Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - OTORİTERLİĞİN GERGEDAN ACIMAZSIZLIĞI
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Albert Camus‘nün 1946 yılında Paris’te Combat gazetesi için kaleme aldığı “Ne Kurban, Ne de Cellat” adlı denemesinde, daha doğrusu bu denemenin “Korku Çağı” başlığını taşıyan bölümünde şöyle der:
“Şu son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanları küçülttüler öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiçbir kez, bunu yapanlar, yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamadı. Çünkü kendilerine güveniyorlardı. Çünkü, soyut bir kafa, yani bir ideolojinin adamı başka bir şeye inandırılamaz.”
1970 yılında Fransa Akademisi üyeliğine seçilen, tiyatronun önde gelen yazarlarından Eugéne Ionesco Gergedanlar oyununda – Camus’nın sözünü ettiği – ikinci dünya savaşı öncesinde başlayan, daha sonra Avrupa’yı kasıp kavuran totaliter rejimlerin insanlığı nasıl yavaş yavaş ele geçirdiğini anlatır.
Yazar söz konusu dönüşümden duyduğu kaygı için şunları söyler:
“… birden bire ortaya çıkan bir düşüncenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılması. Yeni bir din, bir öğreti, bir fanatizm sürükleyiveriyor insanları… Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, insanlar sizin düşüncelerinizi artık paylaşmıyorsa, sanki canavarlarla karşı karşıyaymışsınız duygusu uyanıyor insanda. Örneğin gergedanlarla. Gergedanların saflığı, aynı zamanda acımasızlığı var onlarda. Onlar gibi düşünmüyorsanız göz kırpmadan öldürebilirler sizleri.”
MACBETH’İN HİKÂYESİ
İngiliz yazar William Shakespeare, yaşadığı (1564-1616) dönemde insanların saygısını kazanmış olmasına rağmen birçok yazar gibi o da daha çok ölümünden sonra saygı ve sevgi kazanmış bir üstattır. Yüzü aşan eserlerinin hemen hemen hepsi tiyatroya, sinemaya ve operaya uyarlanan, Macbeth adlı eseri de yazarın en kısası olmasının yanında en önemli trajedilerinden biridir.
Tüm dünyadaki hem profesyonel hem de amatör tiyatrolar tarafından sıkça sahneye konulur. Oyunun, bir kısmı Raphael Holinshed’in ve İskoç filozof Hector Boece’nin İskoç Kralı Mac Bethad (Macbeth) hakkında yazdıklarına dayanır. Macbeth‘in hikâyesi, genellikle güç düşkünlüğü ve arkadaşlara ihanet konularında örnek bir hikâye olarak gösterilir. On dördüncü yüzyılda Danimarka’da geçen “Hamlet’in Trajik Hikâyesi” adlı oyununun vurguladğı çürümüşlük ve kokuşmuşluğun olduğu o ülkenin genç Prensi Hamlet şu soruyu sorar :
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu ! Düşcemizin katlanamaması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına. Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter ! Demesi mi ? (…) Kim dayanır zamanın kırbacına ? Zorbanının kahrına gurununun çiğnenmesine, Kanunların bu kadar yavaş, Yeryüzünün bu kadar çabuk yürümesine, Kütülüklere kul olmasına iyi insanın ?”
Ülkedeki çürümüşlüğün tek nedeni Kral Hamlet’in hayali oğlu tarafından zehirlenerek öldürülmüş olması ; en başında ülkede hak ve hukukun yok edilmesi geliyordu. Katiller, hırsızlar, kötüler baş olmuş ; iyiler, masumlar, yiğitler öldürülmüş, sürgüne yollanmış Danimarka ya da Manimarka denilen ülkede… Böyle bir durumun Danimarka’yı mahvetmesini isteyen Kral Hamlet’in hayaleti oğluna da dur demesini istiyordu.
MACBETH’DEN GERGEDAN’A UZANAN BİR TOPLUMSAL TRAJİ-KOMEDİ
Etraflarına topladıkları küçük ya da büyük kalabalıklarla küçük ya da büyük güç odakları oluşturarak varlıklarını sürdüren küçük ya da büyük derebeyler, merkezden çevreye doğru yaydıkları biat kültürüne ve bol bol hamasete yaslanarak iktidarlarını sürdürmeye çalışırlar.
Çünkü iktidarsız yapamazlar. Bu, kısmen onların, çok daha geniş ölçüde de onlara maruz kalanların trajedisidir. Sorgulamadan yürüyormuş gibi görünen kalabalıklar ise bir yandan sürüden farklı ses çıkarmamaya, diğer yandan da sürü içinde öne geçmeye çabalarlar, bu amaçla tepişip dururlar. Bu da onların komedisidir.
Sonuçta ortaya, simgelerin “zamanın ruhu”na göre belirlenen, bir tarafı “Macbeth”e, diğer tarafı “Gergedan”a uzanan bir toplumsal traji-komedi, bir fars çıkar.
Ve hepimiz ruhlarımız paramparça bir halde, korku içinde koşuşurken güleriz ağlanacak halimize, ya da ağlarız gülünecek halimize..
Artık bizi Almanya ile kıyaslamanın bir anlamı da yok. Yok çünkü Türkiye’nin yaşadığı çürüme, artık ekonomik göstergelerin zayıflığıyla ölçülebilecek kadar dar bir mesele de değil. Adalet duygusu kaybının, zihinsel tükenişin, koltuk hırslı yönetim krizinin ve ahlaki çöküşün sığ sularında boy veriyor.
TEK TEK AVLANMAK
Çoğunluğu Kürt ulusal mücadelesinde öne çıkmış binlerce siyasetçi zindanlarda tutsak durumda. Bazısı ağır hasta olan CHP’li belediye başkanları yüzyıllarca yıllık ceza istemiyle yargılanıyor. Yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla ikna edilemeyen yurttaşlarımız son günlerde casusluk gibi akıl almaz bir iftira ile ikna edilmeye çalışılıyor. Saray rejimine muhalif ilerici sanatçı, gazeteci, yazar ve bilim insanlarına yönelik kara propanganda devam ediyor. Geçen hafta gazeteci ve belgeselci Hakan Tosun’un, İstanbul’da, sokak ortasında dövülerek öldürülmesiyle sarsıldık. Söylediklerinden dolayı Fatih Altaylı ile başlıyan medya tutuklamaları, RTÜK sansürleri, üç muhalif TV kanalının tepesinde yayın iptal kılıcının sallanması, normal dilin ne olduğu konusunda bir bilinmezlik yaratmakta. Söylesem mi, nasıl söylesem, söylemesem mi… Çevreden de dilini tut kardeşim, savcı tarafından avlanma!
Bir önceki yazımda sözünü ettiğim; iki dönem AKP milletvekili, ayrıca “53, 54 ve 55. hükümette başbakan başdanışmanlığı (iki kez Mesut Yılmaz, bir kez Erbakan), Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği, Analitik Araştırmalar Merkezi başkanlığı, Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı genel sekreterliği, Politika Merkezi Düşünce Kuruluşu genel koordinatörlüğü, gazete köşe yazarlığı ve medya temsilciliği yapmış, devleti bilen bir düşünce – siyaset insanı, eski AKP İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık aşanan hukuksuz infazlarda, özellikle de CHP’ye, İmamoğlu’na kurulan ağlardan rahatsız, dilini tutmadı ve bizim yola çıkarken ilkelerimizle hiç ilgisi olmayan siyasi kumpas olayları yaşıyoruz, Erdoğan kendine kumpas kurdu, benzeri eleştirilerde bulundu.
Talebi demokratik hukuk sistemine dönmekti. Haksızlıklar karşısında susmayarak dilsiz şeytan olmayı reddetti. Şimdi, AKP’nin durumdan rahatsız eski yeni sözde demokratik insanlarının yapması gerekeni o yaptı ve örnek oldu.
HUKUKA SAHİP ÇIKMAK
Soru şudur: Kocabıyık eleştirilerinde haklıdır veya haksızdır, sözlerine katılıyoruz veya katılmıyoruz, ama anayasal ve yasal demokratik ifade ve eleştiri özgürlüğünü kullanmasını sonuna kadar savunuyoruz, deseler, bir iki üç değil, 20-30 vicdanlı AKP’li milletvekili, acaba Kocabıyık tutuklanabilir miydi?
AKP milletvekillerinin tümünün özel seçilmiş “sadık”lardan oluştuğu ve aralarından Kocabıyık’ın hakkını savunacak kimsenin çıkmayacağını varsayarak peki Meclis’teki muhalif diğer milletvekilleri de mi bir açıklama yapmak ve “Kocabıyık’ın ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı anayasal güvence altındadır, kısıtlanamaz, Kocabıyık hemen serbest bırakılmalıdır” deme özgürlüklerine ve bu ülkede adaleti savunma anlayışlarına sahip değiller midir? Buna önderlik edecek kimseler yok mu?
Sorun meydanın tamamen boş kalması, vicdanların susması, dilsiz şeytanlığın tercih edilmesi…
“Gerçek insanlık suçu susmaktır.” der ünlü Rus yazar Nadezhda Mandelstam. Afro-Amerikanlı papaz ve Amerikan Yurttaş Hakları Harekatı önderi Martin Luther King’de; “Ben kötülerin zulmünden çok iyilerin sessizliğinden korkarım.”diye bir söylemi vardır.
Korkunuz arttığında, sözünüz engellendiğinde, kelimeler’iniz uzaklaştırıldığında düşünce kendini gömer. Özne ortadan kalkmış, rejim kendi programına göre uslu bir özne yaratılmıştır.
İNSAN SESSİZ KALDIĞI HER ȘEYDEN SORUMLUDUR
Yazarımız Seyfettin Araç’ın ”Zamanı Tanrı Yaşar“ adlı romanında (Kırmızı Yayınları) şöyle bir cumle geçer: “İnsan kendi yaptıklarından zaten sorumlu, lakin göz yumduğu her şeyden, ses çıkarmadığı her olaydan, zalimden taraf olduğu, haksızı susarak koruduğu için de sorumlu.
“İnsan yalnızca yaptıklarından değil, sessiz kaldığı her şeyden de sorumludur. Bir haksızlık karşısında susmak, onu onaylamak demektir. Zulüm, yalnızca zalimin elinden değil sessiz kalabalıkların kayıtsızlığından da beslenir. Her susuş, adaletin biraz daha zayıflamasına, vicdanın biraz daha körelmesine neden olur.
Gerçek sorumluluk, doğru olanı savunmakla başlar. Adalet, ancak sesini yükselten insanların cesaretiyle ayakta kalır. Sessiz kalan bir toplumda zalim çoğalır, haksızlık sıradanlaşır, vicdan susturulur. Oysa bir insanın sesi, bazen bir dünyanın yönünü değiştirebilir. Bu yüzden insanın görevi, haksızlığa sessiz kalmamak ve kendi payına düşen doğruluğu savunmaktır.”
Sorumluluğunuzu bir yük gibi düşünürseniz, onu başka biri alır ve siz birey olmayı, özgürlüğünüzü ve ruhunuzu kaybedersiniz. Size hükmetmek isteyen kötücül insanlar için bu en güzel fırsattır.
ARTIK SUSMA YORGUN DEMOKRAT !
Evet, güç kavşaklardan dönüyoruz, baskı artıyor, ifade özgürlüğü daralıyor. Sistem kendi aydınını da yaratmaya devam edecek. Ve bu yaratım sürecinde “Yorgun Demokrat”lardan fazlasıyla yararlanacak. Biz de bütün bu gelişmeler karşısında “Yorgun Demokrat”ı söylemeye, dinlemeye devam edeceğiz.
“Bu yolda dönenler oldu / Mum gibi sönenler oldu / Yar göğsüne baş koymadan / Vurulup düşenler oldu
Bir sen kaldın geride / Ah akıp gidiyor hayat / Yüreğim anlıyor seni / Artık susma yorgun demokrat”
Sonuç olarak, Amerikalı şiir Walt Whitman’in söylemleriyle :
“Ne ben ne de bir başkası çıkabilir o yola senin yerine, / Sen kendin gitmeye mecbursun. / Çok uzakta değil, yakınında, / Belki doğduğundan beri o yoldasın da bilmiyorsun, / Belki her yerden geçiyordur, denizden de karadan da.”
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum