nisan 2005 tarihinde Anayasa Mahkemesi önceki dönem başkanlarından Mustafa Bumin, Anayasa Mahkemesi’nin 43. kuruluş töreninde yapmış olduğu konuşmasında, “Tüm Yüksek Mahkeme Başkanlarınca yıllarca yargı sorunlarına değinildiği halde bugüne kadar iktidarlar tarafından ciddi çözümler getirilmemiştir. İktidarlar süratli ve etkin faaliyet gösteren yargı yerine, ağır ve hantal çalışan, uyuşmazlıkları yıllar sonra karara bağlayan mahkemeleri yeğlemişlerdir” demiştir.
Yargının yalnızlaştırılması, yürütme tarafından kuşatılması ve bütçeden gerekli payın verilmemesi suretiyle yargı tartışılır hale getirilmektedir.
Adli yargının dışında, idari yargıda da hukuk dışından atama yapılabiliyor. Oysa idari yargı daha da önemlidir. Çünkü idari yargı kişilerle devlet kurumları arasındaki konulara bakan mahkemelerdir. Kişilere, karşılarında devleti olduğu için hassas davranılmalıdır.
Büyük Önder diyor ki: “Taklit ile kanun olmaz. Teşkilât’ı Esasiye’miz böyle bir kanun-u hakikidir. Çünkü milletin vicdanından ve kanaatinden çıkmıştır.”
Anayasa Mahkemesi, 27 Mayıs’tan sonra 1961 Anayasası’nda yer alan ve yasaların anayasa uygunluğunun hukuksal denetimini yapan çok önemi bir anayasal kurumdur.
Anayasa, Anayasa Mahkemesi’ne yasaların son denetimini yapmak ve Anayasa’ya aykırı olup olmadığının karara bağlanması görevini vermiştir.
Son zamanlarda Anayasa’nın bir çerçeve olması gerektiği ve ısrarla maddelerin azaltılması belli kesimlerce dile getirilmektedir. Oysa çerçeve anayasalar gelişmiş ülkeler içindir. Demokrasinin temel değerleri üzerinde konsensüs sağlanmamış ülkemizde hâlâ laiklik, üniter devlet yapısı, hukuk devleti tartışmaları yapılıyorsa, bu tartışmalar bitmediği müddetçe ayrıntılı Anayasa gerekli ve zorunludur.
Anayasa maddeleri, yaptırımı olmayan fakat yasalara göre yön veren kurallardır. Anayasalar, kurallara karşı cezalandırmaları yasalara bırakmıştır. Hukuk açısından Anayasa bir çerçevedir. Anayasa’yı ihlâl edenler, Anayasa’nın ilgili maddelerinin yaptırımlarını karşılarında bulurlar.
Anayasa’nın 2. maddesi ile tanımlanan ve 4. maddesiyle koruma altına alınan ve ayrıca TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın, “Türban sorunu Anayasa ile çözülemez” ifadesine rağmen “Siyasi simge olsa ne olacak” anlayışıyla bir çalışma yürüterek kanun teklifi hazırlığı yapacaksınız.
Sonra da çıkıp, “Yasalar herkesi bağlar. Bu yasa herkes için bağlayıcı ve uyulması gerekli bir norm halini alır” diyeceksiniz.

Çıkarılan yasalardan hukuka aykırı olanlar olmuyor mu? Anayasa Mahkemesi’nin bu çıkarılan yasalardan iptal ettiği yok mu? Denmiyor ki, hukuka uygun yasalara uymayacağız. Kim demiş bunu? TBMM Başkanı, “Meclis benim hoşuma gitmeyen bir yasa yaptı, ben buna uymam” yorumunu getiriyor. Yapılan eleştirilerde Meclis Başkanı’nın belirttiği gibi keyfilik değil, Anayasa’ya aykırılık ifade edilerek uyarı görevi yapılmıştır. Uyarıya rağmen Meclis yasa çıkarmakta elbette yetkilidir. Ancak denetleyici kurumlar da gereğini yapmakta hürdür. Demokrasi budur. Bu mekanizma çalışmazsa zaten demokrasiden bahsedemezsiniz.
Ancak unutmamak gerekir ki, devletin, tüzel kişilerin ve hükmi şahısların dini olmaz. Vatandaşların dini olur.
Laiklik varsa hukuk vardır. Laiklik olmazsa o zaman hukuktan bahsedemezsiniz. Hukuk olmazsa hakimler olmaz. Hakimler olmazsa kadılar olur. O zamanda ne Anayasa’ya ne de yasalara gerek olmaz. O yönetim biçiminin adı da cumhuriyet değil şer-i yönetim olur.
Yasama organınca, hukukun üstünlüğü yerine Parlamento’daki sayısal çoğunluğunun üstünlüğü tercih edilerek yasa çıkarılması yozlaşmanın en büyük sebebidir.

Kuvvetler ayrılığı her üç erkten birinin mutlak iktidar olmasını önlemesi amacıyla oluşturulmuştur. Mutlak iktidar ben olacağım diyen kişi veya kurum demokratik parlamenter sistemini temelden ret etmiş olur.
http://www.turksolu.org/171/ekinci171.htm



Parlamento’daki sayısal çoğunluğunun üstünlüğü tercih edilerek Anayasa'ya karsi aykiri yasa çıkarılmasıyla, böyle bir kanun tasarisinin Anayasa Mahkemesinden geri dönecegini çok iyi bilen Cumhurbaskani da 'türban meselesini referandum'la hallederiz' demekle yetiniyor !

Adalet mülkün temeliyse , adalet’in bagimsiz islevsel olmadigi bugünün Türkiyesinde, daha simdiden Türkiye temelinden (ümmetçi sülâlerine) tasviye edilmistir.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 06 Fév 2008 23:56    Sujet du message: Türban Özgürlük Sorunu mu? Répondre en citant

ORHAN BURSALI

Türban Özgürlük Sorunu mu?

Cumhuriyet gazetesinden 5/2/08


Bir kısım akademisyen bildiri yayımladı. Üniversitelerde türbana özgürlük istiyorlar! AKP-MHP kutsal ittifakının anayasal ve yasal değişiklikle üniversitelerde türban serbestliği girişimini "birey özgürlüğü" ve "demokrasi gereği" gördüklerini açıklıyorlar.

Öyle mi? Bugün bunu irdeleyeceğiz.

1) Akademisyenlerin dağılımına bakıyorsunuz (Dr. Serdar Þahinkaya çalışması): Konya Selçuk Üniversitesi 119 imza ile toplam 1400 küsur imzanın yüzde 10'a yakınını oluşturuyor. Onu Atatürk (Erzurum), Sakarya, Gazi, Fırat, Erciyes, Marmara ve Fatih üniversiteleri (39 imza) izliyor. ODTÜ ve Hacettepe 11, Sabancı 5, İTÜ 4, Galatasaray 2, Işık 1 imza ile listede (Pazar gününe kadarki durum). Ali Nesin 'in de bulunduğu Bilgi'den ise 17 imzayı görüyoruz. Listede yanlış ve emekli imzalar da var.

İmzayı başlatanlar AKP'li akademisyenler. (Üye olmaları gerekmiyor!)

2) Toplamında, siyasal eğilimlerine bakıyorsunuz: AKP'li, AKP ile ittifak kuran liberaller, eski solcular, solcu olduklarını söyleyenler, MHP'li, dinci vb.

3) Son seçimlerden önce, CHP-MHP koalisyon olasılığını "ulusalcı faşist iktidar" olarak nitelendiren AKP destekçisi "liberal-eski solcu" kesim, bugün Meclis'te kurulan AKP-MHP Kutsal Türban İttifakının arkasında! (Aydın namusu?! MHP bana hizmet ediyorsa iyidir!)

***

4) Türban, bireysel özgürlüklerin kapsamı içinde bir olgu mu? Bu soruya namuslu yanıt verebilmek için ana çerçeve soru şu olmalı: Türban sorununu kimler yarattı, arkasında kimler var? Bireysel kimlikler bir sorun olarak mı ortaya çıktı?

Namuslu yanıt:

Türban , dinci siyasetin, dinci erkek egemen siyasetçinin, dinci erkek fetvacıların; kadının örtünmesini namus, din-iman meselesi ve kadın namusunun simgesi olarak gören erkek arkaiklerin; evinde, çevresinde karısını, kızını, eşini, dostunu şiddet, baskı veya aile-çevre baskısı ile türbanlayan erkeklerin; ülkede dinsel bir devlet kurmak isteyenlerin; köktendincilerin, şeriatçıların ve bunların uluslararası kutsal ittifakının... Türkiye gündemine soktuğu bir sorundur...

Bu sorunu, adım adım geliştirdiler, büyüttüler, türbanladıkları kızları sokağa saldılar ve türbanın önündeki bütün kamusal (devlet-mevlet) engelleri kaldırmak için bugüne getirdiler!

Paketin ilk ayağı üniversiteler. Diğerlerinin de arkadan geleceğini zaten açıklıyorlar!

Aşama aşama giriyorlar, sorunu dilim dilim keserek çözüyorlar.

5) Türban hangi koşullarda ve kimler tarafından "çözülüyor"?

Gül , Cumhurbaşkanı, 15 yaşındaki lise öğrencisi ile, okulundan ayırarak ve başını türbanlayarak evlendi! Türbanın kayıtsız şartsız savunucusu.

Erdoğan , Başbakan, ağabeyinin tokadı ile başını türbanlamak zorunda kalan Emine Hanım ile evli. Türbanın kayıtsız şartsız savunucusu. En ünlü son "Batı'dan ahlaksızlık aldık" lafını, türbanlı kadınlara hitaben söyledi! Erdoğan, türban=namus eşitliğinin başsavunucusu, kayıtsız şartsız destekçisi.

AKP'li ana politik figürlerin, Bakanlar Kurulu'nda göstermelik türbansız vitrinliklerin dışındaki bütün bakanların eşleri türbanlı!.. Atadıkları bürokratlarda en temel aradıkları ve tercih ettikleri özellik, imam hatiplilik ve eşinin türbanlı olması!

Yani Türkiye'yi tepeden tırnağa yöneten türbancı ekibin "çözümü"!

Özetle, türban, namusun simgesi olarak bütün Türkiye'de kadınlara dayatılıyor; iktidarla iş ilişkilerinde aranan özellik oluyor... Bütün kadınların türbanlanması için tepeden, devletin bütün güçleri ve olanakları kullanılarak yürütülen büyük siyasal kampanyanın bir parçası olarak gündeme oturtuluyor...

Veee, AKP'lileri ve onların yağdanlıklarını bir kenara bırakalım; bir kısım "aydın" zevat da türbanı bireysel özgürlük alanı olarak, önce kendine, sonra bize, ve bütün topluma yutturmak için pehlivanlığa soyunuyor!

Türban, bireysel özgürlük alanı imiş...

Fındık her şeye iyi gelir! Tabii yersen!

***

Liberal düşüncenin gözü kördür, bütünü görmez, sadece bireyi görür, ama toplumsal karakterini ve yol açacağı sonuçları umursamaz...

Liberal, sanır ki, kadınların türbanlanması aynı zamanda bir demokrasi sorunudur!

Tam tersine, bunun, kadınların erkeklere köleliğini arttıracağı için demokrasiyi mezara gömme programının bir aşaması olduğuna aklı ve mantığı basmaz!

Türbanlaştırma değil, türbansızlaştırmanın , İslam ülkelerinde bir demokrasi sorunu olduğunu görmesine ise ya cüzdan ilişkileri, ya çevre ilişkileri, ya kısa vadeli diğer çıkarları, ya düşünce kapasitesi engeldir... (Perşembeye bu demokrasi meselesine devam...)
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 06 Fév 2008 23:59    Sujet du message: Turban'dan sonrasi I Répondre en citant

Tamam bugun turban, yarinda Suudi Arabistan'daki olay gibi seyler

Bugunku Hurriyet'te



6 Þubat 2008

Starbucks'ta namahrem






Suudi başkenti Riyad’daki bir Starbucks’ta finans uzmanı bir kadın ile erkek meslektaşı iş görüşmesi yaparken, polisin ani baskını sonucu tutuklandılar. "Yara" adlı kadın hapishaneye götürüldü, tepeden tırnağa soyularak arandı. Sonra "namahremle" yakalandığına dair bir itiraf zorla imzalattırıldı. Kadını hapisten kocası kurtardı, erkek hálá içeride.

SUUDİ Arabistan’ın din polisi Mutavin, Starbucks’ın başkent Riyad’daki bir şubesinde akrabalık bağı bulunmayan bir erkek meslektaşıyla oturan kadını tutukladı. Adının Yara olduğunu söyleyen ve finans danışmanlığı yapan 40 yaşındaki kadın, Arab News gazetesine yaptığı açıklamada Starbucks’ın ’aile’ bölümünde Suriyeli bir iş arkadaşıyla yaptığı görüşme sırasında, ’Fazileti Teşvik ve Haysiyetin Korunması Komisyonu’ üyesi polislerin baskınına uğradıklarını söyledi.

Ardından Riyad’da bir hapishaneye götürüldüğünü belirten Yara, burada tepeden tırnağa soyularak üstünün arandığını ve ’akrabalık bağı bulunmayan’ bir erkekle yakalandığına dair bir itirafın kendisine zorla imzalattırıldığını kaydetti.

"İmzalamaktan başka çarem yoktu. Hayatımdan bile endişe ettim. Beni döveceklerinden ya da başka bir şey yapacaklarından korktum" diyen Suudi kadın, birkaç saatlik tutukluluktan sonra kocası tarafından kurtarıldı. Kadınla Starbucks’ta ’yakalanan’ Suriyeli meslektaşının ise halen tutuklu olduğu belirtiliyor.

’Mutavin’ adı verilen din polislerinden duyulan korku, Suudi Arabistan’ın günlük hayatında oldukça belirgin. Bu polisler, sopalarla sokaklarda dolaşıp giysilerin dine uygunluğunu, kadınlarla erkeklerin birbirine yaklaşıp yaklaşmadığını ve ibadetlerin zamanında yapılıp yapılmadığını denetliyor. Polisin, gerekli görürse dövme veya gözaltına alma yetkisi var. ’Mutavin’lerin 5 bin kadar kişinin ölümüne yol açtığı iddiaları da BM tarafından gündeme getirilmişti.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 07 Fév 2008 0:05    Sujet du message: Turban'dan sonrasi II ? Répondre en citant

Bu fotograf Turkiye'de internet ortaminda çok dolasiyor ki bana 5 ayri kisiden geldi dun ve bugun


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
krakor
Spammer
Spammer


Inscrit le: 19 Juil 2007
Messages: 575

MessagePosté le: 07 Fév 2008 0:41    Sujet du message: Répondre en citant

Tûrklerde bu sistemi istiyorlar; Vur Vur Vur bilegin kopana kadar, vur Smile

Ama tûrkler, lazerli sopayla dôverler.


Anladun mu kiz ?, daha kot pantulun giyme ve konusma taamam mu ??
Ne dedun ne dedun, gel seni dovum biraz ,cennet yolarum açilsun .

Idea
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 07 Fév 2008 18:58    Sujet du message: Répondre en citant

Eh, artik turban takmak gerekecek olduguna gore bunun nasil yapilacagini da üstat Mehmet Sevgi Eygi'den ogrenelim. Kendisi GS Lisesi mezunudur, bunu da imalat hatasi olarak yorumlar !!!


Zilli, hörgüçlü tesettür olmaz

Hürriyet - 7 Þubat 2008


Milli Gazete yazarı Mehmet Þevket Eygi, İslam alimi İskilipli Atıf Efendi’nin kitabından kadınlara örtünme tarifleri verdi. Rengarenk, vücut hatlarını belli eden tesettürlere karşı çıkan, "Peygamberimiz, ’Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar Cennet’in kokusunu alamayacak’ buyuruyor" diyen Eygi, insan içine çıkacaklara da, ’Mutlaka şık kapanın’ tavsiyesinde bulundu.

TÜRBANIN Türkiye’de ilk kez ortaya çıktığı 1970’li yıllarda kapı kapı dolaşarak kadınlara ’türban kullanın’ çağrısı yapan ilk isimlerden İslamcı Yazar Mehmet Þevket Eygi, önceki günkü yazısında, İslam’a uygun tesettür biçimlerinin tarifini verdi. Mehmet Þevket Eygi, 4 Þubat 2008 tarihinde Milli Gazete’deki, ’Kaç türlü tesettür var?’ başlıklı köşe yazısında, "Müslümanların da kafası karışık. Tesettür diyoruz ama, nasıl bir tesettür, hangi tesettür?" diyerek, İslam’a uygun olmayan tesettür biçimlerini, İslam alimlerinden İskilipli Atıf Efendi’nin ’Tesettür-i Þer’iyye’ adlı kitabına dayanarak şöyle tarif etti:

Gökkuşağı zilli tesettür. Rengarenk elbiseler giyinir. Kimisi daracıktır, vücut hatlarını belli eder, kimisinin etekleri yırtmaçlıdır, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş her tarafta fink atıyor.

Deve hörgücü tesettürü. Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona), "Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar Cennet’in kokusunu alamayacaklar" buyuruyor. (Bu hadisin kaynağını bundan önce iki kere verdim.)

Námahrem erkeklerle tokalaşmakta beis görmeyenlerin tesettürü.

Başı açık kadınlardan daha fazla erkeklerin dikkatlerini çeken sözde tesettür.

Bazı şazz (kural dışı) görüşlülere göre tesettürden maksat kadınların başlarını örtmeleri değil, geniş elbise ve örtülerle göğüslerini kapatmalarıdır. Başları açık olabilir.

Bazı oryantalist-iláhiyatçılara göre tesettür İslám’a Yahudilikten geçmiştir. Daha neler neler. Zırvalar, hezeyanlar...

Bir de şer’i olmayan, sosyolojik/kültürel tesettür var.

Tesettürlü Müslüman hanımlar doktorluk, eczacılık, mühendislik, avukatlık, gazetecilik yapacaklarsa mutlaka zarif, seksi olmamak şartıyla şık, açıklardan daha vasıflı elbiselere ve başörtülerine bürünmek mecburiyetindedir. Ya evlerinde otursunlar, oturmayacak, hayata atılacaklarsa zarif olsunlar.

Kesinlikle rüküş olmasınlar...

Düttürü Leyla kıyafetli olmasınlar...

Bayan Gökkuşağı olmasınlar...

İslám’da din ile hayat iç içedir, birbirinden ayrılmaz. Tesettür, hayatın bir parçasıdır."
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 08 Fév 2008 16:50    Sujet du message: Cogunluk diktatörlugu arzularina bir tepki Répondre en citant

Cogunluk diktatörlugu arzularina bir tepki :

Anıtkabir'de bir ilk

Yeni Yargıtay Başkanı: Türkiye Cumhuriyeti asla Ortaçağ karanlığına geri dönmeyecektir

Kemal GÖKTAÞ - Vatan - 08.02.2008

Üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliklerinin Meclis’te görüşülmeye başladığı gün Yargıtay Başkanı seçimini tamamlayan Yargıtay’dan anlamlı tavırlar devam ediyor.

Yargıtay üyeleri, cep telefonu mesajları ile organize olarak yeni Başkan Hasan Gerçeker’in Anıtkabir’e yaptığı ziyarete alışılmadık bir katılım gösterdi. Gerçeker de Anıtkabir Özel Defteri’ne “Türkiye Cumhuriyeti asla ortaçağ karanlığına geri dönmeyecektir” diye yazdı.

Yargıtay Başkanı Gerçeker’e, dün ilk defa bir başkan için düzenlenen törenle mazbatası verildi. Gerçeker, yargıçların, ülkenin ve toplumun teminatı olduğunu, yargı erkinin de anayasal ve yasal değişikliklere ilişkin görüşlerini açıklamasının bir zorunluluk olduğunu belirtti. Bu konularda en kısa zamanda yetkili kurullarla toplanarak gerekli açıklamaların yapılacağını belirten Gerçeker, Yargıtay Başkanvekili Osman Þirin’in 4 Þubat’ta türban konusunda konuşmaya ve önceki Başkanlar Kurulunun türbanla ilgili açıklamalarına atıfta bulunduğu konuşmasında şunları söyledi:

Basit türban sorunu değil: Bizler Yüce Atatürk’ün önderliğinde kurulan ve O’nun ilkeleri doğrultusunda, çizdiği aydınlık yolda gösterdiği hedefe doğru bu günlere gelen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasa’yla teminat altına alınmış bulunan temel ilkelerini devletin diğer kurumlarıyla birlik, bütünlük ve uzlaşı içinde olarak korumak ve kollamak durumundayız. Anayasal ve yasal değişiklikleri yapmak TBMM’nin baş görevidir. Ancak bu yetki laikliğin zayıflatılmasına neden olacak şekilde kullanılmamalıdır. Olay basit bir türban sorunu da değildir. Bilimin, teknolojinin bu kadar ileri bir seviyeye ulaştığı bu çağda Tanrı’nın verdiği aklı ve zekayı kullanarak doğruları bulmak yerine hurafelerle dolu bir sisteme geri dönüş çabalarına geçit vermememiz gerekir.

Aklıma bile getirmek istemiyorum: Cumhuriyet ilkelerine gönülden bağlı hiçbir devlet ve kurum yetkilisinin bu düşüncede olduğunu aklıma bile getirmek istemiyorum. Bizler kurumlar arasında çatışmadan değil, devletin birlik ve bütünlüğü için uzlaşmadan, karşılıklı sevgi ve saygıdan, diyalogdan yanayız. Toplumun huzur ve güvenliği için barış ve kardeşlikten yanayız. Her türlü ayrımcılığa karşıyız, inançlara saygılıyız. Yüce Türk Milleti, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu milliyetçilik anlayışında da olduğu gibi bu ilkeler doğrultusunda asırlar boyu varlığını korumuş, devletler kurmuş, kaynayan bir kazan durumunda bulunan Orta Doğu’da ve tüm dünyada bir denge unsuru olmaya, batı ile doğu arasında bir köprü görevi yapmaya devam edegelmiştir . Bütün çabamız ve amacımız yargının yücelmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçek anlamıyla yaşam bulması, ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü içinde esenliğe kavuşması içindir.

Þirin ve Arslan’dan anlamlı mesaj

Gerçeker’e mazbatasını veren Yargıtay Başkanvekili Osman Þirin de yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Tartışılmaz değerlerin şaşırtıcı bir şekilde tartışmalara konu edildiği, üniversitelerimizin bizim okuduğumuz dönemdeki fotoğrafının, bugün değiştirilmek istendiği bir dönemin Yargıtay Başkanısınız. Üstüne titrediğimiz Cumhuriyet’in temel ilkelerinin bütün erklerce sahiplenildiğinden hiçbir kuşkumuz yok. Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek o ilkelere bütün erklerin bütün fertlerinin eksiksiz sahip olduğunu biliyoruz, olduğuna inanmak istiyoruz.” Gerçeker’e cüppesini giydiren önceki Yargıtay Başkanı Osman Arslan da Türkiye Cumhuriyeti’nin de sonsuza kadar yaşayacağını, Yargıtayın da Türk milletine hizmetini sonsuza kadar sürdüreceğini söyledi. Yargıtayın, yargının temel taşı olduğunu vurgulayan Arslan “Bunu kimse hafife almamalıdır” dedi.

Anıtkabir'de Bir ilk

Gerçeker, mazbata töreninden önce de 100’ü aşkın Yargıtay üyesiyle birlikte Anıtkabir’i ziyaret etti. Yargıtay’da daha önceki yıllarda seçilen başkanın Anıtkabir ziyaretine, daire başkanları, üyeler ve tetkik hakimleri katılmıyordu. Ancak dünkü ziyaret öncesinde Yargıtay’daki yargıçların cep telefonu mesajlarıyla organize olarak türban konusundaki Yargıtay’ın tavrını güçlü biçimde ortaya koymak için Anıtkabir ziyaretine katıldıkları belirtildi.

Gerçeker, Özel Defter’e yazdıklarını okudu...

Yenİ Yargıtay Başkanı’nın Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladıktan sonra yazdıklarını okudu: “Kurduğun Cumhuriyet’in ilk ve inkılaplarının takipçisi Yargıtay, ülkemizin, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak ilerlemesi yolunda her türlü çabayı sürdürecektir. Değişen dünyada güç dengeleriyle birlikte ülkemizin de yer aldığı coğrafyada önemli olaylar gelişmektedir. Bu gelişmeler, ne denli olumsuzluğa ve gerginliğe sebebiyet verse de Türkiye Cumhuriyeti asla ortaçağ karanlığına geri dönmeyecektir. Atam, Cumhuriyet’in kazanımlarının korunması yolunda Türk hakimlerine güveniniz. Yargıtay olarak, çizdiğin yoldan, öngördüğün hedeflerden ve ilkelerinden asla ödün vermeyeceğimizi bir kere daha belirtiyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum.”
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 08 Fév 2008 17:01    Sujet du message: Répondre en citant

Duyduğum en güzel "türban " yorumunu sizlerle paylaşmak istedim!
Katıldığı "orada neler oluyor " adlı programda türban'a dair görüşü sorulan
Prof. Zekeriya Beyaz hoca şöyle dedi :
"... Bezde kutsallık aranacaksa, o zaman, en mahrem yerleri örttüğü için en kutsal örtü dondur ! "
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
muratv
Newbie
Newbie


Inscrit le: 03 Fév 2006
Messages: 7
Localisation: france

MessagePosté le: 13 Fév 2008 1:17    Sujet du message: Répondre en citant

KADINLARIMIZ;

• Baba, ağabey veya koca korkusundan ve “bir lokma bir hırka” için türban takarak öcü kılığında dolaşmayı kabul ediyorsa,

• Bilim yerine dogmalara inanıp türbanla yaşamaya razıysa,

• Çağının değil, Filistin’deki fanatik bir liderin kıyafet dayatmasını kabullenebiliyorsa,

• Küreselleşme rüzgarlarının aksine, dünyaya kapalı ve yerel bir ülke insanı olmayı içine sindirebiliyorsa,

• Erkeklere “benim saç kılım seni tahrik ediyor da senin saç kılın beni neden tahrik etmesin, sen neden türban takmıyorsun?” diye soramıyorsa,

• Erkeklerin birinci, kendisinin ikinci sınıf insan olduğuna inanıyorsa,

• Kalkınmayı, büyümeyi, istihdamı, işsizlikle mücadeleyi, kamu sağlığını, eğitimi bir kenara bırakarak “ille de kızlarımız üniversiyelere türbanla girsin” diyen popülüst politikacılara alkış tutuyorsa,

ÞERİAT NEREDEN GELİRSE GELSİN, HOÞ GELDİ SAFA GELDİ.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 20 Fév 2008 1:44    Sujet du message: Répondre en citant

ULUSAL SİVİL TOPLUM KURULUÞLARI BİRLİÐİ’NDEN KAMUOYUNA DUYURU

Aşağıdakilerin hepsi Suudi Arabistan’da yaşandı, 29 yıl önce İran’da başladı, şimdi Fas, Afganistan, Sudan, Endonezya, Cezayir, Malezya’da aynen yaşanıyor. Ve tüm olanlar önce “baş örtüsüne özgürlük” sloganı ile başlıyor, mahalle baskısı ile devam ediyor, hükümetler “dur” dese bile artık çok geç !


Üniversite ve liselerde okuyan kızlarımıza türban özgürlüğü tanındı diyelim:

Peki sonra ne gelir? • Üniversitede türbanla okumasına izin verilen ve kamu hizmeti yapmak isteyenlerin, türban taktıkları için kamu hizmetinden engellenmeleri insan haklarına aykırıdır, savcı, doktor, memur, polis tüm kamu kurumlarındaki kadınlar da türban taksın denir.

Sonra ne gelir? • “Kız ve erkek öğrenciler ayrı okullarda okusun” denir.

Sonra ne gelir? • “Kadın hastayı kadın doktor, erkek hastayı erkek doktor muayene etsin” denir.

Sonra ne gelir? • “Parlak renkli tesettür caiz değildir, kadınlar siyah veya kahverengi çarşaf giysin, başını aynı renk örtüyle kapatsın” denir.

Sonra ne gelir? • Satıcılara “siyah ve kahverengi çarşaftan başka giysi satma, yoksa dükkanını tahrip ederiz” denir.

Sonra ne gelir? • “Çarşaf giymeyen kadın fahişedir, sokakta fahişe kadın görmek istemiyoruz” denir.

Sonra ne gelir? • Din polisi “çarşaf giymem” diyen kadınları toplar.

Sonra ne gelir? • Sonra sıra erkeklere gelir.

Erkeğe ne denir? • “İslamiyet’ te kravat yoktur, çıkar o batı özentisi kravatı” denir.
• “İslamiyet’ te kadın erkek bir arada toplanamaz” denir.
• “İslamiyet’te dans etmek yoktur, dans müziği çalamazsın” denir.
• “İslamiyet’te kadınla beraber denize girilmez, sen İslami mayo ile erkekler denizinde gir” denir.
• “İslamiyet’te içki kesinlikle yasaktır. İçkiyi satan da içen de cezalandırılır, ayağını denk al” denir.

Sonra ne gelir? • Bunlara uymayan erkek, kravatından tutulup sokaklarda sürüklenir, kısa kollu gömlek giyeni, içki içeni, dans edeni güvenlik güçleri toplar.

Sonra ne olur? • Üniversiteli kızlarımız ve toplum bin kere pişman olur.
Sonra ne olur? • Hükümetler “dur” dese bile, toplum içinde belli güce ulaşanlar, din adına istediği baskıyı yapmakta engel tanımaz, onları durdurmak artık mümkün değildir.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 20 Fév 2008 1:45    Sujet du message: Répondre en citant

Özdemir İNCE'den

Bir taammüden cinayetin anatomisi ya da otopsi


CİNAYET tarihi: 9 Þubat 2008! Cinayet mahalli: TBMM!

Kafamda Federico Garcia Lorca’nın "A la cinco de la tarde" ("Akşamleyin saat beşte") dizesi, gözümün önünde Caius Julius Caesar’ın öldürülmesi!

Ve huzurlarınızda Marcus Junius Brutus rolünde MHP!

Nurcu + Kürtçü ittifakı yapan AKP ile DTP önde, oy ihtirasının iğvasına kapılan MHP arkada! Cumhuriyeti pusuya düşürüp kanını döktüler! "Akşamleyin saat beşte!" İslamcıların diliyle "Seksen yıllık Deccal rejimi"ni yıkmak için işbirliği yaptılar! Ve bu tarihin defterine yazıldı! Tarihin defterine yazılanı hiçbir şey silemez, ne bağış dilemek, ne fidye ve ne de kan!

Said Nursi’nin direktif ve vasiyeti yerine getirildi! Tasarlanmış cinayeti Said Nursi ya da Said Kürdi’nin várisleri işledi! Nurcu, Nakşibendi, Fethullahi AKP’nin Said Nursi’nin öcünü almak istemesini; Kürt milliyetçisi DTP’nin Said Kürdi’nin intikamını almak istemesini anlayabiliriz. Peki MHP neyin öcünü almakta, Brutus MHP?! Tekbir getiren bir Brutus olarak! Akşamleyin saat beşte! A la cinco de la tarde!

ALLAH’A İFTİRA

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı "tebdil ve ilga" ettiler; yasalarını ayaklarının altında çiğnediler; Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin yüksek yargı kararlarının yüzüne tükürdüler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının kıçına tekme vurdular. Ayetlerinde olmayan bir ilahi emri Kuran’a ekleyerek Kitab’a ve Allah’a iftira ettiler! Bunlar olurken, ülkemizin Mefisto kurbanı demokratları, liberalleri, neoliberalleri, eski ve yeni mürtecileri hep birlikte alkış tuttular! Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları için!

Üçüncü Said Nursi Semineri’nde "Said-i Nursi keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir... Öyle bir dünyaya gözlerini açtı ki, sosyal önderlik ulemanın elinden çıkıp, Batıcı seçkinlerin eline geçmiş durumdaydı" diyen Recep Tayip Erdoğan’ın önderliğinde!..

Demek "ulema"nın önderliğinde, demokrasi için, özgürlükler için, insan hakları için hep birlikte el çırptılar! Yaraşır ki ne yaraşır! Özellikle de matmazel ve madama "hocanımlar"a!

Demek ki sosyal önderliği Cumhuriyet’in Batıcı seçkinlerinin elinden almak için hep birlikte kıyameti beklemeden kıyam ve huruç eylediler! Nurcu AKP, Kürtçü DTP, tekbirci Brutus MHP ve ülkenin bütün Mefisto kurbanları!

AKÞAMLEYİN SAAT BEÞTE!

AKP’nin hedefi belli! DTP’nin hedefi belli! MHP’nin sonu belli! Ben onlara değil Mefisto kurbanlarına ve kurban adaylarına bir kez daha anlatacağım:

Türban, Müslüman Kardeşçi, Selefi, Vehhabi sıfatlı Türkiye Milli Görüşçülerinin Cumhuriyet’e karşı açtığı bir kutsal (!) savaşın sancağıdır. Ve cinayet mahalline sancağı çektiler, akşamleyin saat beşte! Þimdi sıra imam hatip okullarının, üniversitenin ana kaynağı (tedarikçisi) olmasını yasal olarak sağlamada. Sıra şimdi liselerde ve üniversitelerde. Harp Okulları biraz bekleyebilir! Siga siga, şuvayye şuvayye, yavaş yavaş! Þakşakçılığa, işbirliğine, Cumhuriyet’e ihanete "devam" mı? Kendi düşen ağlamaz, iki gözü birden çıkar.

A la cinco de la tarde! Akşamleyin saat beşte!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 20 Fév 2008 2:56    Sujet du message: Répondre en citant

Bir eski büyükelçiden :

Saygıdeğer Oktay EKÞİ Beyefendi,

17 Þubat 2008 Pazar günkü Hürriyet Gazetesinde baş sayfada 'Çankaya Boykotu', 20. sayfada 'Büyükelçi protestosu' başlıklarıyla verilen haberi ve Sizin 'Büyükelçilerin protestosu' başlığını taşıyan 'Günün Yazınızı' okudum.

Bir olayla igili verilen haberde olayın unsurları ve boyutları hakkındaki eksikliğin, o haber hakkında yapılan yorumları ve olayla igili değerlendirmeleri etkilemesi doğaldır.

Haberde, emekli büyükelçiler arasında davet hakkında 3 farklı görüşün ve tutumun ortaya çıktığı bildiriliyor. Habere göre, bunlar:


1. 'Başında kim olursa olsun, devletin en üst makamının davetine icabet edilir' düşüncesiyle davete icabet edeceklerini bildirenler;

2. 'Dışişleri'nde görev yaptıkları sürede kendilerine haksızlık yapıldığına' inandıkları için daveti reddedenler;

3. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına 'seçilme süreciyle' ve seçilmesiyle ilgili gerekçeler ileri sürerek plâket almayacaklarını ifade edenler.

Haberde yapılan bu tasnifin doğru olup olmadığını bilmiyorum ve bilecek durumda da değilim. Ancak, kendi tutumum dolayısıyla bildiğim bir husus var ki, o da, haberde sayılan 3 kategori görüş ve tutum dışında bir kategorinin daha mevcut olduğudur.

Konu haber olarak kamuoyuna yansıtılmış olduğuna göre, olayın tüm unsurlarının bilinmesinde ve değerlendirmelerin, yorumların buna göre yapılmasında fayda olduğunu dşündüğüm için bu yazıyı kaleme almak istedim.

Dışişleri Bakanlığı'ndan 4 Þubat akşamüstü evimizi arayan memure, özetle, şunları ifade etti: 'Emekli Büyükelçilere, 22 Þubat öğleden sonra, daha sonra belirlenecek ve bildirilecek bir saatte Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından 'şükran plâketi' verilmesi töreni yapılacak. Töreni takiben Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Eşi, emekli büyükelçiler ve eşleri için bir resepsiyon düzenleyecekler; aynı günün akşamı Devlet Konuk Evi'nde Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın Eşi, emekli Büyükelçiler ve Eşleri için bir akşam yemeği verecekler; katılacaksanız, plâket verme törenine, resepsiyona ve akşam yemeğine siz de eşinizle birlikte davet edileceksiniz.'

Sorum üzerine, Dışişleri görevlisi, plâket takdim töreninin de eşli yapılacağını teyit etti.

Görüleceği üzere, ilgili haberde ve köşe yazınızda törenin ve yemeklerin eşli düzenlendiği unsuruna yer verilmemiştir.


Dışişleri Bakanlığı'nın memuru olarak Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu ve temel nitelikleri Anayasamızda belirtilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni eşimle birlikte uzun yıllar yabancı Devletler nezdinde temsil etme onuruna nâil olmuş bulunuyorum. Mensubu olmakla iftihar ettiğim Dışişleri Bakanlığı'nda geçen uzun meslek hayatı, bende ve tüm Melektaşlarımda, Devletimizin Kurumlarına ve Makamlarına saygı gösterilmesi bilincini kuvvetlendirdiği gibi, bizlere, Devletimizin temel çıkarlarının korunması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş temel niteliklerinin ülke dışında en belirgin şekilde ortaya konulması ve temsil edilmesi; temel çıkarlarımıza ve Devletimizin değiştirilemez niteliklerine vaki olabilecek saldırılar karşısında kararlılıkla ve süratle uygun biçimde tavır konulması gibi alışkanlıkları da kazandırmıştır. Bunları varlığımızın bir refleksi haline getirmiştir.


İşte bu refleksledir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en ast ve üst Kurumlarına ve Makamlarına benim ve eşimin saygısı baki kalmak kaydıyla ve T.B.M.M. tarafından seçilmiş olan Sayın Cumhurbaşkanı'nın seçimiyle ilgili bir mülâhazaya yer vermeksizin, lâik Türkiye Cumhuriyeti'nin, dinî simge olduğu mahkeme içtihatlarıyla da belirlenmiş olan bir kıyafetle değil, Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği ve Devletimizin Anayasası ve ilgili Yasalarıyla da korunmasına çalışılan inkılâplara uygun düşen çağdaş kıyafetle temsil edilmesine atfettiğimiz hayatî önemin ve gösterdiğimiz titizliğin ifadesi olarak, eşli olarak düzenlenen ve eşli olarak katılınması Makam'a saygının icabı olan törene, resepsiyona ve akşam yemeğine katılamayacağımızı teşekkürlerimizle ilgili memureye ifade ettim.



Yazınızda 'doğru olan Devlet'in en üst Makamından gelen davete icabet edilmesi gerekir' şeklinde belirtilen kanınıza saygı duyuyorum. Ben de Devletimizim Kurum ve Makamlarına, en üst ve en alt farkı gözetilmeden sagı gösterilmesi gerektiğine inananlardanım. Ancak, sözkonusu davete verdiğim cevap hakkında eşimle birlikte aldığımız kararın belirlenmesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin 'lâik' niteliğine saygı ve Atatürk inkılâplarının korunması düşüncesinin ağır bastığını ve önde geldiğini belirtmek istiyorum.

Saygılarımı sunarım, efendim.


Tugay ULUÇEVİK

Emekli Büyükelçi
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 24 Fév 2008 3:24    Sujet du message: 7.4 yetmedi mi? Répondre en citant

Yoruma gerek yok saniyorum.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
narine
Spammer
Spammer


Inscrit le: 24 Jan 2007
Messages: 684

MessagePosté le: 26 Fév 2008 19:14    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

"Türbanın serbest kaldığı kaba bir yalandır"


Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu: "YÖK başkanı suç işliyor" dedi.

ANKA

ANKARA, 25 Þubat 2008 Pazartesi


Üniversitelerde türban takılmasının önünün açmak amacıyla Anayasa da yapılan değişikliğin ardından Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan'ın üniversitelerde türban takılabileceğini açıklaması tepki topladı.

Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan'ın suç işlediğini belirterek, "Türbanın serbest kaldığı bir yalandır" dedi. ANKA'ya konuşan Kanadoğlu,

"Anayasada yapılan değişiklikler zaten mevcut olan hükümlerden farklı bir hususu ortaya koymuyor.
Türban serbest bırakılmış değil. Anayasa değişikliği ile serbest bıraktıklarını iddia edip bir fiili durum yaratmaya çalışıyorlar. Türbanın serbest bırakıldığı kaba bir yalandır.
Anayasa değişikliği zaten türbanı serbest bırakma yolunda kesin doğrudan bir hüküm taşımıyor. Kanunla sınırlanır diyor.
Zaten 17. madde şu an yürürlükte. Bunun tartışılması bile abes."



"CHP'NİN DAVA AÇMASINA BİLE GEREK YOK"

Anayasa değişikliğinin iptali için CHP'nin dava açmasına bile gerek olmadığını belirten Kanadoğlu,

"CHP'nin dava açmasına bile gerek yok. Ancak, CHP nin başvurmasında garipsenecek bir durum da yok. Anayasa değişikliği ile türban serbest kaldı düşüncesi var çünkü. Bu yönüyle CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasında da bir gariplik yok"

dedi.

"REKTÖRLER SUÇ İÞLEMESİN"

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan'ın yaptığı açıklamayla suç işlediğini de iddia eden Kanadoğlu, üniversite rektörlerini de "suç işlemeyin" diye uyardı. Suç işleyen bir YÖK Başkanı'nın beyanlarına üniversite öğretim üyelerinin de uymamalarını isteyen Kanadoğlu,

"Kanunsuz yazı hiçbir şekilde kimseyi bağlamaz. Bu, doğrudan doğruya "Bugün geçerli olan Anayasa Mahkemesi kararlarını göz ardı edin" demenin devamıdır ve aslında YÖK Başkanı suç işlemektedir. Onun için rektörlerin, kendilerini suça iten beyanlara itibar etmeyeceklerine güvenim tamdır."

diye konuştu.

MUMCU, "ANAYASA DEÐİÞİKLİÐİ YETERLİ DEÐİL"
Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Mumcu, anayasada yapılan değişikliğin üniversitelerde türban serbestisi getirmediğini belirterek, şunları söyledi:

"Anayasa değişikliği türbanı serbest bırakmıyor. Yapılan değişiklik sadece özgürlüklerle ilgili hükmü açıyor. Anayasa değişiklik metnine dayanarak türban serbest bırakılamaz. YÖK 17. maddeye konursa o zaman serbest bırakılır. Þart da bunu Anayasa Mahkemesi'nin iptal etmemesi. Anayasa Mahkemesi'nin daha önce bu konuda içtihadı var. Anayasa mahkemesi içtihadını da değiştirebilir. YÖK başkanını böyle bir talimat vermeye hakkı yok. YÖK başkanı AİHM ve bizim ulusal mahkemelerimizin verdiği kararı tanımadığını belirtiyor demeçleriyle. YÖK Başkanı icranın bir elemanı. Yargı kararlarını dikkate almaması çok vahim bir olay. Biz uluslararası hukukun, yerel hukukun üstünde olduğunu kabul etmişiz. Tam bir kaos. Bu kaos, ancak YÖK ün geçici 17. maddesinin değiştrilmesiyle mümkün."
http://www.heddam.com/index.asp?H=8206


Rajoutez à cela la déclaration du leader de C.H.P qui dit que le premier ministre T.Erdogan lui a demandé de ne pas porter le changement constitutionnel à la Cour Constitutionnel, le scandale se complète !
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page 1, 2  Suivante
Page 1 sur 2

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.